17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 HAZ RAN 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA 17 “Helalleşme zamanı” dediğinden beri milleti bir helalleşme telaşı sardı, helalleşen helalleşene. Sayın Erdoğan’ın sunduğu fırsata ilk atlayan SP Başkanı Kamalak oldu, Başbakan’la helalleşti. Ardından Başbakan bazı davalılarıyla; işadamı İnan Kıraç Başbakan’la; gazeteci Ahmet Hakan gazeteciyken demediğini bırakmadığı çiçeği burnunda milletvekili Oktay Ekşi’yle; gazeteci Ertuğrul Özkök “Vay şerefsiz!” manşetiyle yaşarken gömdüğü Ahmet Kaya’nın mezarıyla; basın patronu Aydın Doğan kimi basın patronu, politikacı ve gazeteci davalılarıyla helalleşti. Her şey bir yana, yalnız başlattığı “helalleşme akımı” bile Başbakan Erdoğan’ın rakipsiz liderlik kalibresini, kimlerin yüreğine dehşet salıp, kimleri ağzına baktırdığını gösteriyor… Zaten kafalar da yüreklere salınıp ağza baktıran bu dehşetin helalliği kapsamında karışıyor. “Helalleşme” nedir, kimler helalleşir diye sözlüğe baktım: Yağlı güreşlerde peşrev bitince, rakip pehlivanlar karşı karşıya gelip ağır tempolu bir yürüyüşle, avuçlarını kıspetlerine vurarak birbirlerini güreşe davet balkon Başbakan Erdoğan, konuşmasında sağlıkları da servetleri de yerinde. Hiçbirinde dünya işlerinden elini eteğini çekmiş, ölmeye yatmış göz yok. Meğer alışveriş, meğer emekmiş, malmış kul hakkıyla hesap kapatmak, ayrılık ve ölüm kadar tehlikeli bir iş olup, helallik gerekçesiymiş, sayın seyirciler! Demek ki şimdilerde Başbakan Erdoğan’la helalleşenlerin kendisiyle bir alışverişleri vardı. Hangi hak, hangi emek, hangi mal için helallik istiyor, hangi hesabı kapatıyorlar acaba? Başbakan Erdoğan rakipleriyle helalleşti diye rakipleriyle, rakip bulamayınca davalıları, davalısı yoksa aşağılayıp karaladıklarıyla helalleşmeye kalkanlar? Neyin hesabını kapatıyor, yedikleri hak, emek ve malın mı karşılığını veriyor, yoksa yedirdiklerini mi bağışlıyorlar? Belli ki ne biri, ne öteki. Çünkü bu zevat, hak, emek, mal karşılığı vermekten çok almaya alışıktır. Zaten helalleşmeden de “bağışlanmayı” anlıyor, kendilerini Başbakan’a bağışlatmaya çalışıyorlar. Şu işin adını doğru koyup “Biz ettik, sen etme!” deseler de yaşamlarında hiç olmazsa bir kez, bir küçüklüğü de büyüklük diye yutturmaya kalkmasalar. Onursuzluk helalse, haram ne? “Girme şu alçakların hiz me sinek gibi pislik üstüne tine, konma . İki günde bir somun ye, ne olur! Yü reğinin kanını iç de boyun eğme.” ÖMER HAYYAM Halvetten Helale, Araftakiler Bu mudur? Eğer Buysa... YÖK Genel Kurulu, milyon 750 9üyeli hakkını yiyen, kimine1hakkından bin çocuğun geleceğini çizecek bir sınavda, kiminin Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, faşist 12 Eylül askeri cuntası ve onun sivil payandalarının bu ülkenin yurttaşlarını zapturapt altına almak amacıyla hazırladıkları, süngü zoruyla topluma onaylattırdıkları bir metindir, bir deli gömleğidir. Kabul edildiği 1982 yılından bu yana başa gelen iktidarlar devlet adına yurttaşlara karşı şiddeti meşrulaştıran bu anayasanın özüne dokunmamışlar, yalnızca birtakım zoraki rötuşlarla yetinmişlerdir. Başta Türk Ceza Yasası olmak üzere yürürlükteki yasalar bu deli gömleğine uyum sağlayacak biçimde değiştirilmiş, sonuçta ortaya ülke hukukçularını birbirine düşüren, birinin ak dediğine öbürünün kara dediği bugünkü ucube yasalar sistemi çıkmıştır. İktidar partisi, hukukçu milletvekillerinin bolluğu açısından şanslı bir konumdadır. Ne var ki bu milletvekilleri hukuk bilgilerini ülke ve toplum yararına kullanmaktan geri durmaktadırlar. Bunun en açık örneği 12 Eylül Anayasa Referandumu’dur. Anayasa ve yasalardaki keşmekeş ortada dururken bu milletvekilleri bu keşmekeşi ortadan kaldıracakları yerde yüksek yargıyı iktidar denetimi altına alacak değişikliklere odaklanmışlardır. Sonuçta, iktidar sözcülerinin dillerden düşürmedikleri “ordu vesayetine” yargı kararlarıyla onlarca general ve amiral demir parmaklıklar ardına gönderilerek son verilmiş, yerine “hukukun üstünlüğü” adına “yargı vesayeti” geçirilmiştir. Bugün bir savcı artı iki yargıç genel seçimlerde kullanılan milyonlarca oyu, bir başka deyişle “milli iradeyi” hiçe sayabilmektedir. Yargıçlardan oluşan Yüksek Seçim Kurulu seçilmiş milletvekillerinin milletvekilliklerini düşürebilmekte, muhalif bağımsız milletvekillerine verilmiş oyları iktidar partisine yamayarak, TBMM’ye seçilmemiş kişileri milletvekili olarak atayabilmektedir. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin İzmir milletvekili Mustafa Balbay ve Zonguldak milletvekili Mehmet Haberal hakkında tahliyelerinin reddine ilişkin verdiği karar kargaları bile kahkahaya boğacak niteliktedir. Gerekçesi, “delillerin toplanamamış olması” ve “tüm sanıkların dinlenememiş” olmasıdır. Mustafa Balbay tam 842 gündür içeridedir. Deliller bunca zaman toplanamamışsa bundan sonra toplanacağına dair en ufak bir ümit beslemek bile hayalcilik değil midir? Balbay ve Haberal’ın dahil edildikleri II. Ergenekon Davası’nda sanık sayısı 118’dir. İlk gözaltılar 1 Temmuz 2008 günü gerçekleşmiş, o günden bugüne sanıklardan ancak 34’ü dinlenebilmiştir. Mahkemenin ileri sürdüğü gerekçenin ciddiye alınması durumunda Balbay ve 13 Nisan 2009 günü tutuklanan Mehmet Haberal’ın daha yıllarca içeride kalacaklarını düşünmek akla aykırı da gelse gerçek dışı değildir. Bu tutuklu milletvekilleri kendilerine isnat edilen suçların niteliğinden bağımsız olarak cezaya çarptırılmadıkları sürece masumdurlar. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararı kamuoyunu inandırmaktan uzak gerekçelere dayanmaktadır. Bırakalım kamuoyunu, kararda imzaları bulunan iki yargıç, Mahkeme Başkanı Köksal Şengün’ü dahi bu gerekçelere inandıramamışlardır. Milletvekillerinin yasama görevlerini yerine getirip getiremeyecekleri iki yargıcın dudakları arasındadır. Benzer bir durum İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nde tutuklu olarak yargılanan İstanbul Milletvekili Engin Alan için de geçerlidir. İnsan bu çarpıklıklara tanık oldukça “yargıç vesayeti bu olsa gerek” diye düşünmektedir. Bu yazı kaleme alındığı sırada KCK tutuklusu beş milletvekilinin durumları henüz açıklığa kavuşmamıştı. Büyük olasılıkla Selma Irmak, Faysal Sarıyıldız, Kemal Aktaş, Gülser Yıldırım ve İbrahim Ayhan’ı da aynı “hukuk darbesi” bekliyor. Başbakan seçimlerden önce “Biz üstünlerin hukukundan değil, hukukun üstünlüğünden yanayız” sözünü dilinden düşürmüyordu. Sözünü ettiği “hukukun üstünlüğü” bu mudur? Eğer buysa vay bu memleketin haline! eder ve el sıkışırlarmış... Sonracığıma, arkalarını dönüp karşıt yönlere gider, derken yeniden yüzyüze gelip birbirlerinin elini öpüp başlarına koyduktan sonra güreşe tutuşurlarmış... Helalleşme tanımındaki bu gidişler ve gelişler, arkalı önlü dönüşler, el öpüp temenna çakışlar her ne kadar pek uysa da duruma; Başbakan hariç diğer helalleşenleri, kıspetlerini çekip avuçlarıyla baldırlarına vura vura güreşe girerken hayal edemedim. Güreşmeye ne hevesli, ne de niyetli oldukları besbelli. Dolayısıyla sözlükteki yegâne “helalleşme”yi güreşçilere bırakıp “helalleşmek” eylemine baktım ve ne göreyim? Bir anlamı, “uzun süreli bir ayrılık öncesinde, ölüm tehlikesi anında ya da alışverişte, karşılıklı hakların birbirine helal edilmesi”ymiş. Diğer anlamı ise “Bir kimseyle arasındaki hesabı kapatmak, ona emeğinin ya da malının karşılığını ödemek”... Haydaa... Helalleşme yarışındakilere baktım, fazlasını veren, ama gerçek hakkını veremeyen Ali Demir’i oy çokluğuyla aklayıp ÖSYM Başkanı olarak devamına karar verdi. 7 üyeli YSK, önce adaylığını ret, ardından kabul edip seçimlere girmesini sağladığı Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürürken Dicle’ye oy veren 85 bin seçmenin geçerli oyunu da iptal etmiş oldu. Balyoz davasında 3 üyeli mahkeme heyeti, MHP’den milletvekili seçilen Engin Alan’ın tahliyesini oybirliğiyle reddederek yüzbinlerce seçmenin oyunu hiçe saydı. Zaten Ergenekon davasına bakan mahkeme heyetinin 3 üyesinden 2’si de CHP’den milletvekili seçilen Mustafa Balbay ve Mehmet Haberal’a oy veren yüzbinlerce seçmeni saymadı. Hani demokrasi seçimdi, sandıktı, oydu, halkın iradesiydi? Milletin oyunu hiçe sayıp seçtiği vekili Meclis’e göndermeyen bu kurumsal hegemonya, üç beş kişinin sübjektif takdiri neyin nesi? Zaten yüzde 10 seçim barajı da demokrasi değil. AKP iktidarının dokuz yıldır indirmediği bu barajı, hiçbir partinin gösteremediği bir özveri ve inançla çalışıp bağımsız adaylarla aşan BDP, davasına hak verir ya da vermezsiniz, ama bence şu anda en tutarlı partidir. Hatip Dicle’nin milletvekilliğinin iptali sonucu TBMM’yi boykot kararı hem haklı, hem de saygındır. Türkiye’de halen gerçekten muhalefet yapan tek bir parti var, o da BDP. Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Yıldızlardan Bile Uzaklarda... “Ben çocukken Vahdettin padişahtı.” Yaşamöyküsüne kim bilir kaç kez böyle başlamıştır mimar Aydın Boysan… Çok sevdiği Samatya yıllarını da şöyle özetler: “Yoksulduk ama gururluyduk; Cumhuriyet sayesinde en çok 56 yılda dünyanın en kalkınmış 4 ülkesinden biri olacağımıza inancımız tamdı.” 17 Haziran 1921’de İstanbul’da doğan Aydın Boysan’ın geçenlerde Beyoğlu’ndaki Çiçek Bar’da 91’inci yaşı kutlanırken kadehler, “Yıldızlardan Bile Uzaklarda” adlı son romanı için de kalkıyordu.. Öğretmen Nevreste Hanım ile muhasebeci Esat Boysan’ın oğlu olan Aydın Ağabeyimiz, 1939’da benim de “mektebim” olan Pertevniyal Lisesi’ni; 1945’te de yine benim de mezun olduğum Güzel Sanatlar Akademisi’nin mimarlık bölümünü bitirdi. Liseden akademiye “okuldaşım” olduğundan gurur duyarım... Aksaray’daki Pertevniyal Lisesi 1872’de Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevniyal Valide Sultan’ın adına kurulmuş. Son yıllardaki “tarihi okulları turistik amaçlı pazarlama” niyetine karşı Pertevniyalliler örnek bir dayanışma içindeler. İnanıyorum ki okulumuzu satamayacaklar ve yeni kuşaklar “Biz Aydın Boysanların, Hüseyin Rahmilerin, Doğan Hızlanların, Halit Kıvançların, Metin Akpınarların ve daha nice aydınımızın okulundan mezunuz” diyebilecekler.. 1882’de “Sanayii Nefise Mektebi” adıyla kurulan, 1928’de Güzel Sanatlar Akademisi olan okulumuzun şimdiki adı ise “Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi”. Osmanlı’nın son parlamentosu Meclisi Mebusan binasındaki üniversitemizi de deniz kıyısında olduğundan pazarlama niyeti varmış… ama Sami Canel başkanlığındaki Mezunlar Derneğimiz buna asla izin vermeyecek ve hep beraber “Akademi”yi bulunduğu yerde gelecek kuşaklara emanet edeceğiz. İşte böylesi tarihi okullarda yetişen Aydın Boysan, 1957’de Mimarlar Odası’nın kurucu yönetiminde genel sekreterlik ve ardından İstanbul şube başkanlığını üstlenmişti... Mesleğini 99’a kadar sürdüren mimar Boysan, 195772 yıllarında İTÜ’de ders vermiş ve birçok ulusal ve uluslararası mimarlık ödülü de kazanmıştı... Aydın Boysan’ın “yazar” olarak edebiyat alanında da ünlülerimizin arasına girmesi ise 80’lerden sonradır. On yıl Hürriyet’te, 3 yıl Akşam’daki köşe yazılarıyla herkesin sevgisini kazanır; çok sayıda kitabının ardından son romanı ise 91 yaş birikimiyle bizlere emanet ettiği “Yıldızlardan Bile Uzaklarda”... İçki kültürümüzün, özellikle de “rakı adabı”mızın başöğretmeni Aydın Ağabey, “bilim kurgu” yazarken bile meyhaneye vefasızlık etmemiş. Doğan Kitap’ın tanıtım metnini aynen aktarıyorum; “Yıl 2046! Yer, Boğaziçi kıyılarında, Rumelihisarı’nda bir restoran. Gece yarısını biraz geçe inanılmaz, tuhaf bir olay cereyan eder. Restoranın gediklisi son yedi müşteri; Turgay, Tosun, Oktay, Vedat, Kerim, Coşkun ve Faruk daha ısmarladıkları kahve ve konyaklarını içemeden buhar olup uçar, sırra kadem basarlar… Bu yedi arkadaşın ortadan kaybolmasından biraz önce Tarabya’da, kuzeyden güneye kayan mor bir ışık görülmüş, on beş dakika sonra da bu mor ışık göklere yükselerek yitip gitmiştir… Çok geçmeden anlaşılır ki bizim muhabbetsever kahramanlarımızı uzaylılar kaçırmıştır. Hem de yıldızlardan bile uzaklardaki Kapo gezegenine!” Aynı metinde deniyor ki; “Boysan’ın uzay ve evren konusundaki tüm bilgisini gerçek bir yaşam bilgeliğiyle kaynaştıran, lezzetli diliyle tadından yenmez bir roman. Usta kalemin, mimariden ekonomiye, sosyal yaşamdan kültür ve sanata gerçek bir refah toplumu nasıl kurgulanır sorusuna verdiği bir ütopya yanıtı...” Bugünlerde içki sofrasında bulunursanız, kadehinizi Aydın Ağabey’in sağlığına da kaldırın; teşekkürler Aydın Ağabey; sen çok yaşa e mi? Ve “yazar” Boysan Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN 19. yüzyıldan bugüne HARB SEM H POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Ceviz içi ve 1 salçayla yapılan bir tür meze. 2/ 2 Alev... Atlas 3 Okyanusu’nda, 4 Portekiz’e ait takımada. 3/ Kötü, 5 fena... Otomo 6 billerin gerçek 7 renklerini ortaya çıkarmak ve 8 parlatmak için 9 sürülen özel ka1 2 3 4 5 6 7 8 9 rışım. 4/ Parola... Bir müzik yapıtını seslen 1 F A D İ K A S A dirmek için bir araya 2 İ Y O N O S F E R gelmiş topluluk. 5/ Süs 3 D A R L İ T R E taşı olarak kullanılan 4 A R U S E K A N mor renkte bir tür ku 5 Y M İ D A S A vars. 6/ Çok anlayışlı 6D O MO T İ F ve sezgili kimse... Geİ Ş nişlik. 7/ Filistin top 7 A K S E K İ S İ N F O Y A raklarına eskiden veri 8 F U L len ad... Bir etkinliğin 9 H İ S A R geçici olarak durdurulduğu süre. 8/ İhsan Oktay Anar’ın bir romanı... Türk tuluat tiyatrosunda baş komik görevindeki uşak tiplemesi. 9/ Bulgur ya da pirinç ve kıymayla yoğrulduktan sonra küçük küçük yuvarlanıp haşlanarak yapılan bir yemek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Akdeniz yöresine özgü bitki topluluğu... Yaz yağmuru. 2/ Osmanlı devletinde kadılara ve müderrislere verilen ad... Avustralya’da yaşayan bir cins devekuşu. 3/ Olgun olmayan... Yaşadığı yerin yerlisi olmayıp başka yerden gelmiş olan. 4/ Ender, seyrek... Ayakkabı çekeceği. 5/ Uzun konçlu bir ayakkabı. 6/ Öğretim ve eğitim sistemi.. Vilayet. 7/ Çanakkale ilinde ünlü bir antik kent... Yünden dövülerek yapılan kalın ve kaba kumaş. 8/ Motorlu taşıtlarda direksiyon ile tekerlek arasındaki bağlantıyı sağlayan mil... Bir bilim ya da sanat alanında kullanılan özel anlamlı sözcük. 9/ Renk renk parlak tüyleri olan bir papağan... Kütahya’nın Simav ilçesinde bir kaplıca. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle