25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 2 AĞUSTOS 2011 SALI [email protected] 16 KÜLTÜR Nâzım Hikmet’in “Fatma, Ali ve Diğerleri” isimli yapıtı yazılışından 59 yıl sonra Türkçede Nâzım’dan Türkiye’ye ayna Nâzım Hikmet’in 1952’de yazdığı ve eski sosyalist ülkelerde “Türkiye’de” başlığıyla sunulan yapıtını Brecht de sahnelemek istemişti. Oyun, toplumumuzun 20. yüzyılın tam ortasındaki politiktoplumsalekonomik konumuna ayna tutuyor. Demokrat Parti’nin 14 Mayıs 1950’de yapılan genel seçimler için hazırladığı, “Yeter, artık söz milletin” sloganını ve “yeter” anlamında kalkmış bir el resmi taşıyan afiş çocuk belleğimde fotoğraflaşmıştır. İkinci Dünya Savaşı’na katılmasa da yoksulluk ve yoksunluk yıllarından yeterince pay almış, amaçladığı kalkınmayı tamamlayamamış bir toplumun, 20. yüzyılın tam ortasındaki ekonomik manzarası gündemdeydi… Demokrat Parti’nin seçimleri kazanmasından kısa süre sonra, 25 Haziran’da Kore Savaşı başladı. NATO’ya girme ve Amerika’dan ekonomik destek alma peşindeki Türkiye, antikomünist Güney Kore saflarında çarpışmak üzere Uzakdoğu’ya 5 bin kişilik bir tugay gönderdi. Bu süreçle birlikte Türkiye emperyalizme “merhaba” demişti. şam standardını kucakladığı o yıllarda, bizimki gibi memur ailelerin durumunda önemli bir değişiklik yoktu. Tarım makinelerinin sayıca üç kat artması sonucunda, işsiz kalan köylülerin büyük kentlere yığılacağı günler yakındaydı. (Salı Pazarı’nda hamallık yapan çocukların Altıyol’dan aşağı koşarak inerken Kürtçe şakalaştıklarının da fotoğrafı saklı aklımda.) Öte yandan da Türk ordusu, Amerika’nın desteğiyle, Batı dünyasının komünizme karşı “ileri karakol”u olma yolunda güçlendiriliyordu. Babamın Maltepe’deki zırhlı tugayı Babaeski’ye taşımakla görevlendirildiği yıllar… Pastadan aldığı pay yakınma konusu olan ve şimdi de yıpratılma sürecine sokulan ordunun “büyüme” aşaması yine bu tarihlerde başlar. Ne ki ordu mensuplarına zaman içinde sağlanan avantajlar 50’li yıllarda gündemde değildi. (Okullarımız değişmesin diye bizi İstanbul’da bırakan “general” babamın, baraka görünüşlü bir yapıdaki, içinde gürültülü bir buzdolabının da bulunduğu, eski bir yatak, dolap ve iskemleden oluşan daracık odasının fotoğrafı da çakılmış belleğime.) Tam da o yıllarda, biz Nâzım Hikmet’in şiir meraklısı tanıdıklarda gördüğümüz el yazısına çekilmiş dizeleriyle tanışırken ülkesinden uzaklaşmak zorunda kalan büyük ozan, bugün ülkemizde yaşananların başlangıç noktalarından biri olan 1950 yılını “Fatma, Ali ve Diğerleri”nde anlatmış. Yapıt 1952’de SSCB’de “Türkiye’de” başlığıyla, sonra da diğer eski sosyalist ülkelerde sahnelenmiş. Oyunun ana izleğini, Kore’ye asker gönderme düşüncesine karşı çıkma amacıyla 14 Temmuz 1950’de kurulmuş (başkanlığa Behice Boran’ın, başkan yardımcılığına Adnan Cemgil’in getirildiği) Türkiye Barışseverler Derneği çevresinde toplanan aydın, işçi ve sıradan vatandaşların ilişki ve öyküleri oluşturuyor. Türk ve slam Eserleri Müzesi restore edildi Kültür Servisi Sultanahmet’teki İbrahim Paşa Sarayı’nda bulunan Türk ve İslam Eserleri Müzesi’nin restorasyonu tamamlandı. İstanbul Valiliği İl Özel İdaresi tarafından yapılan açıklamada müzenin restorasyon çalışmaları hakkında bilgi verildi. Açıklamada, müzenin protokol giriş saçağının mevcut çinkodan arındırıldığı, yerine eserin özgün yapısına uygun kurşun örtü serildiği, binanın kurşun çatı örtüsünde yer alan delik ve hasarlı olan bölümlerin lokal onarımlarının yapıldığı, su ve nemden dolayı zarar gören müzenin idari bölümünde onarımların yapıldığı belirtiliyor. Türk ve İslam sanatı eserlerini kapsayan müze, Mimar Sinan’ın önemli yapılarından Süleymaniye Camii külliyesi içinde yer alan imaret binasında 1914’te “Evkafı İslamiye Müzesi” (İslam Vakıfları Müzesi) adı ile ziyarete açılmış, Cumhuriyet’in ilanından sonra da “Türk ve İslam Eserleri Müzesi” adını almıştı. Yöneten ve yönetilenler Bu izlek çerçevesinde, toplumdan manzaralar çiziliyor: Resmi makamlar ile ABD temsilcileri arasındaki çıkar ilişkilerine dayalı dostluk gösterileri, dernek üyelerine yöneltilen baskı ve şiddet, Kore’de savaşmak istemeyen erlerin farklı yaklaşımları, Kore Savaşı için gelen silahların İskenderun’da karaya çıkarılmasını engelleyen liman işçileri, büyük kentte dilenci konumunda sayılan traktörün marifetlerinin gerisinde kalmış işsiz köylüler, verem hastaları, hukukun satın alınabilirliğini savunanlar, komünist avcılığı, poliste dayak yeme… Bütün bunların yanında da aşk, şiir ve türkülerle güzele boyanmış, barış ve anti emperyalist bir dünya için savaşım… Nâzım’ın, çok tablolu, epizodik bir kurgu içinde, “yöneten” ve “yönetilen”lerin toplumsal duruşunu (gestus) sunan, yer yer dışavurumcu, sinemasal efektlerle, “koro”nun yorumlarıyla, canlı diyaloglarla biçimlendirdiği bu politik oyun bana en çok Brecht tiyatrosunu çağrıştırıyor. Yapıtı olağanüstü titizlikte bir “metin araştırmacılığı” süreci sonunda Türkçe olarak gün yüzüne (Yapı Kredi Yayınları, özel baskı) çıkartan M. Melih Güneş’ten de, Brecht’in Nâzım’ın metnini sahnelemek istediğini, ne ki 100 kişilik bir kadro gerektiren yapımı göze alamadığını öğreniyoruz. Nâzım tiyatro tarihimize bir kez daha imzasını atıyor… ‘Behzat Ç’nin afişi göründü Kültür Servisi Son dönemin popüler dizisi “Behzat Ç., Bir Ankara Polisiyesi”, takipçileriyle sinema salonlarında buluşmaya hazırlanıyor. Emrah Serbes’in “Bir Ankara Polisiyesi ‘Son Hafriyat’ ” kitabından uyarlanan dizinin sinema filmi “Behzat Ç. Seni Kalbime Gömdüm” adıyla 28 Ekim’de gösterime girecek. Filmin senaryosu yine Emrah Serbes imzalı. Serdar Akar’ın yönetmenliğini üstlendiği filmin afiş fotoğrafları Mehmet Turgut’a, afiş tasarımı ise Arda Aktaş’a ait. Tüketime açılan toplum Üç milyon dolayında insanın öldüğü, Türk tugayının da sekiz yüze yakın şehit verdiği Kore Savaşı sonucunda ABD ile aramızda kurulan “dostluk”, biçimden biçime girerek sürüyor. Amerikan yardımı bağlamında ilkokullarda sunulan süt tozu ve Amerikan peyniri ikramına yetişememiş olmalıyım. Günümüzde dağıtılan “erzak paketleri”nin “öncül”ü konumundaki bu “besleme” yardımı sürerken düzgün beslenememenin tetiklediği “verem” hastalığı aşılamamıştı henüz. Ülkemiz bir yandan da liberal ekonomiyle tanışmaktaydı; ayakkabıya pençe vurdurma, eskiyen paltoyu tersyüz ettirme, çamaşırların evde dikilmesi gibi uygulamalar ortadan kalkıyor, toplum “tüketim”e açılıyordu. Ne ki esnaf kesiminin yeni bir ya Harry Potter ‘milyarlık’ kulüpte Kültür Servisi Harry Potter serisinin son filmi “Harry Potter ve Ölüm Yadigârları: Bölüm 2” iki haftada dünya çapında 1 milyar dolardan (yaklaşık 1.6 milyar TL) fazla hasılat elde etti. Serinin önceki filmlerinden milyar dolarlık hasılata yaklaşan tek filmi 974.8 milyon dolarlık (yaklaşık 1.5 milyar TL) hasılatıyla “Harry Potter ve Felsefe Taşı” olmuştu. Dünya çapındaki en büyük gişe hasılatı rekoru ise James Cameron’ın “Avatar”ında. 2009 tarihli film, 2.8 milyar dolarlık (yaklaşık 4.7 milyar TL) hasılat elde etmişti. Günümüz dilinde Ahmet Hâşim ‘Sabit Fikir’in dosyasında telif hakları ve vârislerin sorumluluğu ele alındı Winehouse yeniden 1 numara Kültür Servisi Amy Winehouse, ölümünden kısa bir süre sonra müzik listelerinde yeniden bir numaraya yerleşti. 2006 yılında İngiltere müzik listelerinde bir numara olan Grammy ödüllü albüm “Back to Black”, önceki gün yeniden listenin zirvesine yerleşti. Winehouse’un ilk albümü “Frank” ise aynı listede beş numaraya kadar yükseldi. Ünlü şarkıcının yeni bir albümünün piyasaya çıkıp çıkmayacağı ise halen tartışılıyor. Edebiyatta ‘miras’ tartışması Kültür Servisi Kitapeleştiri sitesi sabitfikir.com’un basılı dergisi “Sabit Fikir”, Ağustos 2011 sayısında özel dosyasını telif hakları konusuna ayırdı. Nehir Minel imzasıyla yayımlanan özel dosyada, yapıtların kamuya kalıp serbestliğini mi kazanmalı, yoksa sorumluluğu vârisler mi üstlenmeli tartışmasına yazar, yayıncı ve eleştirmenlerin getirdiği yanıtlara yer verildi. Dünyadan ve Türkiye’den telif hakları ve varislerin yazarların yapıtlarına ilişkin sorumluluğundan örneklerin verildiği dosyada, “Vârisler telif hakları konusundaki doğru tutumu nasıl belirliyor?”, “Yaşamını yitirmiş bir yazarın yapıtı yayına hazırlanırken hangi ölçütler önem kazanıyor?”, “Metinde yapılacak en ufak bir sadeleştirme ya da ekleme o yazarın yapıtına nasıl bir müdahalenin belirtisi olarak karşımıza çıkıyor?”, “Yapıtın kamuya ait olması mı daha sağlıklı, yoksa sorumluluğu vârislerin üstlenmesi mi?” gibi sorulara yanıtlar aranıyor. Yazar Hakan Günday, “Yazarın ölümünden sonra, vârise kalan şey, kitabın satış geliridir bence, içeriği değil” diyor. “Çünkü kitaplar ve içinde yazanlar herkese ait olsun diye yayımlanır. Dolayısıyla telif hakkı vârisliği, arazi mirasçılığına benzemez. Üzerine istediğin ürünü ekene uyduklarını vurguladıktan sonra şunları söylüyor: “Telif haklarıyla ilgili vârislerin sorumluluğu taşıyamadıklarının tüm dünyada örnekleri var. Zaman zaman bu eserler kötü yayınevlerine, beceriksiz editörlere teslim ediliyor... Bazen vârisler arası uyuşmazlıklardan ötürü eserler yayından kalkabiliyor. Benim aklıma en çok yatan çözüm önerisi, bu eserlerin kamuya açık olması, ancak belirlenen süre boyunca (70 sene) yayıncı firmaların vârislere asgari bir ödeme (yüzde 10) yapmak zorunda olmaları. Bu sayede hem eserin yayın sürekliliği garantilenmiş olur, hem de yazar ömrünü adadığı çalışmalar sonucunda ailesine bir miras bırakabilir.” Edebiyat eleştirmeni Ömer Türkeş de korsan kitaplara karşı yayınevlerinin hakları korunduğuna göre, bireysel üretici olarak yazarın hakları olması gerektiğini, telif yasasının bu hakları düzenlediğini vurgulayarak şunları belirtiyor: “Sonuçta kuşkusuz miras hakkı da vardır ve olmalıdır. Kimi zaman bir yazarın ve yapıtlarının toplumun ortak mirası olduğu, telif haklarının serbest kalması gerektiği ileri sürülüyor. Oysa bunu ileri sürenler o yapıtları yayımlayarak kamusal bir hizmet sunmaktan ziyade kal elde etmeyi amaçlıyorlar.” Kültür Servisi Modern Türk şiirinin kurucularından Ahmet Hâşim’in Bütün Şiirleri “Bir Günün Sonunda Arzu” başlığı altında Can Yayınları’ndan yayımlanırken; şairin üç düzyazı kitabından biri olan “Gurebâhânei Laklakan”ın (Kimsesiz Leylekler Yurdu) eleştirel basımı da Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlandı. Yeni yazıya çevrilmesini ve günümüz diline uyarlanmasını Kemal Bek’in üstlendiği “Bir Günün Sonunda Arzu” adlı kitapta Ahmet Hâşim üstüne kapsamlı bir incelemeye yer verilirken, şairin kitaplarına girmemiş ilk şiirleri, “Göl Saatleri” ve “Piyale” adlı şiir kitapları ve kitaplarına girmemiş son şiirleri hem özgün hem de sadeleştirilmiş biçimleriyle sunuluyor. Kemal Bek, Ahmet Hâşim üstüne incelemesinde “Haşim’in şiirinde içe kapanıklık, karaduygululuk, umutsuzluk, karamsarlık, kendi deyişiyle ‘melal’ söz konusuyken... düzsözü, aydınlık, umutlu, nükteli, kimi zaman toplumu ve insanı eleştiren bir zekanın ürünüdür” diyor. Nâzım Hikmet Polat’ın yayına hazırladığı “Gurebahanei Laklakan” adlı deneme kitabında ise, sembolist ve empresyonist akımın Türk şiirindeki temsilcisi olarak kabul edilen Ahmet Hâşim’in “yüz yıla yakın bir süre önce yazılmış olsalar da bugüne uzak gibi durmayan” yazıları, ilk yayımlandıkları yerler, kapsamlı ve ayrıntılı notlar ve bir Küçük Sözlük eşliğinde sunuluyor. Nâzım H. Polat da, kitabın başında yer alan incelemesinde, “Hâşim’in şiire yakıştırmadığı, yaklaştırmadığı mizah da nesirlerinin tanıtıcı özelliklerindendir. Ancak bu mizah argoya, zevk düşkünlüğüne asla tenezzül etmeyen zeki, bazen müstehzi, farklı düşünebilen, sınırsız hayal gücüne sahip bir kafanın gülümseten ürünleridir” diyor. bileceğin ya da binayı çıkabileceğin bir toprak parçası olmadığına göre, büyük büyük amcanın yazdığı klasik bir romanın sonunu daha çok satsın diye değiştiremezsin... Sonuçta, bir eserin, hangi nedenle olursa olsun, yazarının iradesi haricinde değiştirilmesi ya da dönüştürülmesi bir tecavüzdür.” Can Yayınları Genel Müdürü Can Öz, babası Erdal Öz’ün yapıtlarını 70 yıllığına Can Yayınları’na devreden sözleşmeler imzaladıklarını, babasının yayımlanmasını istemediği çalışmaları konusunda onun isteği ŞT oyuncusu ve yönetmeni dün son yolculuğuna uğurlandı Sevgi Sakarya hayatını kaybetti Kültür Servisi İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları oyuncusu, tiyatro yazarı ve yönetmen Sevgi Sakarya (42) geçirdiği beyin enfarktüsü sonucu kaldırıldığı hastanede hayatını kaybetti. Sakarya’nın cenazesi, dün Fatih Reşat Nuri Sahnesi’nde düzenlenen törenden sonra Ataköy 5. Kısım Camii’nde kılınan öğle namazının ardından Bakırköy İlçe Mezarlığı’nda toprağa verildi. Törene, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Müdürü Abdullah Kaplan, Genel Sanat Yönetmeni Ayşenil Şamlıoğlu ve birçok tiyatro sanatçısı katıldı. Eskişehir doğumlu olan Sakarya, İstanbul Üniversitesi Devlet Konservatuvarı Tiyatro Bölümü’nden mezun oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda oyuncu olarak çalışmaya başlayan Sakarya’nın yazdığı “Lay Lay Lom” adlı çocuk oyunu, 20042005 Sezonu’nda İBB Şehir Tiyatroları tarafından sahnelendi. Ardından “Temizlik Ülkesi” adlı çocuk oyununu yönetti. Birçok reklam filmi, dizi ve sinema filminde rol alan Sevgi Sakarya, Tunç Başaran’ın 1989 yapımı “Uçurtmayı Vurmasınlar” isimli filminde de yer almıştı. Sakarya, aralarında “Antonius ve Cleopatra”, “Çulsuzlar”, “Ağrı Dağı Efsanesi”, “Resimli Osmanlı Tarihi”, “Hizmetçiler”, “Theope”, “Kafkas Tebeşir Dairesi”, “Hasır Şapka”, “Suç ve Ceza”nın da bulunduğu pek çok oyunda rol aldı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle