24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 9 TEMMUZ 2011 CUMARTES 16 Dokunulmazlık Tartışması Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun, daha adaylıklar kesinleşmeden, geçen mart ayında, “Anayasanın 14 ve 83. maddeleri, Ergenekon gibi bir davadan herhangi bir şekilde yargılananların milletvekili seçilse dahi dokunulmazlık kazanamayacağını açıkça ortaya koyuyor. Aday olmalarında bir engel yok, ama dokunulmazlık kazanamazlar. Tutuklu olanlar ‘Dokunulmazlık kazandı’ gerekçesiyle tahliye de edilemez, milletvekili olduğu için tahliyesi söz konusu olamaz; böyle bir gerekçe kullanılamaz” dediğini anımsatmıştık. Eski CHP Grup başkanvekillerinden Ali Nejat Ölçen, Kanadoğlu’na katılmadığını bildirdi. Ölçen’e göre, anayasanın 14 ve 83. maddelerinin, tutuklu bulunan ve 12 Haziran’da milletvekili seçilen bireyler için uygulanması olanak dışı: “Anayasanın 14. maddesinde ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmayı amaçlayan faaliyette bulunduğu’ savı yargı tarafından kanıtlanmamış ve anayasanın 83. maddesinde belirtilen ‘suçüstü hali’ söz konusu olmamış ve karara bağlanmamıştır. Milletvekili seçilen bu bireylerin tutukluluk halinin devamı, hukukun AKEPE’leşmesinin sonucudur. Tutuklu bulunan milletvekilleri dokunulmazlık hakkını kazanırlar ve onların TBMM’de görevlerini engellemek aslında anayasanın özüne ve sözüne aykırıdır. Seçilen kişi milletvekilidir, dokunulmazlık zırhına bürünmüştür. Yargı onu bu düzeyin dışına itemez. Meclis kararı olmadıkça.” Kurultaydan Vazgeçme Gerekçeleri CHP’deki muhalifler, kurultayı olağanüstü toplantıya çağırmaktan vazgeçtiler. CHP Genel Merkez yöneticilerine bakılırsa, gerekli imzayı bulamamışlardı. Muhalifler öyle demiyor ama: “Parti öyle bir noktaya getirildi ki, kurultayla CHP’nin ikiye kırılma olasılığı vardı. Vazgeçtik.” Bu karara, yemin direnişinin mi etkili olduğunu soruyoruz. Tek gerekçe o değilmiş: “Grup, MYK ve PM dağınık. Parti içinde çok ciddi mezhepsel ve kökensel kemikleşmeler başladı. Bütün bunları göre göre partiyi çetin geçecek bir kurultaya taşıyamazdık.” Bir başka gerekçeleri daha var: “Kurultay ile birlikte par Özel Şirketlerde Sosyal Sorumluluk Özel şirketlerin içinde yaşadıkları toplumlara karşı bazı sorumlulukları olduğu konusu, oldukça tartışmalıdır. Tartışmanın temelinde, özel şirketlerin yapabilecekleri sosyal sorumluluk harcamalarının, “hayırseverlik” mi, yoksa topluma karşı bir sorumluluğun yerine getirilmesini belirleyen bir “görevi yerine getirme” davranışı mıdır sorusuna yanıt aranması sırasındaki görüş ayrılıklarıdır. Bazı oldukça “sosyalist” görüşlere göre, özel şirketler, aslında topluma ait olan toplum kaynaklarını kullanarak üretim yapmaktadırlar ve birçoğu da bu toplum kaynaklarını kendilerinin ya da yakın çevrelerinin çıkarları için kullandıkları için, toplumlara borçludurlar. Hatta, özel şirketlerden çoğu, bunları hoyratça ve savurganca harcayarak tükenmelerine neden oldukları için, bu “borcu” geri ödeyebilmek için sosyal sorumluluk projeleri yapıp bunları uygulamak ve bu topluma geri vermek zorundadırlar. Bu alandaki özel şirket (kapitalist) yanlısı görüşlere göre, sosyal sorumluluk projelerine para harcayan üst düzey özel şirket yöneticileri bu harcamaları, ortakların kesesinden değil kendi keselerinden yapmalıdırlar. Bu görüşlere göre, sosyal sorumluluk projeleri için ortakların hak ettiği para kaynaklarından (şirket kârlarından) yapılan sosyal sorumluluk harcamaları, bir örtülü vergi özelliğindedir; ve şirket içindeki katmadeğer yaratma oluşumunu zayıflatmaktadır. Özel şirketler aracılığı ile serveti ve geliri daha iyi ve yeniden dağıtmadan önce servetin ve katma değerin kazanılmasına öncelik verilmelidir. Tarafsız gözlemcilere göre durum şöyle görünüyor: Özel şirketlerin sosyal sorumluluk projelerinin katma değer yaratmadığını öne sürmek doğru değildir. Sosyal sorumluluk harcamaları da servet ve katma değer yaratıcı etkiler yaratırlar. Bu görüşte olanlara göre, örneğin çevre dostu projeler geliştiren bir şirket, bu davranışını beğenen toplum bireylerinden, ürettiği mal ya da hizmet için ek talep ve ciro artışı yaratmış olacaktır. Böyle bir şirket daha idealist çalışanları daha çok işe alarak, onların daha özverili çalışmaları yolundan daha kaliteli üretimlerini artırmak, ya da daha düşük ücretle işçi çalıştırmak olanağı elde edebilirler. Böyle bir şirket, toplumun ve kamu kurumlarının beğenisini kazanarak, kamu kurumlarından yardımlar, ödüller ve vergi indirimleri elde edebilir. Hatta böyle bir şirket, bu sosyal hizmetleri nedeniyle, daha düşük sermaye maliyeti ile, daha düşük faiz yükleriyle kaynak sağlama olanakları kazanabilir. Sosyal harcamalarını arttıran özel şirketler, topluma yaptıkları katkıların tümünün ya da herhangi bir bölümünün karşılığını, bugünden yarına, kısa sürelerde ve gözle görülür biçimde elde edemeyebilirler; ama orta ve uzun sürelerde bu tür harcamalarının parasal yararlarını elde edecekleri, kuşkusuzdur; geçmiş deneyimler bunu gösteriyor. Ülkemizdeki büyük özel kesim şirketleri, egemen ortakları ya da egemen aileler, kurdukları vakıflar aracılığı ile sosyal sorumluluk projeleri uygulamaktadırlar. Deneyimler göstermektedir ki, özel kişi ve kuruluşların bu tür sosyal hizmetleri, ürettikleri mal ve hizmetlerden daha çok itibar sağlamaktadır; bu hizmetlerle elde edilebilen yaygın reklam değeri, bedel ödeyerek bu kuruluşlar tarafından ödenmesi gerekecek büyük reklam harcamalarıyla elde edilen değerden çok daha fazla olabilir; böyle bir yarar/zarar (cost/benefit) hesabı da yapılabilir. Bu yönde kararlar alacak büyük özel şirketlerimizin ve büyük servet edinmiş kişi ve ailelerin daha çok ve yaygın sosyal sorumluluk projeleri geliştirip uygulayarak toplumdan şükran ve şirketlerine sürdürebilirlik kazandırabileceklerini düşünüyoruz. Danıştay’ın Görevi Nedir? tide bir çatlama yaşanırsa, bunun sorumlusu olarak kurultayı toplayanlar gösterilecekti.” Muhaliflerin yemin direnişini nasıl gördüklerine gelince: “Yargıyla inatlaşma, yargı üzerinde baskıda bulunmanın sonucunu gördük. CHP bir kitle partisidir. Marjinal partiler gibi eylem içinde bulunamaz, bir makul noktada uzlaşmak gerekiyordu, hatta bu olanak hâlâ var. Yoksa, çıkmazdan sıyrılamayacağız.” Çok yanlış buldukları yemin eyleminin asıl sorumlularını da saptamışlar: Sezgin Tanrıkulu ve Süheyl Batum. İdare hukuku kitaplarının yalnızca şöyle bir kapağını açmış olanlar bile bilir ki, Danıştay “idareyi” denetler. Danıştay, yüksek idare mahkemesidir; devletin en yüksek danışma ve inceleme organıdır. Oysa, Bülent Arınç’ın “Kurban olduğum Allah, verdikçe veriyor” diye tanımladığı yeni Danıştay Başkanı Hüseyin Hüsnü Karakullukçu, “İdare, siyasi iktidardır. Bizim derdimiz idareyle sürtüşme yaratmak değildir. Ben burada idareyi yargılamıyorum” demiş bulunuyor. Danıştay, idareyi denetlemeyecek, yargılamayacak da ne yapacak? Dahası, Sayın Karakullukçu, idareyi denetlemeyecek olan Danıştay’ın Başkanlığı’nda ne diye oturacak? Karakullukçu, gazetecilere bir şey daha söylemiş: “Adamsan sonuna kadar adam gibi yaşarsın. Tavuk gibi yaşasaydım tavuk olurdum.” Danıştay Danıştay’sa eğer, sonuna kadar Danıştay gibi olmalı değil mi? Hem, devlet kümes idaresi değil ki, her önüne geleni tavuk gibi kestirip attırasın. Geçmişte Ankara Baro Başkanlığı ve CHP Genel Başkan Yardımcılığı yapmış olan Hakkı Süha Okay, Mustafa Balbay’ın ülkenin bölünmez bütünlüğünü bozmak ya da anayasal düzeni değiştirmek değil, hükümeti devirme savıyla yargılandığına dikkat çekti: Bir Anayasal Yorum “Benim yorumuma göre, Balbay’ın durumu, serbest bırakılıp yemin ettirilmemesine gerekçe olarak gösterilen anayasanın 14. maddesi, ‘hükümeti devirme’ suçuna bir gönderme yapmıyor. Yine, gösterilen bir gerekçe olan anayasanın 83. maddesi, seçimden sonra TBMM üyesinin mahkum olsa dahi, cezasının infazının dönem sonuna erteleneceğini öngörüyor. Balbay açısından ortada bir mahkumiyet bile yok. Ortada bir tedbir var, yani tutukluluk. Dolayısıyla, hem 14. maddesi, hem de 83. maddesi açısından anayasanın yorumlanmasında çok ciddi yanlışlar yapılıyor. Bunalım, bu çerçevede hukuksal açıdan çözülebilir.” Şike Şike gerekçesiyle soruşturulan Aziz Yıldırım’ın birkaç saatliğine de olsa “rahatsızlığı nedeniyle gözaltı kararının kaldırılması” bir başka olaya götürdü bizi: Silivri tutuklusu Kuddu si Okkır, 14 Nisan 2008’de “Acilen tedavi edilmek istiyorum.Tam teşekküllü hastanede. Arz ederim” diye dilekçe vermişti. Kanser olan Okkır, ancak yaklaşık 2.5 ay sonra, 1 Temmuz 2008’de tahliye edilmiş, 5 gün sonra da ölmüştü! ‘Oy Madımak’ Hüzünlü Bir Ağıt SADIK ÇEL K K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK [email protected] 2 Temmuz günüyle birlikte hafızalarımıza kazınan Sivas olaylarının yıldönümünü 18. defa geride bıraktık. Bu sene valilikten Madımak önünde anma etkinliği yapılmasına izin çıkmadı. Buna rağmen 2 Temmuz günü otele doğru yürüyen kalabalığı polis biber gazı sıkarak dağıttı. Oysa 2 Temmuz 1993 günü orada toplanan 20 bin kişilik kalabalık dağıtılamamıştı… Vali oradaydı, garnizon komutanı oradaydı, devlet oradaydı ama ne hikmetse kalabalığa müdahale edilememişti. AleviSünni çatışması olduğu söylendi; 13’ü Sünni olan 35 kişi (daha önceki örneklerde gördüğümüz gibi) cuma günleri “camii çıkışında galeyana getirilenler”, kutsal ramazanda davulla sahura kalkmalarına rağmen “davulu kışkırtıcı kabul edenler” tarafından devletin ve toplumun gözü önünde katledildi. Katliam sonrası göstermelik tutuklanan, çoğu “psikolojik bozukluk” kılıfının içine sokulan 140 kişinin, ne acıdır ki, gönüllü avukatlığını üstlenen, Sivas katliamı sanıklarına destek veren, hapishanede onları yalnız bırakmayan çok ünlü isimler siyasi tarihimizin önemli figürleri olarak yerlerini aldı. Devletin üst kademelerinde, siyasi partilerin genel başkanlık koltuklarında uzun seneler varlıklarını korudular. Bugün, müze olmak yerine kamulaştırılıp Bilim ve Kültür Merkezi’ne dönüştürülen Madımak otelindeki “Anı Köşesi”nde 37 isim var. Bunlardan ikisi olaylara sebep olan saldırganlar… İsimleri kurbanlarının yanı başında anılan iki “katil”… Vali bunun “insanlık” adına, barış adına “hiçbir ayrım gözetmeden” yapıldığını söylüyor… İnsanlık ayıbı olduğunu kabul etmiyor. İnsanlık adına hazırlanan Anı Köşesi’nde unutmamız isteniyor karanlık anıları. Katillerinin ismini maktullerinden ayırmadan, ayrımcılık yapmadan hazırlanan yepyeni kahramanlık destanları eşliğinde sil baştan yazılan ve sadece güzel anılardan oluşan tertemiz bir tarih… Olayın ardından dönemin siyasi isimlerinin de ifade ettiği gibi “Aziz Nesin’in tahrik edici konuşmalarından kaynaklanan”, “halktan kimseye bir şey olmadığı için büyütülmemesi gereken” ya da “münferit bir katliam olduğu için abartılmaması gereken” bir olayın bugün, “insan merkezli ve hiçbir ayrım yapmayan”(!) bir bakış açısıyla değerlendirilmeye kalkışılması aslında hiç de şaşırtıcı değil… Bu cesaretin nereden geldiğini görmek için yakın tarih sayfalarında yerini almış belirli olaylar karşısında büründüğümüz suskunluğu ve inkârcı tavrı aklımıza getirmemiz yeterlidir. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun zulüm görenin hesabı zulmedenden sorulmalıdır. Görmezden gelmek, dikkati başka ayrıntılara çekmeye çalışmak, olayın özünden sapmak gerçeğin üzerini bir süreliğine örtse bile gerçek o kara örtünün altında durmaya devam eder ve er ya da geç vicdanlar adil olan hükmü verir. Sonuçta, tüm çabalara rağmen, vicdanının sesine kulaklarını kapamadıkça insanlık, Sivas’ı da Maraş’ı da Çorum’u da unutmayacaktır. emiz Kramponlar Operasyonu hakkında Şike operasyonu dalgalar halinde devam ediyor… Operasyon devam ettikçe futbol dünyası dengesini biraz daha yitiriyor. CHP’nin yemin krizini bile gölgede bıraktı Aziz Yıldırım’ın basına sızdırılan gözaltı görüntüleri; ki Yıldırım’ın avukatları soruşturmanın gizliliğini ve adil yargılanma hakkını açıkça ihlal eden kişiler hakkında savcılığa suç duyurusunda bulundu. Kulüpmafyaişadamı üçgenlerinin çevirdiği çarklar ne yazık ki birçok ülkede sahaları kirletmiştir. Temiz futbolla ilgili en büyük operasyonlardan biri İtalya’da yapıldı hatırlarsak… Dünya tarihine “temiz ayaklar” ismiyle kaydedilen operasyon sonucunda İtalya’nın dev kulüplerine büyük cezalar verilmiş ve bu sayede İtalyan futbolundaki bataklık büyük oranda kurutulmuştu… Evrensel bir geçerliliği olan futbolda şikenin ülkemizde Fenerbahçe ya da Aziz Yıldırım’la sınırlı olmaması muhtemel. Ortada normalleştirilmiş bir çarpıklaşma var. Aziz Yıldırım da bu çarpıklaşmanın aynı anda hem öznesi ve hem de nesnesi olmuştur. Aslında Aziz Yıldırım, “Konuşursam herkes yanar” şeklindeki sözleriyle bir anlamda şike çarkının var olduğunu kanıtlarken bir yandan da çarkın çapının büyüklüğüne işaret etmiştir… Ancak şimdilik, biraz daha bekleyip olayları daha içeriden görerek gerçekleri yakalamaya çalışmaktan ve adaletin bu sefer kılıcını doğru yere saplamış olmasını ummaktan başka yapacak bir şey yok gibi. [email protected] T Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Birkaç dizi 1 altın zincirden oluşan enli ger 2 danlık ya da bi 3 lezik... Polon 4 yum elementi5 nin simgesi. 2/ Ceviz... Argo 6 da aptal, bön 7 kimseye veri 8 len ad. 3/ Eskiden Rum kor 9 sanlarına verilen ad. 4/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 İçinde Türkçenin de 1 P E NO L O J İ yer aldığı dil ailesi. 5/ 2 A S T A L İ K A İçine kıyma konul3S T O A U L A K muş küçük hamur 4K E R R A K E I parçalarıyla hazırla5A T İ D T H nan bir yemek... ParA D E T lak kırmızı renkte bir 6 L İ F süs taşı. 6/ İşaret ola 7 K R A L K I Z I İ T A R E N rak yere dikilen çu 8 T 9A N Z E R B A L I buk... İki buçukla dört yaş arası çocukların bakıldığı eğitim kurumu. 7/ Bir milin yatağında dönmesini sağlayan bölüm... Bir renk. 8/ Üç dört tel ipekten bükülmüş iplik... İşsiz, aylak. 9/ Bilgisiz, kültürsüz kimse... Dansçının ayakkabılarına takılan metal plakaların vurmalı bir çalgı gibi kullanıldığı dans üslubu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Hamuru sac üzerine dökerek pişirilen bir tür pide... İtalya’nın en uzun ırmağı. 2/ İskambil oyunlarında, diğer renklerden üstün tutulan renk... Bir meyve. 3/ Görünüşü ve davranışıyla korku veren iriyarı kimse. 4/ Orta Asya’da bir dağ sırası. 5/ Denizcilikte, gabya serenini kaldıran halat ve makara... Dili tutulmuş, konuşamaz hale gelmiş. 6/ Metal nesneleri kazımakta kullanılan çelik kalem... “Çok bekledim cücük çıkmadı” (Pir Sultan Abdal). 7/ Bir top namlusunun iki yanına tutturulan millere verilen ad... Halk dilinde ayrana verilen ad. 8/ Tanrı sanılan ve tapınılan nesne... “Oldum ilimden / Beni bunda eyler misin” (Yunus Emre). 9/ Argoda esrar... Film çekimi sırasında kullanılan ve üzerinde birtakım bilgiler bulunan tahta. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle