19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 6 HABERLER CHP milletvekili ve gazetemiz yazarı Balbay 1000 gündür adalet bekliyor Yüreğiniz ne zaman soğuyacak FIRAT KOZOK Gazeteciler, Silivri’de 1000 gündür özgürlük bekleyen gazetemiz yazarı Mustafa Balbay için buluştu. Balbay’ın gazeteci arkadaşları geçen 1000 günü “Uzun tutukluluk cezalandırmaya ve itibarsızlaştırmaya dönüştü” diye değerlendirdi. Meslektaşlarının Balbay için kaleme aldıkları özel yazılar şöyle: Bu Devlet, Balbay’dan da Özür Dileyecek Elbet ? Can Dündar/ Milliyet İçeri alınmasından önceki yılbaşı beraberdik komşumuz Balbaylar’la… Bizim evde Nebil’le (Özgentürk) kollarını tavana değdirircesine ve dizleriyle zemini döve döve zeybek oynamışlardı. Sonra o temmuz sabahı, evinin arandığı haberini alınca koşarak gitmiştik kapısına… Dört sivil polis eşliğinde çıkarken gülümsemiş ve “Gocunacak bir şeyim yok. Ne yaptığım ortada” demişti. Arkasından da bilgisayarı kucakta çıkarılmıştı evden, suç ortağı olarak… Küçük kızına, “Bilgisayara virüs girmiş, amcalar onu temizleyecekler” denmişti. Birçok örnekte aslında bilgisayara virüsü “amcalar”ın yerleştirdiğini sonradan öğrenecektik. Kızı onsuz büyürken Balbay, “Silivri Toplama Kampı” adını verdiği “Zulümhane”sinde 1000 günü doldurdu. Bu mesleğin şanındandır, davalar, iftiralar, suikastlar, mahpusluklar… Yine çoğu örnekte dünün mahpusları bugünün kahramanları oldular. İyi biliyoruz ki, yarın “Balbay çıkacak/ yine yazacak”. Kızına, eşine, kalemine sarılacak, yine dostlarla buluştuğunda diziyle toprağı döve döve zeybek oynayacak. Ve muhtemelen gün gelecek, bu devlet Balbay’dan ve bunca yıl tutukluluk zulmüyle cezalandırdığı “fikir suçluları”ndan da özür dileyecek. Af isteyecek. Can Yücel ustanın 12 Mart sonrası, af öncesi kaleme aldığı dizeleriyle bitirelim: “Amaaaa / Biz onları, / Biz onları affetmeyeceğiz azizim.” İstanbul Haber Servisi CHP İzmir milletvekili ve gazetemiz yazarı Mustafa Balbay, tutukluluğunun 1000. gününe girdi. 6 Mart 2009 tarihinde tutuklanan Balbay savunmasında ve duruşmalardaki konuşmalarında hep “gazetecilik faaliyetleri” nedeniyle tutuklandığına dikkat çekti. Uzun tutukluluk süresinin “cezaya dönüştüğünü, ağırlaştırılmış tutukluluk uygulandığını” sık sık vurgulayan Balbay’ın 12 Haziran 2011 seçimlerinde milletvekili seçildikten sonra “hizmet etmek için tahliye” talepleri de reddedildi. Balbay’ın avukatları 2. kez AİHM’ye başvurarak “siyasal katılım hakkı”nın ihlal edildiğini ifade ettiler. Balbay, tutuklandıktan 9 ay sonra yapabildiği savunmasında kendisine isnat edilen suçlamaların “somut delillere dayanmadığını ve hukuka ve kanuna aykırı elde edilmiş delillerle soyut suçlamalar” yapıldığını vurguladı. Balbay, savunmasına “Halkı hükümete karşı değil silahlı isyana teşvik etmek, silahsız isyana dahi teşvik etmiyorum. Ben isyanla ya da o tür yöntemlerle hükümetlerin devrileceğine inanan biri değilim. Gazeteci olarak demokratik, laik, sosyal, hukuk devleti ilkelerine inanmış ve Türkiye’nin bu şekilde yönetilmesi gerektiğini düşünmüş ve bunu yazmış bir gazeteciyim” sözleriyle başladı. Zulümhane, Zulümname Balbay, tutuklandığında 5 bini aşkın makale, yüzlerce haber ve 23 kitap yazmıştı. Yazmayı cezaevinin zor koşullarında da sürdüren Balbay, “Silivri Toplama Kampı Zulümhane”, “Düşünüyorum Öyleyse Sanığım Zulümname” ve “Demokrasi Tanrısı Zulümdar” adlı kitaplarını tamamladı. ? 30 KASIM 2011 ÇARŞAMBA Mustafa’nın 1000 Günü Yaşadığımız günlerde artan tarih merakı pek güzel, verimli bir alışkanlığa yol açacak diye sevinç içindeyim. Artık hep geçmişimize, geçmişlere bakacak ve gelecekle ilgili sağlam, hatasız, kulsuz adımlar atacağız. Ama kısa sürüyor sevincim. İçimin derin kuyusundan çıkıp gelen şom ağızlı biri “Geçmişe bak bakmasına da, yaşadığımız günlerden yola çıkarak git geriye doğru, kerterizin bugünün kısa tarihi olsun” diyor. “Dağların ardında, uzaklarda kalmış, hükümeti istemeyen Dersim’i, Dersim’e kendini göstermeye giden devletin zulmünü anlamak istiyorsan, bugünlerin zulmünden yola çık, daha iyi anlarsın” diyor içimdeki yola, hizaya gelmez muhalif. “Mesela, diyor, şu son 1000 günle başla işe. Mustafa’nın son 1000 gününe bakarak başla.” “O 1000 gün yalnızca neyi, nasıl anlamak gerektiğini hatırlatsın sana. Geçmişin isyanlarını bastıran devleti teşrih masasına yatırmak istiyorsan, bugünden yola çıkmaktan başka çaren yoktur senin. Yok bugünkü zulüm haklıdır, devletin kendini korumasıdır, hakkıdır diyorsan, benim de bir diyeceğim yok sana. O zaman bırak Mustafa’lar içeride kalsın.” ??? Mustafa içeride kalmasın artık. Ahmet, Nedim, Soner, Barış, öteki gazeteciler, delilsiz, kanıtsız içeride yatan, haksızlığa, yolsuzluğa isyan eden herkes çıksın dışarı. Çıksınlar da şöyle gönül rahatlığıyla, tarihi gözden geçirmek aşkıyla birlikte bakabilelim uzak yakın tarihimize. Üstelik tarihe bakmakla bugünün tarihini tersten yazmak isteyenler arasındaki ters orantılı ilişkiyi de açık net bir şekilde görürüz belki o zaman. Mustafa’lardan başlayarak, geriye doğru gideriz. 12 Eylül’ü, Sivas’ı, Çorum’u, Maraş’ı, 12 Mart zulümlerini, “Bu anayasa bize çok geniş” deyip özgürlüklerin üzerine şal örtenleri, gencecik delikanlıları asanları, işkencede öldürülenleri, öteki Mustafa’yı, Hayrullahoğlu’nu bir bir çıkartırız tarihin sayfalarından. Ve kuşkusuz oralarda takılıp kalmaz, daha gerilere gideriz. Selanik’te Atatürk’ün evini bombalayıp 67 Eylül düzeni kuranlar var, Kore’ye Mehmetçik gönderenler var, Sabahattin Ali’yi öldüren, Nâzım’ı 13 yıl zindanda yatıranlar var. ??? Devrimleri de, karşıdevrimleri bir bir alırız ele. Devrimlerin de haksızlıkları vardır. İnsan bir selin önünde yıkılıp gidiverir. Büyük sayılar hesabı insanı dikkate almadan yolunu çizen devrimin eylemini kuşkuyla karşılar, Romanoflar’ı çoluk çocuk katleden devrime kızar, devrimin kendi evlatlarını bir bir yediği Fransız ihtilalinin açtığı çağı aşma derdiyle tutuşuruz. “Bizden uzak dur ey devlet” diyen Dersim’e devrimi zordan başka bir yolla götürmeyi beceremeyen, tedipten, tenkilden, tehcirden başka yol bulamayan devleti soruştururuz tarihin içinden. ??? Gerçeği görmek, tarihi anlamak istiyor musunuz? Yaşadığınız günlerden başlayın işe. Bugün ardı arkası gelmeyen tutuklamalara bakın, dağlardaki silah seslerine bakın, ülkeyi adım adım tuhaf bir çatışmanın ve belki bir savaşın içine sürükleyenlere bakın, “Dün Irak’ta kaybettik, bugün Suriye’de kazanalım” diyen, sonra sureti haktan görünüp zaman tünelinde kendilerine madalya arayanlara bakın. Yaşadığımız günlerden başlayın tarihi anlamaya. Bugün Mustafa’nın 1000’inci günü. Oradan başlayın. Bugüne kadar gerçekleştirilen 146 duruşmaya hiç ara vermeden katılan Balbay, cuma günleri yaptığı talep konuşmalarında “gazeteci kimliğinin” altını çizdi. Suçlanmasına dayanak teşkil eden “Balbay’ın günlükleri” olarak bilinen “dijital veriler” üzerinde Emniyet’te oynanmış olduğunu ısrarla ifade etti. Balbay’ın notlarının usulsüz şekilde kopyalanmasına ilişkin şu benzetmesi davanın unutulmaz sözlerinden biri olarak tarihi geçti: “Orijinal olarak gösterilen 10 yıllık notlarımı 2 dakika 33 saniyede oluşturmuş görünüyorum. Ben gençliğimde atletizm yaptım. Hüseyin Bolt olsam bu kadar hızlı bilgisayar da dosya oluşturamam, bunun en azından en hafif tanımla kopya olduğu çok açık bir şekilde ortada.” Balbay, 28 Şubat 2011 gecesi, gazeteci Tuncay Özkan ile kaldığı Silivri 4 No’lu Cezaevi’ndeki koğuşundan alınarak Silivri 1 No’lu cezaevine tek kişilik bir hücreye konuldu. Tek kişilik hücredeyken milletvekili seçilen Balbay’ın şu ifadeleri yaşadıklarını özetliyor: “Ağırlaştırılmış tutukluluk uygulanmaktadır. İzmir seçmeninin yarıya yakınının oyunu almış, Türkiye’ye Meclis çatısı altında hizmet etmek için özgürlüğü bekleyen bir milletvekili olarak soruyorum: Bu ortamı yaratanların, devamını isteyenlerin yüreği ne zaman soğuyacak. Amansız bir hastalığa yakalanınca mı? Ölünce mi?” Mustafa Balbay’ın 12 Haziran’da milletvekili seçilmesinin ardından avukatlarının tahliye talebi İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından reddedilirken, mahkemenin daha sonra görevden alınan başkanı Köksal Şengün, “TBMM üyeliğine yasal bir seçim sonucu ve demokratik yollardan seçilen bu kişilerin kazanmış oldukları bu nitelikleri sebebiyle kaçma, saklanma ve delilleri karartma ihtimalleri de kalmamıştır” şeklinde muhalefet şerhi koydu. Balbay, mahkeme heyetinin tutukluluk halinin devamı kararlarına karşılık da 30 Eylül’deki duruşmada şunları söyledi: “Türkiye’de uygulanan ne yazık ki Türk usulü bir tablo, Yüksek Seçim Kurulu onay veriyor, İzmir Adliyesi’nden mazbata veriliyor. Ama mahkeme ‘Hayır Balbay Mec 2 dakikada kopyalandı 10 yıllık notlar lis’te, temsil edemez’ diyor. Şu andaki tablonun çözümü sizin elinizde.” Balbay, 22 Kasım’daki duruşmada mahkeme heyetine “Yargılamanın işkenceye dönüştüğünü görün” diye seslendi. Ancak heyet ara kararında, CHP Zonguldak Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Haberal’ın da aralarında bulunduğu 16 sanıkla birlikte Balbay’ın bir kez daha tutukluluk halinin devamına karar verirken şu kalıplaşan gerekçelerini de bir kez daha sıraladı: “Dosya kapsamı, her sanığa ayrı ayrı isnat olunan suçlamalar ve bunlarla ilgili sevk maddeleri, delillerin toplanmamış olması ve dosyadaki belgeler, incelemeler, raporlar vesair deliller dikkate alındığında, atılı suçun işlendiği hususunda kuvvetli suç şüphe sebeplerinin varlığının devam etmekte ve bu suçların CMK 100/3 kapsamında girmesi, bir kısım sanıkların savunmalarının alınmamış olması...” Balbay’ın avukatları, “Balbay’ın notları” olduğu iddia edilen 1 No’lu delil olarak söz edilen dijital verilerle ilgili uzman raporlarını 23 Kasım 2009’da mahkeme heyetine sundular. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünden Prof. Dr. M. Ufuk Çağlayan, Prof. Dr. Cem Ersoy ve Doç. Dr. Fatih Alagöz tarafından hazırlanan uzman raporunda, şu dikkat çekici ifadeler yer aldı: “Standart bir kullanıcının aynı saniye içerisinde birden fazla dosya oluşturması mümkün değildir. Hem disklerin erişim hızı hem de standart kullanıcının klavye ve mouse kullanım hızı buna izin vermez.” Mustafa Balbay’ın avukatları Aydın Metin ve Mehmet İpek, ilk olarak Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 5, 6 ve 10. maddelerinde düzenlenen “özgürlük ve güvenlik hakkı”, “adil yargılanma hakkı” ve “ifade özgürlüğü”nün ihlal edildiği gerekçesiyle 10 Kasım 2010 tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) başvurdu. 12 Haziran’da Balbay’ın milletvekili seçilmesi üzerine 21 Ekim’de AİHM’ye yeniden başvuran avukatlar “siyasal katılım hakkı”nın ihlal edildiğine dikkat çektiler. Avukatlar Aydın Metin ve Mehmet İpek, dilekçelerinde şu konuların altını çizdi: “Yerel makamlar önünde devam eden yargılamanın adil yargılanma hakkını ihlal edecek ölçüde uzamış olması, müvekkilimizin milletvekili seçildiği halde bu görevini yerine getiremiyor oluşu ve bu sebeple, yeni bir anayasa hazırlığı içinde olan Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bir oy dahi büyük önem kazanmışken millet iradesinin tam anlamıyla gerçekleşemiyor oluşu göz önüne alınarak başvurumuzun öncelikli olarak incelenmesi gerekmektedir. Gerçekten de, aksi bir durumda, millet tarafından 4 yıl yetkilendirilmiş olan müvekkilimiz açısından telafi edilemez sonuçlar ortaya çıkacağı açıktır.” Dosya kapsamı, delil durumu Tek kişilik hücre Bilirkişi raporları Milletvekili seçildi AİHM başvuruları Fakat Bin Gün ? Çiğdem Toker Akşam Ankara Temsilcisi “Fakat bin gün bu. Dile kolay. Nasıl olur?” diyenin gönlü rahat olsun. Balbay enseyi karartmaz. Sadece enseyi değil, “sol memenin altındaki cevahiri” de. O kadar yani. Cezaevinde(n) yazdığı kitapların yanında; Ankara gazeteciliği sokaklarındaki o eski hukuk, bunu böyle söyletiyor. Ve yine o eski hukuk, şu cümleyi de hatırlatıyor: Balbay’ın ruhu, pür iyimserlik, coşku ve heyecandan mürekkeptir. Ağaçlarla ahbaplığı mesela. Her gün; sağından solundan, kıyısından kenarından görmeden geçtiğimiz, kimi, on yılların tanıklığıyla yorgun, kimi gökyüzüne kendisini resmetmiş çınarın, meşe palamudunun, ak akasyanın; hasılı cümle Ankara ağacının isimlerini böyle tek tek nasıl bilir; onlarla laflar, yapraklarla sohbetini okurla nasıl paylaşır, şaşarsınız. Sonra; siyaset yazılarından, okuyana yaşama sevinci sızdıran o mütebessim kelimeler… Memleketin “havasına suyuna, taşına toprağına” kötümserliği koyultacak bunca hadise mebzul miktarda saçılmışken o, bu kötümserliği dağıtabilen onca iyi hikâyeyi, şiir dizesini, meselleri hangi ara biriktirmiştir? O inançla diyorum; Balbay 1000 gün geçse de “karartmamıştır.” ‘Ama’yı Burada Sevmedim ? Faruk Bildirici Hürriyet Okur Temsilcisi “Ama” sözcüğünü oldum olası çok severim. Heptenci tutumlara bir isyan bayrağı gibi gelir “ama” bana. “Ama” deyince üzerinde durduğunuz olgunun ya da sorunun öbür yanını da göz ardı etmediğinizi gösterirsiniz. Gazeteciliğe de çok yakıştığını düşünürüm “ama”nın. Ne de olsa taraftarlığa yer olmayan bir meslektir gazetecilik. Muhalif duruş, eleştirel bakış, olmazsa olmazıdır mesleğimizin. Yazık ki, asaletine hayran olduğum o güzelim “ama” sözcüğünün “hapisteki gazeteciler” sorunundan söz edilirken de kullanıldığını gördüm geçenlerde. Bunca gazetecinin hapse atılmasına karşı çıkanlara “etik” hatırlatılıyor, gazeteciliğin geçmişinde etik sorunlar olduğu vurgulanıyordu. Doğru, bu ülkenin gazetecilik geçmişinde (ve günümüzde tabii) etik dışı işler var! Gazeteci arkadaşlarımızın hapse atılmasını, yüzlerce gün hücrelerde tutulmalarını konuşurken “Ama onlar da etik dışı işler yaptılar” diyorsak, o meslektaşlarımızın hapse atılmasına teorik destek kazandırma çabası içine girmişiz demektir. Zira etik sorunlar, meslek örgütleri ve meslektaşlar arasında konuşulur; mahkemelerde değil. Biz gazetecilere düşen, “ama o”, “ama bu”, “ama şöyle”, “ama böyle” demeden hapisteki bütün gazeteci arkadaşlarımızın bir an önce özgürlüğüne kavuşmasını desteklemektir. Selam olsun elindeki kalemi, dilindeki kelamı yüzünden hapislere düşürülenlere... Sevgili Mustafa’m ? Reha Muhtar / Vatan Yazarı Utku aradı (Çakırözer) beni önceki gün… “Abi” dedi, “Biliyorsun Mustafa’nın tutukluluğunun 1000. günü geliyor… Birkaç satır yazmak istersen sayfalarımız açık…” Hayat ne ilginç Mustafa’m… Utku Ateş Hattı’nı yaparken benim yanıma geldiğinde 20 yaşında falandı… Bizim seninle İzmir’de ilk tanıştığımız yaşlarda… Şimdi o senin Cumhuriyet’teki görevini yapmakta… Sen ise tutuklusun… Benden yazı istemekte, senin tutukluluğun hakkında… Dün içerden yazdığın 1000. gün yazısını bir daha okudum… “1000 yaklaşırken kendime sordum” demişsin… “Günleri boşa geçirmedin değil mi?.. Gönül rahatlığıyla ‘hayır’ dedim, ‘boşa geçirmedin.’ İkinci bir üniversite desem abartmış olmam… ‘Seni Seviyorum Arkadaşım’ ? Yavuz Donat Sabah Gazetesi İster sayıyla yazalım, ister rakamla… Bin gün… Çok uzun… İster “tutukluluk cezaya dönüştü” diyelim, ister başka şey söyleyelim. Ne taraftan bakarsak bakalım… Bin günün aşılması “güç”. Sevgili eşi, canından çok sevdiği çocukları onu özlediler, biliyoruz… Okurları, gazetesi de özledi… Biliyoruz. Eski arkadaşımız, eskimeyen dostumuz… Biz de çok özledik. Bir an önce aramıza dönmesini bekliyoruz. İçim kanatlarla dolu… Belki de dışarıda binlerce kanat var diye düşündüğümden… Bütün engellere inat… Zamana inat… Hiç kapanmamalı… İnsanın içindeki kanat…” Yaşam bize hep bir şeyler öğreneceğimiz mecralar çıkartıyor… O mecralarda “hayatın öğretmek istediğini öğrenmeyenler”, “vermek istediğini almayanlar”, hayatla kavga ediyorlar… Oysa sen hayatla kavga etmiyorsun Mustafa’m… Hayatın bu mecrada öğrettiklerinin bitmesini bekliyorsun… Ne mutlu sana ki içindeki kanatlar ölmüyorlar… Ne mutlu sana ki o duvarlar arasında ikinci üniversiteyi okumakta olduğunun bilincindesin… Ne kadar zenginleştin, ne kadar bilgeleştin, kim bilir… Hasretle ruhu zenginleşmiş ve bilgeleşmiş Mustafa’nın yolunu gözlemekteyim… Güzel günlerinde buluşmak üzere kardeş… C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle