19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
30 KASIM 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 lkelerin kaderini serbest piyasa ekonomisiyle birbirine Ü bağlayan küreselleşme propagandası, 1990’lı yılların başında toplumsal yararları üzerinden yapıldı. Yeni dünya düzeni kamuoyuna, “Sınırsız iletişim ve ticaret özgürlüğü halkların da birbirinden etkileşimini sağlayacak; demokratik haklarını isteyecek, alacak ve her alanda özgürleşecekler” diye satıldı. Başka bir deyişle “iyi kötüyü kovacak” diyordu, küreselleşmeyi reklam ürünü gibi pazarlayan lobiciler. Ama küreselleşme de her reklam ürünü gibi yarı doğru, yarı yalan; azı yarar, çoğu zarar çıktı. İyi kötüyü kovmadı, birleşip kaynaştı. Totaliter rejimler demokrasiye öykünecek derken, demokrasilerin totaliter rejimlere dönüştüğüne tanık oluyoruz. Ama dünyayı küresel krizden küresel savaşa kaydıran bu süreçte, siyasal şantajın da ekonomi kadar başarıyla küreselleştiğine ve devletlerin, aynı şablondan çıkma komplolarla biçimlendirildiğine de tanık oluyoruz. Türkiye’de eski CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı siyasal anlamda bitiren komplo şablonu, hop, Fransa’ya taşınıyor ve 2012 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde en güçlü aday Dominique Strauss Kahn’ı sahneden silmeye yarıyor. ??? Araştırmacı yazar Edward Jay Epstein’ın geçen hafta “New York Review of Books”ta yayımladığı inceleme, Fransızların DSK diye andığı eski IMF Başkanı’nın, ucu Cumhurbaşkanı Sarkozy’ye uzanan bir siyasal otelin teknik müdürü ile kimliği belirlenemeyen birinin, DSK tutuklandıktan hemen sonra niçin “çak” yapıp şıkır şıkır oynadıkları da böylece açıklanıyor. Raslantıya bakınız ki 2012’de Sarkozy’yi cumhurbaşkanlığı koltuğundan edeceğine kesin gözüyle bakılan tek adam Dominique Strauss Kahn, New York’ta tutuklandığında; sanki bir düğmeye basılmış gibi aynı anda, Paris’te 8 yıl önce yeltendiği bir tecavüzle suçlandı. Yetmedi, halen Lille bölgesinde yakalanan bir fuhuş çetesiyle işbirliği yapmaktan kovuşturuluyor. Sonuç olarak, DSK siyasal anlamda artık yok ve Sarkozy’nin yeniden seçilme şansı var. ??? Türkiye’de Deniz Baykal başta, pek çok politikacı aynı yöntemle saf dışı bırakılmadı mı? İşte size mükemmel bir küreselleşme. Ancak Türkiye, “seks şantajına dayalı siyasal komplo teknolojisi”nde Fransa’dan daha küresel, çünkü komplonun videosu da çekilip internette oynatılıyor! Aradaki demokratik açılım farkı, Fransa’daki komplocuların “gizli servis”, Türkiye’dekilerin de bildiğini öğreten “hocacı” takımı olmasından kaynaklanıyor. Öyle ya da böyle, komplo kurbanı politikacıların hepsi şantaj konusu cinsel ilişkiye girmiş ve gizlemiş. Hiçbiri göründüğünü olacak, olduğunu da görünecek kadar cesur değilmiş. Oysa politika yapmaya cüret etmişler! Komplo momplo, iyi ki ayıklanıyorlar. Gizlenecek işleri olan politikacılar, başkalarının özgürlüğüne hiç sahip çıkamaz ve zaten çıkamıyorlar! “En özgür insan, tutku ları mantığa, mantığı da ad alete bağımlı insandır.” HENRI FRANÇOIS D’AGUESSEAU Küresel Komplo komploya kurban gittiğini düşündürüyor. DSK, New York’taki otelde hizmet görevlisi Nafissatou Diallo’ya tecavüzden tutuklanmadan bir gün önce, Sarkozy’nin iktidar partisi UMP merkezinde çalışan bir arkadaşından “Dün akşam Blackberry’nden eşine gönderdiğin mesaj, bu sabah parti merkezinde okundu!” uyarısı alıyor. Başka bir telefondan aradığı eşi Anne Sinclair’le, ertesi günü gideceği Paris’te “hack”lenen telefonu bir teknisyene göstermeye ve kimler tarafından dinlendiğini araştırmaya karar veriyorlar. DSK’nin öteki telefonu da dinleniyor olmalı ki Sarkozy’nin parti merkezine “bağlanan” Blackberry, bu görüşmenin hemen sonrası ortadan kayboluyor. Halen de kayıp. Dahası, IMF Başkanı’nı tutuklatan Sofitel/Accor otellerinin Paris’teki merkez güvenlik yöneticisi, eski Emniyet Müdürü Rene Georges Querry’nin olaydan hemen sonra telefona sarılıp Fransız MİT Başkanı Ange Mancini’ye rapor 009 yılında, İngiliz İşçi 2 Sendikaları Federasyonu Trades Union Congress, aşırı Trakya 1934 ya da Tarihle Yüzleşirken 1930’lu yıllarda başta İtalya ve Almanya olmak üzere Avrupa’da hızla esmeye başlayan ırkçıfaşist rüzgârlardan Türkiye’nin de payını aldığını biliyoruz. 14 Haziran 1934 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen 2510 sayılı İskân Kanunu bile tek başına bir örnek olarak kabul edilebilir. Bu kanun, “tek dille konuşan, bir düşünen, aynı hissi taşıyan bir memleket (yaratmak amacıyla)” ülkenin “Türk kültürlü nüfusunun yoğunlaşması istenen mıntıkalara”, “Türk kültürünü temsili istenilen nüfusun nakil ve iskânına ayrılan mıntıkalara” ve “yer, sıhhat, iktisat, kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile boşaltılması istenilen, iskân ve ikamete ayrılan” mıntıkalara göre yeniden yapılanmasını öngörmekteydi. Daha çok Doğu ve Güneydoğu Anadolu için hazırlanmış bu yasa “fiili olarak” önce Trakya Yahudileri aleyhine kullanılmaya başlandı. ??? O yıllara, Trakya’ya dönelim. Nihal Atsız, Edirne Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeni (11.0928.12.1933) idi. O tarihlerde Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) ile birlikte Çanakkale’ye bir gezi yapmıştı. Bu geziden edindiği izlenimleri, MTTB’nin yayın organı Birlik’te şöyle anlatıyordu: “Şehirde ne kadar çok Yahudi, ne kadar çok Çingene, ne kadar da Rum bozuntusu var!” Hezeyanlarını, “Türk bünyesini mikroptan temizleyecek en güzel tedavi usulü: Katliam!’dır” diyecek kadar ileri götürmesi üzerine öğretmenlikten alındı. Bir süre sonra İbrahim Tali Öngören bölgeye “Trakya Umum Müfettişi” olarak atandı. Öncesinde Trakya’da bir inceleme gezisi yapmış, 90 sayfalık bir rapor hazırlayarak bunu CHP yönetimine ve hükümete sunmuştu. Bir bölümünü okuyalım: “Trakya (Yahudi)si göze batacak kadar ahlâkî fesat ve karaktersizlik içindedir. Muzırdır. Son asırda diğer muhtelif kanlarla mütemadi ihtilât neticesinde zahirî bir ıstıfaya uğrayarak Yahudiliğin bünyevî esas karakterini tamamen denecek derecede kaybetmesine rağmen (Yahudiliğin) yılışık hilekâr, zamirini gizler, kuvveti daima alkışlar, altına tapar, yurt sevgisini kovar karakterini olduğu gibi muhafaza etmiş ve hatta bu sahada beşeriyete ıstırap verecek kadar zararlı bir şekilde yeni inkişaflara da mazhar olmuştur.(...) Yahudi terbiyesinde şeref ve haysiyetin yeri yoktur. Trakya (Yahudi)si harplerin Türk unsuru üzerinde yaptığı tahripkâr tesirleri üzerinde yükselmiş, zenginleşmiş ve kuvvet bulmuştur...” Bu arada Nihal Atsız, Orhun dergisini yayımlamaya başlamıştı. O da aynı düzeyde yazılar kaleme alıyordu. Derginin 1934 yılında çıkan 7. sayısındaki bir paragrafa göz atalım: “Yahudi denilen mahluku dünyada Yahudi’den ve sütü bozuklardan başka hiç kimse sevmez. Çünkü insanlık daima kuvvete, kahramanlığa ve iyiliğe tapındığı halde Yahudi zilletin, korkaklığın, kötülüğün ve seciyesizliğin örneği olmuştur. (…) Onlara yapılacak ihtar şudur: Hadlerini bilsinler. Sonra biz kızarsak Almanlar gibi Yahudileri imha etmekle kalmaz, daha ileri giderek onları korkuturuz. Malum ya ataların sözüne göre Yahudi’yi öldürmektense korkutmak yektir.” Öngören partiyi ve hükümeti kışkırtırken, Atsız da halkı kışkırtıyordu. ??? Beklenen/istenen oldu. Yahudi cemaatinin önde gelen üyelerine ölüm tehditleri içeren mektuplar gelmeye ve halkı Yahudi tüccarları boykot etmeye davet eden bildiriler dağıtıldı. İlk olaylar 21 Haziran 1934 günü Çanakkale’de başladı. Çanakkale’de Yahudilere yapılan ekonomik boykotun dozu kaçınca fiziki saldırılara dönüştü. Yağma, dayak, ırza geçme, imzasız tehdit mektupları gönderme olayları oldu. Kırklareli’nin valisi bu sırada tatildeydi ve Çanakkale’de olanların aynısı bu şehirde de oldu. Kırklareli’nden kaçan Yahudilerin bir kısmı Edirne’ye varınca olayın ciddiyetini anlayan Edirneli Yahudiler de mallarını mülklerini bırakıp İstanbul’a kaçtılar. Edirne, Tekirdağ, Kırklareli, Çanakkale, Uzunköprü, Silivri, Babaeski, Lüleburgaz, Çorlu ve Lapseki’de olayların aynı gün içinde başlamasından, bu işin birkaç çapulcunun işi olmadığı anlaşılıyordu. Bu olaylardan sonra Trakya’daki Yahudi nüfusu azaldı, çoğunluğu İstanbul’a ve bir kısmı da yurtdışına göçtü. Kesin rakam belli olmamakla birlikte Trakya’dan ayrılan Yahudilerin sayısının 13.000 ile 15.000 arasında olduğu tahmin edilmektedir. Madem tarihimizle yüzleşiyoruz, kendi “kristal gecelerimizi” de unutmayalım istedim. Fotoğraf: ALİ ARİF ERSEN verdiği ortaya çıkıyor. Ne var ki Georges Querry, DSK tutuklandıktan hemen sonra Sofitel/Accor grubundan ayrılmış ve halen... Cumhurbaşkanı Sarkozy’nin bir numaralı sponsoru, işadamı Vincent Bollore’nin bir şirketinde çalışıyor. Olay günü Sofitel/Accor’daki kameraların kaydettiği bir sahne, yüksek ökçelerin kadınları küçük düşürdüğü ve sağlığa zararlı olduğu gerekçesiyle hükümetten “İşyerinde makul olmayan yükseklikte ayakkabı giymeyi yasaklamasını ve topuk boyunu 2.5 cm. ile sınırlamasını” talep etti. Ancak muhafazakâr parti milletvekili Nadine Dorries’in “Benim boyum 1.60 ve erkek milletvekilleriyle yüz yüze konuşabilmek için Christian Louboutin’lerimin her santimine ihtiyacım var. Eğer Westminster yüksek topukları yasaklayacak olursa, kimse beni görmez!” itirazı üzerine, öneri parlamentoda görüşülmedi bile. Siz sandınız ki Hayrünnisa Gül’ün apartman topuklarına bakakalan II. Elizabeth, o heyula botları yersiz ve zevksiz buldu. Oysa İngiltere Kraliçesi, hayatında ilk kez işçi sendikalarıyla empati kuruyor ve önerdikleri yasağın konulmamış olmasına hayıflanıyordu! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] Uygarlık Tarihinin Ölümsüz Hocası SERVER TANİLLİ 70’li yıllar... şimdiki adı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan “Devlet Güzel Sanatlar Akademisi”ndeki öğrenciyiz. Dönemin bugüne göre çok daha “ileri” olan “demokratik üniversite ortamı”nda, Akademi’ nin Mimarlık Bölümü’ndeyim… yine şimdikine göre çok daha “özerk” de olan akademik yönetimin, eğitimin içeriğiyle ilgili kararlarına da söz ve oy haklarımızla katılıyoruz. O yılın son yönetim kurulu toplantısında, akademi başkanımız rahmetli Prof. Feridun Akozan bize yani mimarlık, resim, heykel ve dekoratif sanatlar bölümlerinin öğrenci temsilcilerine dönerek sordu: “Gelecek yılın müfredatıyla ilgili bir öneriniz var mı?” Bu ani soru için hazırlıksızdık ama aylardır aramızda konuştuğumuz bir dileğimiz vardı… öğrenci temsilcilerinin sözcülüğünü üstlenerek “var” dedim ve ekledim: “Dört bölümün ilk seneki ortak dersleri arasında uygarlık tarihinin de yer almasını istiyoruz!” Prof. Akozan “Nasıl yani?” dercesine baktı; çünkü zaten “uygarlık ve sanat tarihi” diye ortak bir dersimiz vardı. Her zamanki kibarlığıyla “Açıklayınız efendim” der demez aklımdan geçenleri sıraladım: “Şişli’deki Siyasal Bilgiler Akademisi’nden Prof. Server Tanilli’nin ‘uygarlık tarihi dersi’ni zaman buldukça arkadaşlarla izliyoruz. Sadece sanatın değil, toplumsal tarihin uygarlıkla ilişkisini de öğretiyor. Bize de içeriği ‘bu’ olan bir uygarlık tarihi dersi lazım! Mimarlık, resim, heykel ve tüm sanatların, insanlığı, düşünceyi, aydınlanmayı nasıl etkilediğini ve nasıl etkilendiğini biz de öğrenmek istiyoruz.” Toplantıya katılan bölüm başkanlarının ve kıdemli hocaların çoğu “öğrenciler haklı” derken bazılarının bıyık altından gülüşleri hâlâ gözümün önünde… çünkü Server Tanilli, aynı zamanda adı “solcu”ya çıkmış hocalardandı. Ne var ki yaz tatili sonunda yeni dönemin dersleri ilan edildiğinde “uygarlık tarihi”ni görmemiş; bu nedenle dönemin ilk boykotunu “Server Tanilli’yi de Akademi hocası olarak görmek istiyoruz” sloganıyla yapmıştık. Tanilli’nin Şişli’deki öğrencilerinden temin ettiğimiz ders notlarını ise aramızda para toplayarak “teksir”le çoğaltmış ve tüm akademi öğrencilerine şuna benzer bir üst yazıyla dağıtmıştık: “Bu notlarda geçmişten günümüze emeğin ve yaratıcılığın tarih içindeki macerasını okuyacaksınız. Aydınlanmanın ve sanatın beşiği olmakla övünen akademide öğrencilerin bu bilgilerden yoksun bırakılması, çağdaş ve özgür düşünce adına kabul edilemez. Akademi yönetimi talebimizi kabul edinceye kadar demokratik direnişimizi sürdüreceğiz.” Bu boykot, dönemin üniversite gündeminde “ek ders konması için” yapılan belki de yegâne öğrenci direnişi olarak yüksek öğrenim tarihimize geçti mi bilemiyorum… Ancak 90’lı yıllarda aynı ders notları Tanilli’nin en çok satan kitaplarından birine dönüştü. Böylece sadece bizler değil, yüz binler, belki de milyonlar, bugünlerde pek moda olan deyişle, “tarihle yüzleşme”nin en gerçekçi ve bilimsellikten ödün verilmeyen yöntemini öğrenmiş oldu. Hocamızın vefatını dün öğleden sonra duyduğumdan beri şunu da düşünüyorum: “Acaba ülkemizdeki bütün üniversiteler, Tanilli’nin, Uygarlık Tarihi kitabını temel ders kitabı olarak ilan edemezler mi? T ürk iye’nin ve dünyanın bugünü ile gelecek üzerine kestirimleri, Cumhuriyetimizin yetiştirdiği en bilge hocalardan birinin düşünceleriyle öğretemezler mi?” Tabii bunu yapabilmek için, “öncelikle akademisyenler”imizin ‘Uygarlık Tarihi’ni “derinlemesi”ne okuyarak öğrenmeleri gerekiyor… Işıklar içinde uyu sevgili hocam; iyi ki vardın ve hep var olacaksın.. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir sözcüğün gerçek anlamının dışında kullanılması; mecaz. 2/ İri taneli bezelye... F. H. Dağlarca’nın bir şiir kitabı. 3/ Tahıl yığını... Avcı ya da bekçi kulübesi. 4/ Azerbaycan’ın plaka imi... Küçük çubuklarla oynanan bir oyun. 5/ Uzakdoğu’daki tapınaklara verilen ad. 6/ Vücuttaki AIDS virüsünü saptamakta kullanılan test... Myanmar’ın (Birmanya) eski başkenti. 7/ Pasaklı, kılıksız... Eski Türklerde çocukları koruyan tanrıça. 8/ Barbunyaya benzeyen bir balık... Radyum elementinin simgesi. 9/ Erzurum’un bir ilçesi... Kestanerengi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Artvin’in Borçka 1 ilçesinde, doğal güzelliğiyle tanınmış 2 bir vadi. 2/ “Delice” 3 de denilen, taneleri 4 zehirli olan ve ekin tarlalarını saran bir 5 ot... Tatlı sularda 6 yaşayan bir tür ge7 lincik balığı. 3/ Hükümdar başlığı... 32 8 kâğıtla oynanan bir 9 iskambil oyunu. 4/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 İlkel bir silah... Eti lezzetli bir balık. 5/ Soyunda şa 1 A L A Z L A M A ir yokken ve hiçbir eğitim 2 B A Ğ A B A L E almadan kendi kendine şa 3 B İ MA A R İ F ir olan kimse... Parola. 6/ 4 A K Ç A Y K L E Yankı... Mersin’in Silifke 5 R İ Z A L E D ilçesinde antik bir kent. 7/ 6A S P İ R A T Ö R Kırılmış taş döşenip silinA N Z İ L İ dir geçirilerek yapılan yol. 7 8 F R A G M A N N 8/ Duman lekesi... Kartal 9 A P R O N G O Tibet’in yönettiği ve Kemal Sunal’ın oynadığı bir film. 9/ Yunan rakısı... Osmanlı devletinde taşradaki nüfuzlu ailelere verilen unvan. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle