25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 17 ARALIK 2011 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Ürkütücü Israr ŞİMDİKİ iktidar partisi ilk girdiği genel seçimi büyük çoğunlukla kazanalı neredeyse on yıl olacak, hâlâ bir “yeni anayasa” sözüdür gidiyor. Olan neydi ki? Devrim mi, ihtilal mi? Bir kurtuluş savaşı kazanılmış da yeni bir devlet mi kurulacaktı? Olan, nihayet bir seçim zaferiydi; ama seçimi kazanan, bu zaferin kazanılmasına olanak veren cumhuriyetin temel yapısını değiştirmekle işe başlamak ister gibiydi. Önceden hazırlatılan bir metin hemen ortaya çıkarıldı ve bugünlere kadar gelen “yeni anayasa” tartışması başlatılmış oldu. Oysa, benzer bir durum 1950’de de yaşanmış, Demokrat Parti cumhuriyeti kuran CHP’yi büyük yenilgiye uğrattığı halde, köklü bir anayasa değişikliğine gerek duymadan, tam Türkçeleştirilmiş metin yerine eskisini koymakla ve “ezan”da da aynı işi yapmakla yetinmişti. rdoğan iktidarının hırsla yeni anayasa isteyişinin gerçek gerekçesini kendi ağzından duymak ya da yakınlarından dinlemek pek mümkün olmadı. Elbet, daha fazla özgürlük, daha fazla demokrasi gibi sözler edildi ve “üniversitelerde türban” mücadelesine girişildi ama asıl ağırlık halka hizmetin yaygınlaştırılması, kırtasiyeciliğin giderilmesi, yaşamın kolaylaştırılması türünden somut ve oy getirici konulara verildi. Bir bakıma, akıllıca bir stratejiydi bu. Her şeyden önce, var olduğu söylenen, ama açıkça ortaya konmayan “ılımlı İslam cumhuriyeti kurma” gibi bir niyeti, varsa bile pek vurgulamayıp örten bir yaklaşım sürdürüldü. Böyle olunca, AKP için “ülkeyi yöneterek laikleşen bir iktidar” tanımı yapmak pek yanlış olmazdı. O halde, düzeltilecek şeyler yeni anayasa yapmadan da düzeltilebilecekken, yeni anayasada ısrar etmenin amacı nedir? Rejim değişikliği mi? aşlangıçtaki “dinci otoriterlik” tehlikesi yerine şimdi “tek kişilik başkanlık sistemini BDP’li bir etnik özerklik uzlaşmasıyla ayakta tutma” gibi yine tehlikeli bir başka olasılık ufukta belirince, “yeni anayasa” sözü ürkütücü olmayı sürdürüyor. Zaten bu bilinmezlik ve kuşkudur, güven verici anayasa sözcüğünü ürkünçleştiren. ‘Yerli Malı Kullan, İşçin İşinden Olmasın’ Ülkemiz ancak ulusal sanayimizin güçlendirilmesiyle önder ülke, büyük ülke olabilir. Çünkü ancak ve ancak ulusal sanayisi güçlü ülkeler, gelişmiş büyük ülkelerin piyonu olmaktan çıkar, dünya uluslar topluluğunun onurlu bir üyesi olur. Kendisi olamayan, başkası olmaya mahkumdur. Op. Dr. Altınok ÖZ Kartal Belediye Başkanı umhuriyet’in kurulduğu dönemde sanayi üretimi yok denecek kadar azdı. Neredeyse ekmeklik undan, giyilecek elbiseye her şey dış alımla (ithalat) karşılanıyordu. Genç Cumhuriyet, büyük Atatürk’ün deyimiyle; kılıçla kazanılan zaferleri, sabanla pekiştirecek ve kalıcılaştıracaktı. Üretim toplumunu yaratabilmek için “iktisadi bütünlük” olarak adlandırılan çalışmayla, Türk insanına gerekecek her türlü maddenin üretileceği fabrikalar açılmaya başlandı. Etibank, Sümerbank, şeker fabrikaları, tekstil fabrikaları, demirçelik fabrikaları ve millileştirilerek yabancıların elinden alınan madenler, limanlar, demiryolları vb böyle doğdu. Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini kökleştiren bu kurumlar, Osmanlı’dan kalan borçları ödediği gibi Türkiye’ye topyekun kalkınmanın altın yıllarını yaşatan kurumlar oldu. Aynı süreçte yerli malı kullanımı bilincini arttırmak için düzenlenen Yerli Malı Haftalarımız, ulusal sanayi yaratma ülküsünün bayrağı oldu. Acıdır, bu haftaların önce içi boşaltılıp okullarda ruhsuz törenlerle geçiştirildi. Yerli malı sözü neredeyse ditan’dan alıyoruz. Cevizimizi Ukrayna’dan, İran’dan alıyoruz. Mısırı Amerika’dan alıyoruz. Arpayı Rusya’dan, eti ise Avustralya’dan. Yazarımız Bekir Coşkun’un yazısı elimize ulaşmadığından yayımlayamıyoruz. Köylü tembelliğe itiliyor C limizden çıkarılmak istendi. Çünkü Cumhuriyet’in ekonomik rotası değiştirilmeye başlandı. Bu kapsamda da dış yardımsız ve yabancı sermayesiz olmaz mantığı ekonomide egemen olmaya başladı. Ardından da Cumhuriyet’e hayat vermiş kurumların devlet elinden çıkarılması süreci başladı. 1940’larda uçak yapıp Avrupa’ya satan Kayseri Uçak Fabrikası’nın gaz ocağı fabrikasına dönüştürülmesi, bu süreci çok iyi özetliyor. İthal ürünler B E Yerli malı bilincinin unutulmak üzere olduğu günümüzde Türkiye neredeyse ithal ürünler cehennemine dönmek üzere. Ekonomimiz üretimin yapılmadığı, üretim olmadığı için de işsizliğin doruklara çıktığı, dış alım (ithal) kullanımına dayalı bir hale düşürüldü. Ekonomimiz artık üretimle değil; finans piyasalarıyla, özelleştirme gelirleriyle, dış yardımlarla ayakta tutulmaya çalışılıyor. Özelleştirmelerden elde edilen gelirler ve yabancılardan alınan krediler yatırıma gitmiyor, üretimse gittikçe düşüyor. Amik ovamız, Çukurovamız, Muş ovamız var; ancak pamuğumuzu Yunanis Tarımda ürüne destek verileceğine, tarlaya destek verilmesinden dolayı köylü tembelliğe itiliyor. Yattığı yerden tarla parası adı altında güya destek alıyor. Yüzyıllar boyu oluşturduğumuz çiftçilik deneyimi yok ediliyor. Halkımız kısır (bir daha ürün vermeyen) GDO’lu tohumlardan elde edilen ürünlere mahkum oluyor. Dış alım ile dış satım arasındaki fark gittikçe artıyor. Alınan borçlar ve özelleştirme gelirlerinin önemli kesimi dış alımı ve finansal piyasayı güçlendirmeye gidiyor. Kalan kısmı da halka yeşil kart, kömür, gıda yardımı olarak dönüyor. Dolayısıyla çalışan, üreten toplumdan, işsiz ve sadaka alan topluma dönüşüyoruz. Borçların faizlerini ödeyecek gücümüz kalmadığında ise satabileceğimiz tek şey, elde kalan topraklarımız olacaktır. Ekonomi canlanmalı Sürekli tüketen bir toplum olmamak için, ithal ürünler cehenneminde yaşamamak için, üretim ve dış satım ağırlıklı ekonomiyi canlandırmak durumundayız. Güçlü bir ulusal sanayi için ulusal bilgi birikimini ve ulusal teknolojimizi oluşturmak zorundayız. Kendi özgün markalarımızı yaratmak, kaliteli üretimimizi arttırmak durumundayız. Burada görev, hem halka hem de devlet adamlarımıza düşmektedir. Ülkemizde üretildiği halde sırf yabancı marka hayranlığına prim vermek adına yabancı isim koyma, özgün çalışma yaratmayıp ürün dizaynını aynen ya da değiştirerek kullanma, ülke geleceğinin hovardaca harcanmasıdır. Üstelik bu ülkede, bu ülkenin insanlarınca üretilmiş ürüne yabancı isim koyup dış satım malıymış gibi taktikler de kendi insanımıza, kendi üretimimize, kendi sanayimize saygısızlıktır. Daha 1975’te kurulmuş ASELSAN’ın, kendi ürün tasarımı ve patentiyle yüze yakın çeşitte ürünü, Almanya ve ABD dahil tüm dünyaya sattığını kaçımız biliyor acaba? Yine ASELSAN’ın dünyanın birçok ülkesindeki ihaleleri, uluslararası devleri eleyip aldığını kim biliyor? Burada ortaya çıkan bir diğer nokta da bu bilgilerin basınımızda yer almaması. Biz istersek kaliteli markalarımızı yaratır, dünya pazarlarında da başarılar elde ederiz. Ulusal bütünlüğümüze gelecek saldırılar karşısında ulusal savunma sanayimiz için, ulusal bütünlüğümüz için de tüm yurttaşlarımızın ortak gönenç düzeyinin yükseltilmesinin sağlanması, bu gönençle demokrasi içinde kalkınmasının sağlanabilmesi için tek temel, ulusal sanayinin gelişip güçlendirilmesidir. Ülkemiz ancak ulusal sanayimizin güçlendirilmesiyle önder ülke, büyük ülke olabilir. Çünkü ancak ve ancak ulusal sanayisi güçlü ülkeler, gelişmiş büyük ülkelerin piyonu olmaktan çıkar, dünya uluslar topluluğunun onurlu bir üyesi olur. Kendisi olamayan, başkası olmaya mahkumdur. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle