17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 18 EYLÜL 2011 PAZAR [email protected] 8 PAZAR KONUĞU Mimar Jacques Pochoy: Atatürk’ün yurttaşlık tanımı paylaşma üzerine kuruluydu Fethiye yakınlarındaki hayalet kent Kayaköy onlarca yıldır terk edilmiş durumda. 1923 mübadelesiyle Rum nüfusu Yunanistan’a gönderilince köy kendi kaderiyle baş başa kalmış. Son yıllarda bir grup çevreci ve mimar Kayaköy’ün kurtarılması için kafa yormaya başlamış. Bundan on yıl önce Yunanistan’dan Turizm Bakanlığı yetkililerinin de el verdiği Kayaköy’ün yaşama yeniden katılması çalışmaları başlatılmış. Ancak bu çalışma yarım kalmış. Bu arada Kayaköy’ü rant kapısı olarak gören birtakım cin fikirliler burada tatil köyü, çok katlı binalar yapmaya bile sıvanmış. On yıl sonra ilk kez geçen günlerde Mimarlar Odası Muğla Şubesi, Mimarlar Odası Fethiye Temsilciliği ve Kayaköy Akdeniz Mimarlık Platformu’nun girişimiyle bir toplantı düzenlendi. Yunanistan ve Fransa’dan da mimarlar, akademisyenler ve çevre korumacıların katıldığı toplantıda Kayaköy’ü kurtarmak için tartışmalar yapıldı; köylülerle fikir alışverişinde bulunuldu. Ancak görünen o ki kafalar hâlâ karışık. Birtakım somut fikirlerin ortaya atılmış olmasına karşın sorunun çözümünde yol çok uzun görünüyor. Bu toplantıya katılanlardan birisi de Türkiye’yi yakından bilen ve İstanbul’a sıklıkla gelen şehir plancısı ünlü Fransız mimar Jacques Pochoy’ydı. Pochoy’yla Kayaköy’ü, düzgün şehir plancılığını, toplu konutların artıları ve eksilerini, bir de Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı Türklerin kendi ülkelerinde neredeyse “parya” muamelesi gördüklerini konuşuyoruz: Kent kokusunu alabilmelisiniz A SÖYLEŞ P O R T R JACQUES POCHOY E Babasının askerlik görevi nedeniyle Hindistan, Kalküta’da 1953’te doğdu. Çocuk yaşında kendini Çinhindi savaşının ortasında buldu. Kalküta’da geçen çocukluğu boyunca hiç okula gitmedi. Açıköğretim üzerinden dersler aldı. 12 yaşında Fransa’ya gitti. Daha sonra ParisVal de Seine adını alan yüksek mimarlık okulu UP1’den mezun oldu. 1981’de mimarlık çalışmalarına başladı. 1991’den itibaren Ecole Speciale d’Architecture de Paris’de, 1995’ten itibaren de Blois’daki Ecole Superieure de la Nature et du Paysage’de dersler veriyor. Ayrıca Institut des Hautes Etudes d’Amerique Latine’de doktora öğrencileri için bir programı var. LEYLA TAVŞANOĞLU nsanlar bir meydanda toplanıp fikir alışverişinde bulunmalı. stanbul’a bakıyorum. Meydan göremiyorum. Ünlü Taksim Meydanı var. Ama sadece adı meydan. Buna karşılık stiklal Caddesi insanların buluşma yeri olarak daha fazla bir işleve sahip sanki. rtık insanlar daha çok bilgisayar başında zaman harcıyorlar. Tek başlarına kaldıkları acaba akıllarına geliyor mu? Ama bunu söylerken de teknolojinin insanlığı yok etmeye başladığını kastetmiyorum. nsanlık her zaman yaşayacaktır. Hayalet köy olmasın Siz Fethiye yakınlarında, 1923’te mübadele sonrası Rum nüfusun Yunanistan’a gönderilmesiyle bir hayalet köy haline gelen Kayaköy’ü kurtarma projesi içinde yer alıyorsunuz. Burada neler yapılabilir? J.P. Siz Kayaköy’e hayalet köy derken çok doğru bir tespit yaptınız. Yüz küsur evin hepsi 90 yıldır kendi kaderlerine terk edilmiş durumda. Duvarlar yavaş yavaş yıkılıyor. Kayaköy çevresinde oturan insanlar bu köyü yeniden hayata geçirme peşindeler. Ama modern zamanlarda yaşıyoruz. Artık insanlar atalarının yaşadıkları gibi yaşayamazlar; yaşamamalılar. Bu insanların yaşam standartları atalarınınkilere kıyasla çok daha yüksek olmalı. Sağlıklı, suları akan, insanların gereksinimlerine cevap verebilen evlerde oturabilmeliler. Artık, bahçedeki hela çukurunda ihtiyaçlarını gidermemeliler. Ayrıca köy hayatı iyi güzel de herkesin işi gücü var. İnsanlar köylerini ancak gece vakti görebiliyorlar. Çünkü işyerleri kilometrelerce uzakta. Her gün işe gidip eve dönmek için saatlerini veriyorlar. Bütün bunlar zaman, enerji, para kaybı. Modern insan işyerine ya da okuluna bir taş atımlık mesafede yaşamalı. Herkes işe gidip gelirken otomobil kullanıyor. Evet, otomobil insanlar için gerekli. Ama lütfen bu arabaları çok ihtiyacımız olduğunda kullanalım. Onun dışında da toplu taşıma araçlarını tercih edelim. Kentler milyonlar için planlanmadı Doğru bir şehir planlamasında her şey, dükkânlar, belediye binası, okul, hastane insanın elinin altında olmalıdır. Toplu taşıma araçları da mümkün olduğunca çok kullanılmalıdır olduğunca sık kullanmaları gerekli. Örneğin benim bir arabam vardı. Ben pratik zekâlı bir insan olarak toplu taşıma araçlarını tercih ettiğim ve trafikte saatlerimi harcamak istemediğim için araba günlerce parkta bekliyordu. Atıl kapasite yaratmamak için arabayı sattım. Şimdi arabam yok. Fransa dışına gideceksem araba kiralıyorum. Bu kadar basit. Bir de siz özellikle İstanbul’da TOKİ’nin kent çevresine yaptığı toplu konut inşaatlarına karşı çıkıyorsunuz. Nedenini anlatır mısınız? J.P. Öncelikle bu toplu konutlarda oturanlara şaşırıyorum. Onlar şehirde oturmuyorlar ki. Bir site içinde ömürlerini geçiriyorlar. O zaman şehir nerede kalıyor? Şehir yaşamını tadamadıktan sonra oralarda oturmak niye? Atatürk Havalimanı çevresindeki o yüksek binalara bakıyorum. Bu insanlar burada ne yapıyor diye düşünüyorum. Ben yapıların mimarisinden de söz etmiyorum. O ayrı bir konu. Benim söylemek istediğim, o insanların İstanbul’da yaşamadıkları. Bu söylediğim yerler birer getto olmaktan çok uzak. Öte yandan ne oldukları da belli değil. Ama Şişhane’ye gidin. Evet, orada yoksul insanlar da yaşıyor. Ama şehir merkezindesiniz. Şehrin kokusunu alıyorsunuz. Benim için bu şehrin çekirdeği anlamına geliyor. Yoksulların şehre ait olma fırsatına sahip olmaları lazım. Yurttaşlık bilincine sahip olabilmeliler. Ama bu o kadar kolay değil. Siz Türkler yurttaşlık bilincine Atatürk’le birlikte sahip oldunuz. Türklük bilincine eriştiniz. Martinik doğumlu Aime Cesaire isminde Fransız bir ozanyazar vardı. Zenci olmanın (la negritude) kitabını yazmıştı. Kendisi de kahverengi deriliydi. Martinik asıllı ilk Fransız milletvekiliydi. Buradan yıla çıkarak ben Türk olmak (bunu Fransızca söylüyor: la Turcitude) kavramını ortaya attım. Atatürk Cumhuriyeti kurduktan sonra “Hepimiz Türk’üz” demişti. Ama bunu ırkçı bir söylemle söylememişti. Demek istediği şuydu: Birlikte her şeyi paylaşalım. Hepimiz aynıyız. Evet de, bugün Atatürk’ün ilkeleri ve devrimlerine sadık kalan Türkler bir anlamda acaba Türkiye’nin zencileri mi oldular? J.P. Bunu söylemek istemiştim. Oysa Türkler birlikte olmak zorundalar. Size şöyle bir örnek vereyim. İnsanlar bir meydanda toplanıp fikir alışverişinde bulunmalı. İstanbul’a bakıyorum. Meydan göremiyorum. Ünlü Taksim Meydanı var. Ama sadece adı meydan. Buna karşılık İstiklal Caddesi insanların buluşma yeri olarak daha fazla bir işleve sahip sanki. Bakıyorum, Karaköy’de liman var ama liman uğruna oradaki balık pazarı yok edilmiş. Başka ülkelerde olduğu gibi burada da pek çok geleneksel mekân ölmüş ya da insanların eliyle öldürülmüş. Bugün Karaköy’deki balık pazarı duruyor olsaydı Galata Köprüsü üzerinde o kadar çok insan balık tutuyor olmayacaktı. İstanbul da çarpık şehirleşmeye kurban gitti, gördüğüm kadarıyla. Bir de sizin bir teziniz var. Sürdürülebilirliği ekolojiye tercih ederim, diyorsunuz. Neden? J.P Bakın, ABD’de Kızılderililer Grand Canyon’da, Moğollar kışın eksi 30 dereceleri bulan steplerde yaşıyorlar. Bu ekoloji mi? Bilmiyorum. İnsanoğlu Siz hep şehirleşmeden, insanların her şeye uyum sağlıyor. Artık dünyada şehirlerde bir arada yaşamalarından söz hemen hemen toplumların büyük ediyorsunuz. Ancak teknolojinin son yıllarda hızla çoğunluğu şehirlerde yaşıyor. yaşamımıza girmesi, insanların sosyal paylaşım Ama orada da bir sorun var. Bu sitelerine daha fazla ilgi göstermesiyle bir yalnızlaşma şehirler milyonlarca insanı başladığını düşünmüyor musunuz? barındırmak için planlanmadı. J.P. Düşünüyorum tabii. Artık insanlar daha çok İstanbul’a bakın. Kaç milyon kişi bilgisayar başında zaman harcıyorlar. Tek başlarına kaldıkları acaba akıllarına geliyor mu? Ama bunu söylerken yaşıyor? 15 milyon mu? 22 milyon mu? Tabii ki İstanbul da bu kadar de teknolojinin insanlığı yok etmeye başladığını insanı barındırmak üzere kastetmiyorum. İnsanlık her zaman yaşayacaktır. planlanmamıştı. Teknoloji insana yardımcı olmak için var. Ama ne Oysa doğru dürüst bir şehir yazık ki insan teknolojiyi nasıl kullanması planlamasında her şey, dükkânlar, gerektiğini artık şaşırdı. Belleğimizi belediye binası, vilayet, okul, hastane yitiriyoruz. Genç kuşakta çoğunluk insanın elinin altında olmalıdır. Bir de artık kitap okumuyor. önemli olan, demin de dediğim gibi insanların toplu taşıma araçlarını mümkün Teknoloji insana yardım için var olmalı CEZAEVİ ARACINDA YANARAK ÖLEN MAHKÛMLARIN AİLELERİ TEPKİLİ HRANT DİNK ÖDÜLÜ AHMET ALTAN VE LYDİA CACHO’UN ‘Kaza olduğuna inanmıyoruz’ RECEP BULUT Törende Şener tepkisi İstanbul Haber Servisi Hrant Dink Vakfı tarafından bu yıl üçüncüsü düzenlenen “Uluslararası Hrant Dink Ödülü” gazeteci Ahmet Altan ve Meksikalı gazeteci Lydia Cacho’ya verildi. Ödülün, Dink cinayetine ilişkin polisin ihmalini ortaya koyduğu için yargılanan ve polis tarafından tehdit edilen tutuklu gazeteci Nedim Şener’e verilmemesi eleştiri konusu oldu. Cemal Reşit Rey Konser Salonu’nda düzenlenen törenin açılışında konuşan Hrant Dink Vakfı Başkanı Rakel Dink, son günlerde Türkiye’de savaş çığlıklarının yükseldiğini öne sürerek “Kin, öfke ve kan akıtmaya devam ediliyor. Yalanlar ve kandırmalarla açlıktan katılaşmaya başlamış bir halkın feryadını kimse işitmiyor” dedi. Kimsenin sevgi, sağduyu, gerçek ve adaleti dikkate almadığını kaydeden Dink, “Birbirlerine yalan söylemeyi öğretmişler, iyiliğin kötülükle, ışığın karanlıkla hiçbir ortaklığı olmadığı gibi sana pusu kuranlar da kendi yalanlarında kaybolmaya devam ediyor. Fakat biliyorum ki, her daim iyilik kötülüğü, ışık karanlığı geçecek, yalanı alt edecek” diye konuştu. Adalet Ağaoğlu, Hasan Cemal, Rakel Dink, İrene Khan ve Türkiye Vicdanı Red Hareketi’nin de içinde bulunduğu juri, ödülün, Türkiye’den Altan’a dünyadan ise Meksikalı Lydia Cacho’ya verildiğini açıkladı. Altan’ın ödül almasını protesto eden gazeteci Ruşen Çakır salonu terk etti. Bazı konuklar da ödülün Şener’e verilmemesine tepki gösterdi. KAYSERİ Van’dan İstanbul’a götürülürken Kayseri’nin Pınarbaşı ilçesi yakınlarında alev alan cezaevi aracında yanarak ölen 5 mahkumun DNA testiyle kimlik belirleme çalışmaları başlatıldı. Cenazeleri almak için Kayseri’ye gelen ölenlerin yakınlarından Fetullah Karabalı, ölen yeğeni Akif Karabalı’nın uçakla götürülmesi için başvurduğunu ancak kabul edilmediğini söyledi. Karabalı, “Mazotlu arabanın motorunun yandığını ilk kez görüyorum. Benzinli ya da LPG’li olsa yanar” dedi. Cezaevi aracında yanarak can veren Abdülsetter Ölmez (35), Sinan Aşka (18), İsmet Evin (33), Akif Karabalı (24) ve Medeni Demir’in (47) cenazelerinden alınan numuneler, DNA testi yapılması için Ankara Adli Tıp Kurumu’na gönderildi. Yeğeni Akif’in hükümlü değil tutuklu olduğunu, ifadesine başvurulmak üzere 3 gün önce İstanbul’a götürülmek üzere Muş Cezaevi’nden alındığını anlatan Karabalı, “Yeğenimi uçakla götürmek için başvurduk. Cezaevi müdürüne ‘Onunla giden arkadaşlarının da uçak biletlerini biz alalım aynı gün gitsin geri dönsün’ dedik, kabul edilmedi. Muş Cezaevi Müdürü beni telefonla aradı özür diledi. Özür dilemekle olmaz” diye konuştu. Olayın “komplo” olduğunu belirten Karabalı, “İki üç kurşun sıksalar o kapı yine açılır” dedi. Ölenlerden hükümlü İsmet Evin’in amcası İsmail Evin de, “Kasıt olduğunu düşünüyoruz. Kurtulan askerlerle de görüşmek istiyoruz” dedi. Ölen Medeni Demir’in oğlu Demir Demir ise olayın kaza olduğuna inanmadıklarını anlattı. Adalet Bakanlığı Basın Müşavirliği’nden yapılan açıklamada ise yanan cezaevi nakil aracının Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün envanterindeki en üst teknik özelliğe sahip araçlardan olduğu ileri sürüldü. Lydia Cacho C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle