19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 ARALIK 2011 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Yeni Bir Avukatlık Yasasına Doğru... Hep Aynı Yalanlar... “Ne zaman bir siyasi söylev duysam, bir insan sesi olmadığını korkuyla hissederim! Hep aynı sözcükler, hep aynı yalanlar...” Albert Camus “Hep aynı sözcükler, hep aynı yalanlar!” Size ne diyor bu satırlar, şaşırtıyor mu, kızdırıyor mu, üzüyor mu? Siyasi söylevler için Orhan Veli ne demişti: “Kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik...” Alışmışım ilk gençlik günlerinden beri, radyoda ya da TV’lerde bir siyaset adamının konuşmasını dinlerken, hemen düğmeye basar, sustururum. Kapatmak değil, susturmak!.. Önce bir düşünürüm o siyasetçinin kimliğini, nerden gelip nereye gitmek istediğini, sözcüklerinin içtenlik taşıyıp taşımadığını... Uzun bir yaşamı olan insanlar nice söylevler, nice nutuklar dinlemişlerdir. Söz vermeler, yol göstermeler, umut ışıkları yakmalar!.. Bir süre sonra hepsinin boş çıktığını görmeler... Niye çok konuşur siyasetçi takımı? Biraz daha az konuşsalar, halkın karşısında biraz seslerini kıssalar, öyle bağırıp çağırmakla başkalarını kandıracaklarını sanmasalar... Ama hep bağıracaklar seslerinin gücü çıktığınca!.. Ben şimdiye kadar halk karşısında bağırmadan konuşan birkaç kişi tanıdım. Bülent Ecevit, Erdal İnönü, İsmet Paşa... Bağırmadan konuşurlardı. Bir dost seslenişi gibi... İnandırmak isteyen biri niye sesini yükseltsin! Söyleyeceğini güzel sözcüklerle yavaş bir sesle anlatmayı beceren niye o kadar az! Hele son on yıldır politika dünyası karşılıklı bağrışmaların arenası oldu. Sen daha çok, ben daha da çok!.. Açıyorum TV’yi, bir istasyon buluyorum, bakıyorum başbakan konuşuyor, çeviriyorum başka bir istasyon, orda da konuşuyor, orayı çevir, burayı çevir, hep aynı adam karşımda... Böyle bir siyaset adamı, bu tür ele geçirilmiş satın alınmış radyolarda, TV’lerde konuşurken, hiç düşünmüyor mu dinleyenlerin neler neler dediklerini?.. Avukatlık, Adalet Bakanlığı’nın vesayetinden kurtarılmalıdır. Bu konudaki yasa değişiklikleri en kısa sürede hayata geçirilmelidir. TBB tarafından yapılan bir yönetmeliğin bakanlığın onayına sunulması kabul edilemez. Meslek disiplini ile ilgili verilen kararların bakanlık denetimine sunulması kaldırılmalıdır. Av. Prof. Dr. Erdener YURTCAN İstanbul Barosu amuoyuna yansıyan ve artık günlük hayatımızın bir parçası olan internet üzerinden ulaşan bilgilere göre, Türkiye Barolar Birliği (TBB) yeni bir Avukatlık Yasası çalışmasını başlatmıştır. Avukatlığın çatı örgütü olan TBB bir taslak hazırlamış ve bunu barolara göndermiştir. Barolar bu konuda görüşlerini bildireceklerdir. Ayrıca bazı bölge toplantılarının düzenlendiği de bilgi dağarcığındaki yerini almıştır. Bu kısa yazıda birkaç noktayı belirtmek uygun olacak. Avukatın aydın sorumluluğu: Ülkenin bir aydını olarak avukat ülkenin ve dünyanın sorunlarına eğilmek ve sahip çıkmak, düşüncelerini açıklamak ve savunmak zorundadır. Bu hassas çizgiyi politika yapmaktan ayırmak şarttır. Bugün içinde bulunulan şartlar ve dünya ölçeğinde oluşan ortam, bu tavrı her zamankinden daha önemli kılmaktadır. Yakın geçmişte, İstanbul Barosu’nun öncülüğünde başlatılan, çok büyük sayıda baronun katılımı ile hazırlanan ve kamuoyuna duyurulan, hak, hukuk, özgürlük, kişi güvenliği, hukuk devleti adına çok önemli mesajlar içeren Deklarasyon’u elbette bir kez daha hatırlıyorum ve alkışlıyorum. Hukuk platformunda avukatlık: Avukat hukuk uzmanıdır; savunmayı meslek edinen kişidir. Bugün AB sürecinde her şeyi yeniden öğrenmek durumunda olan bir meslek adamıdır. Böyle bir şey başka mesleklerde yoktur. Türkiye Cumhuriyeti Devleti anayasadan başlayarak temel yasalarını “yeniden” yapma gayreti içinde. Bunu bu ülkenin insanı için yaptığını dünyaya duyurması gerekirken ne yazık ki ortaya çıkan tablo, bu çabanın AB’ye girmek için olduğunu ortaya koyuyor. Taslak hazırlanırken dikkate alınması gereken temel noktalar bellidir. Soruyu şöy K le sorarak başlayabiliriz: Avukatlık adına neler yapılmalıdır? Avukatlık, Adalet Bakanlığı’nın vesayetinden kurtarılmalıdır. Bu konudaki yasa değişiklikleri en kısa sürede hayata geçirilmelidir. TBB tarafından yapılan bir yönetmeliğin bakanlığın onayına sunulması kabul edilemez. Meslek disiplini ile ilgili verilen kararların bakanlık denetimine sunulması kaldırılmalıdır. Bazı avukat meslektaşlarımın zihnini okuyorum. Bunlar radikal değişiklikler. Radikalleri başarırsanız, tarihe geçersiniz. Yoksa sizi kimse hatırlamaz. Avukat olmak (staj ve sınav): Staj, her mesleğin öğrenim aşamasıdır. İyi bir staj, iyi meslek adamı yetiştirmenin temelidir. İyi hukukçu, iyi avukat olur, ancak avukatlık mesleğini öğrendikten sonra. İkisi farklı şeylerdir. Staj, geçmişe oranla çok daha iyi düzeyde. Fakat yapılacak şeyler tabii ki var. Ülke genelinde stajda fırsat eşitliği yok. Büyük illerde iyi staj için şartlar daha elverişli. TBB’nin bu konuda temel çözümler üretmesi şarttır. TBB, stajyerin parasal ihtiyacını bir ölçüde karşıladı, fakat mesleğe hazırlamak bundan da önemlidir. Bu konu avukatlık sınavı ile de bağlantılıdır. Sınavsız avukatlık düşünülemez. Ancak ülkemizde bu konuda bazı oyunlar oynanıyor. Sınav sürekli erteleniyor. Oysa genç nesiller için sınav sonucu kazanılacak olan avukatlık payesi bir şereftir. Sınavın temel taşlarının şunlar olması gerekir: Sınav, mesleğe başlamak için yeterli bilgiyi ölçer. Bu konuda ölçüyü iyi koymak gerekir. Tecrübeli bir avukatın sahip olduğu bilgiyi siz avukat adayında ararsanız, hata edersiniz. Soruyorum: Avukatlığı dört dörtlük bilen var mı? Bu sınavı TBB yapar; ÖSYM’yi işe karıştırmaz. Onlar test yöntemi bilirler; çok tan seçmeli sınav bilirler. Bu yöntemlerle avukat olunmaz. Avukatlık hukuki muhakeme yeteneğini gerektirir. Bu sınavı avukatlar yapar, bir ölçüde hukuk fakültesinden yardım alır. Avukatlıkta kıdem ve avukatlık ortaklıkları: Avukatlıktaki çalışma kuralları değiştirilmelidir. Böyle bir sistem başka bir ülkede var mıdır? Bugün ruhsatnameyi al, ertesi gün Yargıtay’da duruşmaya gir ya da Yüce Divan’da avukatlık yap. Bu sistem genç meslektaşlara iyilik değil, kötülüktür. Gençlerin mahkemelerde bocalamaları üzücüdür, ama bozuk sistemin bir sonucudur. Mesleğin faaliyet alanı çizilirken kategoriler yaratılmalıdır. Belirli sürelerle sınırlandırılacak olan bu kategoriler mesleğe seviye kazandıracaktır. Çok sayıda avukatı bünyesinde barındıran avukatlık şirketleri düzeninin hayata geçirilmesi, gençlerin kıdemlilerle aynı çatı altında ustaçırak ilişkisi içinde çalışmalarını mümkün kılacaktır. Bu sorun mutlaka çözülmelidir. Yasada geçmişte yapılan değişiklik sorunu çözmemiştir. Çözülemeyen sorunun çekirdek noktası, konunun mali yönünde yatmaktadır. Avukatların ortaklık kurarak çalışmalarına izin verilmediği için ve maliye avukatların ortak çalışmalarına rağmen, vergi hukuku yönünden tek mükellefliği öngördüğü için, vergi sorunu doğmaktadır. Yabancı uyruklu hukukçu barındıran hukuk şirketleri: Bu kişiler barolara kayıt olamadıkları için, Türkiye’de avukatlık yapma hakları yoktur. Fakat yasanın arkasından dolanılarak, danışmanlık şirketi tabelası altında avukatlık yapılmaktadır. Bunun önlenmesi şarttır. Taslakta yabancı uyruklu avukatların ülkemizde avukatlık yapabilmelerinin önünü açan düzenlemelerin yapıldığını okuyoruz. Bu tavır yanlıştır. Bilinmesi gerekir ki, avukatlık “ulusal” bir meslektir. Türk barolarına Türk vatandaşı olan avukatlar kaydolabilir ve görev yaparlar. Aksi bir tavır Türk avukatları rencide eder. Son söz: Konular ve sorunlar elbette bu kadar değil. Fakat ne yazık ki yerimiz sınırlı. Ziya... YÖK’te işi bitti... Türbanı üniversitelerde serbest bıraktı... Katsayıyı tümden kaldırıp ÖSYM’de imamların önünü açtı... 3035 direnen hoca kalmıştı, onları takibe aldı... Az buz değil... Tarihe not düşülecek işler... Ama görev süresini uzatmadılar... Sepetlediler... ? Ziya; ışık demek... Ampule ziya gerek... Eee... Nasıl kıydılar?... ? Çünkü: Cemaat; kendinden olmayanları alır, bir zaman tepe tepe kullanır, istediklerini yaptırır ve işi bitince sepetler... Mesela yeni YÖK Başkanı Prof. Gökhan Çetinsaya... Diyelim ki cemaatin gazetesinde yazıyor... Cemaatin üniversitesinden geliyor... Cemaat vakfında zaten üye... O kendini güvencede sanıyor... Ama iş bitene kadar... ? Dönüyorum Ziya’ya... “Ziya demek ışık demek... Ampule ışık gerek” Demediler... ? Üniversiteye de dönemez... Çünkü gitti, kapıdan içeri sokmadılar ODTÜ’nün öğrencileri... Artık o kadar hizmetten sonra ayıp olmasın diye de Çankaya’ya danışman yapacaklar onu deniliyor... Danıştay’ın, imamlara katsayı uygulanması kararını beğenmeyip “Gerekirse hukuku dolanırız” dediğine göre... Hukuku dolanma işlerini danışırlar... ? Üniversitelerin, çağdaş Atatürk düşüncesinde olan yönetimlerden temizlenmesinde çok emeği geçti... Üniversiteler sessizleşti... Akademisyenler sustular... Ülkenin en ciddi sorunlarında dahi arkasını dönüp giden üniversite gençliği yaratılmasında çok emeği var... Ama sepet... ? Şimdi nasıl bakacak sokakta karşılaştığı; atılmış, kovulmuş, sürülmüş hocaların... Polise götürülüp sindirilmiş, susturulmuş gençlerin... Ya da yüreği sızlayan çağdaş, laik, Atatürkçü insanların yüzüne?.. Bir koltuk uğruna değer miydi?.. Sayın Kemal Kılıçdaroğlu Duyuyor musun? Şimdi CHP için yeni, kaçırılmaz bir fırsat doğmuştur; yargı bağımsızlığını yok eden, Atatürk’ün kurumlarını kapatan, 1982 darbe anayasası yerine, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini benimseyen, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletini amaçlayan anayasa önerisini hemen “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”na götürmek. Berin TAŞAN Hukukçu BMM Başkanı Cemil Çiçek yeni anayasa için oluşturulan “Anayasa Uzlaşma Komisyonu” başkanı olarak 16 Kasım 2011 akşamı meydan okurcasına bütün TV kanallarında verilen bir duyuruda bulundu: “30 yıldır yürürlükte olan 1982 Anayasası’ndan herkes şikâyetçi. Şimdi buradan bütün yurttaşlarıma sesleniyorum, kimin bir eleştirisi, önerisi varsa 31 Aralık 2011’e kadar bize ulaştırsın.” Bu duyuru yazılı olarak 165 üniversiteye, siyasal partilere, sayıları binleri geçen derneklere, vakıflara iletilmiş. Kaç tanesi yanıt verdi bilmiyorum. Ben de yanıt vermeyenler gibi “nasıl olsa AKP’nin yeni anayasa taslağı 2010 halkoylamasında olduğu gibi biliniyor, ne gerek var bu çağrıya” diye düşünmüştüm. Ama bu çağrıdan on gün sonra Sayın Cemil Çiçek’in ilk çağrıya yanıt verilmemesinden yakınarak 26 Kasım 2011 insanımızın kültürünü özümseyen bir anayasa yapacağız. Atatürk’ün vasiyeti 12 Eylül’de çiğnendi, o vasiyetin gereğini de yapacağız. Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumu eski konumuna gelecek.” (Ankara, 22 Mayıs 2010) Bu sözleri ilk bir CHP genel başkanından duyduğum için çok duygulanmış, bir kâğıda yazıp saklamıştım. Onun için size sesleniyorum. 1980 darbesinden sonra oluşturulan Kenan Evren anayasasının 134. maddesine dayanılarak çıkarılan 2876 sayılı yasa ile bir mahkeme kararı olmadan TDK ve TTK kapatılıp bütün taşınır, taşınmaz mallarına el konuldu. CHP Atatürk’ün yasal mirasçısı olduğu halde yargı yoluna başvurmadığı gibi bir tavır da almadı. Bu haksızlığa karşı kapatılan TDK’nin seçilmiş son başkanı Prof. Dr. Şerafettin Turan tarafından yargı yoluna gidilmiş, ancak dava esasta haklı görüldüğü halde yetki yönünden (yasal mirasçı olmadığından) reddedilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde aynı gerekçelerle davayı kabul etmemiştir. Şimdi CHP için yeni, kaçırılmaz bir fırsat doğmuştur, yargı bağımsızlığını yok eden, Atatürk’ün kurumlarını kapatan, 1982 darbe anayasası yerine, Türkiye Cumhuriyeti’nin temel değerlerini benimseyen, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletini amaçlayan anayasa önerisini hemen “Anayasa Uzlaşma Komisyonu”na götürmek. CHP bu tarihi görevini yapmak yerine iki CHP’li milletvekili aracılığı ile AKP’nin en zor günlerinde yeni gündemler yaratıp (Dersim isyanı, Kürtçenin eğitim dili kabul edilmesi gibi) kendi partisini güç durumda bırakıp AKP’nin değirmenine su taşımaktadır. 31 Aralık 2011’e sayılı gün kaldı. AKP’nin Prof. Burhan Kuzu tarafından hazırlanan anayasa önerisini tahmin etmek zor değil. 1982 Anayasası’nın başkanlık sistemiyle güçlendirilmiş yeni baskısı. Türkiye Barolar Birliği’nin uzman bir bilim kuruluna hazırlattığı (Prof. Dr. Fazıl Sağlam, Prof. Dr. Rona Aybay, Prof. Dr. Süheyl Batum’un da bulunduğu kurul) bir anayasa önerisi var, güvenli bir kaynak olabilir. Kamuoyu bu konuda aydınlatılmış değil, herhalde bu görev de CHP’ye düşüyor. CHP Genel Kurulu’nda alkışlarla onaylanan sözlerinizden ödün vermeden direneceğinizi ümit ediyor, saygılar sunuyorum. T akşamı TV kanallarından duyurulan ikinci çağrısı üzerine kararımı değiştirdim. “Kimse duyduk duymadık demesin, kimin bir eleştirisi, önerisi varsa 31 Aralık 2011’e kadar bize ulaştırsın. 31 Aralık’a kadar bu işi bitirelim.” Ben sorumlu aydın bir yurttaş, emekli bir cumhuriyet savcısı, Atatürk’ün Türk Dil Kurumu’nun kapatılana dek bir üyesi, daha sonra kurulan Dil Derneği’nin de bir kurucu üyesi, bir şair kimliğimle sesimi kime, nasıl duyurabilirdim? Aklıma “Ana Muhalefet Partisi Başkanı” olan siz geldiniz. Siz yalnız ana muhalefet partisi başkanı değil, ayrıca Atatürk’ün yasal mirasçısı olma sorumluluğunu da taşıyorsunuz. Sizin CHP Genel Başkanı seçildikten sonra genel kurulda alkışlarla onaylanan bir sözünüz vardı: “CHP iktidarında söz veriyoruz, kesinlikle ama kesinlikle çağdaş Batı standartlarına uygun, bizim Günay GÜNER atı ile Doğu belirsiz kavramlardır. Yine de etkilidir. Doğu, Batı kaynaklı doğubilimin (oryantalizm) anlayışıyla belirlenmiştir. Nesnel değildir. Doğu’nun kendinden doğan bir Doğu algısının olduğu söylenemez. Başat ayrımınsa Batı’nın eleştirel, Doğu’nunsa tekilci niteliğiyle ilişkili olduğu açıktır. Türk aydını Batı’yı ya yüceltir ya da yadsır. Oysa Batı eytişimsel bir olgudur. Maurice Duverger, “Batı’nın İki Yüzü” adlı yapıtında şöyle açıklar: “Batı sistemi bugün, tıpkı 22 yüzyıl önce, resmi Roma paralarını süsleyen çift yüzlü tanrı Janus gibi birbirine Batı Sorunu B zıt, ama yine de birbirini tamamlayan iki ayrı yüze sahiptir. …Bir açıdan çoğulculuk, yurttaş özgürlükleri ve seçimler, yönetenlere karşı yurttaşlara başka rejimlerden çok daha geniş hareket imkânları sağlar. …Buna rağmen bu demokrasi yine de eksiktir. Çünkü Batılı sistemlerde siyasal iktidarın sahibi, yalnızca yurttaşlar ve onların örgütleri değildir; bunlar siyasal iktidarı, ister birey, ister büyük ticaret, sanayi ya da banka girişimi biçiminde olsun, sermaye sahipleriyle paylaşmak zorundadırlar. …Öte yandan Batılı ulusların iktisadi gelişimi ve bunun sonucu olarak içinde bulundukları toplumsal denge, yaşam düzeyi, kültürel ve insani gelişme bir ölçüde azgelişmiş ülkelerle olan eşitsiz ilişkilerinin bir sonucudur.” Demokrasi geleneği Aydınlanma birikiminin sonucunda oluşan Batı’nın günümüzdeki egemen yüzü yayılmacılıktır. Bu bağlamda Nazilik bile göz yumularak hortlatılmakta, bilinci aşınan Batılı sıradan birey hemen hiçbir zaman kendini bir Doğuluyla eşit algılamamaktadır. Batı giderek Aydınlanma kalıtını yadsır bir ülküyü izlemektedir. Nicedir unutturduğu dayanışma duyarlılığınıysa Doğu yükseltmektedir. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle