29 Aralık 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2011 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Miras Laflar İNSANLAR babalarının dedelerinin kendi başlarına gelenleri anlatırken ettikleri sözleri değerli birer miras olarak kuşaktan kuşağa aktarmayı severler. Bu, hem atalara saygının gereği sayılır hem de herkesin bilgiçliğine bir kat daha bilgi katmak demektir. Çoğu zaman da ulusların tarihinde yapılmış hataları başkalarının kusurlarıyla örtmeye yarar. Cihan Harbi’nin son yıllarında Osmanlı’nın Arap uyrukları için birkaç kuşak öncemizin nasıl konuştuğunu bilmeyenimiz kalmış mıdır? Onların anlattıklarında “Bizi arkadan vurdular”dan başka anlatım yoktur. İngilizler Fransızlar Osmanlı topraklarını birer birer ele geçirirken Arap din kardeşlerimizin istilacılarla işbirliği etmekle kalmayıp kalleşlik de ettikleri, hatta çil altınlar uğruna ihanetlere alet oldukları, en zor durumlarımızda açıkça düşmandan yana olmasalar bile, en azından seyirci kaldıkları hep söylenmiştir. Bunları anlatmanın, Almanlara takılıp insanlarını büyük bir yanlışın savaşında perişan eden izansız Osmanlı yöneticilerinin siyasal hatalarını örtebileceğine inanılmıştır. u söylenenlerin doğru olup olmadığını sorgulamak aklımızdan bile geçmez; önceki kuşak ya da kuşaklar öyle söylemişse öyledir. Belki, onların yaralanmışlıklarına, ihanet karşısındaki kızgınlıklarına, alınmamış hınçlarına katılmak isteyişimizin, acılarını paylaşabilme çabamızın bir belirtisidir bu, belki de tarihi kendimize göre yazma alışkanlığımızın bir sonucu. Bilmiyoruz, herhalde öbür toplumlarda da böyledir ama, biz çoğu zaman kendimizi tarihin mağdurlarından saydığımız için bu çeşit duygular rahatlatır bizi. u günlerde, insan ister istemez, birkaç kuşak sonrası Arapların kendi babaları ve dedelerinden şimdiki Türkler için neler duyabileceklerini merak etmeden duramıyor. Acaba bizim de onlara ihanet ettiğimiz, Batılı emperyalistlere ve sermaye saldırganlarının öncülüğüne kalktığımız, Araplar ezilirken seyirci kalmaktan da öteye işbirlikçiliğe soyunduğumuz mu anlatılacak geleceğin genç Araplarına? Bizim “arkadan vurulduk” yakınmamıza benzer bir hikâye onlara da anlatılabilir mi? Kendi eski kuşaklarımız öyle ihanet olaylarını dinlerken hain denenlerin işbirlikçi olmayabileceğini, kendi bağımsızlığını kazanmak için İngilizin ya da Fransızın istilacılığından yararlanmak istemiş olabileceklerini nasıl düşünmedilerse, geleceğin Arapları da Ankara’nın ne tür baskılar altında NATO planlarına hizmet etmek zorunda kaldığını hiç akıllarından geçirmeyebilirler. olayısıyla, sürüklendiğimiz durumlardan şöyle bir ders çıkarmak pek yanlış olmaz: Her kuşak, yaşadıklarını kendi çocuklarına anlatırken zihinlere kazınan tabloların başkalarınca nasıl yorumlanabileceğine özen göstermeli ve kendini haklı çıkarmak için tarihin gerçeklerini çarpıtmaktan uzak durmalıdır. Hayatını Seçen Komutan: Ömer Lütfü Paşa Sultan Abdülmecid’in Almanca öğretmeni, Nâzım Hikmet’in büyük dedesi Ömer Lütfü Paşa için Friedrich Engels şöyle yazmıştı: “Sayıca ve silahça Rus ordusu Türk ordusundan kat kat üstün... Türklerin ise başlıca üstünlüğü komutanları Ömer Paşa’dır. Muharebenin sonucunu Ömer Paşa’nın bireysel yetenekleri, sabır, dayanıklılık ve uzgörüsü belirleyecektir.” Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci lümünün 150. yılında Sultan Abdülmecid anılıyor, hakkında açık oturumlar, sempozyumlar düzenleniyor... Abdülmecid dönemi, o dönemdeki büyük reformlar, 1839 Tanzimat, 1856 Islahat Fermanı konuşuluyor... 1859’da devlete yönetici yetiştirmek için Mülkiye Mektebi’nin açılması, Meclisi Ahkâmı Adliye’nin ve üyelerinin bir bölümü halk tarafından seçilen il meclislerinin kurulması, iltizam usulü ve cizyenin kaldırılıp vergilerin muhassıl (tahsildar) meclisleri eliyle toplanması, arazi kanunnamesinin çıkarılması tartışılıyor... Elbette Türkiye’nin çağdaşlaşması, demokratik hak ve özgürlüklerin altyapısının döşenmesi konusunda şimdi de çok şey yazılabilir, söylenebilir... Ne ki, yeni bir şey değil... Ve sevgiyle, saygıyla anmadan geçmeyelim... Profesör Bahri Savcı, Tarık Zafer Tunaya, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Hüseyin Naili Kubalı, Reşat Kaynar elli yıl önce üniversitede okuduğumuz yıllarda bu konuları derinlemesine işlemiş, anlatmışlardır. Bu yazıda yerim elverdiğince Sultan Abdülmecid’in Almanca öğretmeni Hırvat asıllı Mihaylo Latas (Ömer Lütfü Paşa) üzerinde kısaca duracağım. Ömer Lütfü Paşa 18 Nisan 1871’de öldü. Kabri, Eyüp Sultan Türbesi, Camii Kebir Mahallesi Bostan İskelesi’ndedir. Eşekliğin Lüzumu Yok... Çok güzel açıkladı... “Anayasamız 72’nci maddesi ne diyor?” dedi... Milletvekilleri “Çok güzel bir şey söylüyordur” diye geçirdiler... “Eşitlik ilkesi” dedi... O zaman açıkladı; zenginler para verip askerlik yapmayacaklar, parası olmayanlar gidip askerlik yapacak... Eşitlik oldu mu?.. Oldu... ? Bir eşitlik daha; parası olanların verdiği para, kurşundan ya da mayından eli ayağı olmayanlara verilecek ki, eşitlikten de eşitlik... Diyelim ki artık ayağı yok canım gazinin... Ama parasını verecekler... Elleri yoksa, parasını alacak... Yok eğer kendisi tümden yoksa... “Yakınlarına” dedi... ? Sızlanmayın... Tayyip Erdoğan eşittir; millet... ? “Anayasa madde 72, eşitlik ilkesi...” Mesela mahdum askere gitmişti, vatanı beklemeye... Otuz tane koruma onu bekledi ki bir şey olmasın... Eğitim işi şöyle yapıldı: Komutan koştu... Hiç bu kadar koşmamıştı... Nöbet tutma işi ise şöyle gerçekleşti; sabahlara kadar nöbet tuttular başında, ne olur ne olmaz hani... Yandaki yellense, alarm verilecek... Komutan yine koşacak... Tam 21 gün askerlik yaptı, geceleri çıkartırsanız 10.5 gün kalıyor ki... O da anayasanın 72’nci maddesidir: “Eşitlik...” ? Dün sıra geldi vatandaşın eşitliğine... Parası olanlar 30 yaşına kadar tüyüp, sonra 30 bin lira vererek askerliklerini mahdum kadar bile yapmayacaklar, 10.5 gün de yok... Kim koruyacak vatanı?.. Dağda eşkıya ile kim savaşacak?... Kaçmayanlar ve parası olmayanlar... ? Ama onlar da kopan elleri, kesilen bacakları, çıkan gözleri, parçalanmış ciğerleri yerine para alacaklar... Ki eşitlik olsun... Öldüyse, yine eşitlik var; kalanlar bakacaklar civanı gitti toprağa, parası geldi bankaya... Beğenmezsiniz bir de... Kanıtıdır eşitliğin... Lüzumu yok eşekliğin... ‘Devşirme ve devrimci’ Marx ve Engels’in elli ciltlik Toplu Yapıtları’nın üç cildi 185356 Kırım Savaşı’na, bu savaşın önemli bir bölümü de Ömer Paşa’ya ayrılmıştır. Tarihçi Halil Berktay, “19. yüzyılda topu topu iki asker kahramandan söz edilebilir... Batıda Gazi Osman, doğuda Gazi Ahmet Muhtar paşalar...” diye yazıyor. (Taraf, 19 Eylül 2009) Elbette onlar da var... Ama asıl büyük kahraman, bence Ömer Lütfü Paşa’dır. Friedrich Engels, “Sayıca ve silahça Rus ordusu Türk ordusundan kat kat üstün... Türklerin ise başlıca üstünlüğü komutanları Ömer Paşa’dır. Muharebenin sonucunu Ömer Paşa’nın bireysel yetenekleri; sabır, dayanıklılık ve uzgörüsü belirleyecektir” diyor. (Marx & Engels, Toplu Yapıtlar, Cilt 12, İngilizce baskı, s. 428) Dönemin İngiliz gazeteleri Rusların gerileyişini büyük ölçüde abartır. Bunun üzerine Friedrich Engels, New York Daily Tribune’de şu satırları yazar: “Silistre Kalesi’ndeki askerlerin ve Ömer Paşa’dan aldıkları söylenen 2 bin asker civarındaki yardımın, Rusların tam bir yenilgiye uğratılması sonucunu verdiğine, 90 bin ya da 100 bin Rus askerinin, 15 bin Türk askeri önünden kaçtığına inanmak için büyük ölçüde saf olmak gerek” diye yazar. Karl Marx, Ömer Paşa’dan “devşirme ve devrimci” diye söz eder. Hani bugün globalizm/kozmopolitizm filan deniyor ya... Bakmayın siz... Ö babası Petar zimmetine para geçirdiği iddiasıyla ordudan kovulur. (İvo Andriç, Ömer Paşa, İletişim Yayınları, s. 131) Bu haksızlığa dayanamayan Latas 22 yaşındayken kaçıp Türkiye’ye, Osmanlı İmparatorluğu’na sığınır. Deyim yerindeyse, sevgili Nermin AbadanUnat hocamız gibi “hayatını yeni baştan seçer.” ultan Abdülmecid’in Almanca öğretmeni Vidin Valisi Hüseyin Paşa onu maiyetine alır. Ardından bu yetenekli genci İstanbul’da şehzade Abdülmecid’in özel kalemine verirler. Latas, Abdülmecid’e Almanca öğretir. Müslümanlığı kabul edip Ömer adını alır. Daha sonra Osmanlı ordusuna binbaşı olarak girer. 1839’da albaylığa yükselir. 1842’de vali olarak Lübnan’a atanır. 1843’te Arnavutluk, 1846’da Kürt isyanını bastırır. Ömer Lütfü Paşa, Tanzimat reformlarına karşı gerici feodal beylerin ayaklanmasını bastırmak için gittiği Bosna’da 1850’de ilk seküler idadileri (laik liseleri) kurmuş, çağdaş eğitim sisteminin temellerini atmıştır. Ömer Lütfü Paşa daha sonra Rumeli seraskeri olur. 185356 Kırım Savaşı sırasında serdarı ekrem sıfatıyla Türk ordusunun başkomutanlığına yükselir. Rusları Oltenitza’da yenilgiye uğratır. Bükreş’i Ruslardan alıp Namık Kemal’in Vatan yahut Silistre piyesinde canlandırdığı Silistre’yi, Kanije Kalesi’ni başarıyla savunur. Namık Kemal bu oyun sahnelenirken tutuklanıp Magosa’ya sürülmüştür. Ömer Lütfü Paşa, Rusları Kırım’dan püskürtür. 1857’de Bağdat valisi ve Hicaz orduları başkomutanı olur. Girit’te valilik yapar. S B Ş âzım Hikmet’in Büyük Dedesi Ömer Lütfü Paşa, Nâzım Hikmet’in de büyük dedesidir. 140. ölüm yıldönümünde, Ömer Lütfü Paşa’yı, bu büyük devlet adamını Cumhuriyet okurlarıyla birlikte hatırlayıp anmak istiyorum. Mihaylo Latas (doğumu: 1806, Yanya Gora, Hırvatistan), Avusturya imparatorluk ordusunda genç, geleceği parlak bir teğmendir. Aynı orduda bir levazım çavuşu olan N Hayat insanı nereye götürür? 22 yaşında Avusturya ordusundaki genç bir teğmenin, Mihaylo Latas’ın sonunda Ömer Lütfü Paşa olup Türk ordusunun başkomutanlığına yükselmesi... İşte Ömer Lütfü Paşa daha o zamandan, ta 19. yüzyılda dünya ölçüsünde böyle bir enternasyonalist kahramandır. Hayatını yeni baştan seçen cesur bir insan, büyük bir devrimci komutandır. Millet Mektepleri Başöğretmeni Atatürk Dr. Handan DİKER Yeditepe Üniversitesi “Okul, genç kafalara say24 Kasım tarihi, Mustafa Kegıyı, ulus ve ülke sevgisini, ba mal ’e Bakanlar Kurulu’nun ğımsızlığın üstünlüğünü öğ 1928 yılında yaptığı bir toplanretir.” tıda ‘Millet Mektepleri BaşM.K. Atatürk (27 Ekim öğretmenliği’ sanının verildiği 1922) tarihtir. 1981 yılında Atatürk’ün 100. doğum yıldönümünden beri de her yıl bu tarih Öğretmenler Günü olarak kutlanmaktadır. Bu nedenle son derecede anlamlı ve önemli bir gündür. Mustafa Kemal eğitime ve öğret D menlere ne kadar önem ve değer verdiğini her fırsatta dile getirmiştir. Onun için ideal bir toplum, bilgelerden oluşan bir toplumdur. 3 Mart 1924’te Türkiye’nin 3 devrim yasasından biri olarak anılan ‘Tevhidi Tedrisat’ yani eğitim ve öğretimin birleştirilmesini öngören yasa kabul edilmiştir. Artık bu tarihten itibaren de tüm eğitim kurumları Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmıştır. Ardından yasa uyarınca medreseler kapatılarak laik eğitim sistemine geçilmiştir. Görüyoruz ki Mustafa Kemal’in getirdiği eğitim sistemimizin temeli önce ulusallıktır ve ardından da onun laik bir yapıya dayalı olmasıdır. Bu sistemin yapıcıları, yaratıcıları da bu ulusun deneyimli ve bilge öğretmenleri olacaktır. 1930 yılında Mustafa Kemal öğretmenlerimize ilişkin şu sözleri söylemiştir: “Gençliği yetiştirin. Onlara bilgi ve bilgeliğin gerçekçi düşüncelerini veriniz. Geleceğin aydınlığına onlarla kavuşacaksınız. Özgürce düşünceler uygulama alanına konulduğu vakit, Türk ulusu yükselecektir.” Gerçekten de Mustafa Kemal’in dediği gibi ihtiyacımız olan şey özgür düşüncedir. Özgür düşünce, bilimsel düşünce demektir. Hiçbir dogmaya dayanmayan açık ve seçik olarak tanımlanan kavramlarla iş gören, somut verilere dayalı düşünce demektir. Özgürlük, özgürleşme ve bağımsızlıkla ilintilidir. Akıl alanında özgür olunca, haliyle beklenen gelişme, yükselme kısacası uygarlaşma da beraberinde gelecektir. Tüm aydınlık ve özgür düşünceli, bilge öğretmenlerimizin bu anlamlı gününü kutluyorum. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle