18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
17 MART 2011 PERŞEMBE CUMHUR YET SAYFA DİZİ Türkiye’deki önemli davaların dosyaları da 16 Mart katliamının delilleri arasındadır artık 11 Kilometre taşı oldu Delil toplayamaz hale geldik Yargılamaya, katliamın 30. yılında davanın zamanaşımından düşürülmesi tehlikesi baş gösterince son iki duruşmada müdahale ediyorlar. Bu davanın mevcut mevzuata göre zamanaşımına uğrayamayacağını bir kez daha anlatıyorlar. Karar 20 Ekim 2008’de veriliyor. Yargının 16 Mart davasını “zamanaşımı” gerekçesiyle ortadan kaldırdığı gün ilginç bir tesadüfle Ergenekon davası başlamaktadır... Avukat Cem Alptekin, kamuoyuna, “Yargı gerçek gladyo davasını bitirdiği gün çakma gladyo davasına başlamıştır” yorumunu yapıyor... sot ailesinin gelmesi davanın seyrini bir anda değiştirir. Önce ailenin en küçük oğlu Mehmet Şakir İsot’la görüşürler. İsot ailesi önceleri çok tedirgindir. O güne kadar çaldıkları tüm kapılar yüzlerine kapanmış; gereğini yapalım diyen çoğu kişiye veya gruba da onlar güvenememişler. Anlattıkları hikâye ise korkunçtur: Mehmet Şakir’in ağabeyi Zülküf İsot katliama katılan ülkücülerden biridir. Hatta abla Remziye Akyol’a göre bombayı atan kişidir. Sürekli evlerine gelip giden polis Mustafa Doğan, Sıddık Polat ve Latif Aktı da bu işin içindedir. Zülküf İsot’un pişmanlığını anlayan örgütün onu, Aktı’ya öldürttüğünü söylerler. Avukatlar bu tanıklıklar ışığında 1992’de suç duyurusunda bulunurlar. Dava ancak 3 yıl sonra 1 Haziran 1995’te açılabilir; çünkü Emniyet, Mustafa Doğan’ın kimliğini bir türlü bildirmez. Bu arada daimi arama yazılarının altında, olay yerinde görevli olup “kaçan faillerin” yakalanmasına engel olduğu iddia edilen ve daha sonra Terörle Mücadele’den sorumlu müdür yardımcısı olan Reşat Altay’ın imzası vardır. Altay taltif edilerek 1. Şube’ye atanmıştır ve 20 yıl gibi uzun bir süre de müdür olarak kalmıştır... Sonrasında Tokat, Antep, Bursa, Kırklareli emniyet müdürlükleri yapmıştır… Altay’ın Susurluk kazasından sonra ortaya çıkan Abdullah Çatlı ile telefon görüşmeleri (ki, Çatlı’nın 16 Mart’ta kullanılan TNT’leri temin ettiği de iddia edilmiştir) ve Hrant Dink’in öldürüldüğü tarihte, cinayetin organize edildiği Trabzon’da emniyet müdürü olması da dikkat çekicidir. Dava, İstanbul 6. Ağır Ceza Mahkemesi’nde Mustafa Doğan ve Latif Aktı hakkında “yedişer kez idam ve 41 kez 20 seneden az olmamak üzere hapis cezası” istemiyle ve yine adiyen adam öldürme iddiasıyla açılır, sürerken de peş peşe ilginç gelişmeler olur. Toplum Polisi Müdür Vekili Murat Naipoğlu’nun, solcu öğrencilerin üzerine 78 gün içinde bomba atılacağı istihbaratını gerekli yerlere bildirdiği ve hiçbir önlem alınmadığı görülür... Eylemi yöneteceğine dair adı geçen Özgür Koç’un adı da kayıtlardan silinmiştir. Bu isim de avukatların titiz çalışması sonucunda ortaya çıkartıldı ve ek iddianameyle (olaydan tam 19 yıl sonra) Koç da davaya dahil edilir. sonra aynı yerde C HAN ORUÇOĞLU 33 yıl İ nılmaz hale gelir. Bu arada Susurluk kazası da olmuştur. Mahkemede sundukları delil nedeniyle haklarında Adalet Bakanlığı’nın izniyle soruşturmalar açılır. Avukat Cem Alptekin sanık sandalyesine oturtulur. Adalet Bakanlığı ise savcılıklara bu tür delillere karşı dikkatli olunması konusunda “talimatlar” gönderir. Avukatlar artık hiçbir delil toplayamaz hale gelirler... Bu arada Susurluk kazasında yeni kanıtlar ortaya dökülür. Katliamda kullanılan TNT’yi sağladığı öne sürülen Abdullah Çatlı başta olmak üzere, Baki Tuğ, Oral Çelik, daha birçok tanınmış ismin de aralarında bulunduğu 20’yi aşkın kişi hakkında yeni delillerle birlikte “16 Mart’ın failleri’ olarak suç duyurusun ava bir kontrgerilla davasına D dönüştükten sonrabaskı dayamüdahil avukatların üzerlerindeki da bulunurlar savcılığa. Savcılık soruşturma başlatır, ancak 1998 yılında “zamanaşımı” gerekçesiyle takipsizlik kararı verir. Bu kez de, devlet içindeki suç örgütünün kesintisiz faaliyeti açısından zamanaşımı süresinin dolmayacağı savıyla, bu tür eylemlerde zamanaşımı kavramını kamuoyunda ve yargı önünde tartışmaya açarlar: “Zamanaşımı süresi, suç örgütünün varlığı, faaliyetinin sona erdiği güne kadar işlemeye başlamaz. Devlet içindeki suç örgütü olan kontrgerillanın varlığı ve faaliyeti sürdüğü sürece ki, eldeki tüm kanıtlar bunu göstermektedir bu örgütün yargılandığı bir davada zamanaşımından da söz edilemez. Mevcut mevzuat da Çifte standartlı hukuk buna izin vermez” derler. Alptekin; kontrgerilla eylemlerini sıradan, münferit eylemlermiş gibi her birini tek tek ele alıp 450. maddeye sokarak gerçeğe ve adalete uzak duran adalet sisteminin, ancak sol örgütleri yargılanırken kesintisiz suç örgütü faaliyetini yaptırıma bağlayan TCK. 146 ve devamı maddelerin hatırlandığına da dikkat çekiyor. “Bu kadar çifte standartlı hukuk uygulamasının bizim ülkemizde olduğunu, yargı önünde adalet bu çifte standardı deşifre etmek bir yana kontrgerillanın cinayet ve katliamlarını yargı önünde deşifre etmekten aciz hukukçuların ve hukuk aymazlığının da yine bizim ülkemizde” olduğunu belirten Alptekin, 16 Mart davası gibi davalarda zamanaşımının bitmeyeceğini, çünkü örgütlü eylem olduğunu vurguluyor. stanbul Üniversitesi Eczacılık Fakültesi önünde 33 yıl önce öldürülen yedi öğrenci, dün katledildikleri yerde karanfillerle anıldı. Halepçe katliamı da protesto edildi. Törenlerde, katliamın sorumluları gerçek anlamda yargılanana dek protesto gösterilerine devam edileceği vurgulandı. Fakülte önünde ilk olarak Halkın Kurtuluş Partisi toplandı. “Devrim şehitleri ölümsüzdür”, “Kahrolsun faşizm” sloganları atan grup, kırmızı karanfiller bıraktı. Ardından 78’liler Birliği öncülüğünde DİSK, TTB, TMMOB, Eğitim Sen 6 No’lu Üniversiteler Şubesi, ÖDP, Öğrenci Kolektifleri, Emek Gençliği, CHP Gençlik Kolları, GençSen ve dönemin tanıklarından oluşan kalabalık grup da katliamı lanetlemek için Eczacılık Fakültesi önünde toplandı. Burada açıklama yapan DİSK Başkanvekili Tayfun Görgün, “16 Mart Katliamı aydınlatılmadan 12 Eylül ile hesaplaşılamaz” dedi. Görgün, iktidarın bugün hâlâ öğrencilerden korktuğunu, üniversitelerde soruşturmalar ve disiplin cezalarıyla muhalif öğrencilerin seslerini bastırmak istediğini anlattı. İ ÇHD katliamı yargıladı Çağdaş Hukukçular Derneği üyeleri ise katliamı yapanların ceza almadıklarını söyleyerek kurdukları temsili kürsüde katliamı yapanları ve arkasındaki güçleri yargıladı. Açıklamaların ardından kalabalık grup, Eczacılık Fakültesi’nin önüne giderek katliamın yaşandığı yere kırmızı karanfiller bıraktı. Bu gelişmeler sürerken stanbul Barosu’nun Susurluk Komisyonu’nda görev alan Alptekin Siyasi bir eylem Avukatlar alelade bir cinayet davası gibi TCK 450. maddeden açılan davayı “kontrgerilla davasına dönüştürme” gayreti içine girerler. Ellerinde dayanak yapabilecekleri çok önemli bir karar vardır: “Her ne kadar mevcut yargılama sırasında faillere ulaşılmamışsa da..” der Sıkıyönetim Mahkemesi, “bu eylem sıradan bir cinayet eylemi olmayıp gayri muayyen kastla Türkiye ahalisini birbiri aleyhine silahlı mukateleye teşvik amacıyla işlenmiş siyasi bir eylemdir.” Kararın isabetli ve ciddi bir karar olduğuna dikkat çekiyor Alptekin. Ardından da ekliyor: “Bu yargı kararından ve o aşamada toplanan diğer delillerden yola çıkıp bu eylemin TCK’nin 149. maddesi ile yaptırıma bağlanan bir eylem olduğunu, sanıklara bu suçla ilgili ek savunma hakkı verilmesi gerektiğini, ayrıca 1 Mayıs ve Bahçelievler katliamı, Abdi İpekçi cinayeti ve 12 Eylül’de açılan Ankara ana MHP davasının dosyalarıyla fiil ve fail irtibatının olduğunu belirtip celbini talep ettik mahkemeden ve bu taleplerimizi kabul edince davamızın seyri ve niteliği o gün itibarıyla değişmiş oldu.” Bu dava “bir kilometre taşı” Alptekin’e göre. Çünkü bu dava artık bir “kontrgerilla davası olmuştur”. Türkiye’deki önemli davaların dosyaları da, 16 Mart katliamının delilleri arasındadır artık... Çıkar açıklama yaparlar; bu, benzeri davalara giren meslektaşları için de bir mesajdır. bu komisyona gelen, bir dönemin çişleri Bakanı Hasan Fehmi Güneş ile dönemin Ülkü Ocakları Başkanı Lokman Kondakçı arasındaki telefon görüşmesinin bant çözümünü, özellikle 16 Mart katliamıyla ilgili bilgiler ve isimler içermesi nedeniyle, aldıkları ortak karar sonucu mahkemeye delil olarak sunar. Ancak belgenin arşivinden alındığını ileri süren M T’in suç duyurusu üzerine Adalet Bakanlığı’nın izni ve Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi’nin son soruşturma Sanık sandalyesinde kararı ile hakkında stanbul 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açılır. Kendi deyimiyle, “Alt katta 16 Mart davasında adalet ararken üst katta adalet aradığı için hesap vermektedir...” Avukatlar üzerlerinde kurulan bu baskı ve yargının önünün tıkanması nedeniyle, durumu protesto amacıyla 16 Mart davasının duruşmalarından çekilirler. Bu arada Alptekin’in yargılandığı davada mahkeme, “Gerçeği ortaya çıkarmak amacıyla sunduğu hiçbir belge ve bilgiden dolayı avukat hakkında dava açılamaz” diyerek beraatına karar verir, ama ilginçtir ki, duruşma savcısının beraat mütalaasına rağmen stanbul Cumhuriyet Savcısı Ferzan Çitici bu kararı, hiçbir gerekçe göstermeden temyiz eder. Karar usulden bozulur. Alptekin bu kez hem 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nde, hem de “terörle mücadele edenlerin isimlerini ifşa ettiği gerekçesiyle” DGM’de yargılanır. Her iki mahkemeden de yine beraat kararı çıkar. Çitici, 5. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararını yine gerekçesiz olarak temyiz eder… Ve Yargıtay’da 8 sene ‘yatan’ dosya ‘zamanaşımından’ düşer... Makul süre aşıldığı için A HM’ye başvuran Alptekin Türkiye’yi mahkum ettirir. Şimdi de, “aklanma hakkı”nın elinden alınmış olması nedeniyle A HM’ye başvurmak üzeredir... Dava avukatsız sürüyor S Ü R E C E K C MY B cak avukatlar davadan ve duruşmaları izlemekten hiç vazgeçmemişlerdir. Ve iki kez müdahale etmek zorunda kalırlar. Bir gün bakarlar ki, Alptekin hakkında son soruşturma kararını veren Beyoğlu 1. Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı, 16 Mart davasının görüldüğü mahkemenin başkanlığına atanmıştır. Hemen “tarafsızlığına gölge düştüğü” gerekçesiyle reddi hâkim talebinde bulunurlar. Bu talep mahkemece reddedilse de, Başkan Neylan Teke davadan çekilmek zorunda kalır. Bu durumu Alptekin, “Yargının ne ölçüde bağımlı hale geldiğinin kamuoyunca da anlaşılması için bir girişimdi bizimkisi aslında, ama Mahkeme Başkanı da sorumluluktan kurtulmuş oldu bir anlamda” diye değerlendirir. İkinci müdahalelerini ise Hasan Fehmi Güneş’in tanık olarak İstanbul’da dinlenmesi için yapıyorlar. Ancak hayal kırıklığına uğruyorlar. Eski Mart davası dönem avukatsız sürer, bu 16ara kararlarınuzundabirhiçbirrutine bağlanmıştır artık.süre içinde dava gelişme olmaz, duruşmalar hep aynı alındığı bir Anbakanla ilgili hayat kırıklıklarını Alptekin, “Bir bakan görüşme yapıyor ve görüşmeyi doğruluyor, ama bu bilgileri yargıya da aktarmıyor. Bu bilgileri kendinde tutuyor ve tanıklığına ihtiyaç duyulduğunda hiçbir ayrıntıyı hatırlamıyor. Üstelik tanıklığına başvuran ve kendisinin de varlığını itiraf ettiği kontrgerilla gerçeğini ortaya çıkarmaya çalışan avukatlara tepki gösterip sinirleniyor ...” sözleriyle dile getiriyor. Yargılamaya bir de, katliamın 30. yılında davanın zaman aşımından düşürülmesi tehlikesi baş gösterince son iki duruşmada müdahale ediyorlar. Bu davanın mevcut mevzuata göre zamanaşımına uğrayamayacağını bir kez daha anlatıyorlar. Karar 20 Ekim 2008’de veriliyor. Yargının 16 Mart davasını “zamanaşımı” gerekçesiyle ortadan kaldırdığı gün ilginç bir tesadüfle Ergenekon davası başlamaktadır... Cem Alptekin, kamuoyuna, “Yargı gerçek gladyo davasını bitirdiği gün çakma gladyo davasına başlamıştır” yorumunu yapıyor... C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle