19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 29 OCAK 2012 PAZAR 14 televizyonu. Yayın dili Fransızca ve merkezi Paris’te, kanala ortak ülkelerin devlet televizyonlarından gönderilen çok sayıda gazetecinin yanı sıra her soydan, her dinden basın emekçisi çalışıyor. Kanalın küresel çapta en çok izlenen uluslararası haber programı, tam 17 yıldır canlı yayımlanan ve haftanın öne çıkan olaylarını, değişik ülkelerden bir gazeteci ekibine tartıştıran Kiosque programı. Yayına girdiği 1995 yılından beri aralarında benim de yer aldığım bu gazeteciler, artık meslektaştan öte, birbirine çok bağlı bir arkadaş grubu oluşturuyor. Aramızda sevgi ve dayanışma bağları örüldü. “Bir Gün Gece” romanımın Fransa’da basılması, kanalın yazıişleri yönetmeni Sylvie Braibant sayesinde mümkün oldu. Çevirmenim ve arkadaşım Valerie Gay Aksoy da zaten TV5Monde çalışanı… Kiosque’un başyazarı Julien Brunn, yazdığım bir tarih belgeselinin fikir babası. TV5Monde’un Haber Merkezi Yönetmeni Philippe Dessaint, devlet nişanıyla sabit bir “Şövalye” olup, Kiosque’un patronu ve sunucusudur. Hem çok sever, hem de epeyce çekiniriz kendisinden. Ermeni soykırımını inkârı yasaklayan yasa Fransız Senatosu’nda henüz onaylanmıştı ki, patron aradı: “Bu yasa tartışması, sensiz olmaz! Bilet ve otel müessesenin hediyesidir, atla gel…” Sevindim, elbette. Biraz da V5Monde, Fransa, Kanada, T Belçika ve İsviçre devletlerinin ortak yatırımı bir dünya dokunmamıştır mı, desem acaba? ??? Hangi Türkiye’nin, hangi adaletini övsem, inandırıcı olabilirim? Eski genelkurmay başkanı ve ordu komutanlarını tutuklayan polis ve kimi sehven kanıtlarla yargılayan özel yetkili Türk adaletini mi? Yoksa Hrant Dink cinayetini aydınlatmamaya özel yetki kullanıp, katil azmettiricilerini bulamayanı mı? Hangi Türklerin, soykırımı inkârı yasaklayan Fransız yasası karşısında gösterdiği haklı ve onurlu tepkiyi savunayım? Hrant Dink’in beşinci katledilme yıldönümünde “Hepimiz Ermeniyiz” başlıklı bir yazı yazdı diye Zeynep Oral’a çıkışanların tepkisini mi savunayım, haklı diye? Yoksa tehcirin yol açtığı “Büyük Felaket” için bugün birlikte yaşadığımız Ermeni kardeşlerimize “acınızı paylaşıyorum” dedim ve şahsi özür metnine imza attım diye beni vatan hainliği, fahişelik ve satılmışlıkla taltif edenlerin; 2006 yılında Destina romanımı satmayı reddeden kitapçıların, yakan ve parçalayan okurların “onurlu” tepkisini mi anlatayım… Ermeni soykırımı yapılmadığına kanıt olarak? ??? Fransa’nın soykırım inkâr yasasına karşı Türkiye’yi benden çok daha hamasi ve canlarını dişlerine takarak savunacakların hepsini; Türkiye darbecilikten yargılıyor, desem? İnandırıcı olur muyum, sizce? Öyle ya da böyle, bugün TSİ 18’de TV5Monde ekranlarından bi’şiler söyleyeceğiz, elbette… “Adil savaşlar vardır. Adil ordu yoktur.” Andre Malraux Hangi Türkiye’ye İnanılır? gururlandım. ??? Telefonu kapattıktan sonra düşünmeye başladım. Sarkozy’nin cumhurbaşkanlığı sırasında zaten arası açılan Türkiye ile Fransa ilişkilerini düşmanca geren yasanın tartışılacağı Kiosque’a, katılacaktım katılmasına. Ama ne söyleyecektim? Siz bu satırları okurken, ben Paris’te programa hazırlanıyor olacağım. Benden beklenen, Türkiye’nin ve Türklerin bu yasaya tepkisini dile getirmem, Fransa’yı eleştirip Türkiye’yi savunmam. Fransa’yı eleştirmek, hatta yerden yere vurmak kolay da… Türkiye’yi bu haksız ve yersiz yasaya karşı hangi haklı ve yerli yerinde gerekçelerle savunacağım? Osmanlı’nın beş yüz yıl soyunu kırdığı Aleviler, Cumhuriyet döneminde pek rahat ettiler; Kahramanmaraş yaşanmadı, Gazi Mahallesi haşa, Madımak’ta olanlar olmadı, Ermeni imariden TOKİ M silolarını anlayan, İstanbul’un tarihi siluetini sakil kulelerle yok eden gözünü beton doyurasıca rantçılar, kentsel dönüşüm mavrası altında Taksim’i yutmaya hazırlanıyor. Rant sırtlanları, depremde civar mahallelerin tek sığınma alanı, kentin ender parklarından Taksim Gezi’nin yerine sanki ordu kalmış gibi Topçu Kışlası yapacak, meydanı ve Sıraselviler Caddesi’ni köstebek tünelleriyle delik deşik edecekler. Ama bugün saat 11’den 14’e mahalleler birleşiyor, iktidara, sermayeye, tüm işbirlikçi mimar ve plancılara karşı “ağaçları kesilmek üzere işaretlenmiş” Taksim Gezi Parkı’ndaki Serbest Kürsü’de toplanıyorlar. Kürsü Senin İstanbullu, Kent Hakkı’na Sahip çık! Doğa ve İnsan Şu kapitalizm denen düzenin ne menem kötü bir şey olduğunu anlatmak için kendi hesabıma tam 49 yıldır dil döküyorum. Tabii ki benden çok daha uzun yıllardır aynı çaba içinde olan/olmuş çok sayıda yoldaşım var. Bakıyorum, gide gide bir arpa boyu yol gitmişiz. Boşuna mı kürek çekmişiz? Elbette hayır! Bizim anlattıklarımız eğer “ay” ise birileri bunları almış, kırpıp kırpıp “yıldız” yapmışlar/yapıyorlar. Ta 1848’den, Karl Marx’ın “Manifesto”sundan bu yana bu böyle; ustalarımız bizim bugün anlattıklarımızı dün anlatmamış olsalardı kapitalizm vahşetinin alacağı boyutları düşünebiliyor musunuz? Diyeceksiniz ki, şimdi nereden çıktı bunlar? Yanıtlayayım. Bir yerde okumuş, defterime not etmişim. Şöyle bir tümce: “Başını eşkıyanın tuttuğu her dağ kovuğuna, çeşmeler başında derebeylik edenlere, tarihten çıkagelen adamlar olmalıydık.” Notlarımı karıştırırken buldum, “İşte!” dedim. ??? Bugün dağları tutan “eşkıya” kapitalizm denilen vahşet düzeninin taşıyıcıları olan kapitalistlerden başkası değil. Bu söze “mecazi” bir anlam yüklemek gerekmiyor, çünkü bu söz somut, hayatta doğrudan karşılığı var. Dağlara bir bakın! En güzel yerlerini eşkıya tutmuş. Yaylalar, yayla evleri eşkıya eliyle üçer beşer yok ediliyor, yerlerine beton “tesisler” konduruluyor. Dağlarımız “tesisleştirildikçe” eski sahiplerine, köylülere, yoksullarla, “onlardan olmayanlara” yasaklanıyor. Ormanlar maden şirketlerine, altın avcılarına peşkeş çekiliyor, çoraklaştırılıyor, siyanürle zehirleniyor. Birçok hayvan türünün kökü kazınıyor. Derelerimiz eşkıya tarafından HES’leştiriliyor, akarsularımızın ölüm fermanları imzalanıyor. Kurutulan, yok olmaya terk edilen göllerimiz gibi… Ovalarımız çölleştiriliyor. Antalya, Marmaris, Bodrum, Çeşme gibi kentlerin, beldelerin kıyıları, koyları sermayenin işgali altında; betonlaşıyor, zehirleniyor, balık türleri yok ediliyor. Sermaye, toplumun yaşam kaynaklarına, doğaya göz dikmiş, eline geçirdiği doğa parçalarını acımasızca yıkıma uğratıyor. ??? Tek başına bu yıkım bile toplum için isyan nedeni değil mi? Fakat susuyor. Oysa yaşam hakkı insanın en temel hakkıdır. Kapitalizm, yaşamlarının temeli olan doğayı yok ederken insanların buna sessiz kalmaları anlaşılabilir bir davranış değil! Var olmanın da, yok olmanın da milliyeti, etnik aidiyeti, dini, mezhebi, siyasal bağı, bağlantısı yoktur. Yaşam da, ölüm de bunlardan bağımsız bir başlangıç ve sondur. Doğa yıkımı ise insanın sonunu hızlandıran en belirleyici süreçtir. İnsanın bu sürece tepkisiz kalması ancak ya cehaletle, ya kadercilikle ya da aptallıkla açıklanabilir. Cahil insan, yoksun bırakıldığının ayırımında olmayabilir. Kaderci insan başına gelen/gelecek her türlü felaketi tevekkülle karşılayabilir. Aptal insan akıl körüdür. Anlaşılmaz olan okumuş yazmış, eğitimli kesimlerin geliyorum diyen bu yıkıma karşı tepkisizliği, duyarsızlığıdır. Şu Kızılderili sözünü bilirsiniz; “son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak” ama çok geç olacaktır. ??? İnsanın kendine yabancılaşarak aklının tutulması doğaya yabancılaşmasıyla başlar. Bu bir süreçtir. Aklı tutulan insan sürecin sonunda çöpe dönüşür, “çöp insan” olur. Çevrenize bir bakın, bunların ne kadar çok olduğunu göreceksiniz. Fotoğraf: Ali Arif Ersen soykırımı da yoktur mu, diyeceğim? Hangi Türkiye’yi savunacağım? Komünist avında şairlerini yazarlarını hapislerde süründüren, başına odun vurup öldüren Türkiye’yi mi; yoksa 67 Eylül’de aynı tornadan çıkmış odunlarla Müslüman olmayan yurttaşlarını linç ve mallarını talan eden Türkiye’yi mi? 1970’lerin idam sehpaları, 1980’lerin işkence ve infazları, gelincik tarlaları gibi biçilen genç kuşaklar, suikasta kurban giden aydınlar, Hizbullah’tan JİTEM’e faili meçhul cinayetler ülkesidir, Türkiye. Ama ecdadı Osmanlı, tehcir zorunda kaldığı Ermenilerin kılına bile KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Bir ‘Köprü’ Masalı Memleketin birinde, dünya güzeli tarihi kentinin içinden nehir gibi geçen eşsiz bir doğal deniz kanalına vaktiyle 2 köprü kurulmuş. Bunu yetersiz bulan iktidar ise 3’üncüsünü eklemekte ısrarlı mı ısrarlıymış... Kenti binyıllardır yaşatan ormanları ile su kaynaklarını yok edecek bu projeye belediye başkanıyken “hayır” diyen başbakan ise adının verileceği söylenen köprüyü mutlaka istiyormuş... Hem çevreyi tahrip edeceği, hem de ulaşıma çare ol(a)mayacağı için bilim insanlarının karşı çıktıkları köprünün nereden geçeceği ise önceleri gizlenmiş... “6 ayrı güzergâh” olduğu söylenmiş. “Nereye” yapılacağına ise başbakanın bizzat kendisi helikopterden bakarak karar verecekmiş! Derken “yıllar önce belirlenen yer”e karar verilince, diğer seçeneklerin kandırmaca olduğu anlaşılıvermiş... İktidarla aynı siyasetteki mimar belediye başkanı da kenti için en zararlı olan bu yere boyun eğerek demiş ki: “Bu bir hükümet projesidir; karar onlarındır.” ??? Öykümüzün bundan sonrası başkentteki özel toplantılarda şu konuşmalarla sürüyor: Başbakan: Köprü ve yolları onur projemizdir, mutlaka yapmalıyız. Maliye Bakanı: Bütçeden karşılayamayız; DPT de onaylamıyor. Yapişletdevret modeliyle 49 yıllığına ihale edelim. Ulaştırma Bakanı: Bunun için “kâr güvencesi” lazım. Eğer geçiş gelirleri beklenen kazancı sağlamazsa, farkını devlet karşılasın. Başbakan: Halkın köprüye “kesin ihtiyaç” olduğuna inandırılması lazım. Bu yüzden eski köprüleri de rahatlatacak olan “Deryaray” tamamlanmadan önce inşaat başlamalı. Ulaştırma Bakanı: Otomobil tüp geçişi de köprülerin yoğunluğunu azaltacağından hızlı davranmalıyız. Şehircilik Bakanı: İmar planlarına 3’üncü köprü işlen(e)miyor. “Belediyenin plan yetkisini bize bağlayacak kanun!” çıkarmalıyız. Başbakan: Kanun zaman alır… KHK ile işi bitirelim. “Akil” Adam: Ama İDO’nun İstanbulBandırma RoRo projesi 67 saatlik yolu 23 saate indirecek ve tüm ağır vasıtaları da kendine çekecek… Köprü boş kalabilir! Ulaştırma Bakanı: RoRo’yu erteletiriz ama Deryaray’ı daha fazla geciktiremeyiz; köprüyü hemen ihale etmeliyiz. ??? Bu görüşmeler üzerine yeni köprünün yapişletdevret ihalesine, “kâr garantisi”ne rağmen kimse teklif vermez... Başbakan ise “Gerekirse milli bütçeden yaparız” deyince de başkent görüşmeleri yeniden başlar. Başbakan: Çözüm ortağı olabilecek bize yakın firmalar bulalım. Maliye Bakanı: Para bulunamıyor. Yabancı bankalar, aleyhte davalar sonuçlanmadan; ayrıca kamuoyu tepkisi ve AB’nin çevre politikası yüzünden kredi vermiyorlar. Ulaştırma Bakanı: 3’üncü köprünün “şart” olduğunu kanıtlamak için 40 yaşına gelen 1’inci köprüyü onarım bahanesiyle kapatalım. Maliye Bakanı: Harika! Böylece otomobillerin “mecburen” geçeceği köprüye müşteri çıkar. Şehircilik Bakanı: Bunun için projeyi değiştirip, kent içinden 3’üncü köprüye bağlantı yolları açmalıyız. Plan yetkisini almamız şart. “Akil” Adam: Ama o zaman da metrobüs geçişi için onca masrafı neden onarıma 1 yıl kala yaptınız demezler mi? Başbakan: Biz çözüm peşindeyiz, sen hep engel çıkarıyorsun... Senden ummazdım. Masalımız, son bir çabayla toplumun desteğini alabilmek için köprünün “demiryollu” yapılacağının açıklamasıyla sona eriyor. Akil Adam ise “sürgün”den gönderdiği mektubunda diyor ki: “Yük ve yolcu trenleri zaten Deryaray’dan geçecek… Trenli 3’üncü köprü için ormanlardan 500 km daha yeni demiryolu açmak kime hizmet edecek?” ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] 1/ Rize’nin 1 Ayder yaylası yakınında bir 2 şelale. 2/ Aşı 3 rı şişman... 4 “Nazlı ”: 5 Yazarımız. 3/ Kurutulmuş 6 tohumları çe 7 men yapımın 8 da kullanılan bir ot... Öküz 9 yemliği. 4/ Vilayet... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 “Sakağı” da denilen 1 L E J Y ON E R ölümcül bir hayvan 2 E T İ D O L A R hastalığı. 5/ Eskiden 3 V A L E T EMA Karagöz oynatılan 4ÜME R A N İ M kahvelere verilen 5 L İ İ N A T B ad... Kimi örtülerin 6 O N A T F İ Y U ya da çamaşırların S E K İ O T kenarına makineyle 7 Z 8 L A M A A M A yapılan bir tür süs. 6/ 9 Y A L Ş İ K A N Zafer... Arnavutluk’un plaka imi. 7/ Üflemeli bir çalgı... “Toprak ”: F. H. Dağlarca’nın şiir kitabı. 8/ Dövülmüş et, bulgur ve soğanla yapılan ızgara köfte... Okyanusların çok derin kesimlerine verilen ad. 9/ Kayseri’nin Yahyalı ilçesinde, doğal güzelliğiyle tanınmış şelaleler. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bazlamaya benzer bir tür ekmek... Aç olmayan. 2/ Ağır ve genellikle ölümle sonuçlanan kanamalı ve ateşli bir hastalığa yol açan virüs... Sınır nişanı. 3/ Romanya’nın para birimi... Atılmış, eğrilmeye hazırlanmış, top biçiminde yün ya da pamuk. 4/ Belirti... Orta Afrika’ya özgü, manyok kökünden yapılan çok sert bir içki. 5/ Altın elementinin simgesi... Bin metrenin kısa yazılışı. 6/ Dalkavukluk etme... Evrensel alıcı olan kan grubu. 7/ Ürenin kanda birikmesi sonucu ortaya çıkan hastalık... Bir tür kalın ve kaba kumaş. 8/ Libya’nın plaka imi... Uzun ve kıvırcık tüylü bir köpek. 9/ Bir topluluğu oluşturan bireylerden her biri... Görünüşe göre olacağı sanılan. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle