19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
15 ARALIK 2011 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 95 yıl önce 90 bin askerimizin donarak öldüğü ‘harekât’ı hüzün ve ibretle anıyoruz Sarıkamış’la ‘yüzleş(ebil)mek’ 1 2 “Tarihle yüzleşmek” pek benimsenir hale geldi. Geçmişin kendine has hüzünlü gerçekliklerinden ötürü “mağdur”lardan özür dilemek de siyasetin çekici söylemleri arasına girdi. Bunun son örneği, 193738’deki Dersim dramının gündemi belirlemesinden bu yana düşünüyorum; “Ya Sarıkamış? Ya Allahüekber Dağları’nda ırkçı bir ütopya uğruna donarak yaşamlarını yitiren 90 bin evladımız? Yüzleşmeyse, haydi... Özür dilemekse kimden?” Sarıkamış doğumlu ve Sarıkamış Dayanışma Grubu Başkanı, kalp cerrahı Prof. Dr. Bingür Sönmez’le, Ulusal Kanal’da 7 Aralık’taki İmar Dosyası’nda bu soruların yanıtını değerlendirme fırsatı bulduk. Bingür Hoca’ya göre belki asıl özür dilenmesi gereken “tarih”ti... Hesaplaşılması ve “özür” dilemeleri gerekenler de bugüne dek tarihi çarpıtarak “gerçekleri gizleyen”ler… Dr. Sönmez diyor ki: “Bugün bile Allahüekber Dağları’nın eteklerinde çobanlar insan kemiklerine rastlıyor. Böylesi bir katliam yıllarca nasıl görmezden gelindi; nasıl umursanmıyor; insan düşündükçe ürperiyor.” Bu sonuca nasıl varıldığını görebilmek için, kuşkusuz önce o büyük dramın nedenini kavramak gerekiyor. Doğru kavrayabilmek için de resmi belgelerle yetinmeyip aslında yine resmi olmaları gereken, ancak sansürlendikleri için özel çabalarla elde edilebilen kanıtları ve yaşanmışlıkların tanıklıklarını değerlendirmek şart. Dr. Sönmez ve arkadaşları, Sarıkamış Destanı konusunda farkındalık yaratabilmek için, 1914 sonlarında yaşanan dramın 90’ıncı yıldönümünden bu yana her 2429 Aralık’ta Allahüekber Dağları’nı ve Şehitlikleri ziyaret ediyor; kitaplaşan araştırmalarıyla Sarıkamış’ın unutulmuşlarını yeniden ulusal bilince taşıyorlar. 3 4 1 Yazlık giysilerle Allahüekber Dağları’na tırmanan birlikler. 2 Yardım malzemesi götürürken Rusların Karadeniz’de batırdığı 3 gemiden Bahri Ahmer. 3 Sarıkamış’a ağıt türkülerinde Askeri Kırdıran denilen Enver Paşa. 4 2004’te düzenlenen 90. yıl anma töreninin afişi. Plana göre Allahüekber Dağları “piyade” (yürünerek) aşılarak Sarıkamış’a girilecektir… Ne var ki kışlık giysileri bile olmayan orduyu dondurucu soğuk yok edecek; kente ulaşabilen az sayıdaki asker ve subayı da Ruslar şehit edecektir. Ocak (1915) başlarında İstanbul’a dönen Enver Paşa, basına öylesine katı bir sansür uygular ki Sarıkamış’ta neden olduğu katliam ancak seneler sonra öğrenilebilir… Dahası, aynı sansür, ilerleyen yıllarda resmi tarihin de adeta geleneği olur. Denebilir ki Çanakkale Savaşı kadar önemli bir askeri serüvene okul kitaplarında ancak birkaç satır ayrılır... Bu vefasızlığın günümüzdeki sonucunu, Dr. Sönmez 2009’da Adana’daki bir konuşmasında bakın nasıl özetlemiş: “1914 Sarıkamış’ını anlatan filmi 600 bin kişi; aynı dönemdeki Recep İvedik filmini ise 4.5 milyon kişi izlemiş. Çünkü ulus olarak Sarıkamış’ta yaşananları bilmiyoruz; öğretmediler.” Bir Tutam Yaşama Sevinci... Martin Scorsese’nin “Hugo” filmini gördüm ve kendimi çoktandır hissetmediğim kadar iyi ve mutlu; yeryüzünü de daha güzel, daha şefkatli hissettim. Filmin eleştirisini bu sayfalarda daha önce okudunuz. Ben, bana yaşama sevinci veren özellikler üzerinde durmak istiyorum. Neden mi bunca etkilendim? Ne anlattığı kadar, nasıl anlattığı ile de “çarpıldığım” ve “sarsıldığım” için… Sinemanın muhteşem bir sanat olduğunu, sinema tarihine göndermeler yaparak, bu sanata saygı ve sevgi duruşunda bulunarak ortaya koyduğu için... (Sadece Georges Mélies değil, Lumiere Kardeşler’den, Buster Keaton ve Chaplin’e nicelerine göz kırpmalar vardı.) 70 yaşındaki usta yönetmenin, üç boyutlu film tekniğini şimdiye dek kimselerin kullanmadığı gibi kullanıp, bu tekniğe nasıl yeni anlamlar kazandırdığı, nasıl taze ve genç bir enerji yüklediğini gördüğüm için… Sinema ile düş gücü; sinema ile sihirbazlık, sinema ile büyü arasındaki ilişkiyi iliklerimize işlediği için… Ve yaşamın o büyüsüne hepimizin çok hem de çok ihtiyacı olduğu için… 1930’lar Parisi’nde bir tren garı… Hugo yetimdir. 1213 yaşındadır. Garın dehlizlerinde, kulelerinde yalnız yaşamaktadır. Çok özlediği babasından miras aldığı bir tutkuyla yaşamaktadır. Tutkusu merakıdır; keşfetme dürtüsüdür, teknik becerileridir, tüm makineleri, aletleri tamir etme güdüsü ve yeteneğidir. Ona göre “Hayatta her şeyin bir nedeni, bir amacı vardır. Makinelerin bile”... Hugo’nun var olma nedeni, onu hayata bağlayan amaç ise tren garının tüm saatlerini her gün kurmak (kimselere görünmeden barınabilmesinin tek yolu budur); bir de babasından kalma eski bozuk bir robotu onarıp çalıştırmak… Gardaki oyuncakçı yaşlı Georges Baba’dan aşırdığı parçalarla sürdürür bu işi. O görkemli garı, gardaki insan ilişkilerini, garda akan ve duran zamanı, garın gerisinde uzanan o muhteşem kenti, kentin ötesinde uzanan dünyayı, Hugo’yla birlikte dev saatler arasından izleriz. Tıkır tıkır işleyen, dönen, iç içe geçen, ayrışan çarklar, zemberekler arasından… Akreple yelkovan arasından… Sevinçler, acılar, korkular, umutlar, dönen çarklar ve dişliler arasında kâh ezilip un ufak olur; kâh dakikalar arasında yeşerir, dallanır budaklanır… Georges Baba’nın torunu, edebiyat tutkunu Isabella’nın yardımıyla Hugo’nun robotu çalışır hale getirmesi, ne çok şeyi değiştirecektir. Sadece Hugo için değil… Yaşlı oyuncakçının gerçek kimliğine kavuşabilmesi, geçmişiyle barışabilmesi için de… Unuttunuz mu?! Hugo arkadaşı Isabella’ya dediydi ya: “Hayatta her şeyin bir nedeni vardır. Bir amacı, gayesi vardır. Makinelerin bile…” Filmi kâh gözlerim yaşararak, kâh heyecandan nefes almayı bile unutarak ama hep gülümseyerek izledim. Acımasız bir dünyada, şiddetle, hoyratlıklarla sarmalandığımız bir ortamda, nicedir yitirdiğimiz incelikleri yeniden yeniden hatırladım. Geçmişle günümüz arasında, önceki kuşaklarla yeni kuşaklar arasında kurmaktan kaçındığımız bağları ne çok özlediğimi anımsadım. Zaman kavramı üzerine, yaratıcılık üzerine yeniden düşündüm… Yaşımız kaç olursa olsun, hepimizin yaşamda ne çok, ne çok, ne çok sevgiye, şefkate ihtiyacımız olduğunu bir kez daha duyumsadım… Sinemadan çıktığımda dünya daha güzel, ben daha mutluydum. Önüme çıkan herkese, “Sakın tutkularınızdan, amaçlarınızdan vazgeçmeyin!” diye haykırıp sarılmak istiyordum. Uyarı: Bu çok katmanlı film, bir çocuk filmi değildir! Ve Deniz Faciası Sarıkamış dağlarında soğukla mücadele eden orduya kışlık giysi, erzak ve cephane götürmek için İstanbul’dan Trabzon’a doğru yola çıkan; askeri tedbir olarak mutlaka savaş gemilerinin koruması altında seyretmeleri, düşmana karşı savunmasız bırakılmamaları gereken ve 2 keşif uçağı ile 3 bin de asker taşıyan 3 kuru yük gemisini de Ruslar 7 Kasım 1914’te Karadeniz’de batırırlar… Bu ihmalin sorumlusu olan Enver Paşa’nın emriyle kayıtlara geçirilmeyen faciayı da Prof. Dr. Bingür Sönmez ortaya çıkardı. “Sarıkamış’ın Deniz Şehitleri” ilk kez 7 Kasım 2007 günü Karadeniz Ereğli’de düzenlenen törenle anıldılar. Adları “Bezmi Âlem”, “Bahri Ahmer” ve “Mithat Paşa” olan gemilerin ve deniz şehitlerimizin anısına Karadeniz Ereğli Belediyesi’nin 18 Haziran Parkı’nda yaptırdığı “Sarıkamış Deniz Şehitleri Anıtı” da bu yıl 7 Kasım’da törenle açıldı. Prof. Dr. Bingür Sönmez diyor ki: “Bu 3 gemi Trabzon’a varıp malzemeler ve askerler Erzurum üzerinden Sarıkamış’a ulaşabilseydi, büyük dram belki hiç, belki de o düzeyde yaşanmayacaktı..” Evet... Tarihle yüzleşmek, tarihe karşı sorumlulukla mümkün. Ülkenin her yöresinden gençlerin yitirildiği Sarıkamış bunu yıllardır, sabırla bekliyor. Akreple yelkovan arasından gün ilçesi olan Sarıkamış, Çarlığın garnizon kentine dönüşmüştü. Dönemin “Harbiye Nazırı” ve “Başkumandan Vekili” unvanını taşıyan Enver Paşa, bölgeyi Ruslardan kurtararak Kafkaslar’a ve Orta Asya’ya yayılma hayali içinde, “sarayın damadı” Albay Hafız Hakkı Bey’le Sarıkamış harekâtını planlar... Dramı bizzat yöneten Albay Hafız Hakkı Bey, 5. Murad’ın torunlarından Behiye Sultan ile evlenmiş ve “Dámádı Şehriyári”; yani hükümdar damadı olmuştur. O sırada Osmanlı’nın Genelkurmay Başkanı ise Alman Generali Bronsart von Schellendorf’tur! Harekât 22 Aralık 1914’te başlar. Kış koşulları nedeniyle başarısız olacağını gören kimi komutanların itirazları ve istifa etmeleri bile karardan geri dönülmesini sağlayamaz... Leyla Erbil’e ‘Mersin Kenti Edebiyat Ödülü’ ? MERSİN (AA) Mersin Kenti Edebiyatı Ödülü’ne, bu yıl yazar Leyla Erbil değer görüldü. Mersin Ticaret ve Sanayi Odası’nca (MTSO) ilk kez 2007’de Nezihe Meriç’e verilen, sonrasında da sırasıyla Tahsin Yücel, Osman Şahin ve Latife Tekin’e takdim edilen Mersin Kenti Edebiyat Ödülü, 16 Aralık’ta MTSO’da düzenlenecek törenle Leyla Erbil’e verilecek. Erik Truffaz Quartet Tamirane’de Kültür Servisi Caz müziğini elektronika, hiphop gibi yeni akımlarla harmanladığı müzikal tarzıyla uluslararası caz sahnesinde ün kazanan Erik Truffaz Quartet, yarın akşam saat 21.30’da Tamirane’de. Trompette Erik Truffaz, basda Marcello Giuliani, klavyede Benoît Corboz ve davulda Marc Erbetta’dan oluşan topluluk, Garanti Caz Yeşili konserleri kapsamındaki gecede son albümleri “In Between”ın yanı sıra diğer albümlerinden de şarkılar seslendirecek. Kafkaslar’dan Asya’ya! 95 yıl önce olana bitene kısaca göz atarak bilgilerimizi yineleyelim. “93 Harbi” diye bilinen 18761877 OsmanlıRus Savaşı’nda Kars Ruslara bırakılınca bu ÖLÜMÜNÜN 50. YILINDA Sadettin Kaynak anması Kültür Servisi “Çile bülbülüm”, “Niçin baktın bana öyle”, “Tel tel taradım zülfünü” eserleriyle tanınan bestekâr, ses sanatçısı ve gazelhan Sadettin Kaynak ölümünün 50. yılında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Müdürlüğü’nün düzenlediği bir panelle anılıyor. 17 Aralık’ta saat 19.00’da Fatih Ali Emiri Efendi Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilecek Mehmet Güntekin yönetimindeki panele Sadettin Kaynak’ın öğrencisi Prof. Dr. Alâeddin Yavaşca, araştırmacı Hasan Oral Şen ve Yard. Doç. Dr. Sinem Özdemir konuşmacı olarak katılacak. Panelin ardından klasik musiki icracısı Bekir Ünlüataer de bir konser verecek. Konserde Sadettin Kaynak’ın eserlerinin yanı sıra, sanatçının dillerden düşmeyen film şarkıları da seslendirilecek. Tutkunuzdan vazgeçmeyin! ‘Emek’ için eylem çağrısı ? Kültür Servisi “İsyanbul Kültür Sanat Varyetesi” adlı oluşum Emek Sineması için 24 Aralık Cumartesi günü saat 16.00’da Taksim Meydanı’nda buluşma çağrısı yaptı. Meydandan Emek Sineması‘nın önüne yürüyerek basın açıklaması yapacak olan grup açıklamanın ardından Emek Sineması’nın önünde sabahlayacak. Topluluk, “Çadırınızı, uyku tulumunuzu, battaniyenizi, çayınızı, kahvenizi ve isyanınızı alın, gelin!” çağrısında bulundu. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle