17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 26 HAZ RAN 2011 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Tüketimle Cıvıl Cıvıl ve Mışıl Mışıl Bitsin Artık Bu Masal! “Bu masal böyle bitsin eğer canın isterse...” şarkısını söylemek istiyorum. Üç mü, dört mü, yıllar geçti, içine atıldığımız bu çirkin masal sürüp gitmekte... Adı da var, Ergenekon... Yüzlerce, binlerce insan, aileler, çocuklar bu karabasana dönen dünyada yaşadı, yaşıyor, yaşamakta... Bir seçim geçirdik. Sekiz yıldır iktidarda olan bir parti ve onun “tek adam” lideri, bir kez daha halkın yüzde ellisinin desteğini aldı. Bir dört yıl daha egemenliğini yaşayacak, bizlere de yaşatacak... Her şey elinde, bir ülkenin tüm güçleri!.. Hukuktan, askerden, sivilden, sanattan, kültürden, daha ne varsa yaşamda yeri olan her şey!.. İlle de bir karabasanda yaşamak mı, yaşatmak mı amaç!.. Kendi halkına, hem de oylarıyla, sürekli seni destekleyen halkına bunca kıymak, neden? Balkona çık, güzel şeyler söyle! Ama birini bile yapma! Ne kadar tersi varsa o yolda yürüyeceğini göster!.. İstenen, özlenen ne? Barışta, huzurda, güvende yaşayan bir Türkiye!.. Oysa tam tersi bir çıkmazda, gün gün daha karanlıklara doğru gidiş... Seçimle kurtulacaktık. Olmadı, olmayacak gibi! Hem halkının oylarını al, hem de ülkende barışı, huzuru yaşatmaktan kaçar gibi ol! Gün geçtikçe işlerin daha karışacağını belirten olaylar yarat, umut denen güneşi karart!.. Oysa bir anda güzellikleri yaratmak kolayın kolayı!.. Yıllardır süren davalar sonuçlansın. Askersivil, gençyaşlı tutukluların hangi suçu ne kendilerinin ne de kendilerini yargılayanların bilmediği suçlamalar silinsin, gerçek demokrasi diye ortalıkta dolaştırılan yalanlar sona ersin... “Binmişiz bir alâmete gidiyoruz kıyamete” demeyelim artık! Milletin oyunu aldınız, ama onlar da aldı! Kimler, bağımsız adaylar, Balbay’lar, Haberal’lar, Alan’lar, daha başkaları... Zindanlarda yatanlar da halkın karşısına çıksalar, onlar da binlerce oy alacaktı. Ama garip hukuksal yorumlar, ters uygulamalar kesiyor önlerini! Hukuk diye bir değere inananlar, artık düşman gibi görüyor bu sözcüğü!.. Bir masalda yaşadık, yaşatıldık, yaşatılıyoruz. Çirkin, pis, iğrenç bir masalda... Bitsin artık bu masal! Ana muhalefet partisinin, iç çekişmeler tuzağına düşmeden rahat soluk almayı sürdürerek götüreceği yeni siyaset dönemlerinde, toplum katmanlarının toplumsal söylemlerden etkilenme biçimlerini yeniden inceler ve gözden geçirirken tüketim unsuruyla uyuşturulmuş toplumsal reflekslerin nasıl uyandırılacağı konusunda da gözlemler yapması gerekeceği açıktır. Erhan KARAESMEN Y üzde elli net ve keskin bir durum belirledi. Ayrıntılı sayısal analizlere ve derin sosyopolitik irdelemelere pek gerek bırakmıyor. En azından, şimdilik. Ancak 2010’ların Türkiyesi’nin toplumsal devinmesi sürecinde varlığını çok kuvvetle hissettiren bazı temel unsurların altının çizilmesinde yarar vardır. İnsanlarımızda bölgesel toplum gruplarımız ve değişik sosyal katmanlarımızda sosyal davranışlar yönünden derinlemesine etkenlik taşıyan ortaklaşa bir oluşumun “tüketim” olduğu özellikle hatırlanmalıdır. Bir zamanlar geniş kitleleri ilgilendiren maçların tek adam diktalığı ya da askeri disiplinli faşizm rüzgârlarıyla bireylerin ve toplum katmanlarının hak ve özgürlük arayışları arasında oynanırdı. Sistemi önüne katmış götürenler ülke çapında güdücü ve denetleyici birtakım unsurları (parasal çıkarlar, dinle bağlantılı uyutmacalık, milliyetçilik duygusu ve benzeri...) bol miktarda kullanırlardı. Günümüz Türk toplumu üzerinde güdücü ve uyuşturucu en önemli etken rolünü ise tüketim olgusu yüklendi. Dinle sarmaş dolaş bağnazlık, politik yandaşlara çıkar sağlama ve onları kollama gibi yan unsurlarda varlığını hâlâ sürdürüyor olsa da tüketim tüm bunları harmanlayan ve çerçeveleyen bir yönlendiricilik soluğu yarattı. Göstermece bir sosyal kavrayıcılık özelliği, tüketim olayının bir üstünlüğü olarak tanımlanıyor. “Tüketim her yurttaşın hakkıdır” gibi ucuz bir kandırıcılıkla rahatlıkla insanları etkileyebiliyor. Tüketimin yaygınlaştırılması yolunda maliekonomik bazı düzenlemeler de beraberinde geldiğinde her yurttaş birkaç tane kredi kartına, her aile birkaç tane otomobil sahibi olma, onları tüketme yetkisine ve olanağına kavuşabiliyor. İlk bakışta çok hoş bir şey, herkes mutlu. Tüketimin getirdiği yapay canlılık içinde her şey cıvıl cıvıl, sayıları süratle büyüyen ve kullanım boyutları gittikçe azmanlaşan alışveriş merkezleri çağdaş çekim odakları olarak insanların hizmetine sunuluyor. O alışveriş merkezlerindeki pahalı mallardan ve nesnelerden satın alabilme gücü oraları ziyaret edenlerin sadece yüzde beşine bahşedilmiş durumda. Ancak geri kalan yüzde doksan beş için ise o tüketim dünyasının cilalı görüntülerine ulaşıyor olmak bile bir umut ve motivasyon. Kaynağı bunun yarattığı hırsla karışık bir ruhsal canlılık da tüketim olayını haleleyen alabildiğine yapay ama pırıltılı görüntüler insanların gündelik yaşamlarında yer etmeye başlıyor. Mülkiyet duygusunun okşayıcı yönlerini de işin içine katarsak tüketim, sağcısıyla solcusuyla, türbanlısıyla türbansızıyla yurttaş kesimlerine değişik sosyal ve fiziksel coğrafyalara dağılmışlığı içinde yurttaşların büyük bir bölümünün içini kabartan bir itici unsur olarak kendini gösteriyor. AKP’nin özelliği AKP iktidarının insan denen yaratığın bu ilkel iç gıcıklayıcılık unsuruyla kolayca kandırılabilme özelliğini iyi yakaladığı aşikâr. Bazı bireysel ya da grup halinde yaşamsal davranış biçimlerini betimlerken damardan yakalama ya da damarından kavrama gibi benzetmeli tanımların yapıldığına tanık olunur. AKP iktidarının, Türk toplumunda ancak ince uçlu iğnelerle ve maharetli hasta bakıcıların usta parmaklarıyla ulaşılabilen bu çok ince ve hassas tüketim damarını iyi yakalamış olduğu açık bir biçimde gözleniyor. Oradan yakalanmış bireylerin ve onların oluşturmuş olduğu toplum gruplarını artık farklı dürtülerin ortaya çıkaracağı davranışlara ilgi göstermesi çok zorlaşıyor. Tüketim bu olağanüstü cıvıl cıvıllığı içinde, aynı zamanda bireyleri toplum gruplarını ve katmanlarını farklı sosyopolitik etken unsurlarla bağdaşmış davranışlar göstermekten alıkoyuyor. 2010’lar Türkiye toplumunda kuzey yakasında bilmem hangi partinin yüzde bilmem kaçlar ya da batı yakasında bir başka partinin yüzde başka bilmem kaçlar civarında oy almış oluşu olgusu tüketim canavarının bu olağanüstü acımasız kavrayıcılığı çerçevesinde, toplumsal gösterge oluşturabilme gücünü yitiriyor, bunların hepsini sokakta insanların birbirine “merhaba” deme biçimlerinde ve türlerini de kapsayarak bünyesinde harman ediyor. Seçim öncesi aşamasında Cumhuriyet sayfalarında yer alan dizi yazılarımda ve bazı tekil boy gösterişlerimde “coşkusuz bir seçim öncesi” ortamından ısrarla söz ettiğimi hatırlıyorum. Tüketime mağlubiyet ve teslimiyet olgusunun alabildiğine belirleyici rol oynadığı toplumsal ortamda yurttaşlık dürtülerinin, vatan sevgisinin, toplumsal farklı gruplar arasında hakkaniyetçi, dengeci arayışların tüketimin yarattığı bulutlu ortamda sevinç yaratacak bir güneşin kendini gösterebileceğinden umudu kesilmiş insanların coşkusuzluğu olduğu, şimdi maalesef daha iyi anlaşılıyor. Tüketimle mışıl mışıl uyutulmuş bir toplumun refleks eksikliği toplumsal yaşamın her alt alanında yaygın bir biçimde böylece kendini göstermiş bulunuyor. Ana muhalefet partisinin Aile Sigortası gibi ahlaki ve insanice bir kavrama dayanarak oluşturduğu ve lanse etmeye çalıştığı toplumsal düzenleme arayışlarının bu genel coşkusuzluğun yarattığı umarsızlığın ve umutsuzluğun bir çeşit kurbanı olduğu da ortada. Tarım ve hayvancılıkla ilgili üretimdeki alabildiğine edilgen ve olumsuz gelişmelere karşın o etkinlik alanlarında yurttaşların mevcut durumun değiştirilebileceği konusunda inanç göstermeyişlerinin arkasında da genel coşkusuz umursamazlığın payı olduğu düşünülebilir. MHP’nin şampiyonluğunu yaptığı geleneksel milliyetçilik düşüncesinin bile artık bir ölçüde ilgi yoğunluğunu kaybediyor oluşunun tüketime mağlubiyetle sırtüstü düşmüş toplumdaki hareket kabiliyeti azalmasıyla açıklanması mümkün gibidir. YAĞMUR DAMLASI... Burnum cama dayalı... Camda yağmur damlası... Belki trilyonlarca yağmur tanesinden bir tanesi... Camda biraz kayıp, sonra bekliyor... Annesini kaybetmiş ve korkmuş çocuklar gibi, durup durup aşağı doğru koşuyor... Ya da; hâlâ sesi duyulan o gök gürültüsünden ürkmüş küçük bir tavşan yavrusu gibi, zıplayıp zıplayıp siniyor... Burnum cama dayalı... Aslında dümdüz olma ve yayılma eğiliminde olan su, bir damla olduğunda niçin yumulup yuvarlaklaşıyor, bir minik kristal topa dönüşüyor?.. Her kayışında, arkasını çeke çeke... Asla yarısını arkada bırakmadan... Dağılıp yok olmadan... Yoksa biz onun için mi azaldıkça birbirimize sarılırız?.. Şu parktaki sevgililer... Azalmamak ve yok olmamak için mi camdaki damla gibi sarmaş, dolaş yuvarlaklaşıyorlar... Belki de onun için; babamın elini daha sıkı tutardım... Annelerin bütün aileyi toplaya toplaya, hayat denilen kaygan zeminde, hep bir arada olmak isteyişlerinin sebebi bu mudur?.. Yok olmamak için mi?... Bir damla gibi... İnsanların bugünlerde şu minik yağmur damlalarına kızdıklarını okuyorum gazetelerde... Küçük su damlacıklarını suçlu buluyor insanoğlu, damlaların oluşturduğu deniz denilen suya dalamadığı için... Oysa bir damlada bir deniz gizli... Yaşamın okyanuslarda başladığını söylüyorlarsa, okyanus da bu damladadır... Eteğini toplaya toplaya, arkasını çeke çeke, dağılmak yerine kristal bir yumağa dönüşerek, ne çok şey anlatıyor, ne çok şey şu damla... Ve parçalarını toparlayamadığında... Var olmaktan vazgeçip de dağıldığında kaygan satıhta... Yok olur... Bir damlada boğulur insan... Kazanmanın, başarmanın ve yok olmadan var olmanın sırrını düşünüyorum umuttur işte bir yağmur damlasında... Burnum cama dayalı... Camda yağmur damlası... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle