19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 21 AĞUSTOS 2011 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Dindarlık, Demokratlık ve Laiklik Kendimle Söyleşi! Her yaş döneminin insanı ayrıdır. Yirmili yaşların insanıyla, ellinin, altmışın, yetmişin, hele seksenin, doksanın insanı, aynı insan mıdır? Resimlerinize baksanız da, karşınızdaki kendiniz değil, bir başkasıdır görünen... Örneğin, bir eski fotoğrafım asılı durur duvarda, lise kasketli bir genç, on yedi yaşlarında. Karşıdan hep beni seyreder. Arada güler, arada hüzünlü hüzünlü bakar. Konuşmak ister sanki! Sen de kimsin dercesine! Anılar kişiyi geçmişine götürür. Sen hayır gitmem diye dirensen de, boş çabadır. Alır seni çocukluğuna, Şehzadebaşı’na, İstinye’ye, Erenköy’e, Kumkapı’ya, Agop’un meyhanesine, Halil Efendi’nin kırtasiye dükkânına, Berber Ali Bey’e, ilkokuldaki matmazele götürür. Yolda yürürken birden karşına çıkan biri: “Bizin Hayri de ölmüş, duydun mu?” deyiverir... Kahveci Mehmet birden: “Senin şairler gelmez oldu, nerdeler” diye sorar!.. Çifte Kumrular sokağı bugün de yerinde mi? Yoksa yol geçti de evler yıkıldı mı? Ne çok kavga çıkardı Siirtliler arasında! Pencereden izlerdin. Hatta romanında da yazmıştın. Şimdi gidip oraları görmek bir düş... Gitsem görsem ne olacak? Genç olsan alırsın bir uçak bileti uzaklara uçarsın. Ama zaman denen canavar belini bükmüşse, adım atmak bir zorluksa, otur pencerenin önüne, geleni geçeni seyret, sevinçle gülüşen çocukları... Kırk elli yıl önceyi bir kez daha yaşarcasına! O günlerin insanları gençti, yaşam doluydu, şimdikiler senden beter! Sen nesin peki? Al bir ayna kendine bak! O berber aynalarında çok seyrettin kendini, bir de şimdi git o aynalara bak, kimi göreceksin?.. Bir pazar günü karaladım bu satırları. Kimi ilgilendirir diye düşünmeden! Belki seni, ey okur, belki de kendimi!.. Okurlarıma: Bir süre dinlenmem gerekiyor... Bir hafta, belki birkaç gün daha! Yeniden buluşmak üzere... slam felsefesi, “Tanrı ile kulu arasına kimse giremez, slamda zorlama yoktur” diyor ama laik cumhuriyetin farklı yurttaşlarına tahammül edemeyen sözde âlimler var. Laik cumhuriyet yasaları vermediğine göre, Tanrı ile kulu arasına girerek yurttaşına müdahale yetkisini kimden alıyorlar? Bilemiyorum. Bozkurt GÜVENÇ ki köşe yazarımız arasında süregiden bir tartışma var: “Müslüman laik olabilir mi?” Belki ülkemizi aşan ama güvenlik ve geleceğimizi ilgilendiren bir sorun. Niyetim tartışmaya dışarıdan katılmak, bir görüşü ötekine karşı savunmak değil? Sorunu önce anlamaya çalışmak, sonra anladığımı paylaşmak. Yoksa meslektaşlarımın yandaş desteğe ihtiyaç duymadıklarını biliyorum. Öğrencilik yıllarımdan iki anı Ünlü bir üniversitenin toplantı mekânlarında bir poster: “Günah çıkarma mı ruh doktoru mu?” Buyurun: yer, gün ve saat! Küçük bir grup sorunu enine boyuna tartışıyor. Yönetici yeni gelenlere söz veriyor. Sanırım pek fark etmez, demiştim. İkisinde de sıkıntılı bir kişi, dikkatle dinleyen birisi var. Sizi rahatlatıyor, hizmetin bedelini ödeyip çıkarken, yine buyurun, bekleriz, diyorlar. Toplantıda tanıştığım laik bir matematikçi, filozof olup olmadığımı sordu. Hayat boyu süren dostluğumuz böyle başladı. Bir iki hafta sonra kampusun karşısındaki Hıristiyanlık semineri kurumundan nazik bir yemek daveti aldım. Türkiye’den geldiğime emin olan ilahiyat profesörü sordu: “İslamiyetin öbür dinlere üstün yanını biliyor musunuz?” Okulda laik bir eğitim aldığımı, onunla ilgilenmediğimi söyledim. Açıkladı: “İslamda Allah ile kul arasına kimse, hiçbir yetkili giremez!” Ve uyardı: “İlgilenseniz iyi olur. Çünkü Hıristiyanlığa özenerek çok sayıda din adamı (ruhban) yetiştiriyorsunuz, bazı sonuçlarına katlanacaksınız!” Ne demek istediğini yıllar sonra anladığımı sanıyorum. İ kavramı, değişimleri ve laiklik sorunlarına yönelik yazılar, nice kitap okudum, üzerinde düşündüm. Bu konularda nice kitaba imza koydum. Hayatta her şeyin, insan ve dille bağlantısını göstermeye çalıştım. “Kültür yumağı” modellerimde, insan ve kültür alanının geleneklerini, gözlemlerini değerlendirerek, yeri geldikçe dinlere ve inançlara hep yer verdim. Ancak İslamcı çevrelerde ve yayınlarda yer almadım. Kimi ilahiyat profesörleri bilimi yeterince ciddiye alıp okumadıkları; kültür denince din bilgilerini, din deyince İslamiyeti öne çıkardıkları için, ahirete inanmayan birisiyle ilgilenmek gereğini duymadılar Özetle, sosyal bilimde dinin ve inançların yeri elbette olacaktır; ama kimi müminlerin, vahiylerin ve dogmaların zamanla değiştiği gerçeğini pek dikkate almadıkları sonucuna vardım. Laiklik dinsizlik mi? Söz döndü dolaştı, “laikliğe katlanma”da düğümlendi. Oysa sorun katlanma değil, laiklik kavramının kendisiydi. Geçen 10 Kasım’da bu sütunda yayımlanan “Laik Cumuhuriyet” başlıklı yazımda, laiklik kavramının Elence ‘laikos’tan Frenkçe ‘laïcité’ye ve Türkçe laikliğe geçiş öyküsünü özetlemeye; “dinsizlik” etiketinin laik Fransız devrimcilerine nasıl yapıştırıldığını yansıtmaya çalışmıştım. Cumhuriyetçiler ve demokratlar kural olarak laiktir; ama aralarında, Tanrı’ya inanmayan “laikçiler”, ateistler ve kitaplara inanmayan deistler, hiçbirine inanmayan nihilistler ya da safdil “kandid”ler olabilir. Onlar sorun değil. Sorun, “laiklik dinsizliktir” yargısında direnen dincilerdir. Kimileri, kendisini kabul eden çoğulcu demokrasilerde gayrimüslimlerle Dinbilim ikilemi Yaklaşık kırk yıl boyunca, kültür rahatça yaşıyor ama “Tanrı tanımayan laiklere” katlanamıyor, onlara müdahale ediyor. Oysa, laiklerin “Tanrı tanımaz” olduğunu söyleyen de, onlara müdahale hakkını savunan da kendisi. Etik sorun burada: Demokrasiye inanmayan kişi ve topluluklar demokratik haklardan yararlanabilir mi? Böylesi ‘laik’ değil; olsa olsa, İslama özgü el bir demokrasi olur. Oysa barış ve huzur içinde yaşamak ve yaşatmak istiyorsak, kültürlerin, yolların ve inançların çeşitliliğini yani bize benzemeyen, bizden olmayan ötekileri kabul etmek durumundayız, bu bir seçim değil zorunluluktur. Ya da ötekileşmeye (savaşa) evet diyeceğiz. İslam felsefesi, “Tanrı ile kulu arasına kimse giremez, İslamda zorlama yoktur” diyor ama laik cumhuriyetin farklı yurttaşlarına tahammül edemeyen sözde âlimler var. Laik cumhuriyet yasaları vermediğine göre, Tanrı ile kulu arasına girerek yurttaşına müdahale yetkisini kimden alıyorlar? Bilemiyorum. Kâtip ve Evliya Çelebi’ler geleneğinde bu sonu gelmez tartışmayı gelin tatlıya bağlayalım: 40’lı yıllarda emekli bir kaptan amcadan dinlemiştim. Kış ve savaş birden bastırınca bir kuzey limanında aylarca mahsur kalmışlar. Güneş doğuyor ve hemen batıyor. Orucu nasıl tutacaklar? Müftülükten cevap gelmiş: “O mübarek aylarda ne işiniz vardı kutuplarda, oturup yerinizde tutamaz mıydınız orucunuzu!” Ceza yargıcı, ifadesini okutup imzalatacağı delikanlıya sormuş: “Okuryazar mısın?” Delikanlı, “Yazarım ama okumam yoktur,” demiş. Yargıç, “Hele bir şeyler yaz da bakalım.” Yazmış. Sanığın yazdığını kimse sökemeyince, “Sen oku,” demişler. Genç açıklamış: “Reis Bey, söyledim ya, yazarım ama okumam yoktur.” Şu şaşkınlar sahnesinde değişmeyen vahiy ya da ahkâm mı kaldı? Kim, hangi yetkiyle fetva verebiliyor, laiklerin dinsiz olduğuna ve de Müslümanın laik olamayacağına... ‘Eşekli Kütüphaneci’yi Düşünürken Hasan AKARSU şekli Kütüphaneci”, köy enstitülü eğitimciyazar Fakir Baykurt’un son yapıtıydı. İstedim ki bu yapıtından söz ederken, onu bir kez daha analım. 11 Ekim 1999’da yitirdiğimiz Baykurt, yetmiş yapıtında, köy gerçeğini anlatırken, köy enstitülerine borçlu olduğunu unutmamış bir yazarımızdır. Öldüğü gün, eşi Muzaffer Hanım, “Fakir’i sevgiler yaşatamadı” derken, Mustafa Balbay da: ”Nereye gitse Anadolu’yu taşıyan Baykurt…Belki de o, dünyaya ozan olarak geldi, roman olarak gitti” diyordu. Fakir Baykurt’un Ürgüplü kütüphaneci Mustafa Güzelgöz’ün çalışmalarını romanlaştırması boşuna değildir. Bir kez yapıtı okuduğumuzda, Dağ Çiçeklerim’in yazarı Sıdıka Avar ile Kardelen’lerin yaratıcısı Türkan Saylan geliyor gözümüzün önüne. Mustafa Güzelgöz de onlar gibi bir gönül eridir. Yunanistan’ın Larisa kentinden atalarının köyünü görmeye gelen Dimitros’u Ürgüp’ün köylerinde gezdirirken yaptığı çalışmaları anlatırken, biz de Güzelgöz’ü tanımış oluyoruz. İlçenin futbola meraklı kaymakamı, futbol takımı kurup çalıştırması koşuluyla kitaplık memuru olarak işe alır Güzelgöz’ü. Bundan sonra kitaplık görevlisidir ve sıradan bir memur olmayacaktır. Ürgüp’ün otuz köyüne eşekle kitap götürecek, okuyucu bulacak, her on beş günde bir gidip kitapları değiştirecektir. Yurdun her yanından mektupla kitap isteyecek kısa sürede kitaplığı zenginleştirecektir. Ondaki kitap sevgisi çocukluğundan başlar. Halkevlerinin, halkodalarının kapatıldığı yıllardır. Oradaki kitapları da kurtarır yakılmaktan, yağmalanmaktan. Ankara’ya gidip Kütüphane Genel Müdürü’nden iki kadro ile beş bin lira para koparır ve kitaplığın ikinci katını yaptırır. Köylerde kapatılan halkodaları yerine kitaplık açar, kadınları da oraya çekmek için bir günü kadınlara ayırır, dikiş makinesi de kazandırır. Köylülere kooperatifçiliği öğretir, kooperatifler kurarak, köylüyü ekonomik yönden rahatlatır. O sırada, ABD “Halkına gönüllü hizmet eden kahramanlar yarışması” açar. Türkiye, Mustafa Güzelgöz’ü aday gösterir. “Eşekli Kütüphaneci” olarak anılan ve “Köylere kitap götürmek, çöle su götürmek gibidir” diyen Güzelgöz, yarışmada “Bölge Kalkındırma Önderi” seçilir. Bunlar olur da Güzelgöz, başıboş bırakılır mı? Rasim Esmer adında bir müfettiş gelir, soruşturma açar, görev alanı dışında çalıştığı için suçlanır ve 1972’de, elli yaşında, zorla emekli edilir. O, “Aydınlık dostlarının düşmanının çok olduğunu” bilen, “Galip sayılır bu yolda mağlup” diyenlerdendir. Günümüzde yaşananlara baktığımızda bu sözleri daha iyi anlıyoruz. Larisalı Dimitros, iki hafta konuk kalır Ürgüp’te. Mustafa Güzelgöz’ün oğlu Aziz’le kankardeşi, cankardeşi olurlar. Ürgüp ile Larisa’yı kardeş kent yapmayı başarırlar. Halkın kardeşliğinin gücü de kanıtlanır böylece. “E C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle