18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 29 MART 2011 SALI [email protected] 16 KÜLTÜR Macide diye bir sanatçı En son Nedim Saban’ın sahnelediği ‘Müziksiz Evin Konukları’nda sahneye çıkan Macide Tanır, içindeki çocuğu yeniden kışkırtmalı Babasının soyadını taşıdığı yıllarda Macide Birmeç’ti. Sevdiceği Vedat Bey ile yaşamını birleştirdikten sonra ve ayırdığında da Macide Tanır… Devlet Tiyatroları’nın en aşağı 50 oyununun ağır emekçisi olan “efsane” sanatçı… “Yer Demir Gök Bakır”, “Cumhuriyet” (Zübeyde Hanım), “Yengeç Sepeti”yle sinemaya da imza attı. Televizyonda “Kurtuluş” (Zübeyde Hanım), “Güz Güneşi”, “Baharın Bittiği Yer”, “Anne”, “Şehnaz Tango” ile milyonlara ulaştı. Devlet sanatçısı. 30’u aşkın ödülü var. Kabul etmedikleri de… Gençlik yıllarında ve daha sonra da çoğunlukla ‘anne’ rolleriyle görevlendirilmiş. Çoğu, dünya tiyatro dağarının en zor rolleri. Saymaya yer yetmeyeceğinden yalnızca birkaç örnek: İbsen’in “Hortlaklar”ının Bayan Alving’i, Sean O’Casey’nin “Dünyanın Düzeni” oyununda Juno, Eugene O’Neill’in ‘Günden Geceye’sinde anne Mary Tyrone, Casona’nın ‘Ağaçlar Ayakta Ölür’ünde anneanne, Lorca’nın ‘Kanlı Düğün’ünde anne, Camus’nün “Yanlışlık” oyununda yine anne… Oysa oyunculuk kimliğine yaraşır düşünsel ve bedensel yoğunlaşmayı korumak adına, çocuk sahibi olmayı hiç düşünmemiş. Öte yandan, rollerini yaratırken, dayanılmaz doğum sancıları çekmiş, annelik sevgisini de oyunlarda çocuklarını oynayan sanatçılar arasında bölüştürmüş… (Bunları “Tiyatronun Cadısı” kitabında anlatıyor.) Şimdi ise birlikte çalışmış olsunlar, olmasınlar tüm sanat insanlarının Macide Abla’sı. Çünkü, pek çok sahne sanatçısının tersine, kültürsanat olaylarının bugün de sıkı bir izleyicisi, tartışmacısı ve isteyen olduğunda yol göstericisi… “Macide Tanır kimliği”nin bu özellikleri, Cumhuriyet döneminin “ideal” ölçülerine göre yetiştirilmiş olması, dahası, seçkin eğitim kurumu Erenköy Kız Lisesi’nde eğitim ‘Gölge Ustası’ oyunundaki Musavvar rolü üstüne: “…Tanır’ın en alkışlanacak başarısı genç arkadaşlarını gölgede bırakmaktansa, deneyimini ve birikimini onlarla kusursuz bir eşgüdüm içinde değerlendirmesi. Yine de oyunun ‘gölge’ ortamını, satırlardan çok satır aralarını oynayan Tanır belirliyor. Bağırdığı zaman bile yırtıcı olmayan ses kullanımıyla, bakışlarıyla, yürümesiyle, oturup kalkışıyla, en baş edilmez acıları yaşam biçimine sindirmiş annenin sessiz duyarlığını olanca yalınlığıyla sergileyerek.” Bir başka değerlendirmem ise 1984 yılında sahnelenen Katherine Hepburn’lü, Henry ve Jane Fonda’lı filmi birçok Oscar kazanmış Ernest Thompson’un “Altın Göl” oyunundaki bir başka “anne” yorumuyla ilgili: “Tanır, (…) ‘klişe’ yorumların ötesine geçmiş bir sanatçı. Oyun içindeki durumlara getireceği tepkileri, yüzeyde yansıması gerektiği gibi değil, yürekte yaşandığı gibi oynuyor; sevinci de, coşkusu da, acı çekişi de hep yalın, ama çok derinlerde…” Yıllar önce dile getirmeye çalışmış olduğum gibi, Macide Tanır’ın oyunculuğu, her farklı role bürünüşte tepeden tırnağa bir kişilik çözümlemesi gerektiren, ruhu ve bedeni o kişiliğin emrine veren bir duyarlık ve disiplin anlayışı barındırıyor. Bu “sanatçı kişi” özelliği, Tanır’ın, ülkemizin Cumhuriyet döneminde yaşanan ve henüz tamamlanamayan “aydınlanma” sürecinden aldığı paydır. Onun, politik ve toplumsal dinamiklerin izini titizlikle sürüp açık sözlülükle yorumlayışında da görülen “ödünsüz duruş”unun temelinde yine bu sürecin damgası vardır. Macide Abla bir süredir rahatsız. İnce bedeni, sarışın güzelliği ve ‘laf sakınmaz’ sohbetiyle aramızdaki yerini almak için, içindeki çocuğu kışkırtmalı… O çocuk yaklaşan baharın güzelliğine kucak açmalı... Sürek Avı Kitaplar sahip oldukları dönüştürücü güç nedeniyle, toplumu baskı ve korkuyla yönetenleri her zaman ürkütmüştür. Kitaba ve yazara yöneltilen şiddet bazen insanları yıldırmış çoğu zaman da tam tersi sonuç vererek isyan duygusunu güçlendirmiştir. Türkiye insanı, yüz yıldır düşünce ve ifade özgürlüğü için mücadele veriyor. Bu ülkede kitaplar, yazılar her zaman suçlu sayıldı. Yargılandı, yasaklandı, yakıldı. Yazarlar hapsedildi, işkence gördü, öldürüldü. Kitap düşmanlığı bir türlü bitmedi. İki binli yıllarda, iletişim çağında, bu köhnemiş bakışın tarihe gömülmesi gerekirken tam tersine hortladı. Bugün geldiğimiz yerde düşünce ve ifade özgürlüğü ciddi tehdit altında. Yayımlanmamış bir kitap çalışmasına el koymak, sürek avı telaşıyla, taslak ve CD kopyalarının peşine düşmek ve elinde bulunduranların terör örgütü üyesi sayılacağına karar vermek en koyu faşizm uygulamalarında bile görülmemiş, akla ziyan bir olay. Bu kadar tehlikeli bir metnin içeriğini, neye, hangi karanlık güçlere dokunduğunu bir an önce bilmek, öğrenmek zorunda değil miyiz? Son sekiz yılda basın özgürlüğü çok ağır darbeler aldı. Sözde “İleri demokrasi” yoğun baskı ve sansür uygulamalarıyla muhalif bütün sesleri susturdu. Oysa özgür basın demokrasinin olmazsa olmaz şartıdır. Sadece kendine yakın olana tanınan özgürlüğün adı ise faşizmdir ve çok tehlikelidir. Hukuksuzluğun hukuk haline getirildiği yerde “terör örgütü” çuvalı öyle devasa boyutlara varır ki daha çok şey, çok insan alır. Düşünce ve ifade özgürlüğünü savunmak ve önüne konan engellerle savaşmak insanın insan olma savaşının temel taşlarından biri. Ülkemiz yayıncıları birleşerek Şık’ın çalışmasını basmayı düşünüyorlarsa bunu bir an önce yapsınlar. Çünkü topluma korku ve dehşet saçmada terör boyutuna varmış uygulamaların sonu görünmüyor. Tepki gösterilmezse bu ülkede, özgür sözün, özgür basının, yazma ve yayımlama hakkının geleceği tümüyle kararacak. Savcıların bundan sonraki adımı, insanların beynini okumak ve düşüncelerini silmek için lobotomi kararı almak bile olabilir. Olmaz demeyin, olanları bir düşünün! Geçen haftaki “Beklenen Genç Romancı” başlıklı yazıma gelen iletilerden biri de İzmir’den on dört yaşındaki okurum Sera Sonat’ınkiydi. Şöyle yazmış: “Yaşıtlarım okumuyor, yazarları tanımıyorlar. Onlara edebiyattan, müzikten, tiyatrodan, resimden söz açtığımda ya o konu ile alay ediyorlar, ya da uzaklaşıyorlar ortamdan. Altmış sekiz kuşağı bir babanın çocuğu olmak zor. Hem kendimle gururlanıyorum onlar kadar boş olmadığım için hem de yalnız kalmaktan üzülüyorum. Tabii benim de öğrenmem, bilmem gereken çok şey var daha ve hep olacak. Arkadaşlarımı benim gibi olmadıkları için eleştirme hakkım da yok ama acıyorum bize. Sizlerden sonra gelecek yazarlar ne yazacaklar? Vampirli romanlardan, duygusuz ve ritimsiz pop şarkılarından, en son çıkan parfüm ve elbiselerden mi bahsedecekler? Açlık sınırının altında yaşayanlardan, hak arayan işçilerden, mağdurlardan, dünyada olup bitenlerden, doğa katlinden mi yoksa ünlülerin hayatlarından mı? Acıyorum ülkemin ve dünyanın haline. Sanırım yanlış zamanda, yanlış ailede, yanlış yerde doğmuşum. Fakat benim değişmem de imkânsız. Sizden isteğim mektubumdan köşenizde bahsetmeniz. Çünkü bu ülkenin gerçekleri gören insanlarının, gençliğin düşündüklerinden de kötü durumda olduğunu anlamalarını istiyorum.” Sera kaygılarında haklı. Özgürlüğün ne olduğundan habersiz, popüler kültür değerleriyle kimlik yitimine uğratılmış bilinçsiz ve bilgisiz genç insanların yakın gelecekte başımıza geleceklere hazır olmadıkları gerçeği ise üzücü. Macide Tanır’ın oyunculuğu, her farklı role bürünüşte tepeden tırnağa bir kişilik çözümlemesi gerektiren, ruhu ve bedeni o kişiliğin emrine veren bir duyarlık ve disiplin anlayışı barındırıyor. görmüş olmasıyla da ilintili. Çok az görüşebilmiş olmamıza karşın, benim de “Macide Abla”mdır. Çünkü annemin Erenköy Kız Lisesi’nden birkaç yaş küçük arkadaşıdır. Biz İstanbul’da yaşarken, Macide Abla, konservatuvar eğitimi ve sonrasındaki oyunculuk uğraşı nedeniyle Ankara’dadır. Bu nedenle, sahnedeki başarılarının ve okullarından böyle bir sanatçının çıkmış olmasının lise arkadaşları tarafından övünçle anılması sonucunda, yüzünü görme ya da bir oyununu izleme fırsatını bulamadan tanımışımdır onu. Ankara’ya yerleşmemden bir süre sonra ise Macide Tanır’ı “yaştan” emekli ettiler; o da sahneye konuk sanatçı olarak birkaç kez çıktıktan sonra, İstanbul’a göç etti. Sahneye son kez Nedim Saban’ın sahnelediği “Müziksiz Evin Konukları”nda çıktı. Oscar Wilde’ın “Yelpaze” oyununda, kırmızı tuvaletiyle yaptığı muhteşem “giriş”le ilk kez 1978’de görmüştüm “büyük Macide”yi. İlk değerlendirmem ise 1983’te, Yeşim MüderrisoğluYıldırım Türker’in ÇEVB R’ N AÇIKLAMASI ‘Basılmamış kitap avı’na kınama Kültür Servisi Gazeteci Ahmet Şık’ın henüz yayımlanmamış kitabı “İmamın Ordusu”nun fiziki ve elektronik kayıtlarına polis tarafından suç unsuru taşıdıkları gerekçesiyle el konulmasının ardından Çevirmenler Birliği (ÇEVBİR) de bir kınama açıklaması yaptı. Söz konusu kitabın takibinin hâlâ devam ettiği hatırlatılan açıklamada, “Yaşadığımız topraklarda, yeniden terörle mücadele adı altında, Terörle Mücadele Yasası’na dayanarak, yasa uygulayıcıların, kamuoyunca mantığı anlaşılamayan özel kararları sonucunda basınyayın dünyası üzerinde oluşturdukları baskı atmosferini, basınyayın, haber alma ve ifade özgürlüğünü engellemeye varan uygulamalarını kınıyoruz. Düşüncelerin ifadesini ‘terörle’ bağlantılandıran ve basınyayın faaliyetinden ‘terör örgütü’ delilleri çıkarmaya çalışan, böylece basınyayın alanında çalışan tüm aktörleri potansiyel suçlu konumuna sokarak insanları mesleklerini icra edemez hale getiren zihniyeti protesto ediyoruz” denildi. Evde düşündü, kafede yazdı, sahneye koydu DT sanatçısı, oyuncu ve yönetmen Cüneyt Çalışkur hayatını kaybetti Kültür Servisi Devlet Tiyatroları sanatçısı, oyuncu ve yönetmen Cüneyt Çalışkur (57) dün yaşamını yitirdi. Uzun süredir kanser tedavisi gören sanatçının cenazesi bugün Teşvikiye Camii’nde kılınacak öğle namazının ardından Zincirlikuyu Mezarlığı’nda toprağa verilecek. 11 Şubat 1954 yılında İstanbul’da dünyaya gelen Çalışkur, 1994 yılından bu yana İstanbul DT sanatçısıydı. 1978’de Ankara Devlet Konservatuvarı yüksek bölümünden mezun olduğu yıldan başlayarak Devlet Tiyatroları’nda görev alan Çalışkur’un yönettiği oyunlar arasında “Ben Ruhi Bey Nasılım?” ve “Leenane’in Güzellik Kraliçesi” yıllarca İstanbul Devlet Tiyatrosu tarafından sahnelendi ve kapalı gişe oynadı. Kendisi gibi tiyatro oyuncusu Rüçhan Çalışkur ile kardeş olan oyuncu, son olarak kendisinin yazıp yönettiği “Kredi Kartı Vak’aaa” isimli oyunuyla 14. Afife Tiyatro Ödülleri Cevat Fehmi Başkut Özel Ödülü’ne değer görülmüştü. Tiyatroseverlerin “Cennetin Çocukları” ve “Gümüş” adlı diziler ile “İstanbul Kanatlarımın Altında” filminden de yakından tanıdıkları sanatçı, pek çok oyunun yönetmenliğini üstlenmişti. Çalışkur kendi kaleminden kendini şöyle anlatıyordu; “Yaşamında en çok kızını sevdi. İkibuçuk kez âşık oldu. Takıntıları arasında; kitap, DVD ve araba almak vardır fakat araba kullanmayı hiç sevmediği için garajda besler. İhmal edilmiş güzellikten hoşlanır. Tenisi estetiğine uygun oynamak adına, yenilgiyi dert etmez hatta bundan gizli bir zevk aldığı bile söylenebilir. Oyunlarını kafelerde yazar, sahnede sahneye koyar, evde düşünür. Kendisi için önemli konu başlıklarını Yasmi’yle paylaşır: Onu güldüren tek kadın; Şizofren Acem Kedisi... Son zamanlarda, “Ben n’aptım da böyle oldum?” diye düşünmeye devam etmektedir. Elde ettiği sonuçları, becerebilirse, ilerde yazacağı oyunlara yansıtacaktır.” ADANA T YATRO FEST VAL ‘Sabancı Ödülü’ Gülriz Sururi’ye YUSUF BAŞTUĞ 15. BEYAZ ÇAĞDAŞ VE MODERN SANAT MÜZAYEDES C MY B C MY B Adnan Çoker’in yapıtına 1 milyon 00 bin TL 2 Kültür Servisi 15. Beyaz Çağdaş ve Modern Sanat Müzayedesi’nde, Türk çağdaş resminin en önemli soyut ustalarından Adnan Çoker’in “Retrospektif I” adlı yapıtı, müzayedenin en pahalı eseri oldu. Conrad Otel’de önceki gün düzenlenen müzayedede, Çoker’in beyaz fona yaptığı tek tablosu olma özelliği de taşıyan başyapıtı, 1 milyon 200 bin liraya alıcı buldu. Müzaye dede ayrıca Burhan Doğançay’ın “Kurdeleler” isimli yapıtı 350 bin lira, “Opera” adlı yapıtı 250 bin lira, Ömer Uluç’un “At ve Köpek”i 170 bin lira, Neşe Erdok’un figürlü kompozisyon konulu yağlıboya yapıtı 150 bin lira, Abidin Dino’nun “Antibe’den”i ile Zekai Ormancı’nın “Ayraşık Yapı” isimli yapıtları da 140 biner liraya satıldı. ADANA 13. Devlet Tiyatroları Sabancı Uluslararası Adana Tiyatro Festivali, Taşköprü ve Seyhan Nehri üzerinde, İtalyan Studio Festi grubunun “Suyun Senfonisi” isimli gösterisi Gabit Musrepov Devlet Çocuk ve Gençlik Tiyatrosu’nun, “Selvi Boylum, Al Yazmalım” oyunuyla başladı. Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Devlet Tiyatroları Genel Müdürü Lemi Bilgin ve Sabancı Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı Güler Sabancı’nın da katıldığı açılış töreninde tiyatro sanatçısı Gülriz Sururi’ye de “Sakıp Sabancı Yaşam Boyu Başarı Ödülü” verildi. Törende konuşan Bilgin, Adana’da gerçekleştirilen festivalin uluslararası alanda çok önemli bir yere sahip olduğunu belirterek festivale sahip çıkan herkese teşekkür etti. Güler Sabancı da 13 yıldır festivali daha iyi noktalara taşımak için çalıştıklarını söyledi. “Sakıp Sabancı Yaşam Boyu Başarı Ödülü”ne değer görülen Gülriz Sururi ise “Mesleğimle ilgili bugüne kadar hiç kutlama yapmadım. Bundan sonra da yaptığım işlerle ödül almak istiyorum” dedi. Türkiye ve 7 farklı ülkeden 17 tiyatro topluluğunun katılımıyla 34 oyunun sahneleneceği festival, 28 Nisan’a dek sürecek. K A M İ L M A S A R A C I Ç İ Z İ K K Ü L T Ü R
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle