17 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
26 HAZ RAN 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 29 Haziran’da Antalya, 4 Temmuz’da İzmir’de... 19 Yeni bir yorumla ‘Kuğu Gölü’ Kültür Servisi Çaykovski’nin ünlü yapıtı “Kuğu Gölü”, Türkiye’de 90 kişilik dev bir kadro ile ilk kez 29 Haziran’da Antalya’da “18. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali”nde sahnelenecek. Aynı kadro, yapıtı 4 Temmuz’da da İzmir’deki Bornova Açıkhava Tiyatrosu’nda sahneleyecek. Devlet Opera ve Balesi Genel Müdürlüğü’nün isteği üzerine, başkoreograf Mehmet Balkan tarafından, İstanbul, İzmir, Samsun, Antalya, Mersin ve Ankara müdürlükleri bale topluluklarından derlenen 90 kişilik dansçı kadrosunun görev aldığı “Kuğu Gölü”nde İzmir DOB Orkestrası’nı dünyanın ünlü operabale şeflerinden Stutgart Orkestrası’nın genel müzik direktörü James Tuggle yönetecek. Güncel librettosu Şefik Kahramankaptan tarafından yazılan eseri, Mehmet Balkan iki perde olarak yeni bir yorumla hazırladı. Klasik yaklaşımda başkahramanlardan Odette ve Odille aynı balerin tarafından canlandırılırken, Balkan’ın uygulamasında bu kişilikleri iki ayrı balerin vurguluyor, ayrıca erkek kahraman Prens Siegfried de, klasik yorumlara göre daha etkili bir rol olarak öne çıkarılıyor. ‘Seyit Ali Ak Anısına’ Kültür Servisi Küratörlüğünü Hasan Daşdemir’in yaptığı “Seyit Ali Ak Anısına” adlı sergi 1 Temmuz’da Kadıköy PhotoWorld Fotoğraf Merkezi’nde açılacak. Açılış kapsamında saat 20.00’de “ yi Geceler stanbul” adlı bir de fotoğraf gösterisi yapılacak. Seyit Ali Ak’ın fotoğraf tarihine katkılarını hatırlatmak ve kendisini anmak için hazırlanan sergi; Seyit Ali Ak’ın 1980 öncesi çekilmiş siyah beyaz projelerinden derlenmiş 16 ve yine son dönem renkli projelerinden derlenmiş 14 olmak üzere toplam 30 fotoğraftan oluşuyor. Sergi iki yıl boyunca Türkiye’deki fotoğraf derneklerini dolaşmak üzere Şubat 2009 tarihinde stanbul’dan yola çıkmıştı. Çalışmanın 15. durağı olan bu sergi, 31 Temmuz’a kadar ziyarete açık. Yaşadıklarımıza Dair… Yalanla, yalanlarla besliyorlar bizi! Halbuki açız! Birazcık sakinliğe, gerilimin dinmesine muhtacız! Seçime dek tırmandırılan kavgadan, it dalaşından, suçlamalardan, bel altı vuruşlardan, verilen sadakalardan, yapılan haksızlıklardan, adil olmayan yarıştan, hiçbir anlam taşımayan tartışmalardan ve hayata dokunmayan laflardan yorgun düşmüş ruhlarımızı dinlendirmeye muhtacız! Yalanla, yalanlarla besliyorlar bizi! Halbuki açız! Adalete güvenmeye, yargının bağımsız olduğuna inanmaya muhtacız! Tutuklanmalarının üzerinden 3 yıl geçmesine karşın bir türlü toplanamayan “delillere”… “Kaçma, saklanma ihtimali”yle tahliye edilmemelere tokuz! Masumiyet karinesine, tutuksuz yargılama esastır; suç ispatlanana dek herkes suçsuzdur ilkesinin yok sayılmasına… Kanıtlanmamış iddialarla insanlara zulüm edilmesine… Siyasi erkin bu davada taraf olmasına isyandayız! Yalanla, yalanlarla besliyorlar bizi! Halbuki açız! Bütün bunların temelinde düşünce ve ifade özgürlüğünün yattığının bilinciyle, demokrasiye açız! Seçim yapılmış, oylar sayılmış, sonuçlar ortaya çıkmış… Şimdi sayım suyum yok deyip kuraları değiştiremezsiniz; seçimler olmamış, bütün o süreç yaşanmamış gibi yapamazsınız. Çocukken söylerdik, oynarken söylerdik “Sayım suyum yok” diye… Ardından da “Çanak çömlek patladı, çanak çömlek patladı!” diye haykırır, patlatırdık oyun düzenini! Hatip Dicle, Mustafa Balbay, Mehmet Haberal, Engin Alan seçilmemiş gibi yapamazsınız… Seçilmiş Bağımsız Milletvekili Hatip Dicle’nin milletvekilliğini düşürüp yerine seçilemeyen bir AKP’liyi koyamazsınız… Seçilmiş milletin vekillerini hapiste tutarak, halkın iradesini yok sayamazsınız! 330’a ulaşamadınız diye, “Sayım suyum yok” diyemezsiniz! Derseniz eğer, bu kez patlayacak olan sadece çanak çömlek değil, bu ülkenin tüm atardamarları olur! Yalanla, yalanlarla besliyorlar bizi! Halbuki açız! Gerilimin düşmesine, adalete yeniden güvenebilmeye, demokrasiye, düşünce ve ifade özgürlüğüne muhtacız! Sadece kendisi için demokrat olanlara tokuz! Demokrasiyi amaç değil araç kılanlara yokuz! Birkaç gündür kimi gazetelerin manşetlerini, haberlerini gördükçe, bir de baktım içimden hep o dizeleri mırıldanır olmuşum: “Duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa…” Artık ruh yorgunuyum… Bugün sizlere, ne yapıp yapın, mutlak gidin Nigel Cole’un “Kadının Fendi” filmini görün yazısı yazacaktım! Dün Sungu Çapan’ın “Maçoluğa atılmış bir tokat” ifadesi tam yerindeydi! Olmadı, yazamadım! “Duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa…” dizesinin peşine takıldım… Nâzım Hikmet’in “Elleriniz ve Yalana Dair” şiirinin son bölümüyle baş başa bırakıyorum sizleri… “İnsanlarım, ah, benim insanlarım, antenler yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa rotatifler, kitaplar yalan söylüyorsa, duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa, beyaz perdede yalan söylüyorsa çıplak baldırları kızların, dua yalan söylüyorsa, ninni yalan söylüyorsa, rüya yalan söylüyorsa, meyhanede keman çalan yalan söylüyorsa, yalan söylüyorsa umutsuz günlerin gecelerinde ayışığı, ses yalan söylüyorsa, söz yalan söylüyorsa, ellerinizden başka herşey herkes yalan söylüyorsa, elleriniz balçık gibi itaatli, elleriniz karanlık gibi kör, elleriniz çoban köpekleri gibi aptal olsun, elleriniz isyan etmesin diyedir. Ve zaten bu kadar az misafir kaldığımız bu ölümlü, bu yaşanası dünyada bu bezirgân saltanatı, bu zulüm bitmesin diyedir.” PETER FALK YAŞAMINI Y T RD ‘6. Uluslararası Mardin Film Festivali’ Sakıp Sabancı Kent Müzesi’ndeki törenle başladı ‘Komiser Kolombo’nun vedası Kültür Servisi “Komiser Kolombo” dizisindeki rolüyle ünlenen Amerikalı aktör Peter Falk (83), önceki gün ABD’de yaşamını yitirdi. Türkiye’de “Komiser Kolombo” adıyla gösterilen polisiye dizinin baş kahramanını canlandıran Peter Falk, şüphelilere her zaman çok kibar davranıp, bolca karısından bahsederek kuşkularını gidermesi ve tam suçlu elinden kaçtı sanıldığı anda meşhur cümlesi “Son bir şey daha var” diyerek beklenen sona ulaşmasıyla tanındı. Dizideki rolüyle dört kez Emmy Ödülü’ne değer görülen Falk, 2006’da anılarını topladığı “Son Bir Şey Daha Var” başlıklı kitabının tanıtımında, “Bütün dünyada ‘Komiser Kolombo’ olarak tanınmaktan şikâyetçi olmak için deli olmak lazım” demişti. Peter Falk, Komiser Kolombo rolü dışında 100’den fazla televizyon ve sinema filminde oynadı. 1961 ve 1962 yıllarında, iki kez “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” Oscar’ına aday gösterilen Falk’ın 2009’da Alzheimer hastalığına yakalandığı açıklanmıştı. Mardin olacak ‘Mardinwood’ AYŞEGÜL ÖZBEK MARDİN Suriye’de sular yine bulanık... Bir tarafta ölümler, diğer tarafta memleketlerini bırakıp sınırdaki ülke Türkiye’ye göçmek zorunda kalan insanların acısı... Bunlar yaşanırken sınırın “bu tarafında” Mardin’de 6 yıldır süregelen bir festival önceki gün Sakıp Sabancı Kent Müzesi’ndeki açılışla başladı. “6. Uluslararası Mardin Film Festivali”, namı diğer Sinemardin, geçen yıl Suriye’nin kenti Halep’te eşzamanlı olarak düzenlenmişti. Festival bu yıl da aynı anda Erbil’de. Yaklaşık 3 yıldır ülkesine gidemeyen ve son filmi “Gergedanın Son Şiiri”ni İstanbul’da çeken İranlı yönetSarhoş men Bahman Atlar Ghobadi de festiZamanı val için Mardin’de. Mardin Film Ofisi Başkanı Helün Fırat, Vali Turhan Ayvaz ve Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu’nun istekleri aynı. Başbakan’ın seçim mitinginde verdiği söz, Mardin’in bir film platosu yani “Mardinwood” olmasıydı. Fırat, Mardin’in sinema tüketen değil, sinema üreten bir kent olması iddiasında olduklarını söylüyor. Mardin’de her bir ara sokağın bile ayrı bir film karesi olduğunu ifade eden Ayanoğlu ise Başbakan’ın sözlerini tekrarlayarak “Nasıl ki Amerika’nın Hollywood’u varsa bizim de Mardinwood’umuz olacak” diyor. İranlı yönetmen Ghobadi de Mardin’in kendileri için önemli bir değer olduğunu be Mardin Film Ofisi Başkanı Helün Fırat, Vali Turhan Ayvaz ve Belediye Başkanı Beşir Ayanoğlu. Bu yıl temasının “otorite” olarak belirlendiği festival, ranlı yönetmen Bahman Ghobadi’nin “Sarhoş Atlar Zamanı” filmiyle başladı. Festivalin açılış gündeminde ise Mardin’i bir film platosuna yani “Mardinwood”a dönüştürme isteği vardı. lirtiyor: “Bence bu sözün daha önce hayata geçmesi gerekiyordu. Bütün Ortadoğu’daki film yapımcıları da burayı bir film platosu gibi kullanmak isteyecektir.” Yapımcı İlhan Kızılkaya da ağustos ve eylül ayında aksiyon konulu, ünlü yerli ve yabancı oyuncuların rol alacağı “Echelon” filminin çekimlerinin Antalya ve Mardin’de yapılacağını duyuruyor. Bu yıl temasını “otorite” olarak belirleyen festival, Ghobadi’nin “Sarhoş Atlar Zamanı” filmiyle başladı. Festivalde he nüz Türkiye’de gösterime girmemiş, Berlin’de büyük ödülün sahibi İran yapımı “Bir Ayrılık”, “Ölümüne Kaçış” ve Gael Garcia Bernal’ın başrolünde oynadığı “Yağmuru Bile” gibi filmlerin yanı sıra yerli yapımlar, kısa ve belgesel film gösterimleri de yer alıyor. Sakıp Sabancı Kent Müzesi’nde sinema atölyelerinin devam edeceği festivalde gösterimler, Sinemardin Sineması, CineOnur Sineması Kızıltepe ve Gençlik Evi’nde 30 Haziran’a kadar devam edecek. Bu yılki bir yenilik ise Sinemardin ve “2. El Film Festivali”nin ortaklığı. “2. El Film Festivali” kısa film arşivlerini SineMardin’e açarak kurumsal işbirlikteliğini önümüzdeki yıllarda daha ileriye götürecek bir süreci başlatacak. Festivalin başkanı Kerem Akkoyunlu, beş yıllık kısa film seçkisini Mardin ve Erbil’de göstereceklerini belirtiyor. “Türkiye’de Sinemardin’le başladığımız bu yolda festivallerin ortak bir çatı altında birleşmesini ve belirli etik kurallar üzerinden yürütülmesi isteğimizi de duyurmuş olacağız. Türkiye’de ilk defa iki festivalin bir araya geldiği kardeş olarak yaptığı bir iş olacak bu.” Bilal Karaman ‘Bahane’ (BBS Music) Bilal Karaman caz camiamızda gitarının sesini yükselterek tıngırdayan genç yeteneklerden. İşbirliğine, karşılıklı doğaçlamaya, beste vermeye, eşlik etmeye de yatkın karakteri var. Onu bugüne kadar Elif Çağlar’dan Ceylan Ertem’e bir dolu yerde duyduk, dinledik. Sadece bununla sınırlı değildi Bilal’ın hayalleri. Besteci tarafını hayata geçireceği bir albüm için uzunca bir süredir çalışıyordu. Nihayet meyve verdi; ilk albümü “Bahane”yi çıkardı. Albümde yedisi kendisine ait dokuz parça var; iki parçadan biri köklerine bağlılığına gönderme yapan Neşet Ertaş’ın “Zülüf”ü, diğeri Erkan Oğur’un da favorisi Theodorakis bestesi “Sis”. Bilal, Wolfgang Muthspiel, Aydın Esen gibi isimlerle çalışmış; sağlam Batı müziği tedrisatından geçmiş, ama ilk albümüne kendi topraklarının kokusunu sindirmeyi, kişiliğinin tonlarını atmayı bilmiş. Yerel motifleri caz armonileriyle buluşturmuş; gelişkin gitar tekniğiyle çokkültürlü bestelere imza atmış. Bilal’in ilk yolculuğundaki yol arkadaşları piyanist Burak Bedikyan, basçı Harvie S ve davulcu Monika Bulanda. Klasik bir caz albümü değil “Bahane”. Eklektik bir bünyeye sahip; besteler makamsal cazdan popa, gazelden valse kadar uzanıyor. Her beste bir başka kompozisyon tekniği meselesini önüne almış, her birinde farklı formlar araştırılmış. Kapakta Bireli Lagrene pozu, içerde Pat Metheny ya da Kurt Rosenwinkel havası esmiş. Belki tarzını oturtmak için zamana ihtiyacı olsa da bu halinin de bir tarz olarak görülmesi mümkün. Albüm “Bahane”, müzik “Şahane”… [email protected] Bon Iver Bon Iver (Jagjaguwar) Indie folk’un son yıllarda en iyi çıkış yapan gruplarından birisi Bon Iver oldu. 2008 tarihli ilk albüm “For Emma, Forever Ago” o yılın en güzel albümlerinden biri olmakla kalmadı, müzik dergilerinin son 10 yılın en iyi 100 albümü listelerinde de yer aldı. Bon Iver’in ardındaki asıl güç, bütün şarkıları yazıp besteleyen, gitarist ve vokalist Justin Vernon. İlk albüm, akustik gitar eşliğinde Vernon’un falsettosuyla eşlik ettiği minimalist sound ve güçlü şarkı sözleriyle dikkat çekmişti. Hüzün ve yalnızlık temalı şarkılarıyla, çok yalın ama bir o kadar da çarpıcı, insanın içine işleyen, sıcak, özgün bir soundu vardı. Bon Iver’in uluslararası alanda büyük başarı kazanan o albümü nasıl aşacağını merak ediyordum. “Bon Iver” adını taşıyan bu ikinci çalışmada, akustik gitarın yanı sıra, elektro gitar, synth, çelik üflemeliler ve elektronik org kullanılarak sound daha zenginleştirilmiş. İlginç olan şu ki, yine de minimalist çizgiden uzaklaşılmadan temiz bir sound elde edilmiş. İlk albüme göre, bu defa şarkılar hayatla ilgili daha genel temalara odaklanmış. “Berth”, “Lisbon”, “Calgary”, “Minnesota” gibi her biri ayrı bir yeri ya da konsepti sembolize eden 10 şarkı var albümde. “For Emma, Forever Ago” kadar hüzünlü olmasa da, yine insana dokunan, kırılgan bir romantizm yansıtıyor şarkılar. Vernon, bir röportajda değişik bir tarz yakalayıp, kendi aklında yer alan farklı bir alanı yakalamaya çalıştığını söylemişti. Düşündüğü o yeri tam olarak buldu mu bilmem, ama farklı tarzıyla özgün bir sound yarattığı kesin. www.zulalkalkandelen.com C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle