18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 3 TEMMUZ 2011 PAZAR [email protected] 14 PAZAR KONUĞU Eski AP Parlamenteri Vural Öger’den Türkiye’nin Arap ülkelerine örnek oluşturabilmesi için önemli mesajlar: Önce demokratikleşme şart SÖYLEŞ LEYLA TAVŞANOĞLU Eski bir Avrupa Parlamentosu (AP) üyesi olan Öger Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Vural Öger’le Arap baharının Avrupa ve Türkiye’ye etkilerini ve Türkiye’nin AB’yle soğuyan ilişkilerini konuşuyoruz. Öger AB’nin kendi derdine düşmesi nedeniyle Arap dünyasında olup bitenleri iyi kavrayamadığını, bu boşluğu Türkiye’nin doldurabileceğini söylüyor. Ankara’ya ise AB’yle ilişkiler bağlamında şu mesajı veriyor: “Önümüzdeki birkaç yıl içinde Almanya ve Fransa’da iktidarlar değişecek. Bu Türkiye’nin üyeliği için büyük fırsattır. AB’ye sırtınızı dönmeyin.” Tunus’ta başlayıp Kuzey Afrika ve Ortadoğu’nun diğer ülkelerine sıçrayan halk hareketlerinin sonuçları ne olur? V. Ö. Osmanlı İmparatorluğu çöktükten sonra hemen hemen bütün bu ülkeler Batılı devletler tarafından kolonize edilmiştir. Örneğin Fransa Cezayir, Tunus, Fas’a; İngiltere Mısır, Ürdün, Irak, Yemen’e; Fransa Suriye ve Lübnan’a girmiş, Arap dünyasını o zamanki emperyalist düzen içinde paylaşmışlardır. Bu paylaşımda Ortadoğu petrolleri çok büyük rol oynamıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra İngiltere köprü oluşturmak isiyorsa bunu sadece ekonomik verilerele yapamaz. Demokrasi açısından çok örnek bir ülmek haline gelmesi gerekir. kolonyal güç olarak yavaş yavaş sömürgelerinden çekilmeye başladıktan sonra bu ülkelerin önemli kısmı sosyalist denemelere girdi. Bunda Soğuk Savaş döneminin Sovyetler Birliği etkisi de oldu. Daha sonra Soğuk Savaş’ın sona ermesiyle birlikte bu bölgede İslami hareketler başladı. Burada bir şeyi görmemiz lazım. Bu ülkeler hiçbir zaman demokrasiyle tanışamadılar. Mutlu bir azınlık o ülkelerin nimetlerinden yararlandı. Çoğunluk ise yoksulluğa terk edildi. Öte yandan küreselleşen dünyada hele de son 1015 yıl içinde büyük değişimler oldu. İletişimin doruğuna çıktığı bugün Arap ülkelerinde genç bir nüfus iletişim teknolojisini yaygın olarak kullanmaya başladı. İnternetten dünya gençliğinin nasıl yaşadığını öğrendi. Ekonomik şartlarının düzelmesini, iyi yaşam koşulları elde etmeyi, özgürlüğü hedeflemeye başladı. Bana göre toplumsal patlamalar bundan kaynaklandı. Türkiye AB’yle Arap dünyası arasında AB ülkelerinin ortak bir dış politikası olmadığı için Arap ülkelerine yönelik bir konsensüs içinde değiller. Bir anlamda Arap ülkeleri kendi kaderlerine terk edilmiş gibi görülebilir. neredeyse 70 yıl geçti. O 70 yıl içinde seçilmiş başbakan (Adnan Menderes) asıldı. Ordu üç defa rejime müdahale etti. Evet, ayıplı, kusurlu demokrasiydi. Ama nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman bir ülke olarak öbür Müslüman ülkelere kıyasla biz bugün Batı standartlarında olmasa bile Doğu standartlarına göre belli bir demokratik düzen içinde yaşıyoruz. İyi de Türkiye’yi öbür ülkelerden farklı kılan nedir? Bir kere Atatürk’ün yaptığı reformlar, Batılılaşma projesi, 1950’lerde başlayan demokratikleşme süreci. O dönemde Mısır’a bakıyoruz. Önce Kral Faruk yönetimi, ardından da onu deviren Cemal Abdülnasır denilen diktatör. Cezayir’de Bin Bella rejimi, Irak’ta krallık, arkadan darbeyi yapan General Kasım başa geçiyor. Öbür Arap ülkeleri de öyle. Dolayısıyla Türkiye’nin geçirdiği demokrasi evrimini onlar geçirmedi. Bu kalkışmaların Türkiye’ye etkileri ne olur? Aslında onlar Türkiye’ye öykünmeye başladılar. Bir kere televizyonda Türk dizilerini seyrediyorlar. Türkiye’nin kendi ülkelerindeki yatırımlarını hayranlıkla izliyorlar. Geçenlerde Kahire’deydim. Çok güzel bir havaalanı yapılmış. Bana, “Bunu Türkler yaptı” dediler. Özbekistan’da otelleri, alışveriş merkezlerini Türk müteahhitler inşa etmiş. Türkler de Müslüman ama Batılı yaşam tarzları var, diye düşünmeye başladılar. Dolayısıyla Türkiye’yi örnek almak istiyorlar. Yalnız şunu belitmem lazım: Ortadoğu’daki o halk kalkışmaları sürer çünkü oralara bugünden yarına demokrasi gelmez. Peki, onlar kısa ve orta vadede yine otokrat rejimlerin kucağına mı itilecekler? Türkiye’yi hatırlayalım. İlk kez 1946’da DP kuruldu. Daha sonra CHP’nin yanında yeni siyasi partiler oluştu. O günden bugüne AB’nin çifte standardı Yalnız aklıma takılan bir soru var. Türkiye AB’ye tam üyelik müzakerelerini yürüten bir ülke olmasına rağmen seçim kampanyası boyunca ne Başbakan Erdoğan ne de AKP yöneticileri AB vizyonuyla ilgili herhangi bir söz telaffuz ettiler. Siz bunu nasıl yorumladınız? Çok üzüntü verici. Bazı AB ülkelerinin çifte standartları toplumumuzda belli tepkiler yaratıyor. Ben buna katılıyorum. Bu çifte standartlar kabul edilemez. Zamanında Almanya’da Sosyal Demokrat Schröder hükümeti, Fransa’da Chirac yönetimi başta olmak üzere 15 AB üyesi oybirliğiyle Türkiye’yle tam üyelik müzakerelerinin başlatılmasını kabul ediyor. Sonra Almanya’da Angela Merkel hükümeti, Fransa’da da Sarkozy yönetimi geliyor. Bu sefer Türkiye’ye imtiyazlı ortaklık verilmesinden söz edilmeye başlanıyor. Üstelik Almanya ahde vefadan söz etmişti. Bu ahde vefa olmayınca bu Türk toplumunda çok olumsuz etkiler yarattı. Öbür taraftan vize rezaleti yaşanıyor. Sırbistan gibi bir ülke AB’ye aday bile değil. Ama Sırbistan vatandaşlarına vize uygulaması kaldırılıyor, Türk vatandaşları hâlâ vize almak zorunda. Buna çifte standarttan başka ne denir? Bu durumda Türkler kendilerini onurları kırılmış olarak görmezler mi? Politikacılar bir daha seçilmek için kendi toplumlarının sesini dinlerler. Bizim hükümet baktı ki şimdi AB üyeliği şu anda halk için çok ilgi çekici bir konu değil, üzerinde durmak istemedi ve başka konulara geçti. P VURAL ÖGER O Ankara, 1942 doğumlu. 1961’de Almanya’ya R olarak gitti. Berlin Teknik Üniversitesi’ni bitirdi. burslu Daha sonra Almanya’ya yerleşerek Öger Tours adlı seyahat T acentesini kurarak Hamburg’dan Türkiye’ye direkt uçak kez başlattı. Zaman içinde Öger Tours R seferlerini ilk en yüksek ciro yapan turizm şirketleri Almanya’nın E arasına girdi. Almanya’nın ilk Türk Göç Komisyonu üyesi oldu. Türkiye’yle Almanya arasındaki ilişkilerin gelişmesine yardımcı olmak amacıyla TürkAlman Vakfı’nı kurdu. Yakın dostları olan Sosyal Demokrat Parti’den eski başbakan Schröder ve eski içişleri bakanı Schilly’nin ısrarıyla politikaya atıldı. 2004 Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde SPD’den milletvekili seçildi. AP Dış ilişkiler Komisyonu üyesi oldu. Bir dahaki seçimlerde adaylığını koymadı. Şimdi Öger Şirketler Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve TürkAlman Vakfı Başkanı. Türkiye’nin 1950’lerdeki durumunu 2011’de Arap dünyasında görüyorum. Bu uzun erimli bir süreç. Batı’nın gerçekten samimi davranıp o ülkelere yardım etmesi gerektiğini düşünüyorum. O ülkelerin ekonomik, sosyal, kültürel gelişmesine Batı destek vermeli. O ülkelere bir çeşit Marshall Planı uygulanmalı. Ama kendileri çok ciddi sorunlarla boğuşan AB ülkeleri bölge ülkelerinin yardımına nasıl koşacak? AB ülkeleri şu anda Yunanistan’la, Portekiz’le, İspanya’yla, İrlanda’yla uğraşıyorlar. Arap dünyasında olan bitenler onlar açısından biraz kenardan algılanıyor. Yani AB’nin ortak bir dış politikası da olmadığı için Arap ülkelerine yönelik bir konsensüs içinde değiller. Bir anlamda Arap ülkeleri kendi kaderlerine terk edilmiş gibi görülebilir. Bu olaylar Akdeniz’in öbür yakasında cereyan ediyor. Yani AB’nin kendi ilgili alanında olması gerekiyor. AB tek sesle konuşabilen bir birlik olabilse keşke... Onlara daha samimi, kolonyal geçmişinden daha uzak, çifte standardı olmayan, aynı göz seviyesinde bir yaklaşım gerekli. Ama ne yazık ki bugün AB’nin durumu bunu yapmaya elverişli değil. AB içinde bugün çok ciddi bir lider sorunu yaşanıyor. Düşünebiliyor musunuz? Avrupa’da Robert Schuman’lar, Jacques Delors’lar, Konrad Adenauer’ler, François Mitterrand’lar artık nerede? Bugün Angela Merkel’le, Berlusconi’yle ya da Nicolas Sarkozy’yle mi işler yürüyecek? Sarkozy gibi fırsatçı, gündelik politika yapan bir kişi... Vizyoner politikacı Avrupa’da kalmadı. Üstelik Arap baharı Avrupa’da tam olarak algılanamadı. Nasıl? Türkiye bugün çok karışık Arap dünyasının ortasında istikrarlı bir nokta görünümünde. Bu durum Arap ülkelerindeki sermayenin Türkiye’ye daha fazla akmasını sağlayabilir. Türk ekonomisine orta ve uzun vadede bu ülkelerde yeni pazarlar da açabilir. Ama Türkiye’nin kendisi ne kadar demokrat? O da ayrı bir konu tabii. Türkiye’de demokrasi sorununun bu kadar tartışılması üzücü. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde (AİHM) en fazla sayıda dava Türkiye’den geliyor. Öte yandan yüzün üzerinde gazetecinin şu anda hapiste olması AB üyesi olmak isteyen bir ülkeye yakışmıyor. Ergenekon davasında da insanların suçlu oldukları tespit edilmeden yıllarca tutuklu kalmaları Batı standartlarına çok aykırı. Öte yandan ekonomik olarak Türkiye gerçekten Maastricht kriterlerini karşılayabiliyor. Peki, Kopenhag kriterlerinden sınıfta mı kaldı? Sınıfta kaldı demesek bile çok eksiklikler var. Bu bir gerçek. Batı basınına bakın. Türkiye için ekonomik övgülerin yanı sıra demokrasi, insan hakları açısından çok ciddi eleştiriler var. Türkiye Arap ülkelerine örnek bir ülke olmak istiyorsa bence kendi demokrasi, insan hakları, özgürlükler sorunlarını halletmelidir. O zaman çok daha iyi bir yere gelebilir. AB’yle Arap dünyası arasında bir köprü oluşturmak istiyorsa bunu sadece ekonomik verilerle yapamaz. Demokrasi açısından çok örnek bir ülke haline gelmesi gerekir. Aslında Avrupa Parlamentosu’nun (AP) raporu dikkatle okunursa orada eksiklerin çok net biçimde sıralandığı görülecektir. Bunu benim tekrarlamama gerek yok. Brüksel Kıbrıs Rum Kesimi’ni üyeliğe almakla başına büyük bela sardı Peki, AB içindeki bu İslam fobisi ve Türkiye için neoOsmanlı olma yolunda olduğu spekülasyonlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Genelde değil ama bazı çatlak sesler var. Bu durumda adama, “Sen Türkiye’yle ilgili samimi davranmazsan koskoca bu ülke kendine bir başka yol aramayacak mı?” diye sormazlar mı? Ben Türkiye’nin bugünkü dış siyasetini olumlu buluyorum. Bence Arap ülkeleriyle, İran’la ilişkilerin geliştirilmesi iyi gelişmelerdir. Türkiye yıllarca Avrupa kapısında bekletilecek bir ülke değil. Bir kere bu onur kırıcı bir durum. Avrupa’nın bu çifte standartlı tutumu yanlıştır. Çifte standartlı bir Avrupa’nın da Türkiye’nin siyasetini bu şekilde eleştirmeye pek de hakkı yoktur. İyi de madalyonun iki yüzü yok mu? 2005’te Türkiye, Ankara Protokolü’yle Kıbrıs Rum Kesimi’ne havaalanları ve limanları açmayı taahhüt ettikten sonra bundan çark etmedi mi? Türkiye bu taahhüdü verdiği için Avrupa Komisyonu müzakereleri başlatma kararı aldı. O nedenle müzakerelerde pek çok fasıl açılamıyor. Öte yandan AB de Kuzey Kıbrıs’a ambargoların kaldırılması sözünü vermişti. Ama bu söz de tutulmadı. Burada daha esnek davranmak lazım. Avrupalılar diyorlar ki: Birisi taahhüttür, öbürü de verilen sözdür. Yine de Brüksel’in şu görüşünü anlatmak istiyorum. “Bize taahhüt edildi. Biz de müzakereleri başlattık. Ama taahhütler yerine getirilmedi.” Bence bu artık Türkiye’de bir iç politika konusu haline gelmiş durumda. Benim daha liberal bir görüşüm var. Şu anda Kıbrıs’ın (Rum Kesimi) Türkiye tarafından tanınması gibi bir talep yok. 35 fasıl bitirilir. Ondan sonra Türkiye’nin tam üyeliği gündeme geldiğinde bu talep gelebilir. Ama bugün bunu tartışmak için çok erken. Bugün bir fasılın açılması önemli ama Kıbrıs’ın (Rum Kesimi) vetoları yüzünden bu fasıllar bir türlü kapatılamıyor. Çünkü fasılların kapatılabilmesi için 27 üye ülkenin hepsinin onayı gerekiyor. AB Kıbrıs’ı (Rum Kesimi) üyeliğe almakla başına çok büyük bir bela sardı. Avrupalı politikacılar da bundan sürekli yakınıyorlar. AB’YE SIRTINI DÖNMEY N Ama Almanya’nın Yunanistan’ın şantajına boyun eğmesi yüzünden Kıbrıs Rum Kesimi AB’ye tam üye olmadı mı? Oldu. Berlin Duvarı yıkıldıktan sonra sekiz Doğu Bloku ülkesi AB üyeliği için başvurdular. Özellikle Almanya bunu çok istedi. Çünkü Sovyetler Birliği’yle arasında tampon devletler istiyordu. Yunanistan o zaman, “Biz hayır dersek onların hiçbirisi AB üyesi olamaz” dedi. Bu şantaj sonucu Kıbrıs (Rum Kesimi) AB üyeliğine alındı. Türkiye’nin o sırada bu konuya çok fazla ilgi gösterdiğini de sanmıyorum. Ancak Türkiye 1978’de Ecevit hükümeti döneminde bir hata yaptı. Ecevit o zaman AET’ye tam üyelik başvurusu yapması için ikna edilemedi. Bizim açımızdan tarihi bir hata oldu. Çünkü o zaman Batı Almanya Başbakanı Helmut Schmidt Yunanistan’ın tek başına AET üyesi olmasına pek sıcak bakmıyordu. Yunanistan tek başına girerse Türkiye sonsuza kadar üye olamaz. Onun için Türkiye de başvuru yapsın, görüşündeydi. Biz o kartı iyi oynayamadık. Siz Sarkozy ve Merkel’in bir anlamda Türkiye’nin AB üyeliğinin önünü tıkadığı görüşündesiniz. Ama bunlar da geçici insanlar. Bundan sonra Fransa ve Almanya’da yapılacak seçimlerde hükümetler değişecek gibi görünüyor. O zaman Türkiye’nin şansı ne olur? Almanya’da 2013’te seçimler var. Şu andaki anketlere göre Sosyal Demokratlar ve Yeşiller’den oluşan bir koalisyon işbaşına gelecek. Arada çok büyük fark var ve bu fark artık kolay kolay kapanmaz. Yeşiller Türkiye’nin AB’ye girmesinde çok ısrarlı. Sosyal Demokratlar da öyle. Buna paralel olarak Fransa’daki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Sarkozy’nin seçileceğini katiyyen düşünmüyorum. Strauss Kahn’ın Sosyalist Parti adaylığının düşmesi çok üzücü. Çünkü Türkiye’nin adaylığına çok olumlu bakıyordu. Ama Sosyalist Parti mutlaka halkın teveccühünü kazanacak bir aday bulacaktır. Avrupa’nın en büyük iki ülkesi Türkiye’nin üyeliği konusunda böyle bir değişim getirirse hayır diyecek bir Kıbrıs kalırsa hayret ederim. Onu da bir şekilde ikna edeceklerini düşünürüm. Türkiye’nin de AB’ye sırtını çevirmemesi lazım. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle