16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 28 N SAN 2011 PERŞEMBE 2 istemeye kadar uzanacağını da biliyordum.” Özkan, iki yılı da bitirdi. Duruşmalara çıktı. Suçum nedir, diye sordu. Yanıt alamadan hücresinde beklemeye başladı. Neyi? Sonucu mu, OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Başbakanın Başdanışmanı... Elbette diplomaside pek sert sözler sarf edilebilir. Ama onun bir yolu, yordamı, yöntemi vardır. ngiliz parlamentosunda üyelerin birbirlerini en acımasız eleştirileri, hiciv ve espri literatürünün en kıymetli sahifelerini doldururlar. Prof. Dr. Celal ŞENGÖR Her Kitap Bir Çeşit Bombadır! “Düşünüyorum O Halde Sanığım”, “Zorbalığın Pençesinde” İki kitap!.. Mustafa Balbay’la Tuncay Özkan’ın Silivri Cezaevi denen işkencehanede yazdıkları iki ölümsüz yapıt... Balbay’ınki şu satırlarla başlıyor: “Silivri’de ilk günler beklemekle / Saati saatle / Günü güne eklemekle geçti / Durumun önünü arkasını görmek / Bir yol haritası için karar vermek / İddianame yalanlarına karşı / Gerçekleri göz önüne sermek / Birkaç ayımı aldı / Şu görünen bir gerçekti: Belirsiz bir dönem burda geçecekti.” Bir dönem dediği, iki yıla yakın bir zaman!.. Daha ne kadar sürecek, orası da belirsiz! Milletvekilliği kurtaracak mı Balbay’ı, Özkan’ı, o da kuşkulu... Özkan’ınki şu satırlarla başlıyor: “Ergenekon tertibiyle 23 Eylül 2008’de sabaha karşı 04.30’da polisler kapıma dayandığında faşizmin geldiğini biliyordum. Sürecin uzun, zahmetli, acılı olacağını da biliyordum. ‘Vatan, namus, ahde vefa...’ demenin bir bedel isteyeceğini ve bu kıskanç talebin, canımızı ölümü mü? Mustafa Balbay iki kitap yazdı. Bizlere, sizlere sundu. Daha doğrusu tarihe, geleceğe, gelecektekilere... Bugünküler sağır, kör, vurdumduymaz! Gelecektekilerde umut var mı? O da belli değil. Tek gerçek, “tek adam” kafasının düşmanlığı!.. Bu kitaplar on binlerce basıldı, okundu, öfkeyle, kızgınlıkla!.. Daha da okunacak, yıllar geçtikçe değerleri, önemleri artacak! Unutulmaz bir ibret belgesi olarak geleceğe kalacak!.. Evet bunlar gerçek bir bomba, ters kafalardaki pislikleri, kinleri, acımasızlıkları bir anda darmadağın edecek gerçek bir bomba!.. Tarihin derinliklerinden günümüze kadar gelen nice bombalar gibi... Voltaire’in, Rousseau’nun, Marx’ın, romancıların, şairlerin, bilim adamlarının toplumu değiştiren bombaları gibi! Okuyun bu kitapları! Zorbalığa, işkenceye, geriliğe, hainliğe, ilkelliğe, bilgisizliğe, kör inanca meydan okuyan bombaları! En yakın günlerde karşıt kafaların içinde patlasın diye!.. BD Büyükelçisi Sayın Francis Ricciardone’nin hükümetin bir taraftan özgürlük ve demokrasiden bahsederken bir yandan da hukuku zedeleyerek, üniversiteleri dizginleyerek, orduyla dalaşarak her alanda özgürlükleri kısmasını pek haklı olarak “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” deyimiyle eleştirmiş. Bu eleştiri tamamen yerindedir, kullanılan deyim tabiri caizse cuk oturmuştur. Buna karşılık muhterem Başbakanımızın dış politika başdanışmanı Fuat Tanlay Beyefendi ne demişler? “Büyükelçi geldiğinden beri, Türkçeyi bildiğini ifade ederek bazı deyimler kullanıyor. Yeni bir deyim öğrendiğini söyleyerek bu ne perhiz bu ne lahana turşusu demiş. Hükümetin uygulamalarıyla kendi saptamalarının uyuşmadığını ifade etmiş. Her şeyden önce diplomasiye uygun olmayan bir üslup. Madem kendisi Türkçeyi öğrenmeye bu kadar meraklı o zaman bizde bir tabir daha vardır, cami duvarına işemek. Bunu da öğrenirse iyi olur.” Bu ifadeleri okuyunca gözlerime 3 Nisan... Birinci Meclis’in açılış günü... Ama aslında tarihimizde bir başka 23 Nisan daha var; 23 Nisan 1951!.. Türkiye; Kuzey Atlantik Antlaşması Teşkila A inanamadım, onun için birkaç kez okudum. Sonra kaynakları kontrol ettim. Evet! Yabancı dil bilmeyen Başbakanımızın dış politika başdanışmanı bu dehşetengiz incileri gerçekten döktürmüş! Buna nezaketsizlik mi dersiniz, ne dediğini bilmemek mi dersiniz, yoksa Türkçeyi bilmemek mi dersiniz? Böyle bir dile diplomaside yer var mıdır, onu bilemem. Ama bakın Fuat Talay’ın söyledikleri nerelere çıkıyor: Büyükelçi’nin öğrenmesini tavsiye ettiği deyimin tamamı “Eceli gelen köpek, cami duvarına işer” dir. Bu deyimi kullanarak, acaba muhterem dış politika başdanışmanı, bir yabancı ülkenin elçisine köpek mi demektedir, yoksa o elçinin uyguladığı politikayı yönlendiren ülkenin dışişlerini köpeklerin idare ettiğini mi ima etmektedir? Yoksa Sayın Büyükelçi’nin ecelinin geldiği imasıyla onun yaşamını mı tehdit etmektedir? Acaba yukarıdaki sözleri sarf eden Sayın Tanlay, aklını peynir ekmekle mi yemiştir? Sayın Başbakan’ın daha Strasbourg’da yeni devirdiği çamların trajikomik hatırası tazeyken, bu nasıl bir aymazlıktır? Bu nasıl bir nezaket yoksulluğudur? Bu nasıl bir külhanbeyi ağzıdır? Bu nasıl bir tehdittir? Bırakın diplomatı, aklı başında bir insanın, seviyeli bir muhavere esnasında bırakın ülkemizde misafir olan bir büyükelçiye, herhangi bir muhatabına böyle bir laf ettiğine inanılabilir mi? Etmişse, o affedilebilir ve o mevkide tutulmaya devam edilir mi? Elbette diplomaside pek sert sözler sarf edilebilir. Ama onun bir yolu, yordamı, yöntemi vardır. İngiliz parlamentosunda üyelerin birbirlerini en acımasız eleştirileri, hiciv ve espri literatürünün en kıymetli sahifelerini doldururlar. Fuat Tanlay Bey’inki ise herhalde dehşet sahifelerinde yer alacaktır. Fuat Tanlay yalnızca Sayın Büyükelçi’den değil, tüm Türk milletinden özür dilemelidir. Yakışıksız uslubu, hizmet ettiği Başbakan’ın meşrebine uygun olabilir, ama asil ve âlicenap milletimizin misafirlerine karşı gösterdiği geleneksel misafirperverliğe ve nezakete uygun olmadığı gibi, herhalde nüktedanlığı ve kılıç gibi keskin zekâsı ile dünya diplomasi tarihimizde silinmez ve onurlu izler bırakmış olan Mehmed Emin Âli Paşa ve Keçecizade Mehmed Fuad Paşa gibi diplomasi devlerinin de kemiklerini sızlatmıştır. Ülkemiz yönetiminin kimlerin eline kaldığını her gün tekrar tekrar görmek ne acıdır! Amerika’dan sonra kuvvet gönderen ilk ülke olmasına rağmen ancak iki yıl sonra NATO’ya üye olarak kabul edildi.) 29 Kasım 1950’de Kore’ye sevk edilen Türk tugayı, Kunuri’de çok güç şartlar altında muharebelere katıldı!.. İnsanını, doğasını, coğrafyasını hiç bilmediği topraklarda, bir gecede mevcudunun üçte birini şehit ve yaralı olarak kaybetti!.. Mühimmatının yüzde 70’ini yitirdi!.. İlerleyen evrede Kore Savaşı iniş ve çıkışlar yaparak devam etti!.. Türk tugayı çoğu zaman kendinden üstün düşman kuvvetleri karşısında bırakıldı!.. 1951 yılının 22 Nisanı’nı 23 Nisan’a bağlayan gece saat 23.30’da Üsteğmen Mehmet Gönenç telsizle bildirdi: “Dört tarafımız kuşatıldı. Çok şehit verdik. Kurtuluşumuz yok. Koordinatları veriyorum. Bataryalar buraya ateş etsin!” Topçu Kıdemli Üsteğmen Mehmet Gönenç’in telsizle verdiği son ateş isteğini dinleyen subaylar, Tabur Komutanı Yarbay Tahsin Kurtay, tabur komutanı yardımcısı Binbaşı Ahsen Soya, Harekât Eğitim Subayı Lemi Eralp,Yüzbaşı Alaaddin Haydaroğlu, şaşkın şekilde birbirlerine bakıyor ve hiçbiri konuşmaya cesaret edemiyordu. Çünkü bu bir ölüm dileğiydi!.. Çünkü Üsteğmen Mehmet Gönenç’in haritada koordinat bildirdiği nokta, topçu ileri gözetleyicilerinin bulunduğu mevki idi. Yani arazide kendisinin de bulunduğu nokta idi!.. Güçlükle yapılan bir durum muhakemesi sonrasında, kahraman Topçu Üsteğmen Mehmet Gönenç’in vasiyetini yerine getirme kararı alındı. Bütün toplar ateşe başladı!.. Toplar gürlemiyor sanki hıçkırıyorlardı!.. Sen ölümsüzleşen yiğit Mehmet!.. Ölümsüz adında sonsuz uykunda daima rahat et!.. (*)Kaynak: Kore Harbinde Şehitlerimiz. (*) Üsteğmen Mehmet Gönenç’in hatırası, memleketi Bandırma’da, kendi adını taşıyan bir lisede yaşatılmaktadır. CebeliTayyip Ben size söyleyeyim; su o tarafa kayarsa, Boğaz’ı kurutursunuz sonra... Zırva procenin sahibinin “Turist de cezbedecek” sözü gerçekleşir sadece o zaman; çünkü turistler “Boğaz’ı nasıl kuruttunuz?” diye koşup gelirler ancak... Zaten bu proce de değil... Zırvanın sahibi, elini motoru tekleyen uçak gibi havada uçurup ölçümleri tahmini verdiğine göre, demek ki kendisi de bilmiyor neyin ne olduğunu... Nitekim kanalı kazdıkça çıkan toprağı ne yapacağını da bilmediğinden “Birazını çukur yerlere dolduracağını” müjdeledi... Aslında eni, uzunluğu olmadığı gibi, yeri de zaten belli değil... Onun için yerini televizyoncular buldular... İsmini ise twitterdaki dostlarım: CebeliTayyip Ama filmini yapmışlar... Procesi yok ama kenarındaki şatafat gözüküyor, yersen... Masmavi bir kanal, gemiler gelip geçiyor; iki taraf orman, metalik gökdelenler, kuleler yükseliyor simülasyonda... Bir tek külahlı bir oğlan ile türbanlı bir kız görüntüsü yok, kanal kenarında, hatim indirmeye gidiyorlar... Proce sahibi her ne kadar “Hayırlı olmasını Allah’tan niyaz ediyorum” dediyse de... Allah kızacak bu işe... Kendi yarattığı yeryüzünün en güzel boğazını rezil edip yanına kendisi boğaz yapmaya kalkanı ne yapar bilemeyiz... Hesap vakti sorar belki: “Kim kuruttu Boğaz’ı?..” Peki bu ne?.. Parayı bol bulup kumdan palmiye biçiminde ada yapan görgüsüz Arap emirlerinin kültürüdür... Biliyorsunuzdur; yaptıkları adalar denize batmaya başladı, oradan villa alanlar paralarını geri istiyorlar... Bence çılgınlık tehlikelidir... Cahilin çılgınlığı daha da tehlikelidir... İşin en matrak yanı; arkadaşın procesini beğenmeyenler, korkularından beğenmediklerini de söyleyemiyorlar... Bence telefonda da söylemeyin bir şey... Neme lazım, dinliyordur... Yalaka için ise bulunmaz fırsat... Uzun süre ekranlarda “Bulunmaz dâhi ile çılgın procesini” dinleyeceksiniz... Bence durdurun bu adamı... Yazık İstanbul’a... Günah... 2 Bir Başka 23 Nisan!.. Prof. Dr. Cengiz KUDAY tı’na (NATO) üye olabilmek için; 25 Haziran 1950’de başlayan Kore Savaşı’na asker göndermeye karar vermişti. (Ne var ki Türkiye bu savaşa, C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle