19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 AĞUSTOS 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA 15 Düşünüyorum da, keşke politikacıların biricik kusuru çapkınlık olsaydı. Halkı değil, eşlerini aldatmakla yetinselerdi. Ulusa değil, ailelerine yalan söyleselerdi. Kamu malına göz koymayıp, kaçamak aşklara gönül koysalardı. Yetimin, öksüzün rızkını çalmasalardı da felekten zaman çalsalardı. Seçmenle eğlenmeyip gönüllerini eğleselerdi, harbiden. Savaştırmayıp seviştirselerdi, gariban çocuklarını. Başka bir deyişle doğruluk, topluma karşı dürüstlük sayılsaydı da politikacılar belden aşağı oynak olaydı. Hani yani, kusursuz “kul” madem yok… Madem en büyük “günah” asla tinsel olmayıp hep tensel, hep cinsel… Yurduna ve ulusuna sadık kalıp, eşine ya da sevgilisine ihanet eden politikacılar, tersini yapanlardan daha mı kötü, daha mı zararlıdırlar gerçekten? Bakış açısına bağlı. Demokrasi, benim anlayışımda azınlık haklarının çoğunluk iradesine karşı korunduğu ve küçüğün büyük, bireylerin kitle baskısı altında ezilmediği rejimdir. Zaten eşinden ibaret bir kişiye haremi varsa da en fazla dört kişiye(!) ihanet eden politikacıyı yığınlara sadakat gösterse de alaşağı etmek için demokrasiyi herhalde böyle düşünmek gerek! Belki de yanılıyorumdur… Eğer demokrasi, çoğunluğun savladığı ve zaten yeterince pes perdeden havladığı gibi başkanlarından biriydi. Salt eşine ihanet etti, Hillary’yi Monica’yla aldattı, diye başına gelmedik kalmadı. Ne gariptir ki bugün Beşşar Esad’ı Suriye halkına yaptığı zulüm nedeniyle yargılayan, zaten Libya’da da Kaddafi’nin yapamadığı katliamı “insan hakları” çerçevesinde NATO’ya yaptıran ve Afganistan’dan Irak’a insan öldüren canileri devirmek için milyonlarca fazlasını öldürten ABD senatosu… Bill Clinton’u 1993 yılında Somali’de yaptırdığı askeri operasyon ve uğradığı hezimet için değil, operasyonda ölen Amerikalılar için hiç değil, ama Hillary’yi aldattı diye yargıladı. Zavallı Bill, “Vallahi oral aşamada kaldık,” diye yalan yere yemin etmese, rezillikle kalmayıp bir de koltuğundan olacaktı! Şu İtalya’nın haline bakın. Politikadan önce medyanın ırzına geçen ve dünyada “çöplük televizyon” akımını başlatan Silvio Berlusconi, İtalyan halkını abuk sabuk programlarıyla “uyutmak”, yolsuzluklarıyla aldatmak ve ekonomisini batırmaktan değil, kiralık aşklar yaşamaktan yargılanabiliyor, ancak. Örnekler çok. Siyasal ahlakta çapkınlık kriteri, bence küresel anlamda önemli konu. Ve bu giriş yazısının nedeni, bir kitap. Kritere nanik yapan aykırı ülkenin eski Dışişleri Bakanı, tescilli çapkın Roland Dumas’nın kaleminden, “French Lover” efsanesinin siyasal boyutu, gelecek hafta bu sütunda! “Koyunlar keçiler ve ko çlar için Ne kadar bayramsa Ku rban Bayramı, Bu barış var ya, bu barış Cephedekiler için o kada r barış…” CAN YÜCEL Sadakatten hanete, Politika azınlığı saymamak, hatta ezmekse, neden politikacı eş ya da sevgili, küçücük bir azınlığa sadakat borçludur da çoğunluğa ihaneti suç sayılmaz? Neden hiçbir politikacı kamu malını çarçur, hukuka ihanet etti, halkını aldattı diye mevkinden olmaz da ailesinin rızkını metreslere (ya da metrelere…) yedirdi, evliliğine ihanet etti, eşini aldattı diye istifa etmek zorunda kalır? Madem çoğunluğun çıkarınadır iradesi, politikacının özel hayatındaki azınlığa karşı işlediği kusur Fotoğraf: DANIEL COLAGROSSI kimi ilgilendirir? Kaderini kendi seçmen çoğunluğuna bulamazdı, memlekette. hizmette ettiği kusurun Memleket deyişim, lafın belirlemesi gerekmez mi? gelişi. Nedense Fransa hariç, Ülkede düşünen mi kalmadı, bütün dünyada politikacının yoksa demokrasi mi yok? hal ve gidişatını kamusal İşte size oligarşik bir ahlakından çok, aile ahlakı paradoks, diyeceğim amma, belirliyor. Bill Clinton, ülkesine baş ağrıtır diye kaldırılmasaydı sadakat açısından ABD’nin felsefe, ağrıtacak baş da pek gelmiş geçmiş en başarılı G eçmişte örnek bir önderimiz, yönderimiz vardı bizim, Atatürk. Çapkındı, rakı da içerdi. Ama halkını hiç aldatmadı, ordusunu bozguna uğratmadı, çoğunluğun çıkarlarına hiç ihanet etmedi. Tam tersine, onlara bir ülke, bir devlet ve gururla taşıyacakları ulusal bir kimlik kazandırdı. Kazandığı her şeyi de o halka bıraktı. Bugün, halkımız etnik kökenli. Ordumuz barışta yenik. Askerlerimiz, savaşmadan şehit. Komutanlar düşmana karşı yürümüyor, tıpış tıpış tutuklanmaya gidiyor. Neyse ki basınımız, “Milli Şef” zamanında olmadığı kadar tek ses. Darwin’in “dar”ı yasaklı olduğundan, ‘dar’beci gazeteciler zaten derdest. Ama “winwin” serbest ve ekonomi tıkırında. Çünkü Allah’ın bir lütfu işte; namazında niyazında, diline olmasa da eline beline hâkim, çoluk çocuğuna düşkün, ağzına içki sürmeyen, eğlence nedir bilmeyen, fakir fukara ile oruç açıp, Somali’ye kadar sadaka taşıyan merhametli ve ciddi önderlerimiz var, artık. Eşlerine sadıklar. Zaten çapkınlık edeni de don paça çekip, alıyorlar aşağı. Ahlak kol geziyor sokaklarda, yağmur olup yağıyor namus. Epeyce telef varsa da devletin bekası Allah’a emanet, dolayısıyla sağlamdır. ‘0’a ‘0’, Elde Var ‘0’ Bırakalım 30 yılı, son 10 yılda kim bilir kaç yüz şehit cenazesi kaldırıldı bu ülkede? Kim bilir kaçıncı kez teröre lanetler okundu, yumruklar sıkıldı, çeneler kasıldı, öfkeler haykırıldı? Kim bilir kaçıncı gez gözyaşı döküldü? Sonuç? Uçaklarımız kim bilir kaç kez kalktılar, Kandil’de, SinathHaftanin’de, Hakurk’ta, Gara’da ve daha birçok yerde PKK yerleşimlerini “tam isabet” bombaladılar. Televizyonlarda görüntülerini izledik, gazetelerde haberlerini okuduk. “Artık bu iş tamam!” dedik. Ama değilmiş… Biriki yıl geçti, uçaklarımız yeniden yeniden kalktılar, o yerleri yeniden yeniden bombaladılar. Bugün de döndük, dolaştık, aynı yere geldik. Uçaklarımız Kuzey Irak’ta PKK’nin mevzilendiği noktaları vuruyorlar; gazetelerimizin manşetleri, televizyonların flaş haberleri bize Türk Hava Kuvvetleri’nin görevlerini başarıyla yerine getirdiğini duyuruyor. Bunlar son bombalamalar mı? Sanmıyorum, çünkü Kürt sorunu topla, tankla, tüfekle, bombayla çözülemeyecek ölçüde kangrenleşmiş bir sorun. Çözmek için “siyasal neşter”e gereksinim var. Doğal ki bir de o neşteri doğru kullanacak bir siyasal iktidara, deyim yerindeyse usta bir siyasal cerraha. AKP iktidarı bir ara cerrahlığa soyunup o neşteri kullanmayı denemedi değil, ne var ki sınır mahkemeleri, otobüs tepelerinde gerillalar, APO posterli karşılayıcılar… Daha başında yüzüne gözüne bulaştırdı. Ve çark etti, şimdilerde MHP ile yarışıyor. Devletin kendini savunma hakkına kimsenin karşı çıktığı yok! TSK son bir ayda 49 şehit vermiş, bu durumda misilleme yapması, şiddet odaklarını vurması doğal, buna da kimse karşı çıkmıyor. Fakat yöntem eğer yalnızca karşı şiddete indirgenecekse bu yanlış. BDP sözcüsü Selahattin Demirtaş’ın gözden kaçırılmaması gereken bir sözü var: “Siyasete inandığım için buradayım, inanmasam zaten bugüne kadar başka yerde olurdum” diyor. Başka yer dediği, “dağ”. Olayın kangrenleşme sürecinin geldiği nokta burası; ya siyaset yapılacak ya da dağa çıkılacak. AKP iktidarı ise şiddetin cazibesine kapılmış, siyaset alanında “eveleme geveleme” taktiği uyguluyor. Belki de şiddete başvurma yoluyla daha önce Güneydoğu’da görev yapmış, şimdiyse yarıdan çoğu tutuklu generallere, “Bakın, bu iş nasıl yapılırmış görün!” mesajı vermek istiyor. Bilemiyorum. Siyasal çözüm için bir muhatap gerekiyor; tek muhatap ise BDP. Fakat onlar henüz TBMM’de bile değiller, altı milletvekilleri tutuklu bulunduğundan yemin etmemekte direniyorlar. Bir de binlerce üyesi tutuklu KCK var, sanıkların aylardır ifadeleri alınamıyor. İfadelerini Kürtçe vermek istiyorlar, mahkeme reddediyor. Bir “inatlaşma” söz konusu. Aynen yıllardır siyasal iktidarların BDP ve öncüllerine, “PKK’ye terör örgütü deyin!” çağrısı yapmaları, onların da bu çağrıya kulak vermemeleri gibi bir “inatlaşma.” Tarafların haklı ve haksız olduğu yerler var; “normal” ülkelerde taraflar haklılıkları temelinde konuşur, anlaşır, uzlaşırlar. Ne var ki Türkiye giderek doğuya kayan bir Ortadoğu ülkesidir; bu ülkelerde “uzlaşma” değil, “inatlaşma” kültürü egemendir. Sözgelimi, “Dediğim dedik, çaldığım düdük!” ya da “İnadım inat, kıçım iki kanat!” gibi özdeyişlere Batı ülkelerinde rastlamak olası değildir. Burası Türkiye’dir, herkes kafasının doğrusuna gider. 30 yılda 40.000 ölüme mal olmuş bir savaşın içindeymişiz; bu kimsenin pek umurunda değildir. Bakarız, toplum “infial” noktasındadır, uçaklarımız gidip bir yerleri bombalarlar. Her şey yeniden eskiye döner, hayat devam eder, yeni toplu kıyımlara kadar. Yaşanan “0’a 0, elde var 0” kısırdöngüsüdür. Çünkü “inadın hazzı” ölen çocuklarımızın ardından duyduğumuz acılara yeğ tutulur bu topraklarda. Ta ki bir gün toplumca aklımız başımıza gelip TürkKürt, AKP’li, CHP’li, BDP’li, MHP’li demeden, milyonlarcamız sokağa dökülene kadar. O gün ne zaman gelir, insan hayatının en üstün değer olduğu kafamıza ne zaman dank eder, o uğursuz döngü ne zaman kırılır? Bu soruların yanıtını hep birlikte vereceğiz. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Gösteriş ftarları Barack Obama, ramazan nedeniyle Beyaz Saray’da verdiği iftar yemeğine, 11 Eylül 2001’deki terörden kurtulan Müslümanları davet ederek ülkeye hizmetleri nedeniyle teşekkür etmiş. Obama, Müslüman Amerikalıların da ikiz kule saldırılarına tepki gösterdiğini ve orduya katılarak ülkeyi savunduklarını belirtip demiş ki; “ABD’de ‘onlar ve biz’ değil, sadece ‘biz’ varız.” 11 Eylül’den sonra Müslümanları “terörist”, kendini de “mesih” ilan eden George Bush da meğer her ramazan iftar yemeği veriyormuş... (11 Ağustos 2011 Ajanslar) düzenlemeleri için değil, “aç”ları düşünmeleri için orucu öngörmüyor mu? Ne var ki yıllardır açları zaten umursamayanların görkemli iftar davetleri, siyasi destek toplamak ya da sözde “hayırsever”liklerini kanıtlamaktan başka bir amaç taşımıyor. Tıpkı dünyadaki açlığın baş sorumluları ABD başkanlarının Beyaz Saray’daki iftar gösterileri gibi... Ya şu iftarlarını bir “gecekondu” mahallesindeki yoksul aileye konuk olarak açan siyasilere ne demeli? Herkes biliyor ki o mütevazı sofradan, TV ualar, nutuklar kameralarının eşliğinde alkışlarla kalktıktan sonra ABD Başkanları, bu kim bilir hangi “zenginleşmiş “siyasi iftar” gösterilerini yandaş”ının iftar yemeğine kimlerden öğrendi dersiniz; gidecek. Böylece hem elbette ki bizimkilerden... karnını “makamına yakışır” Dikkat edin, Başbakan’ın şekilde doyuracak, hem de “uyarı”sına rağmen bu yemeği düzenleyen “iş”(!) ramazanda “gösteriş adamının seçimlerdeki iftarları” çoğaldı. Yine bir desteğine bir tür “teşekkür” haberde okudum; valinin etmiş olacak... gözü önünde il müftüsünün Aynı türden iş çevrelerinin belediyelerce organize edilen “toplu iftar yemekleri”ne katkılarına gelince... “Birlikte iftar” etmek bir gelenek ama bunu “Düğün” değil; “iftar”... yoksullara yardım “şölen”ine dönüştürmek ne duasıyla başlayan “iftar kültürümüzde var ne de töreni”(!)nde davet sahibinin İslamda.. nutkundan sonra yemeğe Üstelik iftar çadırının içigeçilebilmiş... çaktırmadan dışı her yeri, yemek atıştıranların dışında herkes harcamalarının faturalarını bayılmak üzere olmalıydı. “gider” gösterdikleri Oysa inancın gösterişe şirketlerinin, hatta bizzat dönüşmemesi, hele siyasal kendilerinin isimlerini gösteri halini almaması duyuran “reklam” temel İslam kuralı değil panolarıyla donatılmış. Oysa midir? Bugün arasanız, en İslamda yoksula yardım ilan lüks lokantaların iftarlarda edilmez, gizli tutulur. bayrama kadar “dolu” Kaldı ki iftara doğru artan olduklarını öğrenirsiniz... yemek kuyrukları ne kadar Geçenlerde bu tür bir uzunsa, destekledikleri davete katılan dostum dedi düzenin yarattığı yoksulluk ki: “Sofradan artan da o kadar yaygın değil yiyeceklerle çok daha fazla midir? İftar çadırları insan doyabilirdi.” Afrika kuyruksuz, hatta “boş” açlıktan kırılırken, artan kaldığı zaman, siyasiler de yemeklerin çöpe atıldığı ülkeye ve halka karşı iftarlarda “Müslümanlık görevlerini yapmış adına yardım” çağrıları insanı olacaklar... Hele “dindar” çileden çıkartıyor. iseler, inançlarının gereğini Oysa “oruç”un, gün işte o zaman yerine batımında tıksırıncaya kadar getirdikleri de kanıtlanacak. yemek için tutulmadığını Bunu bekleyen, en azından biliyoruz. Kuran, “tok”ların umut bağlayan var mıdır? taraftarlarına ziyafet En iyi reklam D Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yergi, hiciv... Bir şeyin doğru olduğunu belirtmek için yapılan işaret. 2/ Acele, tez... Çin’in Sinkiang bölgesinde büyük bir göl. 3/ Tabut... “Ar ü şişesini taşa çaldım kime ne” (Nesimi). 4/ Tıpta en gelişmiş görüntüleme tekniğinin kısa yazılışı... Demiryollarında traverslerin altına, şoselerde düzeltilmiş toprak üzerine döşenen taş kırıkları. 5/ Güzel sanat... Eski ve bilinmeyen bir tarihi anlatmakta kullanılan deyim sözü. 6/ Avrupa’nın en büyük gölü... Bir renk. 7/ Tropikal Afrika’da yetişen büyük bir ağaç... Telefon sözü. 8/ Tepkili uçak... Terzilerin patron çıkarmak için kullandıkları bir tür saydam kâğıt. 9/ Bir peygamber... Göreceli. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Deprembilim. 2/ 1 Halk dilinde tarladaki sebzeye verilen 2 ad... Akla ve sağ 3 duyuya aykırı olan. 4 3/ “Şahinim var bazlarım var / 5 alışkın sazlarım 6 var” (Karacaoğ7 lan)... Atın en yavaş ve doğal yürüyüşü. 8 4/ İlkel benlik... Ka 9 dınların takındıkla1 2 3 4 5 6 7 8 9 rı süs iğnesi. 5/ Tırpana balığına verilen bir başka 1 T E R M İ Y E A ad... “ gelir yanaşır / 2 I R A T A B A N İçi dolu çamaşır” (Tür 3 N S T İ L O E kü). 6/ Akdeniz Bölge 4 G İ P Ü R Ş AM si’nde kendiliğinden yeti 5 I R AMA K R O şen ve dokumacılıkta kul6 L İ Ü Z ÜM F lanılan bir bitki... Özbe7 B O L MA Y O kistan’ın plaka imi. 7/ Halk R A B edebiyatında sekizli hece 8 K A D Ü K S A F A R İ ölçüsüyle yazılan bir şiir 9 İ Ş türü... Karışık renkli. 8/ Somurtkan, asık suratlı... Hayvanların kışlık yemi. 9/ Dokubilim. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle