18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 2 ŞUBAT 2011 ÇARŞAMBA AÇI MÜMTAZ SOYSAL ABD Nükleer Silahları Türkiye’den Çıkarılmalı Felaketli gidişi önlemenin çaresi hem İran’ın hem de İsrail’in yaşamlarını ve savunmalarını sağlamak için nükleer silahlara ihtiyaç duymayacakları ortamı yaratmakla olur. Bu da Ortadoğu’nun Nükleer Silahlardan Arındırılması Projesi’nin yaşama geçirilmesiyle sağlanabilir. Türkiye bu büyük ve soylu projeye önderlik için önce ülkesindeki ABD nükleer silahlarını çıkarmalıdır. bir öneriyi kabul etmesi beklenemezdi. Nitekim öyle de oldu. İran, elindeki tüm fisil materyalin teslim alınmasını, bundan böyle uranyum zenginleştirmenin kendisine yasaklanmasını ve bu suretle nükleer silah üretme yeteneğinden ilelebet mahrum bırakılmasını öngören öneriyi “ceffelkalem” (hiç düşünmeden, bir çırpıda) reddetti. Hemen belirtelim ki, söz konusu garanti şu veya bu şekilde sağlanamadığı takdirde, İran paranoid bir dürtü ile her ne pahasına olursa olsun nükleer silah üretme hedefinden caymayacaktır... Diğer taraftan, İran her ne kadar nükleer silah üretme niyetinin bulunmadığını açıklasa da, başta ABD olmak üzere Batılı devletler, İran’ın uranyum zenginleştirme faaliyetinin nükleer silah amaçlı olduğu hususunda kesin bir yargıya sahiptirler. ABD, Körfez bölgesindeki “yaşamsal nitelikteki çıkarlarına” ve hegemonyasına ağır bir darbe indireceği gerekçesiyle İran’ın nükleer devlet statüsü kazanmasını kabul edilemez görmektedir. Aynı şekilde, İsrail, kendisini haritadan silmek istediğini dünyaya ilan etmiş olan Ahmedinejad yönetiminin nükleer silah üretim programını engellemeye kararlıdır. Nitekim, WikiLeaks belgeleri sayesinde, 1981’de Irak’ın Osirak reaktörünü havadan vuran İsrail’in, şimdi İran’a karşı benzer bir harekâta hazırlık içinde olduğunu ve ABD Savunma Bakanı Gates’in bu bağlamda Savunma Bakanı Vecdi Gönül’e “İsrail İran’ı vurabilir” dediğini öğrenmiş bulunuyoruz. Gates’in bu sözleri, İsrail’in İran’a muhtemel saldırısına ABD’nin yeşil ışık yakmış olmasından başka türlü yorumlanabilir mi? WikiLeaks belgeleri, Suudi Arabistan, Mısır, Ürdün ve BAE liderlerinin ABD’den ısrarla İran’ın vurulmasını istediklerini ve Suudi Arabistan Kralı’nın İran’ı kastederekWashington’dan “yılanın başının kesilmesi” talebinde bulunduğunu da ortaya koyuyor. Haziran 2010’da yapılan PEW araştırması, Amerikan halkının büyük çoğunluğunun (yüzde 66) nükleer silah üretmesini engellemek için İran’a karşı askeri harekât yapılmasını onayladığını açıklıyor. Bu bağlamda, düşündürücü olan bir husus da, ABD’nin önde gelen stratejik araştırma kuruluşlarından STRATFOR’un Başkanı George Friedman’ın, 2010 ara seçimlerinden popülaritesini hayli yitirmiş olarak çıkan Başkan Obama’nın, ancak bir askeri operasyonla İran’ı dize getirebildiği takdirde 2012’de yapılacak başkanlık seçimlerinde başarıyı garanti edebileceği yolundaki görüşünün ABD medyası tarafından yadırganmamış olmasıdır. ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN TC’nin Sağduyusu TUNUS’TA olupbitenlerden beri Fransa’nın bütün radyoları ve televizyon kanalları Arap âleminde yaşananlarla meşgul. Tunus bizim için de önemliydi. Kimimiz orada Kemalizme özenişin böyle sonuçlanmasına üzülmekteydik; kimimiz de Kemalizm karşıtlığının bu olumsuz sonuçla doğrulanmasına sevinmişti. Ancak Tunus’taki sürecin henüz tamamlanmamış olması ve “ılımlı İslamcılar”ın dönüp dönmemekte tereddüt geçirmeleri o ülkenin geleceği konusunda kesin bir hükme varmayı önlemekteydi. Fransızlar da değişik bir bakış açısından, özellikle kültürlerinin ve dillerinin Tunus’taki etkisini düşünerek aynı ikilem içindelerdi. erken, Mısır patladı. Orası da yüzyıllarca Osmanlı etkisiyle yaşamış, ama Hidiv Mehmet Ali Paşa’nın ardından İngiliz etkisi altına girmişti; hem de nasıl. Böyle olunca Büyük Britanya ve Kuzey İrlanda Krallığı’nın, yani kısaca İngiltere denen sömürgeci devletin hükmü altındaki ülkeler listesine, Mısır da eklenmişti.. Yakın zamanların Amerikan nüfuzu İngiliz etkisini perçinlemiş sayılır. Şimdi orada olupbitenler Tunus’takilere eklenince, Fransız yorumcular başta olmak üzere Avrupa kamuoyunu etkileyen her çevrede şöyle bir düşünce gitgide ağırlık kazanmakta: Demek ki, deniyor, uzun süre Fransa ve İngiltere türü Batılı demokrasilerin etkisi altında kalmış olmak, bazı ülkeleri otoriter rejimlerin eline düşmekten korumadığı gibi, bu otoriterlik de kargaşa ve anarşi yaratarak yıkılmaktan başka sonuç vermiyor. Hatta, geçen akşam Fransa’nın televizyon yorumcularından biri, Tunus ve Mısır örneklerinden sonra daha ileri giderek Kahire’deki Müslüman Kardeşler’den de söz edip “O halde, İslam demokrasiyle bağdaşmıyor” diyecek oldu. iyecek oldu ama, karşısındaki, “Dikkat dikkat, Türkiye örneği var” diye atılmaktan kendini alamadı ve “Türkiye’de İslamcı bir parti demokratik seçimlerle iktidara geçtiği gibi ve sekiz–dokuz yıldır hâlâ işbaşında” dedi. Böylece, Mustafa Kemal’ce kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin tek partili rejimden “çok partili demokrasi”ye geçişin yeryüzündeki ilk örneği olmanın sonrasında, büyük çoğunluğu Sünni ya da Alevi olan Müslüman bir toplumda demokrasiyi yaşatabilen, getiren ilk rejim olduğu, Batılı bir ülkede dile getirilmiş olmaktaydı. AKP iktidarı Cumhuriyet Türkiyesi’nin demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olma nitelikleriyle olur olmaz oynamanın bu topluma kazandırılmış bu örneklik sıfatını ne ölçüde yıpratacağını biliyor mu acaba? Ya da, böyle bir yıkıcılığa hakkı olmalı mı? Eşkıya… Öyle oldu… Sokağa çıkıp tepki göstermeyi “eşkıyalık” saydılar… Oysa direnme hakkı deniliyor buna… İnsanoğlunun var olduğu mağara kovuğunda, insan ile birlikte başlar… Öyle bir tarikatacemaate gidip de efendinin kıçını yalayarak kendini garantiye almak gibi sonradan aklına gelmedi insanın… Var olma hakkıdır… Can kadar kutsal, ana sütü gibi helaldir… Yaşamın çığlığıdır direnme hakkı… Bu ülkeyi kuran temel duygudur aynı zamanda… Sadece kadınların kurduğu Müdafaai Vatan… Müdafaai Hukuk… Kuvayi Milliye… Neydi bunlar?.. Özelleştirme İdaresi mi?.. Araplar Tunus’ta, Mısır’da, Yemen’de, Sudan’da direnme haklarını kullanarak özgürlüklerini, onurlarını, kimliklerini arıyorlar… Türklerden tam yüz sene sonra… Bir asır gecikmeyle… Biraz geç kalmış olsalar bile, çağdışılığa artık boyun eğmeyen genç insanlar bağırarak, ağlayarak, olmadı canlarını vererek “eşkıyalık” mı yapıyorlar?.. Meydanlarda “Türkiye seninle gurur duyuyor” diye zıplayanları görünce, “Benim milletim ne diyeceğini iyi bilir” demek… Ama aynı meydanlara direnme hakkı için çıktığında milleti “eşkıya” saymak… Nasıl oluyor?.. Ya da, demokrasisini soytarılaştırıp… Hukukunu kendine benzetip… Doğasını, koyunu, ormanını, deresini çalıp… Ulusal varlıklarını satıpsavıp… Çağdaşlık hayallerini yüreğinden söküp alıp… Kısacası kan ve gözyaşı ile kurduğu cumhuriyetini elinden kaparken sesi çıkmazsa milletin… Bu iyi oluyor… Ama sesi çıkarsa: Eşkıya… Öyle mi?.. Direnme hakkı vardır insanın… Niçin parmağınıza bir iğne batırmıyorsunuz, direnme hakkının ne kadar “biz” olduğunu öğrenmek için… Aynı zamanda onur, gurur, kimlik, kişiliktir… Direnme hakkını sevmeyenlerin başında gelir asıl: Eşkıya… [email protected] Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili D D [email protected] ışişleri Bakanlığı’nın 2011 yılı bütçesinin TBMM Genel Kurulu’nda görüşülmesi sırasında yaptığım konuşmada, WikiLeaks’in açıkladığı belgeler arasında bulunan Almanya’daki ABD Büyükelçisi’nin Washington’a gönderdiği 12 Kasım 2009 tarihli gizli rapora da temas ettim. Raporun önemi, ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Philip Gordon’un muhatabı Almanya’nın Ulusal Güvenlik Danışmanı Christoph Heusgen’e Türkiye’de ABD kontrolünde bir nükleer silah stokunun bulunduğunu belirtmesinden kaynaklanıyordu. Bu şekilde, daha önce ABD’de itibarlı bir araştırma kuruluşu olarak tanınan “Natural Resources Defense Council” tarafından yayımlanan “Avrupa’daki ABD Nükleer Silahları Soğuk Savaş Sonrası Politika’nın, Kuvvet Hedeflerinin ve Savaş Planlanmasının İncelenmesi” (US Nuclear Weapons in Europe A Review of PostCold War Policy, Force Levels, and War Planning) adlı belgedeki ABD Hava Kuvvetleri Komutanlığı kaynaklı bilgiler teyit edilmişti. Bu bilgilere göre, B61 tipinde 90 adet nükleer başlık İncirlik Üssü’nde Amerikan müfrezelerinin korumasında yeraltı sığınaklarında muhafaza edilmekte olup, bunların 50 tanesi İncirlik’te konuşlanan ABD 3. Hava Taarruz Filosu’nun F16 C/D tipi uçaklarına, geri kalan 40 nükleer başlık ise Türk F16 uçaklarına tahsis edilmiş bulunuyordu. Bu bilgiler ışığında Sayın Davutoğlu’na şu soruyu yönelttim: “Soğuk savaş yıllarında Varşova Paktı ile Sovyetler Birliği’nden kaynaklanan tehdidi dengelemek ve caydırmak amacıyla NATO savunma planları bağlamında ABD nükleer silahlarının Türkiye’de konuşlanması ülkemizin güvenliği açısından askeri bir gerekçeye dayanıyordu. Ancak, Varşova Paktı çökmüştür. Rusya artık Türkiye için bir tehdit kaynağı olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle, bu silahların hâlâ İncirlik’te bulundurulması için hiçbir izah edilebilir meşru ve makul gerekçe mevcut değildir. Bu itibarla, bu silahları hangi karanlık amaçlara hizmet için ülkemizde konuşlandırıyorsunuz? Yunanistan Araxos Hava Üssü’ndeki aynı tip nükleer silahları topraklarından çıkarmışken siz bunları neden muhafaza ediyorsunuz?” Eleştirileri yanıtlamak için kürsüye gelen Sayın Bakan uzun uzadıya konuştuysa da, benim sorumu yanıtlamaktan kaçındı. Bugüne kadar da yanıtlayamadı. Oysa bu silahların hâlâ ülkemizde ABD kontrolü altında konuşlandığının artık tartışılmaz biçimde açığa vurulmuş olması, Türkiye’nin Ortadoğu bölgesinde iyi ilişkiler sürdürmeye çalıştığı ülkelerden bazıları tarafından açık bir tehdit olarak algılanacaktır. Ayrıca, Türk Dışişleri Ba D kanı bir yandan her fırsatta “Biz hiçbir komşumuzdan tehdit algılamıyoruz” derken öte yandan ülkemizde ABD kontrolünde nükleer silah bulundurulmasının Türkiye’nin uluslararası alanda itibar kaybetmesine yol açacağı aşikârdır. Her halükârda AKP iktidarının yapması gereken, Yunanistan’ı örnek alarak bu silahları Türkiye’den acilen çıkartmak olmalıdır. Türkiye’nin Ortadoğu’nun kaderini değiştirecek soylu bir misyona sahip çıkması Ortadoğu bölgesinde halen mevcut iki savaşa ilaveten bir üçüncü kriz giderek alarm sinyalleri veriyor. Krizin kaynağında İran var gibi görünüyorsa da esasında krize taraf olan üç devlet vardır. Bunlar da, İran, İsrail ve Amerika’dır. Bu üç aktör de derin saplantılarının ve kör önyargılarının etkisiyle hareket ediyor ve felaketli sonucu başından belli bir Yunan trajedisindeki gibi attıkları her adımla kendilerini kötü bir kaderin eline teslim ediyorlar. Kanımızca bu felaketli gidişi önlemenin çaresi hem İran’ın, hem de İsrail’in yaşamlarını ve savunmalarını sağlamak için nükleer silahlara ihtiyaç duymayacakları bir ortam yaratmakla olur. Bunun da yolu, Ortadoğu’nun Nükleer Silahlardan Arındırılması (ONSA) Projesi’nin gerçekleştirilerek Birleşmiş Milletler çerçevesinde kurumsal bir niteliğe kavuşturulmasıdır. Projeye kazandırılacak önemli bir boyut da İran’la İsrail’in güvenlik gereksinimlerinin uluslararası garantilerle karşılanması olmalıdır. Türkiye’nin diplomatik temsilcileri bugüne kadar söylemlerinde ONSA’ya destek verdiklerini belirtmişlerse de, ona tam anlamıyla sahip çıkma gücünü kendilerinde görememişlerdir. Çünkü, topraklarında kendi güvenliğiyle hiç alakası olmayan bir şekilde Amerika’nın nükleer silahlarını barındırdığı sürece Türkiye’nin bu husustaki girişiminin inandırıcı olması mümkün değildir. Bu silahları ülkesinden def edecek olan Türkiye Ortadoğu’nun kaderini değiştirecek büyük ve soylu bir misyon olan ONSA projesinin gerçekleşmesinde önde gelen rol oynayacak bir konum kazanacaktır. Sonuç Belirttiğimiz bu hususlar, Irak ve Afganistan yetmiyormuş gibi Ortadoğu’nun bir üçüncü savaşa gebe olduğu gibi dehşet verici bir gelişmenin habercisi değil mi? Bu durumda İslam Konferansı Genel Sekreterliği’ni de elinde bulunduran Türkiye’nin yapması gereken ONSA’ya tam anlamıyla sahip çıkmak ve 2012 yılında bu konuda toplanacak konferansta önderliğe soyunabilmektir. Ancak, bunun için önce kendi ülkesinde yabancı bir gücün kontrolünde “hangi karanlık amaçla” bulundurulduğunu bilmediği nükleer silahları def edecek cesaret ve iradeyi gösterebilmesi zorunludur. esinlenen, “önce vatan” diyerek haykıran Namık Kemal, halife padişahın acımasız baskılı yönetimine başkaldıran Tevfik Fikret’lerin tutum ve davranışlarını, özgürlük ve bağımsızlık ateşiyle yanan yüreğinde yoğurup başkaldıran bir kahramanın, Mustafa Kemal’in önderliğinde başarıya ulaşmıştır. Bu sözlerim, bir başkaldırı kışkırtıcılığı olarak nitelenip benim bir Ergenekoncu olduğum sanılmamalıdır. Döneminin koşulları içinde övgüye yaraşır olsa da başkaldırı, her zaman bir Spartaküs ya da Şeyh Bedrettin eylemi demek değildir. Demokratik toplumlarda anayasal hak ve özgürlükleri, yasal sınırları aşmamak esastır, ama o sınırlar zorlanarak başkaldırılabilir. Ve hele eğer, ülkemizde güvenilebilir bir seçim söz konusu ise seçim sandığı, başkaldırının en etkili silahı olabilir. Bırakalım Mevlana’ları, Yunus’ları ebedi uykularını sürdürsünler. Ünlü ozanımız Nâzım’a kulak verelim: Nâzım “Hava kurşun gibi ağır” diyor ve bizi kurşunu eritmeye çağırıyor. Solumaktan boğulma noktasına geldiğimiz bu ağır havayı, gelin sandıkta eritelim... (*) Erbil Tuşalp, İslam İmparatorluğu, s.14 Ortadoğu üçüncü bir savaşa gebe İstanbul’da yapılan İran’la “P5+1” grubu (beş Güvenlik Konseyi daimi üyesi ile Almanya) arasındaki müzakereler, ABD ve Batılı ülkelerle İran’ın görüşleri arasındaki derin uçurumu bir kere daha ortaya koydu. Tabiatıyla, kendisini “şer eksenine” dahil etmiş olan Amerika’ya ve onun Ortadoğu’daki can yoldaşı olan İsrail’e karşı rejiminin bekasını nükleer silahlara sahip olmadığı takdirde garanti altına alamayacağı kanısında olan İran yönetiminin, silah yapma seçeneğini elinden alan S öylemle eylemin, birbirini tamamlayan iki öğe olduğu, eylemin; amacı, yeri ve zamanı ancak söylemle saptandıktan sonra olgulandığı savunulabilir. Oysa aslında bu iki sözcüğün, siyahbeyaz, sıcaksoğuk, emekanapara kadar birbirinin karşıtı iki olgu olması Eylemsizlik H. Basri AKGİRAY gerekir. Güney Amerika’da Tupamaros gerilla liderlerinden birinin dediği gibi, “Söz ayrıştırıcı, eylem birleştiricidir”. E. C. Savcısı, Eski Parlamenter Gerçekten de bir sorunun çözümü ya da belli bir amaca ulaşmada çok parlak sözler söylenebilir, düşünceler yazıya dökülebilir. Ne ki o olumlu düşünce ya da söz, eyleme dönüşmedikçe, geyik muhabbetinden öte bir anlam taşımaz. Eylemsiz bir toplum, kolu kanadı kırık atmaca gibidir. Ne denli güçlü olsa da eylem güdüsü, başkaldırı ruhundan yoksunsa, ezilmeye, horlanmaya mahkumdur. Çevreme bakıyorum da bizim kadar eylemsiz bir toplum göremiyorum. Ve “Bu suskun toplum niteliği bize, Mevlana’lardan, Yunus’lardan miras kaldı” kanısına varıyorum. Gerçi Mevlana’nın büyük bir düşünür, Yunus’un ünlü bir halk ozanı olduğu yadsınamaz. Ne var ki şimdilerde üstümüzü örten suskunluk ve tevekkülün temelinde, “Ben Muhammed’in ayağının tozuyum” diyecek kadar kişilik onurundan yoksun olan, “Başkaldırı ve günahları terk edin, az yiyin, az konuşun, cefaya dayanıklı olun” gibi öğütlerde bulunan, adını bile Rumi (Romalı) olarak alacak kadar toplumuna ters düşen bir Mevlana’nın payının ol madığını kim inkâr edebilir? “Ben miskin Yunus biçareyim/Baştan aşağı yareyim/Dost elinden avareyim” diyebilen, efendisine sırtında odun taşımaktan asla yakınmayan ve çevresine sürekli sabır ve şükür aşılayan Yunus ve benzeri halk ozanlarının toplumumuzun miskinliği üzerinde hiçbir etkisi bulunmadığı düşünülebilir mi? Ne ki sabırlı ve şükürcü bir toplumda, çıkarları olan kimi egemen güçler, sürekli bu tarz özellikleri yüceltip bu türlü tutum ve davranışları örnek göstermişlerdir. Sonuçta yazarın dediği gibi “Dinsel gericiliğin değerleri üzerinden yükselen faşizmin dönülmez batağında çırpınan, ama bunun ayırdında olmayan çaresiz bir halk”(*) yaşıyor Anadolu yarımadasında artık. Ülkemizde eylemsiz, söylemsiz, yazgısına boyun eğmiş bir halk topluluğu yaratılmıştır ne yazık ki. Denilebilir ki o suskun ve ezik Anadolu insanı, yedi düvele başkaldırıp yengiyle sonuçlanan kutsal başkaldırıyı hangi ruhla başarmıştır? Oysa unutmamalı ki, Anadolu başkaldırısı, Fransız devriminden C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle