18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 MART 2011 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA DİZİ 9 Önemli olan, sağlıkta metalaşmaya kararlı bir karşı çıkıştır; sağlıktan kâr ve sermaye birikimi sağlanmasına ilkesel olarak kırmızı ışık yakmaktır. Sağlıkta özelleşme ve ticarileşmeden kamu kaynağı desteği çekilmeli ve sağlığın bir kamu hizmeti olarak sunumuna dönülmeli. Sağlık hizmetini örgütlemede, koruyucu hekimliğe, bunun için de sağlık ocağı sistemine ağırlık vermek önemli. lık verilmesi de önemli. Sağlıkta özelleşme ve ticarileşmeden kamu kaynağı desteği çekilmeli ve sağlığın bir kamu hizmeti olarak sunumuna dönülmeli. Sağlık hizmetini örgütlemede, koruyucu hekimliğe, bunun için de sağlık ocağı sistemine ağırlık vermek önemli. Ülkemizdeki kamu sağlık hizmetleri birikiminin en iyi yansıması, 6 bini aşan sağlık ocağı ve 12 bin civarındaki sağlık evidir. Daha sonra yozlaştırılmaya çalışılsa da hemen hiçbir çevre ülkede görülmeyen bu avantaj, AKP hükümetince tahrip edilmiş, görmezden gelinmiştir. Sağlık ocaklarında verilen “birinci basamak sağlık hizmeti”, koruyucu hizmetlerin yanında ayakta tedavi ve acil tedavi hizmetlerini kapsar. Tam gün çalışan bir sağlık ekibince yürütülen birinci basamak sağlık hizmetinde yurttaşlara, olası risklerden korunma yollarının, acil müdahalenin öğretilmesi önemli. Sağlık ocaklarının bağlı olduğu 50100 yataklı ikinci basamak hastanelerde yine koruyucu hizmetlere ağırlık verilebilir. Bunu 400500 yataklı üçüncü basamak hastaneler izler. Hem ilkeler, hem ayrıntılar kuşkusuz tartışmaya açıktır. Önemli olan, sağlıkta metalaşmaya kararlı bir karşı çıkıştır; sağlıktan kâr ve sermaye birikimi sağlanmasına ilkesel olarak kırmızı ışık yakmaktır. (*) Özeti sunulan bu araştırmanın tamamı İzmir Tabip Odası tarafından bir kitap olarak yayına hazırlanmaktadır. Sağlığın ticareti olmaz, olmamalı eoliberal paradigma, birçok kamusal hizmette olduğu gibi, sağlığa tahsis edilmiş kamusal kaynakların “en verimli biçimde” kullanılmasını öngörüyor. Konu, sağlık hizmeti üretilirken kullanılan bina, ısıtma, iletişim, ulaşım, araçgereç vb’nin akılcı kullanımı, savurganlığın önlenmesi olarak ele alınsa, buna kimsenin bir itirazı olamaz. Ama burada hedeflenen, bunların yanında, kamu sağlık çalışanlarının ekonomik demokratik haklarından da “tasarrufa gidilmesi”, bu çalışanların “Taylorist” yöntemlerle çalıştırılmasıdır. Neoliberal yaklaşım, sağlık gibi, özen, sorumluluk, özveri isteyen meşakkatli bir servis üretiminin bu özelliğini fazla önemsemeden, sağlık çalışanından birim zaman içinde daha çok başvuruya yanıt vermesini ve bunun en düşük ücret maliyeti ile gerçekleştirilmesini ister durumda. 1990 sonrası hızlandırılan sağlıkta metalaşma, ticarileşme, piyasalaşma sürecine çeşitli biçimlerde karşı çıkmak gerekiyor. Bu hem sağlık hizmeti üretenlerin hem de sağlık hizmeti alanların sorumluluğu. Kamu sağlık hizmetinin tedariki, tamamen kamu hastanelerinden yapılmalı, yavaşlatılmış sağlık yatırımlarına yeniden hız verilmeli ve eksik sağlık personeli sayısı arttırılmalıdır. Bunun için gerekli kaynaklar, hem merkezi bütçeden, başka harcama kalemlerinin ödenekleri (örneğin polis, asker harcamaları) azaltılmak suretiyle sağlanabileceği gibi, etkili vergi denetimleri ve gücü olanlardan daha çok vergi alı Gazeteciler Kullanılır mı? Gazetecilerin kullanılması son günlerde sıkça tartışılıyor. Son zamanlarda bazı gazeteciler, başka bazı gazetecileri suçlamayı o kadar ileri götürdüler ki, tarihin derinliklerine gidip İkinci Dünya Savaşı’nın çıkmasını bile gazetecilere bağlayacaklar. En baştan şunu söyleyeyim ki, bizde gazetelerin ve gazetecilerin böyle abartılı bir gücü yok. Türkiye’de okur ve izleyici, ya zaten kendi görüşünü aynen yazanları, söyleyenleri izler ve beğenir ya da herkesin söylediğinden kuşku duyar. Bizde ortalığı karıştıracak, olay kopartacak türden haberler genelde devletten gelir. ABD’de Watergate skandalını patlatan haber de gazetecilere gökten zembille inmemişti. Orada da bu haberi onlara fısıldayan bir “derin gırtlak” vardı. Polis, istihbarat, asker, bürokrat gazetecileri kullanabilir mi? Elbette. Zaman zaman o kurumların içinden birileri, kendi çıkarları doğrultusunda da haber yaptırabilir, kurum kendisini korumak için de size bir haber sızdırabilir, kamuoyunu yönlendirmek için bunu sistemli ve bilinçli olarak da yapabilir. Hatta zaman zaman bazı gazeteler, dergiler, internet siteleri yalnızca belli bir amaca yönelik olarak da kurulup çalıştırılabilir. Ama bunların etkisi de belli oranda kalır. Bir magazin haberinde bile herhangi bir menajer, şarkıcı, bir spor haberinde kulüp yöneticisi veya futbolcu sizi kullanmak isteyebilir. Muhabirin, editörün ve yazı işlerinin görevi de zaten bu haberleri bu süzgeçlerden geçirmek... Hatta bazen gelen haber o kadar iyidir ki, kullanıldığını bilse de gazeteci bu haberi yayımlayabilir. Aslında kısacası bu durum karşılıklıdır. Gazeteci de bir anlamda o kaynağı kullanmaktadır. Gelen haber hukuksal olarak bir sorun taşımıyorsa yayınmlayanın sorumluluğuna kalmış demektir. Eğer belli kurumlardan, yasadışı bir biçimde belge sızdırılıyorsa o da gazeteciden çok herhalde o kurumdaki kişileri ilgilendirir. Tartışmalarda sıkça deniliyor ki, “Efendim bazı haberler kasıtlıdır, o haberin sonuçlarına bakınca anlaşılır kime hizmet ettiği..” Eğer böyle bakacak olursak, her haber birilerine hizmet eder, birilerini kızdırır. Gazeteci, örneğin hükümetle ilgili bir skandal eline geçtiğinde, “Bunu bana muhalefetten birileri sızdırdı, demek hükümete zarar vermek istiyorlar, ben bunu haber yapmayayım,” diyebilir mi? “Öyle demeçler verilmiş ki zamanında bunları gazeteciler özellikle başlığa çıkarmış” gibi sözler de duyuyorum. Gazeteci gidip bir kurumun tepesindeki adama zorla mı bir şey söyletiyor. Ya da onun ağzından çıkmayan bir şeyi mi yazıyor? Öyleyse zaten yalanlanır. Ama gazeteci haber yaparken şuna mı dokunur, buna mı zarar verir, yarın öbür gün başıma iş mi açar diye düşünerek haber yapamaz. Gazetecinin ölçütü bellidir. Yapılan haberde kamu yararı var mıdır, haber doğrulatılmış mıdır... Gazetecinin ölçütü budur. N AKP iktidarı, merkezi bütçeden maaş ve ücret alan sağlık personeli giderlerini, personel azaltmalarına giderek ve personelden daha çok hizmet almanın yolunu bularak “etkinleştirmeye”; ayrıca mal ve hizmete ayrılan yüzde 44.5 bütçeyi de, taşeronlaştırma, bina, ekipman, ilaç tasarrufları ile azaltmaya çalışıyor. narak kolaylıkla yaratılabilir. SGK yönetiminde sigortalı işçi, memur ve BağKur’luların temsili sağlanmalı; ayrıca emekliler, yaşlılar ve özürlüleri, yeşil kartlıları temsil edenler de yönetimde yer almalıdır. SGK’nin prim alacaklarının tahsilatının etkin biçimde gerçekleştirilmesi önlemi bile tek başına, SGK üstünden sağlık bütçesini arttırmayı mümkün hale getirecektir. Sağlık hizmeti üreten sağlık çalışanlarına uygulanan Taylorist yöntemlere karşı çıkılmalı, taşeron uygulamaları sonlandırılmalı, hastane yönetimlerine çalışanların temsilcilerinin katılımı sağlanmalı ve etkinlik çalışmaları, böyle bir geniş katılım mekanizması ile sağlanmalıdır. Sağlık hakkı, sağlıklı bir ortamda yaşama hakkı ve sağlık hizmetlerine ulaşma hakkıdır. Sağlıklı bir ortam demek, her şeyden önce, herkesin işinin, gelirinin olması anlamına gelir. İşi, geliri olmayanların da asgari geçinme, barınma, beslenme ihtiyaçlarının sosyal devlet hizmeti olarak karşılanmasını gerekir. Böylesi bir “sosyal koruma”, bir dizi hastalığı daha baştan önlemiş olacaktır. Sağlıklı çevre, sağlıklı gıda üretimi, temiz kentler, birçok hastalığın daha baştan önünün kesilmesi demek. Bu anlamda işyerlerinde ve yerleşim yerlerinde sağlıklı ortam, hastalığın üremesinin önünü keser, tedavi ve ilaca ihtiyacı da baştan azaltır. İlköğretimden başlayarak temel sağlık eğitimi ve beden eğitimine ağır Kamu sağlık çalışanları hedefte M erkezi bütçeden yapılan sağlık harcamalarının 2010 toplamı 16.1 milyar TL olarak gerçekleşirken, bu harcamalardan en önemli kalemin yüzde 44.5 ile mal ve hizmet alımına ait olduğu görülmektedir. Merkezi bütçe, sağlık bütçesinde maaş ve ücretlerin payı 2010’da yüzde 36.5 olarak gerçekleşirken, SGK’ye prim ödemeleri de yüzde 8.9 olarak gerçekleşmiştir. Böylece merkezi bütçe personel giderleri, primlerle birlikte bütçenin yüzde 45.5’ini bulmaktadır. Sağlık hizmetleri için ayrılan bütçeden sağlık yatırımlarına ayrılan pay ise 2010’da yüzde 8.6’da kalmıştır. Taşeron salgını Kamu sağlık kuruluşlarında, giderleri en aza indirme çabasının çok önemli araçlarından biri de taşeronlaştırma. Sağlık çalışanları, genellikle klinik ve destek hizmet çalışanları olarak bölünmüştür. Önceleri kadrolu memurların yaptığı işler, bu işi yapanların zamanla tasfiye edilmesiyle güvencesiz, geçici sözleşme ile çalışan, düşük ücretli taşeron çalışanlarına verildi. Daha sonra, bu süreç, klinik hizmetlere parça parça sokuldu. Bir başka örnek, aile hekimliğidir. Bir sağlık ocağının odaları, farklı aile hekimleri için bölündü. Her oda bir aile hekimine ve onun çalışanı olan aile sağlığı elemanına ait oldu. Gelen hasta da, odadaki herhangi bir aygıt da, ilgili aile hekimine ait. Sağlık ocağının değil, aile hekiminin hastası, bebeği, aygıtı var. Güvenlik ve yemek hizmetleriyle başlayan sağlık hizmetlerinde taşeronlaşma Sağlık Bakanlığı’na bağlı hastanelerde hemşire, radyoloji teknisyeni, laborant, tıbbi sekreter, hastabakıcı gibi kadroların ilgili kurumlarda istihdam edilmesiyle devam ediyor. Binlerce sağlık çalışanının, yapılan ihaleler sonucunda taşeron şirketler aracılığı ile çalıştırıldığı gözleniyor. Bu sayıya üniversite hastaneleri de eklendiğinde kamu sağlık kurumlarında çalışan taşeron sağlık işçisi sayısının 150 bini bulduğu öne sürülüyor. İş güvencesinin bir hayli tırpanlandığı “taşeronlaşma” koşulları öncelikle çalışanlar tarafından tepkiyle karşılanıyor. Taşeronlaşma sürecinin mağdurları öncelikle taşeron firmaların çalışanlarıdır. Taşeronlaşma, ucuz işgücü yaratılması ve sürdürülmesidir. Taşeron firma çalışanları, kamusal bir görev yapmakla birlikte, düşük ücretlerle, iş güvencesinden yoksun, örgütlenme ve sendikal haklardan mahrum biçimde çalıştırılmaktadır. Taşeron firma çalışanlarına ödenen ücret, asgari ücret esas alınarak belirlenmektedir. Sağlık Bakanlığı da hizmet alımlarında çalıştırılan işçilere asgari ücret; işçinin ve işin niteliğine göre asgari ücretin yüzde 5 ve yüzde 100’ü arasında farklılaşan ücret ödenmesini öngörmektedir. İşsizlik oranının bu kadar yüksek olduğu koşullarda asgari ücretle çalışacak insan bulmak son derece kolay. Kamuoyuna yansıyan haberler, taşeronların işçilerin kıdem tazminat haklarına bile katlanamadığını; işçileri son ay işten çıkartıp yeniden işe alma gibi yollarla kıdem tazminatı yükünden kurtulmaya çalıştıklarını ortaya koymaktadır. Sağlıkta Taylorizm ağlıkta Dönüşüm” adlı programın bir ayağını, sağlıktan özel sermayenin birikim sağlamasının yollarını açmak, insan sağlığını, üstünden daha çok para kazanılır bir meta haline getirmek, bir insan hakkı olan sağlık hakkını paraya tahvil etmek oluşturuyor. Bu amaçla, özel hastanecilik hızla özendiriliyor, devlet, hizmet alıcı olarak özel hastane girişimlerini hızla teşvik ediyor. Sağlıkta neoliberal “reform”un ikinci ayağını ise, kamusal bir hizmet olan sağlığa kamusal kaynaklardan en az dilimi ayırmak, harcamanın bir kısmını hastanın, hasta sahibinin cebinden çekip almak, kendi ifadeleriyle, “tahsiste verimlilik” sağlamak oluşturuyor. Bu yaklaşım, özünde, kapitalizmin işgücünden en fazla artık değeri sağmak isteme dönemine ait “Taylorizm”in sağlığa taşınmasından başka bir şey değil. Hasta başına ayrılan süreler, oda, yatak, ilaç, gereç vb. girdiler hesaplanıyor, “verimlilik” güdüsüyle, birim zaman içinde “üretim bandındaki” hastaya ne kadar zaman, ne kadar ilaçmalzeme harcanacağı hesaplanıyor ve bunun birim hasta için en az zaman ve maliyetle yerine getirilmesinin hesapları yapılıyor. Hekimden, birim zaman içinde daha çok “ürüne (hastaya)” bakması, bunu yaparken en az araçgereç, ilaç harcaması ve olguyu en ucuz maliyetle banttan indirmesi isteniyor. Hekimler, böylece performansla tanışmış oluyorlar. Yani, ücretlerini artık kaç hasta baktıklarına, kaç reçete yazdıklarına, kaç operasyon yaptıklarına, kaç sevk yaptıklarına, vb. göre alıyorlar. 20. yüzyılın başlarında fabrikalarda uygulanan “bilimsel yönetim”, yani Taylorizm, artık sağlık sektöründe… “Sağlıkta Dönüşüm” isimli neoliberal operasyonda sağlık işgücüne yaklaşım, bütçeden sağlığa ve sosyal güvenliğe ayrılmış kaynaklardan, “azami verimliliği sağlamak” adına, personel giderlerini en aza indirip, onlardan asgari emeği sızdırmak hedefi YARSAV’ın yeni başkanı Arslan ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Yönetim Kurulu Başkanı Emine Ülker Tarhan’ın milletvekili aday adaylığı için görevden ayrılmasının ardından toplanan yönetim kurulunca yeni görev dağılımı yapıldı. Buna göre, yönetim kurulu başkanlığına Murat Arslan, genel sekreterliğe Leyla Tarhan Köksal, saymanlığa Mustafa Savaş, başkan yardımcılıklarına Bülent Yücetürk, Oktay Aydın ve Kamil Çil seçildi. S Maliye Bakanlığı’nın kamu çalışan istatistiklerine göre, “Sağlık hizmetleri sınıfında çalışan kamu personeli” sayısı 2009 ortasında 321 bin 386 olarak belirlenmiştir. Bu, 2008’e göre yüzde 3’e yakın bir azalma demektir. Sağlık hizmetlerindeki kamu çalışanları, toplam kamu çalışanlarının yüzde 14’ünü oluşturmaktadır. Sağlıktaki kamu çalışanlarının yüzde 87’sinin merkezi bütçe kuruluşlarında, ağırlıkla da Sağlık Bakanlığı’nda çalıştığı görülmektedir. Üniversiteler bünyesindeki sağlık hizmetleri sınıfındaki kamu personelinin 31 bin ile yüzde 10 dolayında payı olduğu anlaşılmaktadır. C MY B B TT “Sağlıkta Dönüşüm”ün icraatçısı AKP iktidarı, merkezi bütçeden maaş ve ücret alan sağlık personeli giderlerini, personel azaltmalarına giderek ve personelden daha çok hizmet almanın yolunu bularak “etkinleştirmeye”; ayrıca mal ve hizmete ayrılan yüzde 44.5 bütçeyi de, taşeronlaştırma, bina, ekipman, ilaç tasarrufları ile azaltmaya çalışmaktadır. üstüne kurulu. Sağlıkta, tam gün, üniversite hastaneleri üstündeki tasarruflar, aile hekimliği vb. taşeron kullanımı operasyonlarının hepsi, sağlığa ayrılmış bütçelerin en verimli biçimde kullanılması, faturanın bir kısmını hastaya yıkma anlayışına dayanıyor. Bu da “performans değerlendirmesi” adı altında, hekimden, sağlık personelinden, aldığı ücretin karşılığında en uzun ve yoğun mesaiyi almak denklemine dayanıyor. Böylece, “her başvuruyu en ucuza mal etme” ana hedef haline getiriliyor. Sağlıkta kalite, özen, isabetli tanı, doğru tedavi amaçları, üniversitenin araştırma, uzman yetiştirme gibi görevleri, tüm bunlar, bu kilitlenmenin içinde öğütülüyor, yok olup gidiyor. Esnek istihdam daha çok hekim dışı sağlık çalışanları arasında yaygın. Ama 4924 Sayılı Kanun ile hekimlerde başlatılan süreç, aile hekimliği ile yaygınlaşıyor. Kamu Hastane Birlikleri Yasası ile de tüm hekimleri de kapsayacağa benziyor. Taşeron uygulamaların var olduğu sağlık kurumlarında, her dönem yapılan sözleşmelerle sayısal esnekliği fiilen gözleniyor. Ücret esnekliği, öncelikle üniversite hastanelerindeki özel uygulama ile öğretim üyeleri için başlamıştı. Daha sonra, “performans” uygulaması ile devlet hastaneleri bu esneklik biçimi ile karşılaşmış oldu. Şimdi ise, “tam gün” yasası ile tüm sistem bu esneklik üzerine inşa edilmek isteniyor. Tüm sağlık çalışanlarının ortak haklarının azalması, sosyal güvence esnekliği olarak ortaya çıkarken, zaman esnekliği de gerek hekimler, gerekse diğer sağlık çalışanları için fiilen yaşanıyor. ‘Mobinge rağmen kalacağım’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu)TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu, “Çocuk Cinsiyeti Nedeniyle Kadın Üzerinde Oluşturulan Psikolojik Şiddet, Başlık Parası ve Geleneksel Evlilikler” başlıklı raporu kabul etti. Rapor görüşmelerinde AKP’li üyelerle tartışan Arıtman, “Komisyonun bugünkü toplantıdan sonra kadına yönelik şiddetle ilgili konuşmaya hakkı yok. Bütün şiddetinize, mobbinginize rağmen milletime saygım nedeniyle kalacağım ve mücadele edeceğim. Muhalefet şerhimi iç etmeyin” diyerek, toplantıdan ayrıldı. Sağlıkta şiddet dinmiyor İSTANBUL/ BALIKESİR (Cumhuriyet) Balıkesir Atatürk Devlet Hastanesi’nde hasta yakınları önce ambulans şoförü ile tartıştı ardından olaya müdahale etmeye çalışan Dr. Osman Nuri Seymen’i (61) darp etti. Olayla ilgili 4 hasta yakını gözaltına alındı. İÜ Kardiyoloji Enstitüsü önünde dün bir araya gelen SES Aksaray Şubesi üyeleri, 11 Mart’ta İstanbul Üniversitesi Kardiyoloji Enstitüsü’nde gece vardiyasında görevli yoğun bakım ünitesi çalışanlarına yönelik saldırısını protesto etti. ‘Usulsüz konut kurası’ iddiası ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Ardahan Milletvekili Ensar Öğüt, AKP’li Göle Belediye Başkanı’nın, TOKİ’nin ilçede yaptığı konutların kura çekimini, Göle noteri ve belediyede çalışan 2 geçici işçinin katılımıyla “yandaşlarına daha iyi yerden konut vermek amacıyla gizlice yaptırdığını” iddia etti. Belediye meclis üyesi Engin Turan ve vatandaşların, karakola gittiklerini belirten Öğüt “Suç duyurusuna rağmen polis, belediye başkanı ve noteri gözaltına almadı. Bunlar AKP’li oldukları için mi almıyorsunuz? Olayı savcılara ihbar ediyorum” dedi. C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle