19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 AĞUSTOS 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA [email protected] PAZAR KONUĞU 13 Ekonomi uzmanı Prof. Dr. Melen’den dünyadaki yeni gelişmeleri ve küresel krizi doğru okuma uyarıları: Ekonomi uzmanı Prof. Dr. Mithat Melen bugünkü dünyada artık siyasete ekonominin yön verdiğini söylüyor. Dünyadaki krizin çok ciddi olduğuna ve ekonomik aktörlerin artık yer değiştirdiklerine dikkat çekerek krizin Türkiye’yi bu sefer teğet bile geçmeyeceğini söyleyen Başbakan Erdoğan’la ilgili olarak, “Bugüne kadar ekonomiyi siyasetin arkasına, ikinci plana başarıyla attılar” diyor. Ecevit hükümetinin ekonomi kurmayı Kemal Derviş’in dünyadaki ekonomik krizin aslında siyasi olduğunu söylemesine karşı çıkan Melen, “Bunu söylemekle kolaycılığa kaçıyor” ifadesini kullanıyor. Kemal Derviş’in, dünyadaki ekonomik krizin aslında siyasi kriz olduğu yolundaki yorumuna ne diyorsunuz? M. M. Ne alakası var? Dünyadaki sistemin sıkıntılar içinde olduğu ve kimi yerlerinin çöktüğü yeni bir yapılanma içindeyiz. Çok rakam vermeden izah etmem gerekirse şöyle: Dünyada gayri safi yurtiçi hasıla yaklaşık 62 trilyon dolar. Bunun altı trilyon dolarını depozit gibi kullanıp 600 trilyon dolarlık sanal bir dünya, ekonomi ve zenginlik yaratıldı. Bu refahı yapay olarak bütün dünyada on misli arttırmak demektir. Belki bu başta ABD olmak üzere Batılı finans kapitalin dünya halklarına verdiği bir tavizdi. Bizler hovardaca yaşıyoruz. Çünkü insanlar tüketim ekonomisine alıştırıldılar. Üretmeden tüketmeye teşvik edildiler. Bir anlamda rüşvet aldılar. Avrupa’da bankalar batıyor, ABD’de mortgage krizi çıkıyor. Bana sorarsanız esas bunalımda olan finans ve ekonomi dünyasındaki yeni teori sıkıntılarıdır. Klasik teoride Keynes, ardından da finansçılar geldi. Ama yetmiyor. Yeni teorilere ihtiyaç var. Herkes öbürünün yaptığını biraz daha iyileştirmeye çalışmış ama dünyanın yedi milyar kişiye dayanan nüfusu, iletişim araçlarının inanılmaz biçimde geliştiği bu iletişim çağında hiçbir şeyin gizli kalması mümkün değil. Dolayısıyla ekonomideki aksaklıklar ve topallamanın hem gizli kalmasının olanağı yok hem de çeşitli ekonomilerdeki hastalıkların öbürlerine bulaşması çok kolaylaştı. Peki, bu hastalıkların Türk ekonomisine bulaşmaması mümkün mü? Biz inkâr ederek pembe bir dünyada yaşadığımız izlenimi uyandırdık. İyi de burada açık bir sorun var. Siyasetçi bu sorunu okumayı, çözüm bulmayı beceremiyor. Bu sadece Türkiye’de değil dünyada da böyle. En son ABD Başkanı Obama’nın yaşadığı sıkıntıları hep birlikte gördük. ABD’de yaşanan sıkıntı siyasi miydi? Yok canım. Tamamıyla ekonomikti. Avrupa’da da öyle. Siyasetçi sorunu okuyamıyor ve çözüm bulmayı beceremiyor, dediniz. Geçenlerde Başbakan Erdoğan dünyadaki yeni ekonomik krizle ilgili olarak, “Bu sefer teğet bile geçmeyecek” dedi. Siz buna katılıyor musunuz? Ben Başbakan’ı takdir ediyorum. Etrafta bu kadar yangın varken ekonomiyi bu kadar ikinci plana atmayı ve hiçbir şey yokmuş gibi davranmayı başarıyor. Gerçek siyasetçilik bu. İyi de korkunun ecele faydası var mı? Kamuoyunu heyecanlandırmadan, panik yaratmadan bu krizi idare ettiler. Mutlaka yanlışlar var. AKP siyaseti ön plana çıkararak ekonomiyi ikinci plana atmayı başardı. Biraz da bu yapay refahtan aldıkları pay sayesinde herkesin sesi de kesildi gibi. Türkiye’de daha bıçak kemiğe dayanmadı. Sakın yanlış anlamayın. Bıçak kemiğe dayansın demiyorum. Ama bu krizi rahat atlatmamız çok kolay değil. Çünkü şu ana kadar uygulanan ekonomik politikalar bundan önce yapılan belirli yanlışların düzeltilmesine yönelikti. Ekonomi siyaseti yönlendiriyor B A SÖYLEŞ P O R T R Prof. Dr. E M THAT MELEN Ankara, 1947 doğumlu. Eski Maliye, Milli Savunma bakanlarından ve başbakanlardan Ferit Melen'in oğlu. Yükseköğrenimini Ankara ktisadi Ticari limler Akademisi'nde (A T A) yaptı. 1973'te Brüksel'de NATO Sekretaryası'na uluslararası memur olarak girdi. Brüksel Üniversitesi'nde "Bütünleşmenin ekonomik yönü" konulu lisans üstü çalışmasını yaptı. Ardından Brüksel'de Türkiye Maliye Ataşesi oldu. Maliye Müşavirliği'ne yükseldi. Hazine Müsteşarlığı adına uluslararası ikili ilişkileri yürüttü. Hazine'de uzun yıllar görev yaptı. Doktorasını Ü ktisat Fakültesi'nde "AET'nin Ekonomik Yapısı ve Türkiye" teziyle aldı. 1996'dan beri Ü ktisat Fakültesi ktisat Teorisi Profesörü. 1991'de Hazine Müsteşar Müşaviri görevinden istifa ederek ANAP'tan genel seçimlere katıldı. Ancak kazanamadı. Dünya Bankası ve başka uluslararası ve yerli kuruluşlara danışmanlık yaptı. 2002 seçimlerine MHP listesinden girdi. Ancak parti barajı aşamadı. 2007 seçimlerinde MHP listesinden stanbul Milletvekili seçildi. 12 Haziran seçimlerinde aday yapılmadı. LEYLA TAVŞANOĞLU elirli kesimleri sübvanse edip istihdam yaratmadan doyurmaya çalışıyorsunuz. Esas mesele istihdam. Seçimlerde sonucu alıyorsunuz. nsanlar size oy veriyor. Ama bunu yaparak milleti tembelliğe alıştırıyorsunuz. KP siyaseti ön plana çıkararak ekonomiyi ikinci plana atmayı başardı. Biraz da yapay refahtan aldıkları pay sayesinde herkesin sesi kesildi. Türkiye’de daha bıçak kemiğe dayanmadı ama bu krizi rahat atlatmamız kolay değil. Dünya nereye Türkiye nereye? Şimdi kuru yükselttiği için ithalat durdu, para akımı da yavaşladı. Bu, yüksek kur politikası ihracatı tetikleyebilirse ileriye dönük olarak aradaki farkı karşılayabilir Geçen martta aylık dış ticaret açığı 10 milyar doların üzerine çıktı, deniyor. Bir ay sonra ise bütün dünya paraları karşısında hızla değer kaybetmeye başlayan ABD Doları ve Avro, Türk Lirası’na karşı ciddi değer kazanmaya başladı. Bu çelişkiyi nasıl açıklıyorsunuz? Parasal ekonomilerde iki önemli parametre var. Birisi kur, öbürü faiz. Bunların ikisini birden tutmanız ya da gevşek bırakmanız mümkün değil. Ya faizi tutup kuru gevşek bırakacaksınız ya da kuru tutup faizi gevşek bırakacaksınız. Türkiye bunu yapıyor. Şu anda kuru bıraktı. Bir ara kuru tutup faizi daha gevşek bırakıyordu. Dolayısıyla da faiz gevşek olduğu için yurtdışından çok para akıyordu. Şimdi kuru yükselttiği için ithalat durdu, para akımı da yavaşladı. Bu, yüksek kur politikası ihracatı tetikleyebilirse ileriye dönük olarak aradaki farkı karşılayabilir. Ama şu anda özel sektörün önünde kısa vadeli borçlar yok mu? İşte, onlar tehlikeli. Çünkü demin de dediğim gibi döndürme tehlikesi var. Aynı tehlike bankalar için geçerli. Yani gayri safi yurtiçi hasıla içindeki oran çok artıyor. Bu oran çok arttıkça da belirli tehlikeler yükselişe geçiyor. Yani ya bütçe açıklarınız ya da ödemeler bilançosu açıklarınız artıyor. İkisini de bir şekilde karşılamanız lazım. Bunu da ancak borçla ya da tasarruf yaparak karşılayabilirsiniz. Borca başvurduğunuz zaman ödemeler bilançosunda yurtdışı borç, Türk lirasıyla karşıladığınız zaman iç borç oluşuyor. Bunun kamu ya da özel sektör, kimin tarafından yapıldığı önemli değil. Borç borçtur ve ödenecektir. Burada aynı yere geliyoruz. Ya kuru ya da faizi tutacaksınız. Bir yerde dövizin fiyatı kursa Türk Lirası’nın fiyatı da faiz oranı. Türkiye’de bunlar olurken yurtdışında çok ciddi gelişmeler meydana geliyor. Özellikle sovereign debt denilen kamu borçlanmaları. En son kimi AB ülkelerini kurtarma kararı aldılar. Herkes Avro’yu eleştiriyor da Avro olmasaydı ne olacaktı? Belki İkinci Dünya Savaşı döneminde olanlar olacak, her ülke devalüasyon ve ihracat yarışına girecekti. Zaten IMF’nin kurulmasının gerekçesi de budur. Hiç olmazsa bugün Avro diye bir para var. Ama Avro’nun yaptırım mekanizması yok. O zaman ne yapılmalı? Onu yavaş yavaş kurmaya çalışıyorlar. Bu krizler Avro’da belirli bir birleşmeye yol açabilir. Bakın, Almanya müdebbir (tedbirli) bir tüccar gibi hareket ediyor. Fransa, İspanya ve İtalya’nın yaptığı hataları yapmadı. Ama diğerleri işleri iyi götüremediler. Tabii bir de Yunanistan faktörü var. Orada rakamları gizleme yoluna bile gittiler. Sadece siyasileri suçlamak yetmiyor. Bir gerçek ortaya çıktı ki artık iktidara gelmek istiyorsanız topluma bir şeyler vermelisiniz. Topluma da biraz devlet kesesinden veriyorsunuz. Eskiden, “Devlet gayri safi milli hasılanın yüzde 50’sine kadarını hacimsel olarak üretiyor” derdik. Bu oran Türkiye için önemliydi ve bunu küçültmeye çalışıyoruz. Bugün ABD, Avrupa ülkeleri bizimle aynı yere geldiler. Devletin payı ekonominin içinde arttı. Bu, dünyada başka bir değişimi de beraberinde getirdi. Nedir bu değişim? Devlet niçin var, halkına bir şey vermeyen devlet olur mu, sorusu ortaya atılıyor. Tayyip Erdoğan’ın sübvansiyon dağıtma politikası eleştiriliyor da çok objektif baktığınız zaman halka bir şey vermediğinizde isyan etmeden işi nasıl idare edecek? Çünkü iş yaratmıyorsunuz. Keynes teorisinin en önemli unsuru dış ticaret yapmak ama bunu iş yaratmak için kullanmaktır. Biz dış ticaret yapıyoruz ama hiç iş yaratmıyoruz. AB ülkelerinde de öyle. İş yaratmaya, yeni dünyanın akımlarını yakalamaya dönük çok ciddi bir yapılanma yok. O yapılanma günlük. Yani günü kurtarıyoruz. Rekabet için nitelik arttırılmalı Peki, siyaset mi ekonomiyi, ekonomi mi siyaseti yönlendiriyor? Ekonomi siyaseti yönlendiriyor. Türkiye’deki değişim de buna bağlı. İstanbul sermayesinin nasıl Anadolu’yla çatışır olduğunu gördük. Bir ara yeşil sermaye dedik. Sonunda İstanbul’un dışında da bir sermaye oluşmaya başladığı gerçeğini gördük. Bugün dünyada da sermaye el değiştiriyor. BRİC denilen Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin gibi ülkelerin pazarları öne çıkmaya başlıyor. Yeni bir yapılanma oluşuyor. Ekonomiler de bisiklet gibi. Pedalı çevirmezseniz düşersiniz. Dünyada artık rekabet edebilmenin yolu sadece fiyatı düşürmek değil, niteliği de arttırmak. Örneğin çok ucuz otomobiller üretiliyor. Ama bunların niteliği artmıyor. Bir de insan kaynakları önemli. İnsan kaynaklarının niteliğini arttırmak çok zor. Yirmi birinci yüzyıl bilgi çağını yakalamak denilen bir eğitim var. Onu yakalayamayan insan, ekonomi ayakta kalamıyor. Ekonomi insan refahını arttırmak için var, insan refahını arttırmadan, ekonomi, işler iyi gidiyor, demek doğru değil. Teğet geçti geçmedi demek yerine geçen yıla kıyasla refah düzeyim ne kadar arttı, iyi durumda mıyım, diye sormak lazım. Özel sektörün borçları sorun Hükümetin ekonomi yönetimine nasıl bakıyorsunuz? Bundan önce kamu yatırım yapıyor ve borçlanıyordu. Şimdi bunu kamu yapmıyor, özel sektör borçlanıyor; borcu artıyor. Bir de belirli kesimleri sübvanse edip istihdam yaratmadan doyurmaya çalışıyorsunuz ki buna karşıyım. Esas mesele istihdam. İnsanlara balık tutmayı öğretmek yerine balığı veriyorsunuz. Evet, seçimlerde sonucu alıyorsunuz. İnsanlar size oy veriyor. Ama bunu yaparak milleti tembelliğe alıştırıyorsunuz. Herkes bir yerlerden bir şeyler bekliyor. Hiçbir şey üretmeden yoluna devam etmek istiyor. İthalat vergileriyle bütçe açıklarını kapatıyorsunuz. Faizi düşük tutup yurtdışındaki sermayeye fazla prim vererek ödemeler bilançosunu dengeliyorsunuz. Ama özel sektörün kısa vadeli borçları yüzde 10 olan geçen yıla kıyasla yüzde 17’ye çıktı. Bir aralık kamu sektörü kısa vadeli borçlanıyordu. Şimdi bu özel sektöre geçti. Uzun vadeli borç yatırıma döndükçe çok büyük tehlike yok. Oysa kısa vadeli borçlarda döndürme zorluğu çekebilirsiniz. Altyapı tamamlanmadan kalkınma olmaz Her zaman yapısal ekonomik reformlar yapılmasından yana oldunuz. Aksi halde düzgün bir ekonomik kalkınma modeli olamayacağını savundunuz. Türkiye’de bugünkü ekonomik tabloya baktığınızda ne görüyorsunuz? Bizim kamu sektörü eliyle yürütmeye çalıştığımız ekonomik kalkınma modelini Tayyip Erdoğan özel sektör üzerinden yürütmeye çalıştı. Ama onun tıkandığı yerler var. Altyapıya özel sektörün girip girmemesi konusu önemli. En önemlisi de eğitim konusu. Türkiye’nin insan yapısı da çok önemli. Bir ülkede hiçbir zaman için altyapı tamamlanmadan kalkınma tamamlanmış sayılmaz. Türkiye’nin ekonomik altyapısını tamamlamak sanıldığı gibi kolay değil. Bunlar için kaynak ayırmak lazım. Onun için de üretim gerekiyor. Yani parasal ekonomik yapıdan çıkılmalı. Ama parasal ekonomik yapıyla da herkesi tatmin ediyorsunuz. Amiyane tabirle mama veriyorsunuz. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle