17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 14 EYLÜL 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 2011’de Ortadoğu’yu Düşünürken Tadında Bırakmak BENZERİ başka dillerde de vardır belki ama Türkçenin bu deyimi kadar güzeli yoktur. Bir kere, bırakacağınız tatlandırılmakta olan bir şey olacak; tam en tatlı aşamasında bırakırsanız iyi olur, bırakmazsanız kötü. Bugünlerde böyle bir öğüt gerekiyor herkese. Başta, başımızdakiler olmak üzere. Çünkü, bütün Şarklılar, daha doğrusu Ortadoğulular gibi biz de olanı biteni tadında bırakmayı bilemiyor, tadını kaçıracak bir olay oluncaya kadar abarttıkça abartıp sürdürüyoruz. rneğin geminin yola koyuluşunda Ankara’nın yanlışı ve “hesaplı aldırmazlık” diye özetlenebilecek sorumsuzluğu ne kadar büyük olursa olsun, şu Mavi Marmara olayından sonra Sayın Başbakan’ın sert çıkışları İsrail karşısında ezik bölge halklarının hoşuna gittiği kadar bizim insanlarımızın da hoşuna gidiyor. İsrail’le o halklar kadar sorunumuz olmadığı halde. Oraya kadar, tamam. Ama, Başbakan ölçüyü kaçırıp karşımızdakinin de devlet olduğunu, onun halkının da kendi duyarlılıkları bulunduğunu unutup üslubunu gitgide sivrilterek hakarete vardırdıkça, hayli karmaşık bir “bahar” yaşayan Arap toplumlar da bundan tat almaya başladılar. Hele Türkiye Başbakanı’nın, hem de bir Müslüman olarak, kendi yöneticilerince yapılmayanı yapması, tepeden konuşup ağır laflar edebilmesi onları coşturdukça coşturdu. Bundan bizim halktan bir bölümün de tat alıp gurur duymadığını söylemek yanlış olur. Oraya kadar ve o kadarıyla, bu da tamam. ma, artık Başbakan’ın da yandaş medyanın da tadında bırakmaları gerekmez miydi? Karşıdakilerin duyarlılıklarını, aynı coğrafyada yaşadığımızı, hiç değilse bizim tarihimizde onlarla ilgili kara sayfalar bulunmadığını ve nihayet ülkenin uzak ve geniş çıkarlarını düşünerek... Ayrıca, ses çıkaramayan görevlilerle partili ve medyalı yandaşlar için, hiç değilse Sayın Başbakan’a hafifçe ceketini çekip kulağına uzanarak “Lütfen tadında bırakın” deme vakti gelmemiş midir? Başımıza bir savaş belası gelmeden. Türkiye’nin yeni Ortadoğu’ya bir “rol modeli” olup olamayacağı üç düzlemde tartışılmalıdır: deolojik, siyasal ve ekonomik. Müslüman Kardeşler ekseninde bir slam devletinin ideolojisi konusunda Arap Ortadoğusu’nun düşünsel birikimi, Türkiye’dekini fazlasıyla aşar. Oktar TÜREL ODTÜ İktisat Bölümü Emekli Öğretim Üyesi Ocak 2011’de Tunus’ta baş tirmiştir. Piyasa ekonomisine özde hiçbir layan ve zincirleme etkileri karşıtlıkları olmayan bu grup ve harekısa sürede tüm Arap Ortao ketlerin iktidara ulaştıklarında ülkelerini ğusu’na yayılan ayaklanma kapitalist dünya ekonomisi ile neoliberal ve çatışmalar iki ana kategoride tipleşti anlayış temelinde eklemlemeleri önündeki rilebilir. İçinde Mısır ve Tunus’un yer al tek ciddi engel, İsrail’in barış için taviz dığı birinci kategoride çeşitli toplumsal sı vermeye direnen tutumudur. nıf ve katmanlar, ülkelerindeki baskıcı reatılı ülkelerin yaklaşımı jime esas itibarıyla “spontane” ve barışçıl Öte yandan Batılı ülkeler ve özellikle yığınsal eylemlerle tepki göstermişler, yönetim aczine düşen rejimi devirmeyi ba ABD, 2003 Irak savaşı sonrasında Ortadoğu’daki despotik rejimler yerine, temşarmışlardır. Eski rejimin güvenlik güçleri, başlan sili niteliği yüksek yönetimlerle işbirligıçta bu eylemleri zor kullanarak önle ğinin uzun dönemde daha geçerli ve kameye çalışmış, ancak ölçüsüz şiddet ve kı lıcı olacağı düşüncesine yaklaşmıştır. 2009 ve sonrasında Obama’nın terörle yıcılıktan kaçınmıştır. Eylemciler dış ülkelerden destek ve mü arasına mesafe koyduğu ve İsrail’in varlığını reddetmediği sürece İslam ile çadahale talebinde bulunmamışlardır. 2. İkinci kategoride yer alan Libya ve tışmayacağını ima eden açılımları bu Suriye’de silahlı gruplar, mevcut rejim anlayışın ürünüdür. İki taraflı yakınlaşma, Arapİsrail balere karşı silaha başvurarak ayaklanmış ve ayaklanmalarına dış destek aramışlardır. rış müzakerelerinde mesafe alınması ve Bu ülkelerdeki iktidara el koyma müca Arap halklarının “bir şeyler kazandelesi, ara sıra yığınsal gösteriler sergi makta oldukları”na ikna edilmesiyle bir lenmiş de olsa, halk sınıf ve katmanları uzlaşmaya yönelebilir. Aksi takdirde sonın barışçıl eylemleri olarak nitelenemez. nuç, Ortadoğu’da kaos ve askeri çatışEski rejimin güvenlik aygıtları, üst dü malara da varabilecek gerginlikler olazeyde şiddet kullanarak ayaklanmaları caktır. 6. Kapsamlı bir Arapİsrail barışına bastırmaya çalışmıştır. 3. Yedi ay sonra anılan ülkelerdeki du ulaşılsın ya da ulaşılmasın, orta dönemde rum şöyle özetlenebilir: Mısır ve Tunus’ta İslamcı hareketlerin yükselmesi, Yıldıeski rejimin despotları devrilmiş, ama bu zoğlu’nun işaret ettiği gibi, Ortadoülkelerdeki demokratik güçler, böyle bir ğu’da Müslüman Kardeşler ekseninde başlangıcı gerçek bir toplumsal devrime bir Sünni İslam bölgesini şekillendireulaştıracak örgütlülük ve kararlılıktan cektir (bkz. Cumhuriyet, 2 Mayıs 2011). Bu oluşumun önündeki ilk engel (İsuzak kalmışlardır. Libya, 41 yıllık diktatörlüğü, varlığı lamcı terör), El Kaide’nin marjinalleşnı emperyalizme borçlu ve onun yön mesi ile aşılmaktadır. İkinci engel, Selendirmesine bağlı bir rejimle değiştirmek lefi / Vahabi İslam anlayışına uzak durüzeredir. Suriye’de eski rejimin orta dö mayan Arap Sünni İslamının çağdışı nemde ayakta kalamayacağı sezilmekte Suudi Krallığı’nı giderek dönüştürmedir; bu ülkedeki isyancılar ve onların ar si ile aşılabilecektir. Üçüncü engel olan dındaki muhalefet belirli bir siyasal prog (Şii) İran İslam devleti ise, görünebilir gelecekte, Ortadoğu güç dengelerinin heramla ortaya çıkamamıştır. 4. Arap halklarının yoksul, işsiz ve gü saba katılması gerekli değişkenlerinden vencesiz kesimlerinin (özellikle Mısır ve biri olarak kalacaktır. 7. Müslüman Kardeşler eksenindeki Tunus’ta olduğu gibi) yığınsal eylemlerle açığa çıkan siyasal enerjisi, küçümsene Sünni İslamın ideolojik öncüllerinden ekmeyecek bir tarihsel önem taşımaktadır. siksiz düşünce ve inanç özgürlüğünü Ancak Ortadoğu’da kimi despotların içeren, etnik azınlıkların haklarına saygılı, devrilmiş (ve devrilecek) olması ve par kadını özgürleştiren ve emeğin tarihsel kalamenter demokrasiye doğru adımların zanımlarını koruyarak geliştiren çağdaş atılması, yığınları özgürleştirecek ve bir demokrasinin yeşermesini olası göremekçi sınıf hareketine yeni ufuklar aça müyoruz. 2011’de Mısır’daki gelişmelerden açıkcak bir gelişme olmaktan çok, Ortadoğu’nun kapitalist dünya ekonomisine ek ça izlendiği gibi, bu akımın demokrasi anlemlenmesinde yeni (ve eskisi gibi ba layışı kendi örgütlenmesi, propagandası ve iktidara yürüyüşü önündeki engelleri ğımlı) bir aşama olmaya adaydır. 5. Mısır, Tunus ve Libya’da eski re aşmak ile sınırlıdır. 8. Türkiye’nin yeni Ortadoğu’ya bir jimlerin çökmesi, Suriye’de ise çok yıpranması, bu ülkelerde iyi örgütlenmiş bu “rol modeli” olup olamayacağı üç düzlunan İslamcı siyasal grupları (özellikle lemde tartışılmalıdır: İdeolojik, siyasal ve Müslüman Kardeşler hareketini) bir ik ekonomik. Müslüman Kardeşler eksetidar alternatifi veya ortağı durumuna ge ninde bir İslam devletinin ideolojisi ko 1. B Ö nusunda Arap Ortadoğusu’nun düşünsel birikimi, Türkiye’dekini fazlasıyla aşar. Siyasal düzlemde Müslüman Kardeşler ve yandaşı hareketler AKP’nin son on yılda içte ve dışta kendisini meşrulaştırma, siyasal ve toplumsal muhalefeti etkisizleştirme taktiklerinden bir şeyler öğrenebilirler; ancak toplumda dinsel duyarlılıklar temelinde örgütlenme ve bu temelde siyasal ve ekonomik güç kazanma pratiği açısından öğrenecekleri bir şey yoktur. Tam tersine, Türkiye’de AKP ve cemaat örgütlenmeleri, Müslüman Kardeşler deneyiminden çok şey öğrenmiş ve uygulamışlardır. Salt ekonomik düzlemde, ülkelerin uluslararası ekonomiye ticaret ve sermaye akımları yoluyla eklemlenme örüntüsünün gelişmişlik düzeyi ile ilişkili olduğunu hatırda tutmak gerekir. Dolayısıyle Arap Ortadoğusu, Türkiye’nin son otuz yıldaki deneyimini birebir izleyemez; ancak Arap sermayesi neoliberal modelin kendisine sunduğu fırsatlardan yararlanabilir. 9. Üzerinde önemle durulması gereken bir başka husus, Ortadoğu’nun siyasal yeniden yapılanmasında AKP’nin oynamaya çalıştığı roldür. Bu rol, tümüyle fırsatçılığa, bazan da “durumdan vazife çıkarma” anlayışına dayanmaktadır. (Örneğin Gül’ün 2011’deki Kahire ziyareti, Gül, Erdoğan ve Davutoğlu’nun Libya ve Suriye liderlerine “itidal” tavsiyeleri, Davutoğlu’nun Libya Temas Grubu’ndaki etkinliği ve Libya isyancıları ile temasları, Türkiye’nin Suriye muhalefetinin yeni rejim arayışlarına ev sahipliği yapması vb.) “İnsan haklarına saygı” ise fırsatçılığı örtmekte kullanılan içi boş bir söylemden öteye geçmemektedir. Sultan Arapları Kurtarmaya Gitti... İsrail Heron’larımızı aldı vermedi... Biz de Amerikalılardan Predator’larını istedik bakalım... Her ikisi de insansız uçak... Ne zamandır “adamsız” giden Türkiye’nin kendi insansız uçağını yapmış olması gerekirdi aslında... İsrail Heron’larımızı vermeyince, Sivaslı usta galvanizli soba borusundan ve cep telefonundan, aynı işi yapacak “Meron”u yaptığını açıkladı... Ya herro, ya merro yani... Sorduk tabii ki: “Uçar mı usta?...” “Birincisi uçtu, bu yaptığım ikincisi...” İkincisini yaptığına göre, demek ki birincisi uçtu ama konamadı... İşte tam bu aşamada Arapların “Sultan” dediği bizim Başbakan “Arapları kurtarma seferine” çıktı, izliyorsunuzdur... Bizim yalakaların dediğine göre “Arapları görmek, incelemek ve kurtarmak” için... Görmek ve incelemek kısmında; insansız uçak değilse bile, dünyanın en çok insanlı iki uçağında, üst üste 280 işadamı ile... 280 işadamının 30’u Güneydoğu’ya gitseydi ya... Gerek kalmayacaktı İsrail’in Heron’larına... Ya da Amerikalıların Predator’larına... Arapları “kurtarmaya” gelince... Aynı saatlerde Hakkâri’de PKK baskın yaptı, bir polis, bir asker, bir korucu, iki sivil vatandaş öldürüldü... İsrail Heron’larımızı aldı vermiyor... Biz de Amerikalılardan Predator’larını istedik... Kendimizi “kurtarmak” için... Sultan’ı Kahire Havaalanı’nda bir milyon kişinin karşılayacağı söylenmişti... Ama bunun, büyük devletlerin, özellikle ABD’nin keyfini kaçıracağını hesapladılar... Sultan da zaten Mısırlılar uyuduktan sonra gitti... Uyandıklarında; başlarındaki asıl belanın bu diniman sömürüsünün olduğunu... Rejimler değişse dahi, içlerine işlemiş şu din bağnazlığı yüzünden hiçbir şeyin değişmeyeceğini anlayacaklar... İş kapma peşinde olan Türk şirketleri sponsorluğundaki “uyanık” Mısırlılar ise havaalanında “İslamın kurtarıcısı Erdoğan” afişleri açtılar... Sultan İslamı kurtarır da ... İsrail Heron’larımızı aldı vermiyor... Biz de Amerikalılardan Predator’larını istedik... Bakalım... ‘Türkiye’nin önderliği’ İlkesiz ve fırsatçı politikaların (Libya ve Suriye ile ilişkiler bağlamında sık sık yaşandığı gibi) çelişkiler yaratması olağandır. İşin ironik yanı, Müslüman Kardeşler ekseninde oluşabilecek Sünni İslam bölgesinde AKP liderlerinin çok heveslendiği “Türkiye’nin önderliği”ne ihtiyaç kalmayacak olmasıdır. 10. Son olarak, BM Güvenlik Konseyi’nin 1674 (2006) sayılı kararı bağlamında uluslararası hukuka yerleştirilmeye çalışılan “koruma sorumluluğu” kavramına değinilmelidir. Bu kavram, Libya’ya NATO müdahalesini meşrulaştırmak için kullanılmıştır; Suriye için de çeşitli yaptırımların (ve belki de nihai bir askeri müdahalenin) gerekçesi olarak kullanılmak istenmektedir. Liberal görüşü savunanlar, insan haklarına saygının artık uluslararası bir yükümlülük haline geldiğini ileri sürebilirler. Ne var ki, bu tür gerekçelerin (Libya örneğindeki gibi) emperyalist müdahaleler için bir bahane olarak kullanılmayacağı garanti edilemez. Değişik bir uluslararası konjonktürde aynı gerekçeler Türkiye’nin de önüne konulabilecektir. A C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle