18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 31 MART 2011 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Kitap Taslağı ve Örgüt Üyeliği... Aman, Beyninize Sahip Çıkın! Nazi Almanyası’nda yaşandı ilk kez! Bilmem başka ülkelerde de oldu mu? Ama yirminci yüzyılın 34. yılında Alman üniversitelerinin bahçelerinde Marx’ın, Engels’in, Freud’un, Remarque’in, Gide’in kitapları cayır cayır yakıldı. Hem de binlerce Almanın sevinçli bağrışmaları arasında!.. Genç bir yazarımızın, Ahmet Şık’ın uzun çalışmalarıyla yazdığı, ama daha bitiremediği bir kitabın el yazmaları ya da bilgisayardaki kopyaları, özel yetkili bir savcının emriyle toplatıldı, silindi, yok edildi. Bir kitap yok edilebilir mi? Bugün yaparsın, ama yarın o kitap daha büyük etkiyle çıkar ortaya, yeni kuşaklarca benimsenir, bu çirkin olay da tarihe kara bir leke gibi geçer... Ülkemizde daha önce birçok kitap toplatıldı. Ama o kitaplar bir süre sonra yeniden basıldı? Bu kez daha büyük bir ilgi gördü... Necip Fazıl anlatmıştı, bir gözaltına alınmasında Emniyet’in karanlık bir odasında sabahlatılmış... Uyumak için oradaki bir kitap yığınının üstünde yatmış uyumuş. Sabah kalktığında bakmış, o kitaplar, Sait Faik’in toplatılmış “Medarı Maişet” romanı değil mi? O güzel roman daha sonraki yıllarda “Birtakım İnsanlar” diye yeniden basıldı, edebiyatımızın en güzel yapıtlarından biri olarak sevildi, benimsendi... “İmamın Ordusu” imiş o “zararlı” kitap... İmam kim? Fethullah bey mi? On beş yıldır ABD’de bir çiftlikte yaşayan (hangi olanaklarla bilinmez!) bir kişiyi anlatan bir roman mı, öykü mü, neyse ne!.. Bu Fethullah Gülen hocanın bir ordusu mu var? Ta oralardan emrinin altında tuttuğu, istediğini istemediğini yaptırdığı! Bu kitap toplatma olayı da onun buyruğuyla mı gerçekleşti? Sorular, sorular, sorular... Şu kitabın bir kopyası olsa da okusak, öğrensek diyenler o kadar çok ki! Başta ben!.. Biri bulsa da yollasa da okuyabilsem!.. Daha ortaya çıkmamış bir kitaba nedir bu düşmanlık? Bir soru size, daha basılmamış bir kitabı nasıl okumuş, değerlendirmiş, zararlı görüp toplatmak istemişler? Sezgiyle mi, bilgiyle mi? Yoksa düşte mi görmüşler bir genç yazarın suç öğesi olacak şeyler yazdığını? O genç yazarın beynini mi okumuşlar önceden? Evet, o da olacak bir gün! Uygarlık ilerledi, yeni yeni icatlar ortaya çıktı, belki beyin okuma araçları da!.. Yetkili kişiler bu araçları önceden kullanıp iyiyi kötüyü ayırt etmesini biliyorlar mı artık!.. Bir korku devleşti, daha düne kadar düşündüğünü yazdığını çekinmeden yazan, söyleyenler bile bir çeşit suskunluğun pençesinde... Az konuş, havadan sudan söz et, evde, kahvede gelişigüzel konuşma!.. Biri çıkar beynindekileri okur, sonra gider savcıya hesap verirsin! En iyisi susmak, gerekenden fazla konuşanları da susturmak!.. Türkiye aştığı dönemlere geri dönmemelidir. Düşünce özgürlüğü bir bütündür ve özgürlüklerin temelidir. Bu özgürlüğün ihlali, diğer özgürlükleri de ihlal etmeye başlar. Hukuk kurallarını olaylara ve kişisel isteklere göre yorumlamak gerekir. Çünkü hukuk, kurallara bağlılıktır. Hukuka saygı göstermek de kural gereğidir. Prof. Dr. Köksal BAYRAKTAR arih tekerrür ediyor. 1980’li yılların başlarında, 12 Eylül’den sonra, kentlerde ve kırsal kesimlerde, polis ve jandarma evlere, dernek lokallerine baskınlar yapıp kitaplıklardaki sakıncalı kitapları toplamıştı. Nice evlerde, nice üniversite ve lise öğrencisinin kitaplıklarındaki kitaplara el konulacağı korkusu ile anne ve babalar sakıncalı sandıkları yayınları, polis ve jandarma baskınlarından önce toplayıp parçalamış, koparmış ve yakmıştı. Aynı olay yaşanıyor şimdi… Hani son anayasa değişikliğiyle 12 Eylül ile yüzleşme iddiası vardı… Bırakın yüzleşmeyi, bugünlerde o günlerin uygulamalarına dönülüyor… Bir kitap, daha yayımlanmadan, taslak sayfaları, bölümleri, el yazılı notlarından ya da bilgisayardaki yazımlarından imha ediliyor, siliniyor… Bu aramada, söz konusu taslağın iade edilip edilmemesi, örgüt üyeliği ile bağlantı kurularak değerlendiriliyor. Bu noktada da tarihin tekerrür etmesi olgusu ile karşılaşıyoruz. Yürürlükten kalkan Türk Ceza Kanunu’nun ünlü 141, 142, 163. maddelerinin uygulamasında “sosyal bir sınıfın diğer sosyal sınıflar üzerinde tahakkümünü tesis etmeye veya sosyal bir sınıfı ortadan kaldırmaya matuf cemiyet kurma” veya “bu yönde propaganda yapma” ya da “laikliğe aykırı olarak, devletin sosyal veya ekonomik veya siyasi veya hukuki temel düzenini dini esaslara uydurmak amacıyla cemiyet tesis etme ya da bunlara üye olmada”, yargılama konusu olmuş kitapları bulundurma, suçların kanıtları olarak kabul edilmişti. Bu nedenledir ki, Lenin’in, Stalin’in, Mao Tse Tung’un, Nâzım Hikmet’in, Saidi Nursi”nin kitaplarını bulun T durma, TCK. 141, 142, 163. maddelerinin ihlali için yeterli delil olarak kabul edilmişti. Yayınların, kitapların, dergilerin, gazetelerin, kişinin evinde, kitaplığında, işyerinde bulundurulması ile “propaganda, övme, teşvik ve örgüte üye olma” suçlarının işlenip işlenemeyeceği yönünde 1968 1980 arasında çok yoğun uygulamalar olmuştu. Düşünce özgürlüğünün sınırsız olduğu, 1961 Anayasası’nda 20. ve 21. maddelerde “düşünce özgürlüğü ile bilim ve sanat özgürlüğünün sınırlanmadığı, cebir ve şiddete yönelik ifadeler kullanılmadıkça düşünce açıklamasının suç olamayacağı yönünde Bülent Tanör ve Çetin Özek’in mücadeleleri” hukuk uygulamasını belli bir ölçüde etkilemişti. Bu nedenledir ki, “mevcut veya yakın tehlike” doğurmadıkça her türlü düşüncenin ileri sürülebileceği yönündeki görüşler, hukuk uygulamasında yer almaya başlamıştı. Bu akım giderek yaygınlaşıp günümüzde, geçmişteki yaklaşımlar sadece tarihi olaylar olarak anılmaya başlanırken son olay “tarihin tekerrür ettiğini” yeniden ortaya koydu. Anayasanın 28. maddesi Üstelik bu yaklaşım kişiyi sadece düşüncesinden değil, belirli bir örgüte üye olma gibi, eylemden de sorumlu tutması yönünden daha da tehlikeli bir özellik taşımaktadır. Bir kitabın taslağını yanında bulundurma suç sayılabilir mi? Sorunun cevabı anayasada arandığında, 28. maddede basın ve yayınla ilgili sınırlayıcı hükümlerin bulunduğu saptanabilmektedir. Örneğin anayasanın 28. maddesinin 4 ve 6. fıkralarında devletin iç ve dış güvenliğini, ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü tehdit eden veya suç işlemeye ya da ayaklanma veya isyana teşvik eder nitelikte olan veya devle te ait gizli bilgilere ilişkin bulunan, süreli veya süresiz yayınların basımının önlenebileceği ve toplatılabileceği öngörülmüştür. Anayasanın bu çok sınırlayıcı düzenlemesi içinde dahi yazı taslağının, yayın taslağının konumuzla ilgili bir kitap taslağının kısaca henüz “ön çalışmaön yazıyazı hazırlığımüsvedde” niteliğindeki bir belgenin önlenebileceği ya da toplatılacağı şeklinde bir düzenleme bulunmamaktadır. Dolayısıyla ve maalesef yaşanan ve karşılaşılan “gazetenin yönetim yerinin” aranması, yazılara el konulması, bilgisayarın taranması keyfiyeti 1982 Anayasası’nın 28. maddesinin metnine aykırılık teşkil eder bir nitelik taşımaktadır. Ancak bu sınırlayıcı hükümlerde dahi, belirli suçları içeren haber, yazı ve süreli ve süresiz yayınlar öngörülmektedir. Yazı ya da kitap taslağı anayasanın belirlediği yazı kavramından da önce gelen bir evreye ilişkindir; yazarın hazırlık aşamasındaki çalışmaları henüz kesinleşmemiş düşünce dünyasına ilişkindir. Dolayısıyla, taslağa müdahalede bulunulması hukuk dışı bir davranış biçimidir ve düşünceyi yasaklama çabasının bir sonucudur. Bu nedenlerle taslak halinde bir yazının kaleme alınması ya da böyle bir yazıya ilişkin çalışma yapılması, yazının elde tutulması ile örgüt arasında bir bağlantının kurulması hukuken doğru değildir. Örgütün, “belirli bir hiyerarşik düzen, disiplin ve emirkomuta zinciri içinde yürütülen, belirli bir suç işlemek için çok sayıda kişinin birleşmesiyle oluşturulan, bir devamlılık içindeki insan grubunu” ifade ettiği düşünüldüğünde, kitap taslağını elde bulundurmanın bu unsurlarla bir tutulamayacağı kolayca anlaşılır. Türkiye aştığı dönemlere geri dönmemelidir. Düşünce özgürlüğü bir bütündür ve özgürlüklerin temelidir. Bu özgürlüğün ihlali, diğer özgürlükleri de ihlal etmeye başlar. Hukuk kurallarını olaylara ve kişisel isteklere göre yorumlamak gerekir. Çünkü hukuk, kurallara bağlılıktır. Hukuka saygı göstermek de kural gereğidir. KHK... Kanun Hükmünde Kararname (KHK)... Meclis’in yetkisinin Başbakan’a verilmesi... Yani Başbakan’ın, boşuna gürültüpatırtı yapan milletvekillerini eve gönderip, kanunları oturup kendisinin yapması... İşte şimdi bunu istiyorlar, bugün komisyonda görüşülecek... Bu Meclis’in tabiatına aykırı bir şey değil... Zaten kanunlar nasıl yapılıyordu?.. Kanun hükmünde emirle... (KHE) Milletvekilliği her ne kadar milleti temsil eden kişiler gibi gelse de size... Aslında onlar efendilerinin kendilerini yeterince temsil ettiğini düşünürler... Bilirsiniz... Milletvekilliği köle hükmünde... (KHM) Eğer milletvekilleri “Beyefendi biz gidiyoruz, artık biz olmadan kanunları sen yaparsın” diye bu yetkiyi başka birisine verebiliyorlarsa... Demek ki bildiğiniz gibi: Meclis kuru kalabalık hükmünde... (KKHM) (İki “K”li oldu bu sefer...) Milletvekilleri kanun yapma işini Başbakan’a bırakıp eve gittiklerinde, eksilecek olan şey irade değil... O zaten yoktu... Alkışlar eksiliyor, o kadar... Alkış deyip geçmeyin hani... Alkış ama, yağcılık hükmünde... (YHA) Bu sisteme demokrasi denilmesinin ise ne denli yalanyulan olduğunu işte size bizzat ülkeyi yöneten adam kanıtlıyor... Milletvekillerine “Siz gidin, ben kanunları yaparım” diyerek... Zaten demokrasi dediğiniz kepazelik hükmünde... (KHD) Bakmayın siz Başbakan bunu milletvekillerinden isterken aslında özüne dönüyor ve zaten olanı istiyor... Çünkü... Başbakan başbakan değil... Başbakan sultan hükmünde... (SHB) Neyse ki önümüzde seçim var... Yenilerini seçersiniz... Artık kömüre göre... Çünkü kömür oy hükmünde... (KHO) Neticede devlet böyle oldu... Devleti yöneten arkadaş, milletvekillerini evlerine gönderip “Kanun yapılacaksa ben yaparım” dediğine göre... Cemaat işi hani... Cemaat dediğiniz devlet hükmünde... (CHD) Türk Arkeolojisine Yön Veren Akurgal 100 Yaşında O, Türk arkeolojisine yön veren, kişilik kazandıran, önünü açan gerçek bir bilim adamıydı. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet içerisinde yaşayan tüm ulusların geçmiş kültürlerinin ortak olduğunu, birbirlerinden etkilendiğini, birbirleriyle kaynaştığını söylüyordu; bu nedenle bu büyük geçmişe sahip çıkarak, birlik ve beraberlik içerisinde yaşanılması için Anadolu’da gelmiş geçmiş tüm kültürlerin anlatılması gerektiğini de vurguluyordu. Prof. Dr. Ömer ÖZY Ğ T listik yaklaşımları ilk kez uyguladı ve bu sanatlar üzerine önemli sentezler ortaya koydu. Geç Hitit sanatının kronolojisini çözdü. Geniş kapsamlı bir uzmandı. Hattilerden Geç Roma dönemine kadar, İÖ 2500’den İS 500’lere değin 3000 yıllık bir süreyi kapsayan dönemlerin kültürlerini araştırdı. Akurgal, Berlin’deki arkeoloji eğitimi sırasında Hellen sanatının oluşumunu, Doğu uygarlıklarının Hellen sanatını büyük ölçüde etkilediğini kavramıştı. Bu konuda birçok uzman çalışmışsa da kendisinin konuyu ele alış biçimi, diğer bilim adamlarından farklı oldu. Kendisinin diğerlerinden ayrıcalığı, bu konuyu diğerleri gibi tek boyutuyla ele almamış olmasıydı; çünkü onun araştırma alanı, çok daha genişti. Bu konuda onun çalışmalarının diğer bilim adamlarından ayrıcalığı, Doğu örneklerinin stilistik araştırmaları konusundaydı. Diğer bilim adamları, çalışmalarında Doğu örneklerinin stilistik araştırmalarına yer vermemişti. DoğuBatı ilişkileri konusunda yazmış olduğu en önemli eser, “Orient und Okzident” isimli kitabıdır. Almanca, Fransızca, İtalyanca, İngilizce basımları çıkmıştı. İngilizce basımlar, İngilizce ve Amerikan basımları olarak farklı adlar altında yayımlandı. Onun kazıevlerindeki sofraları, büyük kültür toplantılarıydı. Büyük bilgeyi bu sofralarda dinlemek büyük bir zevkti; çünkü yemek sırasındaki bu sohbetlerden çok şey öğreniliyordu. Bu sofralarda anlattığı anılardan çok dersler çıkarılabilirdi. Ülkesinin kendisini sekiz yıl süreyle yurtdışında okuttuğundan, bu olanaklarla neler kazandığından sürekli söz ederdi. Akurgal Avrupa’nın sekiz akademisine üye idi. Ayrıca yine Avrupa’da beş arkeoloji enstitüsünde onursal üyeydi. Öte yandan Bordeaux, Atina, Lecce ve Anadolu Üniversitesi’nin kendisine verdiği doktor payeleri vardı. Yurtdışında Princeton, Berlin, Pisa ve Viyana üniversitelerinde konuk profesör olarak ders verdi. Bunların dışında yurtdışında yedi adet madalya ve nişan aldı. Akurgal’a üç Alman, iki İtalyan, bir Fransız ve bir Belçika nişanı verildi. Yurtiçinde ise çeşitli kuruluşlardan 11 onur ödülü aldı. Bayraklı (Eski İzmir), Kyzikos, Daskyleion, Kyme, Sinop, Foça, Pitane, Erythrai antik kentlerinde kazılar yaptı. Selçuk’ta Saint John Kilisesi kazı ve onarımını da gerçekleştirdi. Anadolu uygarlıklarının araştırılması için öğrencilerine her zaman yol gösterici olmuş, onlara çeşitli olanaklar sağlamış ve yurtdışına göndermişti. 1981’de emekli olduğu sırada, Ankara Üniversitesi, DTCF çıkışlı 23 öğrencisi çeşitli üniversitelerde ders veriyordu. O, Türk arkeolojisine yön veren, kişilik kazandıran, önünü açan gerçek bir bilim adamıydı. Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet içerisinde yaşayan tüm ulusların geçmiş kültürlerinin ortak olduğunu, birbirlerinden etkilendiğini, birbirleriyle kaynaştığını söylüyordu; bu nedenle bu büyük geçmişe sahip çıkarak, birlik ve beraberlik içerisinde yaşanılması için Anadolu’da gelmiş geçmiş tüm kültürlerin anlatılması gerektiğini de vurguluyordu. Büyük Bilge Adam, Büyük Hoca ışıklar içinde uyu! D oğumunun 100. yılı 30 Mart 2011 günü. Büyük bilge insan, Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal, 1 Kasım 2002 günü aramızdan ayrılmış tı. Aradan yaklaşık 10 yıla yakın bir süre geçti. Hâlâ onsuzluğa alışamadık. Türk arkeolojisinin önünü açan büyük bir bilge ve kültür adamıydı. 1930’lu yıl larda, Atatürk’ün isteğiyle yurtdışına birçok dalda öğrenim için gençler gönderildi. Batı Uygarlığı’nı yakalama çalışmaları sırasında, bilim adamları yetiştirmek amacıyla. Ekrem Akurgal da seçilenlerin arasındaydı. Almanya’da ünlü arkeologların yanında doktora çalışmasını yaptı. 1941 yılında ülkesine döndü. Ankara Üniversitesi, Dil ve TarihCoğrafya Fakültesi’nde, 1981’e dek 40 yıl boyunca hocalığını sürdürdü. 1949 yılında profesör, 1957 yılında da “Ordinaryüs Profesör” oldu. Ülkemizde ve dünyada bilimsel nitelikte en çok kitap yazan bilim adamlarından biriydi. Çok üretkendi. Hatti, Hitit, Geç Hitit, Frig, Urartu, Hellen ve Roma sanatları, kısaca Anadolu uygarlıkları üzerine Türkçe ve yabancı dilde çok sayıda kitap ve makale yazdı. Yazdığı kitapların sayısı 20’den çoktur. Bunlar Almanca, İngilizce, İtalyanca, Fransızca ve Türkçe olarak yayımlandı. Yaptığı çalışmalarla Batı uygarlığının bu topraklarda doğduğunu ortaya koydu ve savundu. Çalışma konuları, hep Anadolu uygarlıkları üzerineydi. Arkeoloji biliminde öncüydü, o. 1940’larda Hatti ve Hitit, 1950 ve 1960’larda Frig ve Urartu sanatlarını araştırmaya başladı. Bu konularda çok sayıda kitap ve makale yazdı. Anadolu sanatları üzerine pek çalışma yapılmamıştı Akurgal’dan önce. O, bu sanatlar üzerine sti C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle