27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
11 AĞUSTOS 2011 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA [email protected] EKONOMİ 9 Uzmanlara göre kapitalizmin finans ayağı ülkeleri vurdu. Bunalımın Türkiye’deki etkisi durgunluk olacak Bu işin sonu işsizlik DÖNGÜSEL B R KR Z Cumhuriyet, uluslararası krizi ekonomistlerle görüştü. Ekonomi uzmanları, gelişmiş Batı ülkelerinin borç sorunuyla başlayan son dönemdeki çalkantıları kapitalist sistemin finans ayağının tetiklediği döngüsel bir kriz olarak niteledi. Prof Dr. Erinç Yeldan, “Türkiye’yi uzun süreli bir durgunluk ve işsizliğin beklediği” öngörüsünde bulundu. Hangi Niyetle Yersen... Medyamız Suriye gelişmelerinin değerlendirilmesinde kamoyunun iki kutba ayrıldığı haberini veriyor... İki kutba ayrılmadığımız, cepheleşmediğimiz bir konu varmış gibi. Laf aramızda, haberin haber değeri yok. Başbakan ve Dışişleri Bakanımız, hükümet politikalarını eleştiren Suriye değerlendirmelerine çok kızgın, dünkü açıklamalarında kabaca ABD eksenli politik dayatmalarla uzaktan yakından ilişkilerinin olmadığını kanıtlama yarışı içinde oldular. En çarpıcı açıklamaya açıklama “Suriye bizim iç işimiz” diyen Başbakan’ın bu sözleri ile başka bir ülkenin iç işlerine karışmayı kastetmediğini, bu açıklamanın Türkiye aleyhine doğuracağı sakıncaları sayanlara, ana muhalefet partisi başta art niyetlilik içeren ağır hakaret üslubu ile yanıt vermesiydi. İç işimiz kavramı ile kastının Suriye ile olan yakınlıklarımız, kader birliğimiz olduğu üzerine verdiği uzun örneklemeler ise, Dışişleri siyasetinde büyük pot sonucu doğurabilecek sözlerin aleyhimize olası geri dönüşlerinin bir tür onanması gibiydi. Başbakan ve bakanın açıklamalarında Türkiye’nin sorumluluk inisiyatifi olarak özetlenen Davutoğlu’nun Suriye ziyaretinin öncesi, sonrasında dünya kamuoyunun gözünün içine sokula sokula gerçekleştirilen başta ABD, AB ülkeleri, Dışişleri ile yapılan görüşmelerin içeriğinden tek satır yoktu. Oysa ülkemiz ve dünya medyasında bu görüşmelerin içeriği Esad pazarlığı olarak özetlenmişti. Türkiye’nin Batı dünyası adına Esad’a bir zamanlar Saddam’a yapıldığı üzere son bir uyarı ile görevlendirildiğinin aksine bir gündem, olasılık yok gibiydi. Bir satır arası gerçeği daha anımsamakta yarar var.. Dış politika dengeleri, çıkarları, sanatı söz konusu olduğunda, gizlenmek istenen sadece sonuç alınmak istenen gelişmeler ile, resmi dış politika dilinde söze dökülmeden gözün içine sokulmak istenen gelişmeler arasında üslup farkları olduğudur. Yani Türkiye’yi zor duruma sokmadan ya da işin içinde göstermeden de etkin arabuluculuk, son tehdit, pardon uyarı mesajını göndertme görevi yaptırılabilirdi. Davutoğlu’nun Suriye’ye çok fazla gürültü koparılarak, “Son çok önemli mesajları götürüyor” duyurusu dünyaya Türkiye ve ABD odaklı duyurulmuş olarak yaptığı ziyaretten bir gün önce, hükümet katında ABD, AB elçilikleri aracılığı ile saatler süren görüşmeler yapılıyorsa, ve de yine gürültülü dünyaya duyuruluyorsa... amaçlananlar çok farklıdır.. Dış politikanın resmi söylem dilinde söylenenlerin anlamı rafa kalkmıştır.. 6 saatlik EsadDavutoğlu görüşmesine ilişkin yapılan resmi açıklamaların çok da bir anlamı yoktur. Resmi sorumluluğun söz konusu olmadığı açıklamalarda bilerek verilen imajların, açıklamaların gerçekliği, sonuçları çok daha fazla ciddi anlam taşır. TürkiyeSuriyeABDdünya kaynaklı haber ve yorumlar ise, Türkiye’nin kendi çıkarları, öznel koşulları, tam da hükümetimizin ağzından düşmeyen sıkı akrabalık bağları göz önüne alındığında, Türkiye’ye biçilen, hükümetimizin de kabullendiği rollerin giderek daha kaygılandıran boyutlar kazandığıdır. Biz ne olup bittiğini bile anlayamadan, rejimi demokrasi olan bir ülkede asla olamaması gereken bir biçimde oldubitti ile bataklığın içine bulaşıyoruz. İsterseniz kendinizi, yakın çevrenizi yoklayarak Libya bataklığındaki gerçek konumumuz ile algılamadaki yüzeyselliğimiz arasındaki farkı sorgulamayla başlayalım. Gelinen son noktada dünya medyasındaki bilgilendirmelerin satır aralarından Kaddafi’nin pazarlandığı gibi çok kolay gidici bir konumda olmadığını öğreniyoruz. Hani şu suikasta kurban giden muhalefetin askeri gücü komutanı olayı var ya.. Muhalefet hareketi kırıldığı, bölündüğü, tekrar Kaddafi ile uzlaşılmaya çalışıldığı için kendi içinden, büyük olasılıkla ABD desteğinde suikasta kurban edilmiş.. BM kararının NATO eliyle uygulanmasında ise üs merkezi Türkiye; yapılan her yanlıştan ilerde en çok din kardeşliği adına o yargılanıp hesap verecek, bedel ödeyecek. Oysa savaştan kaçanların Akdeniz’de boğulup ölmeleri bile NATO’nun duyarsızlığını önleyemiyor. Malum, Dışişleri Bakanımız doğrudan direnişçilerin merkezine giderek para yardımını götürdü. Libya’nın kirli iç savaşı, aşiretler çatışmasında doğrudan bulaşık, işin içindeyiz. Kimseye yaranamayacağımız da ortada... Suriye hem en uzun sınırlı komşumuz hem de İslami mezhep, ırk çatışmaları ekseninde bizi daha büyük bir bataklığın içine sokmaya aday konumda.. Ortadoğu dengelerindeki yeni hesaplaşmaları, İran’ı, Türkiye’nin sayısız gündemli iki arada bir derede kalmasını ekleyin.. Irak’ı çok başka havalarda işgal ederken, “Sizin topraklarınız üzerinden ben gireceğim, ama siz gelmeyeceksiniz..” diyen ABD, şimdi doğrudan işin içinde olmadan Türkiye’yi neden önden itiyor? İktidarımız bunları elbet görüyordur, elbet Suriye gündemli bir savaşın içinde olmaya gönüllü değildir. Ama şu hangi niyetle yenilecekse yenilsin vitrininde olmak var ya.. ABD’nin ekonomik krizi, çıkar savaşlarında örneğin savaş lobilerinin yine yıldızları parlamakta ise... CAR AÇIK R SK Ekonomist Nazif Ekzen, “Eylülekim ayı cari açığının yüksek çıkması durumunda Türkiye’nin ciddi bir dış denge krizyle karşı karşıya kalacağını” söyledi. Prof. Dr. Yakup Kepenek ise, “dövizdeki artışın kaçınılmaz olarak enflasyona ve daralmaya yol açacağı” öngörüsünde bulundu. Girdilerdeki artış enflasyonu yükseltecek YAKUP KEPENEK: Kapitalist sistem, niteliği gereği, bu tür krizlere, bunalımlara, iniş çıkışlara açıktır. Kendi niteliğinden kaynaklanan hastalıkları taşır ve bunları da zaman zaman dışa vurur. Son gelişmeleri de bu bağlamda düşünmek gerekiyor. Asıl sorun uluslararası sermayenin güven duyma sorunudur. Kendi geleceğini güvence içinde görememesi sorunudur. Yunanistan, İtalya, İspanya ve ABD’nin borç sorununun özünde büyük sermayenin kazanç arayışlarının sisli bulutlu olmasından kaynaklanıyor. Yunanistan’dan başlayan ve borç meselesinden doğan çalkantılar ve kriz de budur. Kâr, faiz, yüksek getiri elde edeceği alanların olabildiğince geniş olmasını, bunların korunma altında olmasını ister. Sermaye her ülkenin kendisi için verimli olmasını, kâr getirici olmasını, yatırımlarının dönmesini ister. Bu ülkeler aşırı ölçüde borçlanınca bu güvence noktası sıkıntıya giriyor. O sınırlamadan doğan kaygılardır. Ve bu kaygılar borsaya olduğu gibi yansıyor. Türkiye bu tür kaygıların bedelini 1999 ve 2001’de devletin sırtından ödedi. Türkiye 20082009’da Amerika’dan konut kredilerinden kaynaklanan krizin bedelini de ciddi bir gerilemeyle ödedi. Öyle görülüyor ki doların TL fiyatı artıyor. Bu aslında ihracatçıların yıllardır taleplerine uygun düşüyor. Ama bu kısa süreli bir dönem olacaktır. Bunun sonucu kaçınılmaz olarak yüksek enflasyon ve yüksek faizdir. Eğer bu doların değer kazanması enflasyon ve faize yansırsa bu ekonomi için büyük bir sıkıntı kaynağı olur. Daralma noktası olur. Türkiye ithalata dayalı tüketimle büyürken, ithalat ve ara girdi fiyatları artacağı için enflasyon biçiminde yansıyacak. Erinç Yeldan, Nazif Ekzen ve Yakup Kepenek, Murat Kışlalı’nın sorularını yanıtladı. Ciddi bir dış denge krizi yaşayabiliriz NAZİF EKZEN: Esas itibarıyla kapitalist düzen üretimi finansman cephesinden ciddi bir darbe almış vaziyette. 1980 sonrası başlayan neoliberal anlayış içinde 20 yıl getirilen finansman araçlarıyla bir derin soluk aldı ama sonra ciddi biçimde soluğu tıkandı. Tamamen pazara hitabeden bu üretim biçimini finanse edecek bir reel gelir imkânını yaratamadı. Tüketimi sürekli canlı tutacak borçlanmaya dayalı bir finans yapısı geliştirildi. Bu da globalleşme adı altında yaygınlaştırıldı. Ancak artık reel gelire dayanmayan bu anlayış sürekli finansal balonlar, şişkinlikler yaratmaya başladı. Her seferinde dönüp reel sektörü etkilmeye başladı. Finans sektörü öylesine güçlü bir hale gelmişti ki bu kapitalist ekonomilerde, onlar finans sektörüne yönelik düzeltmelerin yapılmasını kabul etmediler, yönetimleri, devletleri bu finans sektörünü desteklemek zorunda bıraktılar. Devletler de parlamentoya halklarına sormadan ihtiyaç duyulan bütün finansları borçlanma şeklinde yüklendiler. Bu yolla bu büyük finans yapısına sürekli kaynak sağladılar. Ama şimdi bu da tıkanma noktasına geldi. Ortaya devletlerin borçları çıkmaya başladı. Devletler sürekli geri dönüp yurttaşlarına vergi getirmeye ya da yurttaşlara dönük kamu harcamalarını kısmaya başladılar. Onun için de insanlar ayaklanmaya başladı. Bu noktada çözümsüzlük var. Ama hâlâ daha ABD, İngiltere, Fransa, İtalya gibi ulusal devletlerin yönetimi finans kesimi tarafından daha da fazla borçlanın dayatmasının altında. Ancak bunun bir çözüm olmadığı, üretilen mala karşı reel gelirle talep yaratılmadığı takdirde bunun işlemeyeceği ortada. 46’da kurulmuş 80’de revize edilen bu sistemin kötüye gittiği ortada. Kapitalizmin bu finansman anlayışı kesin çöker; başka çıkışı yok. Türkiye ise iliştirilmiş, bağımlı bir ekonomi. Türkiye’de krizler hep dış denge sorunundan yaşanmıştır. Bu sefer de sanki oraya gidiyor gibi. Geçen eylülekimde 6 milyar doların üstüne çıkan cari açık önümüzdeki eylülekimde sürerse ciddi biçimde dış denge sorunu ortaya çıkacaktır. Büyümedeki yavaşlama çok şiddetli bir daralmaya dönüşebilir ERİNÇ YELDAN: Kapitalizm 5060 senede bir içine sürüklendiği yapısal nitelikli döngüsel krizlerinden birinin içinden geçiyor. Bu bir finansal kriz gibi duruyor, ama özünde kapitalizmin kâr oranlarının düşmesi, yüksek tüketiminin yüksek borçlanmayla karşılanması, emek örgütlerinin parçalanmasıyla ücretlerin gerilemesi, tüketimdeki daralmanın borçlanmayla karşılandığı bir sistemin tezahürü. Dolayısıyla bu borç ekonomisi yeterince ücret geliri sağlayamayan kapitalizmin ara çözümü olarak ortaya çıkıyor. Bu sistemin çökmesi 2008’de finansal çalkantı olarak adlandırıldı ve canlanma paketleriyle atlatılabileceği düşünüldü. Ama bu paketler nedeniyle devletler aşırı borçlandı. Şimdi devasa bir borç var. Bunun çevrilebilmesi ancak yüksek faiz ortamında olabilir. O da küresel enflasyon tehdidi içeriyor. Yüksek faiz ve yüksek enflasyon finansal ürünlerin değerini düşürdüğü için sermayenin baş düşmanıdır. Finansal sermaye bu kadar yüksek özel ve kamu borcu ve yükselmesinden endişe ediyor. ABD’nin notunun kırılmasının ardında da bu tehditin yarattığı kaygıya karşı finans titanlarının içgüdüsel bir ön tepkisi, siyasi şantajı var. Türkiye ise 2008’den bile daha kırılgan durumda. Cari işlemler o dönemde yüzde 56 düzeyindeydi şimdi 8’in üstünde. Finanse ediliş biçimi çok daha sağlıksız, kısa vadeli, şirketler açık pozisyonlara daha duyarlı durumda. Finansal girişteki bir yavaşlama reel sektörü doğrudan yansıyacaktır. Büyümedeki yavaşlama çok şiddetli bir daralmaya da dönüşebilir, ya da uzun süre yüzde 23 şeklinde bir büyüme ile sürebilir. Türkiye 2001’deki gibi bir finansal çöküntü değil, uzun süreli bir durgunluk ve yavaşlık, işsizliği yüzde 9’un altına indiremeyen bir patikaya girebilir. Vestel bu sefer aydınlatacak Ekonomi Servisi TV üretiminde uzman olan Vestel Amerikalı Cree şirketi ile işbirliği yaparak LED aydınlatma sektörüne girdi. LED’de yüzde 100 yerli üretim hedefleyen Vestel, iki yıl içinde bu alana en az 50 milyon dolar yatırım yapmayı planlıyor. İlk aşamada aydınlatma ürünlerini yurtdışından getirecek olan şirket 23 yıl içinde Manisa’da kuracağı fabrikada üretime geçmeyi amaçlıyor. Vestel Şirketler Grubu İcra Kurulu Başkanı Ömer Yüngül, Amerikalı ana işleri olan televizyon üretimi dolayısıyla, panellerin arkasında yer alan LED ışık sistemini üretme ihtiyacı duydukları için bu işle ilgilenmeye başladıklarını söyledi. Vestel’in, 2012 yılı ile birlikte tüm LED aydınlatma ürünlerinin sistem ve armatür üretimlerini Manisa’daki Vestel City’de gerçekleştireceğini açıklayan Yüngül, “Biz Cree’den paketlenmiş çip alacağız. Bizim de 2.5 yıl sonra bu konuda makinelerimiz olacak. O zaman üretimin yüzde 70’i yerli olacak. Bu alandaki mühendis sayımız da 200’e çıkacak” dedi. Şehirlerarası ve sokak aydınlatmalarına da talip olduklarını açıklayan Yüngül, LED aydınlatmanın verimlilik özelliğine dikkati çekerek 60 vatlık ampullerin yerini 9 vatlık olanların alacağını dile getirdi. Cree Kurumsal Pazarlama, Strateji ve İş Geliştirmeden Sorumlu Başkan Yardımcısı Chris James de LED aydınlatma alanında şu anda 1500’ün üzerinde onaylanmış, 2 binin üzerinde onay bekleyen patentleri bulunduğunu aktardı. HİNDİSTAN: RAN’IN PARASI TÜRK YE ÜZER NDEN YENİ DELHİ (REUTERS) Hindistan’ın kamuya ait rafineri işletmecisi Indian Oil Corp (IOC), ithal ettiği ham petrolle karşılık ödeme yapmaya başladığını duyurdu. Kamuya ait rafineri işletmecisi IOC borcu olan 380 milyon Avro’yu Türkiye’deki bir banka ile yapılan düzenleme aracılığı ile bu ay ödeyeceğini açıkladı. IOC’nin finans direktörü P. K. Goyal, şirketin şu ana kadar İran’a 73 milyon Avro ödeme yaptığını belirtti. Daha önce Hindistan basını, yaptığı haberlerde İran’a ödemelerin Halkbank üzerinden yapıldığını iddia etmişti. TSKB’den 130 milyon TL kâr Ekonomi Servisi Türkiye Sınai Kalkınma Bankası (TSKB), 2011’in ilk yarısında solo bazda 130.3 milyon lira net kâr açıkladı. TSKB’nin vergi öncesi kârı ise 159.8 milyon lira olarak gerçekleşti. TSKB’nin aktif büyüklüğü, 2010 ikinci çeyreğine göre yüzde 17.2 artarak 8.5 milyar lira seviyesine ulaşırken, aktif büyümesi geçen yılın sonuna göre yüzde 7.4 oldu. Yapılan açıklamada TSKB’nin, 30 Haziran 2011 itibarıyla güçlü sermaye yapısını korumakta olduğu ve faaliyet gelirleri toplamının yüzde 9.4 artış göstererek 206 milyon liraya çıktığı açıklandı. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle