23 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 MART 2011 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA 17 12 Mart döneminde TRT’den ‘gizli delil’le atılan gazeteci Özmenek: Sansür habersiz bırakır, otosansür çürütür ‘Batı bize yine hasta adam diyor’ ERDEM GÜL Balyoz ile Vicdan... Müthiş bir fotoğraftı... Generaller, amiraller, albaylar, kurmay subaylar yüzlerini seyirci sıralarına, sırtlarını mahkeme heyetinin bulunduğu bölüme dönmüş, gözleriyle yakınlarını, eşini, çocuğunu, arkadaşını arıyordu... O eşler, o çocuklar, o arkadaşlarsa, on metre kadar uzakta, seslerindeki, gözlerindeki özlemi, acıyı bastırmaya çalışarak ve hatta gülümseyerek hasret gideriyorlardı... Dokunamıyor, sarılamıyor, kucaklaşamıyorlardı, çünkü aradaki on metreyi Silivri muhafızları koruyordu... Balyoz davasında öğlen arasıydı... Sırtımı izleyici tribününe dayamış, asla hafızamdan silinmeyecek bu tabloyu izliyordum. Yanımda her nasılsa dışarda kalmış sivil giyimli subaya en azından ön sırada bulunanların isimlerini bilip bilmediğini sordum.. Hemen tümüyle birlikte görev yaptığını söyledi ve saydı: Bakın en soldaki Tümamiral Soner Polat. Koyu renk ceketli Koramiral Feyyaz Öğütçü. Şu uzun boylu olan Deniz Kurmay Albay Ali Türkşen, Kardak’a çıkan SAT komandolarından... Hemen yanındaki Tümamiral Cem Gürdeniz. Şurada elini sallayan Tümamiral Semih Çetin... Deniz Kuvvetleri Silivri’de konuşlanmış diye düşündüm!.. Davaya gelince... Her Türk yurttaşının en az bir kez izlemesi gereken bir söz ediyorum. Duruşmalar herkese açık. Kimliğinizi verip, izleyici kartınızı alıp kolaylıkla izleyebilirsiniz. Tabii, İstanbul’a 95 kilometre uzaklıkta, bozkırın ortasındaki Silivri kampusuna ulaşabildiğiniz takdirde!.. Duruşmaların her saniyesi üzerinizde şok etkisi yaratabilir, hazırlıklı olmanız lazım. Gerçi ben hazırlıklıyım da ne oluyor, orası ayrı konu!.. İşte Balyoz duruşmasında söz alan bir subayın sözleri: Yurtdışı görevim sırasında hakkımda yakalama emri çıkarıldığını basından öğrendim. Hiçbir tebligat almamama karşın yıllık iznimi alarak geldim. Bana yöneltilen suçlama, Balyoz darbe planı ek A belgesinde “darbe sırasında yararlanılacak personel” listesinde adımın yazılı olması. Ama bu mümkün değil çünkü ben o tarihte henüz Harp Akademileri 2. sınıf öğrencisiydim!.. Şimdi, burada ne beklersiniz? O subayın derhal tahliyesini, hatta verilen zahmetlerden, çektirilen sıkıntılardan dolayı bir de gönlünün alınmasını, değil mi?.. Çok beklersiniz, o subay tutuklandı!.. Bu durumun gayet farkında olan avukat Celal Ülgen, farkındalığını mahkeme heyetine olanca açıklığıyla şöyle anlatıyordu: Mahkemelerde tıpkı bankamatik kartı gibi redmatik kartı kullanılmaktadır! Biz itirazlarımızın daha yapılmadan reddedildiği hissine kapılmış durumdayız. Güvenimiz kalmamıştır... Duruşmada anlatılanlar, yaşananlar, bu sütunun boyutlarını binlerce kez aşar!.. Ben yalnızca küçücük bir kesitini aktarabildim. Ancak, neredeyse her konuştuğum insanın, neredeyse aynı sözcüklerle ve içleri burularak söyledikleri şu sözler herhalde tarih babanın not defterinde yerini alacak: Hiçbir şey, silah arkadaşlarımızın, komutanlarımızın adeta ortadan yok olması kadar koymadı... Ve bu yaşananların, anlatılanların hiçbirini gazeteler yazmadı... Ey vicdan... ANKARA En son gazeteci tutuklamaları çerçevesinde “gizli delil” konusu ve buna karşı Avrupa Parlamentosu’nun raporundaki “Sansür ve otosansür” uyarısı tartışılırken gazeteci yazar Varlık Özmenek, 40 yıl önce 12 Mart döneminde TRT’den “gizli delil” nedeniyle atıldığını açıkladı. AP raporunu, “Batı, Türkiye’ye yüz yıl sonra yine ‘hasta adam’ diyor. Çünkü sansür ve otosansür demek ‘hasta adam’ demektir” diye değerlendiren Özmenek, “Türkiye gizli delil anlayışıyla, sansür ve otosansür kafasıyla askerini Kore’ye sürmüş bir ülke” dedi. Özmenek, Cumhuriyet’e, 12 Mart’ın 40. yıldönümünde kişisel olarak TRT’den “gizli delil” nedeniyle atılması sürecini anlattı: Sansürü gördüm: Mahmut Tali Öngören’le birlikte programlar yapıyorduk. 10 Kasım 1969 gecesi Atatürk’ün ölüm yıldönümü nedeniyle Türkiye’de ilk kez Sovyet belgeselci Yutkeviç tarafından çekilen ‘Türkiye’nin Kalbi Ankara’ filmini yayımladık. Film yayın sırasında kesildi. Hem de TRT Genel Müdürü Adnan Öztrak tarafından. Genel müdür bastonuyla odayı bastı ve ‘Kesin bunu. Bu film ancak Moskova’da izlenir’ diye bağırdı. O zaman anladım ki Atatürk de sansürlü. Ben bununla sansürü bizzat görmüş oldum. Sonra geçenlerde Cumhurbaşkanı Gül, Köşk’ün internet sitesinde bu filmi yayımladı. TRT’yi yakabileceğim şüphesi: Bundan kısa bir süre sonra 18 Nisan 1970 tarihinde Köy Enstitüleri’nin kuruluşuyla ilgili bir prog ‘Toplumu çürütüyor’ 9 ve 12 Mart’ın, 40 yıl sonra çok başarılı bir operasyon olduğu anlaşılmıştır. Genelkurmay Başkanı, muhtıranın bir numaralı imzacısı Memduh Tağmaç, ‘Sosyal gelişme ekonomik gelişmenin önüne geçti’ demiştir. Nasıl ezildi sosyal gelişme? Sansür ve otosansürle. Buna otokontrol diyenler de oldu. Değil. Otosansür insanın özünü tüketir. Temel aracı korkudur. Sosyal korku. Hapislik, aç kalma korkusu. Korkuya tutsaklık yaratılıyor. Bunca cendere içinde bir de yalan var. Sansürotosansür ve yalan. Yani kökten ikiyüzlülük, eskilerin deyimiyle radikal riyakârlık. Bu bir hastalık. Sansür habersiz bırakır, otosansür çürütür. Otosansür özkırımdır. 12 Mart’ın 40. yılında solkırımdan özkırıma geçilmiş. Gazeteciyi gizli delille içeri atarsan otosansürü beslersin. Ben ‘Kürt sorunu çözülsün’ dediğim için kapıma polisler dayandı. Bana gözdağı verdiler. Otosansürü de böylece görmüş oldum. ram yaptım. Bu iki programın benim TRT’den atılışımda çok önemli karineler olduğunu öğrendim. Beni sonra 12 Mart günlerinde attılar. Bir yangın talimatnamesi çıkmış. Bu talimatnamenin 121. maddesindeki ‘ulusal güvenlik’ gerekçesiyle attılar. Yani ben ‘TRT’yi yakabilirim’ şüphesiyle atıldım. ‘Gizli delil’le atıldığımı öğrendim: Atıldıktan çok sonra aslında beni bir ‘gizli delil’ nedeniyle attıklarını öğrendim. Nedir bu gizli delil? ABD ile Türkiye arasında imzalanan basınyayında çalışanlar hakkında bir ikili anlaşma. Meclis’ten geçmeyen bu anlaşma bir Bakanlar Kurulu kararı, ancak gizli olduğu için Resmi Gazete’de yayımlanmamış. Bizi bu gizli anlaşma için atmışlar. Askeri Kore’ye gönderen otosansür kafası: Türkiye gizli delil anlayışıyla, otosansür kafasıyla Marshall yardımı almak için askerini Kore’ye sürmüş bir ülke. TBMM’den kaçırıldığı için gizli ve kirli bir kararla asker Kore’ye gönderildi. Sansür ölümcül tehlike: Marx gazetecidir. Sansür için ‘ölümcül tehlike’ der. Otosansürü ise görmemiştir. Sansür insanlığı 1. Dünya Savaşı’na, otosansür ise İkinci Dünya Savaşı’na götürdü. Son günlerde AB İlerleme Raporu’nda, ardından ABD tarafından ve en son da AP raporunda basın özgürlüğü ihlalleri nedeniyle eleştirildik. Hele AP raporundaki ‘sansür ve otosansür’ ifadesini görünce irkildim. Türkiye’ye 100 yıl önce ‘hasta adam’ diyorlardı. Yüz yıl sonra bence gene ‘hasta adam’ diyorlar. Çünkü sansür ve otosansür demek ‘hasta adam’ demektir. Bildiğimizi okuruz diyemezsin: Uluslararası platformlardan edindiğim bir bilgi var. ABD’nin görüşü şudur: ‘Tüm dünyadaki basın özgürlüğü ve insan hakları ihlallerinin üzerine gidin. 2 ülkeyi bana bırakın. Bunlar Türkiye ve Kore’dir.’ ABD’nin basın özgürlüğü ihlaliyle eleştirmesi bu nedenle de önemlidir. Yıllardır ‘Kürt sorununu kendimiz çözelim, dışarıya bırakırsak onların çözümüne razı oluruz’ dedik. Bu da buna benziyor. ‘Bildiğimizi okuruz’ diyemezsin. Öyle dersen onların çözümünü kabul etmek zorunda kalırsın. AP ‘Türkiye’de sansür ve otosansür var’ diyor. Bunun üzerine yatılamaz. Türkiye’deki müesses medya düzeni, sansür ve otosansürü değerlendirmek zorunda. Çözümü bunu söyleyenlere bırakmamak gerekiyor. Belki de bu son fırsat. Çünkü Türkiye’deki medya düzeni kendi insanlarının cinayetlerinin bir tanesini bile aydınlatabilmiş değil. Halk da artık duyarsız. Çünkü o da sansür ve otosansür yüzünden özkırıma uğradı. Doğru dürüst bilgilendirilmesi halinde bu halk dirilir. Tüm Kurumlar Sokaklara Döküldü PER HAN ERGUN K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK [email protected] Halkın, ekonomik ve sosyal gereksinmeleriyle ilgili sorunlarına kulak asmadan, taraflı yazılı ve görüntülü medyada aralıksız Cumhuriyetin kurulduğu günden bu yana her konuda üretim, sanayi, kültürel ve eğitsel yenilikleri, Batı’nın çağdaş yapılanmalarını, çağdaş hukuk, 3 Mart 1924’te devrimin üç temel yasası ve saymakla bitirilemeyen yaptırımlarla tüm atılımları yok sayarak, her şeyi kendilerinin iktidara geldikleri dokuz yılda yaptıkları övüncül yalanlardan milletin çoğunluğu bıktı, usandı. Bu yetmedi, bir de, üç yılı aşan süredir, dış mihraklı yönetimlerine karşı çıkan, dünyaca ünlenmiş ilim adamlarını, aydınları, gazetecileri duayenlerinden başlayarak tümünü, aydınlanmanın meşalesi yazarlarımızı topluma etkilerini önlemek amacıyla, kanıtsız iftiralarla, neyle suçlandıklarını bile bilmeden, kavimler tarihinde övüncümüz olan Ergenekon adını verdikleri dava nedeniyle Silivri’deki Zulümhane’ye tıktılar. Bu nedensizliklerin kahrı, yaşlı olanların arazlarını tetikledi. Hastalıklarının gerçek raporları yerine yapaylarını yansıttılar. Acımasızca yaşamlarını yitirmelerini beklediler. İlk iç yakan kurban Atatürk ve Cumhuriyet gönüllüsü, Aydınlanmacı, gazetecilerin duayeni Sayın İlhan Selçuk oldu. Toplumun övüncü, dünya cerrahlarının baş tacı, halkına hastane ve üniversite armağan eden Prof. Dr. M. Haberal da Ergenekon’un 2. dalgasında tutuklandı. Geçen pazartesi günü aynı dalgadakilerle birlikte duruşmada bulunabileceği düşüncesiyle başta Atatürkçü Düşünce Derneği olmak üzere sivil toplum kuruluşlarıyla CHP’lilerin de bulunduğu Silivri’ye giden bini aşkın yurttaşın, hepsinin salona sığamayacakları gerekçesiyle, gazeteciler ve savunmanlar dışındaki büyük bir kısmını duruşmaya sokamamışlar. Dışarıda kalanlar haksız, hukuksuz tutuklanmaları kınayıcı sloganlarla üzüntülerini seslendirmişler. İşte bu ve daha birçok demokrasi karşıtı baskılardan, korkutarak susturulmalardan bıkıp usanan yurtseverlerimiz, “gözleri var görmez, kulakları var işitmez” AKP iktidarına karşı tepkilerini, yurdun birçok yerinde özellikle de nüfusu fazla olan illerde 10 binleri aşan kalabalıklarla sokaklara dökülerek gösteriyorlar. Başta TGB (Türkiye Gençlik Birliği) aylardır yurdun her yerinde, açık seçik AKP hükümetinin diktatörcefaşizan uygulamalarına, toplumun sorunlarına, “astığımız astık, kestiğimiz kestik” diyerek yola devamına, sokaklara dökülerek karşı çıkıyor. Geçen hafta sonu İstanbul’un Tünel Meydanı’ndan Taksim’e yürüyerek Cumhuriyet Anıtı önünde Ata’ya ve İstiklal kahramanlarına saygı duruşunda bulunduktan sonra halkın da katılımıyla yaklaşık 20 bin kişi (Hatta kendi söylemlerine göre maddi yetersizlikler nedeniyle kent dışından gelecek olanlardan 20 binine araç sağlayabilselermiş yürüyenlerin 40 bine ulaşacağını belirterek) Dolmabahçe Meydanı’na indi. Orada kalabalığı karşılayan Moğollar adlı müzik grubu da eyleme destek verdi. Bir ilginç yürüyüş de halkın nabzını tutan yurdun dört köşesinden tüm sağlıkçılardan geldi. Başta hastane tabipleri, teknik elemanları, ebe ve hemşirelerle sağlık işçileri olmak üzere 30 bini aşan sağlık çalışanı, 14 Mart Tıp Bayramı’ndan bir gün önce Ankara Sıhhıye Meydanı’nda kitlesel mitingde slogan ve türkülerle halkımıza dayanma gücünü gösterdiler. İktidar sorunlarını umursamazsa grevlerle istemlerini dile getirmeyi sürdüreceklerini de söylediler. Gene aynı gün bu kez İstanbul’da İstiklal Caddesi’nden Taksim’e yürüyen gazetecilerin bir kısmı ağızlarını bantlayarak, söz ve basın özgürlüğüne vurulan darbeyi simgelerken, diğerleri ellerinde “Susmayacağız” yazılarını seslendirerek Taksim Anıtı’na ulaştılar. Darılmasınlar ama meslektaşlarının seçkinleri sadece görevli oldukları sütunlarda kalemleriyle dile getirmeye çalıştıkları memleket sorunlarını yazmalarını suç sayan, fikir özgürlüğüne karşı olan AKP iktidarınca, onları susturmak amacıyla Ergenekon örgütünü kurdular. Darbeye teşebbüs ettiler diyedüzmece suçlamalarla üç yıl önce Silivri özel tutukevine sokarlarken neredeydiler? M. Balbay ve sahibi oldukları TV’leri basıldıktan sonra D. Perinçek’le T. Özkan yine uydurma suçlamalarla 3 yıla yakın ve hatta aşan süredir suçlarını bilmeksizin Zulümhanedeler. Onları koğuşlara kapatmaları yetmedi, 18 gündür kanlı katillere bile reva görülmeyen tek kişilik, yapımı tamamlanmamış, rutubetli, soğuk, düzensiz bir de lağım sularının bastığı hücrelere tıkılmalarını görebildiler mi? Odatv’nin sahibi Soner Yalçın devamla Ahmet Şık ve N. Şener’le, yüzlerce kitabın yazarı, dobra sözlü Prof. Dr. Yalçın Küçük tutuklanırken niye yanlarında değildiler? Medyadan sorumlu B. Arınç içerdeki gazetecileri “Gazeteci kılıklı birkaç kişi” diye tanımlıyor; acaba buna ne diyorlar?.. Bir Yurtsevere Mektup (105) Sevgili kardeşim Balbay, senin, Tuncay’ın ve bazı Ergenekon davası sanıklarının seçimde aday olacağı haberleri birilerini, bazı çevreleri fena halde ürkütmüşe benziyor!.. İpe sapa gelmez yazılar çiziktiren yanaşmaları saymama gerek yok, tıynetlerinin gereğini yerine getiriyorlar. Ama dün Sedat Ergin’in yazısını büyük bir hayret ve üzüntüyle okudum. Balyoz ve Ergerekon davaları üzerine onlarca yazı yazmış, şüphelerini açıkça dile getirmiş bir gazetecinin yazacağı bir yazı değildi. Sizlerin milletvekili seçilmeniz Türk siyasetine hâkim olmasını arzu ettikleri standartlar bakımından çok arzulanan bir durum değilmiş... Bu standartları seninle tek kişilik hücrende birkaç saat tartışabilse ne derdi çok merak ediyorum! Sedat yazısının sonunda “seçime Ergenekon gölgesi düşürecek” böyle bir durumu Kemal Kılıçdaroğlu’nun iki hatta üç kez düşünmesini de tavsiye ediyor... Sedat, bu süreç içinde yazdıklarından utanacak mı, bilemiyorum. Ama sizlerin, sonuna dek sarsılmadan yürüyeceğinizi biliyorum. Bir partiden ya da bağımsız ama mutlaka... Seni ve tüm yurtseverleri sevgiyle kucaklıyoırum, kardeşim... Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARB SEM H POROY HAYAT EP K T YATROSU MUSTAFA B LG N [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Beyaz ve yuvar 1 lak taneli bir üzüm cinsi... Neon ele 2 mentinin simgesi. 3 2/ Hititlerin akıl ve 4 bilgelik tanrısı... Boşboğaz, can sı 5 kıcı kimse. 3/ Do 6 ğacak çocuğu ana 7 rahminden çekmeye yarayan aygıt... 8 Zeybek. 4/ Samsun 9 yöresine özgü, süt 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ve kuru incirle yapılan, dondurmaya benzer bir 1 Ç E L T İ K Ç İ tatlı. 5/ Harman dövülüp 2 A M O R T İ N P kalktıktan sonra, yerde 3 L A R A B A T İ kalan toz ve samanla ka 4 A Y HO A Z İ N rışık taneler. 6/ Bir nota... 5 Ğ P O Y R A Z Korunmak için bir yere bı6A Ş AMA K A R rakılan eşya. 7/ İstanbul’da N A R U yayımlanan bir mizah der 7 N İ L 8 V A N N L B gisi... Kuzu sesi. 8/ Kürk 9K A Z A N D İ B İ hayvanlarının göbek kısmından alınan parçalarla yapılan kürk... İnanılır, güvenilir. 9/ Baş çoban... Meyve yaprağında yumurtacıkların bağlı olduğu bölüm. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Eski Türklerde ölen kahramanların mezarına dikilen küçük heykellere verilen ad... Bir soru sözü. 2/ Avuç içi... Hayvanların su içtikleri taştan ya da ağaçtan oyma kap. 3/ Mızrapla çalınan telli bir çalgı... Kabadayı. 4/ Bir tür tuzsuz ve beyaz peynir. 5/ Evlerin üzerindeki karı atmakta kullanılan büyük tahta kürek. 6/ Lantan elementinin simgesi... Eskiden kimi devlet dairelerine verilen ad. 7/ İsviçre’de turistik bir göl... Eylemleri olumsuz yapmakta kullanılan ek. 8/ Ceylanın göbeğindeki bir keseden çıkartılan ve “misk” de denilen güzel koku... Osmanlılarda kimi devlet görevlerindeki sorumlu kişilere verilen unvan. 9/ Kurnaz, açıkgöz... Memelilerde ana ile dölüt arasında kan alıp verme işini sağlayan organ. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle