28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 KASIM 2011 PAZAR 12 PAZAR YAZILARI Maziyi fazla karıştırma! nümüzdeki yılın ekim ayında, iki yüz yılıncı zafer kutlamasına ait törenleri yapılacak 1812 yılı KanadaABD Savaşı’nın tasası şimdiden herkesi sardı. Ottawa kentindeki Kanada Federal Hükümeti, “Nasıl edelim de şu tarihi savaşı kazandık diye yapılacak kutlama törenleriyle Amerika’yı kızdırmayalım” diye kara kara düşünmeye başladı; hani, neredeyse, “Tüh, niye kazandık şu savaşı, keşke kazanmaz olaydık” diyeceği geliyordu. ABD tarafı ise, “Kutlayacaksanız kutlayın, ama o kadar abartıp da allayıp pullamayın, arkanızda İngilizler olmasaydı biraz zor kazanırdınız” diye aba altından sopa gösteriyor, böylece başkent Ottawa’ya savaşa dair kutlama törenlerinde “itidal içinde” kalınmasını tavsiye ediyordu. 1812’de İngilizlerin Fransızlarla Avrupa’da savaşmasını fırsat bilen o zamanki Amerikan Devletler Federasyonu, bugünkü Kanada topraklarında koloni yönetimini sürdüren Büyük Britanya İmparatorluğu’na karşı saldırıya geçip Kanada’nın güneyindeki önemli merkezleri işgal etmişti. Amerikalıların iddiası Kanada’nın ABD toprağının bir parçası olduğu yönündeydi; coğrafya ve kültür açısından pek haksız da sayılmazlar... İngiliz kraliyeti buna pabuç bırakmadı ve “Kırmızı Ceketlileri”, yani öyle adlandırılan İngiliz askerlerini Fransız cephesinden çekip Kanada’ya sevk etti. Bugünkü Kanada devletinin kuruluşuna önayak olan bu savaş, 1812 Ekimi’nde, Chippewa bölgesinde bir “meydan muharebesi” yapılarak tamamlandı. Savaş sonunda Amerikalılar ölülerini gömüp, yaralıları ve silahları toplayıp kös kös geri çekildi. Bir daha da bunun lafı edilmedi. Amerikalı çocuklara bu savaş kem küm edilerek anlatılırken Kanadalı talebelere de üstünkörü aktarıldı. O günden sonra araları biraz limoni olan iki komşu devlet, zamanla kapitalizmin sınır tanımayan kâr dürtüsü ile bir araya gelecek ve aralarından su sızmayacaktır. Ancak, Kanada’da zaman zaman güneydeki komşu büyük ağabeye karşı sesler yükselip antiAmerikancılık bayrağı sallandıktan başka kazan kaldırıldıkça, bu savaş gündeme getiriliyordu. Ne ki ABD ağır basıyor, “Eskiyi fazla karıştırmayın... OTTOWA Yenmişe kuzu, geçmişe mazi denir!” diye uyarı geliyordu. Fakat bu kez, Kanada’nın muhafazakârsağcı MAHMUT ŞENOL federal hükümetine başkanlık eden Stephen Harper iki ateş arasında kalmaktan yılmıştı ve kararlıydı: Kutlayacaklardı. Zira ABD yüzünden Afganistan’da savaşa girip hırpalanan Kanada’nın Amerikan karşıtlığına yönelik kesimleri 1812 Savaşı’nın görkemli biçimde kutlanmasını istiyor, öte yandan ılımlılar ve Washington’la arayı bozmak istemeyenler, “Savaş zira böyle bir şeydir, bir kaybedersin bir kazanırsın fazla büyütmeden kutlayınız, İngiliz ağabeyler arkamızda olmasaydı zaten kazanamazdık, o kadar abartmayalım” diye yan çiziyordu. Kanada’nın Ulusal Kültür Bakanı James Moore, geçenlerde ABD Büyükelçisi’ne bir nezaket ziyareti yapıp ağız aradı, sonra basına “Amerikalı dostlarımız, kutlama töreni yapmamıza karşı açıkça bir şey söylemediler ama...” dedi. İşte bu “ama”nın ardında derin bir sessizlik yatıyordu. Rahatsızlık böylesine tırmanarak sürerken ABD ile Kanada arasında başka sıkıntı da bir köprü projesi üzerine gelmez mi; Kardeş olsalar da keseleri bir değildi ya! ABD’nin Detroit kentiyle sınır olan Kanada’nın Windsor kenti arasında Erie ve St. Clair göllerini bağlayan su kanalına kurulacak olan dev köprü iki ülke arasında sorun olmaya başladı. Dev projeyi Kanadalı bir firma kapınca, bu kez Detroit kentinin bulunduğu ABDMichigan eyaleti buna yan çizdi. Zira, inşaat süresince Michigan vergi yükümlülerine yılda 100 milyon dolar gibi bir ek maliyet çıkacaktı. Kanada firması hemen tavize yanaştı ve inşaatın 5 yıllık bedelini, 550 milyon doları, karşılıksız olarak vermeye hazır olduğunu açıklamakta gecikmedi. Böylece kardeş payı yapmak üzere paranın yarısını Michigan eyaletine teklif etti. Ancak Michigan Valisi Rick Snyder, KanadaABD arasındaki karayolu taşımacılığının yüzde 40’ını üstlenecek olan bu köprüden daha fazlayı almak istiyor olmalıydı ki bu teklife naz yaptı. İşler gecikti... Şu anda mevcut olan 150 senelik paslanmış Ambasador Asma Köprüsü ise kendisi tarih olana kadar, yağsızlıktan gıcır gıcır gıcırdayıp havada sallanmaya devam edecek görünüyordu. Tam da Kanada’yla ABD arasındaki 1812 Savaşı kutlamalarına yönelik gerginliğin tırmanmaya başladığı şu günlerde köprü üzerine çekişme her şeye tuz biber ekecek, tarafların arasına kara kedi sokacaktı. Kara kediye pis pis diyecek pek kimse de ortada görünmediğinden yazacak mevzu arayan gazetelere, gazetecilere bu arada gün doğmuş oldu. msenol34@yahoo.com Bonsai müzesinde bir gün arabiago, Milano’nun banliyö belediyelerinden biri. Ayakkabı üretimi ile ünlü olsa da yolum Parabiago’ya İtalya’nın en büyük bonsai müzesini ziyaret etmek için düştü. Bir vahayı andıran bu müzenin kurucusu, önce Japon kültürüne, ardından da bonsailere tutkuyla bağlanan Luigi Crespi 1950’li yıllarda Parabiago’da sahibi olduğu küçük dükkânda bonsai toplamakla koleksiyonculuğa adım atan baba Crespi’nin bonsai merakını, bugün çocukları ve torunları Parabiago’da kurdukları müzede sürdürüyor. Kuzey İtalya’dan Uzakdoğu’ya açılan bu pencere, ziyaretçinin nadir ve asırlık bonsailerle tanışmasına olanak tanırken bonsai geleneği ve kültürünü meze, sera ve ticaret çerçevesinde harmanlıyor. Müzedeki en yaşlı bonsai, 1000 yıllık bir Ö P ailesinin yaşadığı ve Zen kültürünü ‘Ficus/İncir’. Gölgesine MİLANO model alan konutun yanı başındaki sığınılabilecek bu anıtsal incir, bonsai bahçesi ve dev serayı giriş bölümünde yer alıyor. keşfetmek oldu. Müzenin yanı Baba Crespi’nin başında bir tür açık hava müzesi koleksiyonundan seçilen, işlevi gören, kuş ve su sesiyle baş yaşları 35 ile 1000 yıl arasında başa kalınan bu bahçede sayıları değişen, minyatür ve anıtsal ASLI KAYABAL binleri aşan bonsailer arasında iki boyutlarda, birer sanat yapıtı saat geçirdim. Yeşilin her tonundaki niteliğindeki onlarca bonsai minyatür ağaçların öykülerini ve örneği sergileniyor müzede. niteliklerini dinledim. Müze, bonsai üretimi Japon kültüründe iç denge ve barışın izi ve tarihi konusunda bilgi edinmek isteyen doğada sürüldüğü için bonsailer, geleneksel meraklılar için dönem dönem kurslar da kültürde kaya parçaları ile yapılan özgün düzenliyor. Katılımcıların kendi minyatür düzenlemelerde sergileniyordu. Bu gelenek ağaçlarıyla katıldığı bu kurslarda bonsai bugün de devam ediyor. Birer enstalasyonu kültürü, üretimi, seçimi ve yaratıcı çağrıştıran bonsai düzenlemelerine, çok kez düzenlemeler, bonsai felsefesi ve sanatını su da eşlik ediyor. Benim için en büyük eksen alan konular Japon ve İtalyan sürpriz, bu küçük ama nadir bonsai uzmanların rehberliğinde işleniyor. Ayrıca örneklerini ziyaret ettikten sonra Crespi her yıl dünyanın dört bir köşesinden gelen bonsai uzmanlarını buluşturan uluslararası bir kongreye ev sahipliği yapıyor Crespi Bonsai. Müzede incirden nara, limondan ketene, ortancadan bambuya, akla gelebilecek her türden bonsai, bu ağaçların üretim teknikleri, tarihi öyküleri ve Japon kültüründeki felsefi anlamları konusunda meraklısına çeşitli kitaplar, rehberler, süreli yayınlar öneren donanımlı bir kitabevi de mevcut. Luigi Crespi’nin kızı, İstanbul’da Boğaz’da Zen Bahçeleri kurduklarını anlattı. Japon kültürüne sevdalanan baba Crespi’nin bonsai koleksiyonculuğu bugün Parabiago’daki meze bonsai kültürü ve felsefesini kavramak isteyenler için gerçek bir vaha. (www.crespibonsai.com) aslikayabal@hotmail.com Ukrayna kazanı kaynıyor ski Ukrayna Başbakanı Yulya Timoşenko’nun geçen ay yedi yıl hapis cezasına çarptırılması, hem ülke içinde hem de uluslararası kamuoyunda sürpriz oldu. Pek çok kesim, Ukrayna’da iki kez başbakanlık yapmış ve devlet başkanlığı seçimlerinde şimdiki Cumhurbaşkanı Viktor Yanukoviç karşısında az bir farkla yenilgiye uğramış bir siyasetçinin ne tutuklanacağına ne de yedi yıl hapis cezası alacağına ihtimal vermiyor, iktidarın, özellikle dış kamuoyunda imajı zedelememek için Timoşenko’ya en fazla tecilli hapis cezası verilmesini sağlayacağını zannediyordu. Ukrayna’da siyasi dönüşüm, çok hızlı gerçekleşti. Bir buçuk yıl önceki devlet başkanlığı seçimlerinde, Turuncu Devrim nedeniyle iktidara veda etmek zorunda kalan, Doğu Ukraynalı iş çevrelerinin temsilcisi Viktor Yanukoviç galip gelmiş ve 2004’te başlayan “Turuncu Dönem” sona ermişti. Batı yanlısı kesimlerin Batılı devletlerin açık desteğiyle gerçekleştirdiği Turuncu Devrim, kimseye istediği sonucu vermemiş ve “devrimin” liderlerinin iç hesaplaşmaya girmeleri, ülkeyi siyasi açıdan kaos ortamına sokmuştu. Yanukoviç’in iktidara gelmesi, bu bakımdan, ona en ufak bir olumlu duygu beslemeyen Batı Ukraynalı seçmenlerde bile, ekonomik ve siyasi krizden çıkma konusunda beklenti yaratmıştı. Hem bu beklenti hem de Turuncu Devrim’in Batı yanlısı kesimlerde sebep olduğu hayal kırıklığı, Ukrayna’daki siyasi tablonun iki yıldan kısa bir sürede bütünüyle değişmesini kolaylaştırdı. Fakat, ne dar gelirlilerin ne de iş çevrelerinin, yeni yönetimden beklentileri gerçekleşmedi. Emeklilik reformu gibi “acı reçete” tedbirleri, iktidar partisinin oylarını eritti. İş çevreleriyse, Yanukoviç’in hemşerilerinden yakınıyor. Geçenlerde konuştuğum bir işadamına, “Turuncuların zamanında, ülkedeki KİEV siyasi belirsizliklerden şikâyetçiydiniz. Şimdi memnunsunuzdur herhalde” dediğimde, bana, “Yok, şimdi bambaşka sorunlarla DENİZ BERKTAY karşı karşıyayız. Yanukoviç, cumhurbaşkanı olunca, bütün yüksek mevkilere, kendi Doğu Ukraynalı hemşerilerini getirdi. Bu yeni gelenler, öncekilerden daha varlıklı ve daha açgözlü. Önceki bürokratlara 100 dolar rüşvet veriyor idiysek, şimdikilere bunun beşon mislini vermek zorunda kalıyoruz. Bütün iş dünyasına, korku havası hâkim oldu” yanıtını verdi. Fakat Yanukoviç yönetimine olan kamuoyu desteğinin giderek düşmesine karşılık, Timoşenko lehine düzenlenen gösteriler çok cılız kaldı. Kimilerine göre bu, Timoşenko’nun da itibarını önemli ölçüde yitirmesinden kaynaklanıyor. Kimine göre, Timoşenko’nun partisi tamamen bir lider partisi olduğu için lideri cezaevine konunca, bütün gücünü kaybediyor. Meselenin, bir diğer yönü de şu ki, 2004’teki Turuncu Devrim, Ukraynalıların özgürlük aşkıyla sokağa dökülmesinden çok, Batılı sivil toplum kuruluşlarının örgütlediği bir girişimdi, ki, “devrim”i organize edenler birkaç yıl sonra, bunu kendileri söyleyecekti. Şimdiyse, Ukrayna yönetimi, Batılı ülkelerle ilişkileri iyi tutmaya, böylelikle muhalif çevreleri Batı’nın desteğinden mahrum bırakmaya özen gösteriyor. Timoşenko’nun hapis cezası alması, AB nezdinde de tepki çekmiş ve Yanukoviç’in Brüksel’e yapacağı ziyaret, AB yetkilileri tarafından iptal edilmişti. Ukrayna yönetimi, AB’ye yönelik olarak Rusya kartını kullanarak “Eğer bizimle serbest ticaret anlaşması yapmazsanız bir de Ruslarla anlaşırız” diyor. AB yetkilileri, her ne kadar “Timoşenko’nun gelecek yılki seçimlere katılmasını sağlamazsanız serbest ticaret anlaşmasını onaylamayız” deseler de Ukrayna yönetiminin Rusya kartından etkilenmeye başladıkları görülüyor. 19 Aralık’ta, Kiev’de, ABUkrayna zirvesi yapılacak ve siyasi gidişat burada belli olacak. Şayet Yanukoviç yönetimi, iç kamuoyunu ikna edebilecek bir başarı elde edebilirse bu, önümüzdeki yılki parlamento seçimlerini kazanma şansını arttırır. Aksi durumda, iktidarın bölmeyi başardığı Ukrayna muhalefeti, yeniden Batılı ülkelerin desteğiyle, 2004’teki gibi iktidara aday hale gelebilir. www.avrasyahaber.net E Metin Arditi ve ‘Küçük Türk’ kurduğu şirketlerle KaliforniyaAvrupa anırım 2005 yılının Aralık ayıydı. arasında teknoloji ve gıda ürünleri ticareti Paris’teki cennet mekânlarımızdan, ve son olarak da emlak ve gayrimenkul kitabın yenisiyle kelepirini bir arada alanındaki faaliyetleri onu İsviçre’nin önde görebileceğimiz Gibert Joseph mağazasında kendimizden geçmiş vaziyette gelen zenginleri arasına sokacaktır. Ancak ötekilerden çok farklı bir geçmişi ve “kitap yalarken” tesadüfen ters duran konumu vardır. Öncelikle, iki dünya savaşı küçücük bir kitabın arka kapağında, önce arasında Avusturya sosyalist hareketinin “1945 Ankara doğumlu, Cenevre’de kararlı ve inançlı gençlik liderlerinden yaşayan İsviçreli Fransızca yazar” Davut (Darius) Arditi’nin oğludur. “Çok ibaresi gözümüze çarptı. Ön kapaktaysa şanslıydım. Kendime rağmen, bende Metin Arditi “Theo’ya Son Mektup” derin izler bırakacak ama başta tiyatro, yazıyordu. İkinci dikkatimi çeken nokta edebiyat ve müzik olmak üzere sanat ve yazarın Metin ilk ismini muhafaza etmiş kültürle doldurulmuş, bezenmiş bir olmasıydı. Zira uzun yıllardır veya daimi olarak doğdukları ülkeden uzak veya kopuk çocukluk, ergenlik yaşadım.” Çocukluk yıllarındaki eksikleri asla karşılanamayacak yaşayanlar ya adlarını değiştirir ya da da olsa babasından müthiş bir mücadele özellikle sanatçıysa ama pazarlama, ama azmi ve disiplin, annesinden benzersiz bir fonetik kaygısıyla yaşadıkları ülke dillerine insan sevgisi ve duygusallık öğrendiğini göre ufak tefek eklemeler yapar. Dil belirten Arditi 49 yaşında çocukluk konusundaki kabiliyetsizlikleriyle ünlü aşklarından edebiyatı yeniden keşfediyor. Fransızlar (yeni nesiller hızlı bir değişim 1997’de (Jean de) La Fontaine üzerine ilk içinde) isimleri çarpıtmakta bire birdir. denemesi, “Sevgili Yahu, örneğin Yaşar (Kemal), Elif Jean... Ağustos (Şafak) veya Abidin (Dino) özel PARİS Böceğinden Sosyal isimdir, şunu doğru okumasını öğren! Çatlamaya”yı Yok hayır! Yaşar’ı Yashar, Şafak’ı yayınlıyor. Bunu “Sır Shafak, Abidin’i Abidine yazmak Makyavel”, zorundasın ki, adını doğru telaffuz “Nietzsche ya da edebilsinler. Gerçi bu durum, Metin Kavranılamaz Arditi örneğinde de görülebileceği gibi UĞUR HÜKÜM Teselli” ve biraz da tavır meselesi! Metin “Vincent’nın Odası” yazıldığında Fransızca Meten okunuyor, başlıklı, hepsi İsviçre’de çıkan felsefi ve Frankofon İsviçreli olup da ismini Metin edebi denemeler takip ediyor. 2004’te diye tutmak, televizyon dahil her fırsatta basılan ilk romanı “VictoriaHall”dan doğru telaffuz ettirmek kuşkusuz belli bir itibaren, Fransa’nın en saygın mücadele, irade ve sabır gerektiriyor. yayınevlerinden Actes Sud’te sırasıyla 3 aylıkken ailesiyle Ankara’dan İstanbul’a “Theo’ya Son Mektup”, “Marguerite taşınan Küçük Metin 7 yaşında Cenevre’de Pansiyonu”, “Öngörülemeyen”, bir yatılı okula yerleştirilecektir. 11 yılda “Louganis’lerin Kızı” ve son olarak bütün tatiller dahil sadece bir kez 8 günlüğüne Büyükada’ya dönen Metin, daha Goncourt Edebiyat ödülüne aday, geçen 18 Ekim’de de JeanGiono Edebiyat ödülüyle sonraki yaklaşık yarım yüzyıllık sürede doğduğu topraklara çok ama çok nadir ayak taltif edilen “Le Turquetto/Küçük Türk” yayımlandı. Bu arada 21 yaşında evlendiği basacaktır. Metin Arditi bugün çok zengin Yunan eşi ve iki kızı, şimdilerde sayısı 7’yi bir işadamı, büyük bir hayırsever ve sanat bulan torunlarıyla çok mazbut bir hayat hamisi ve de Fransız dilinin önemli sürdürürken iş hayatının yanı sıra 1988 yazarlarındandır. Lozan (Poli) Teknik yılında Arditi Vakfı’nı kuruyor. Merkezi Üniversitesi’nde Fizik ve Atom Cenevre’de bulunan kurum her yıl, Mühendisliği doktorası, ABD Stanford kendinin de uzun bir dönem severek Üniversitesi’nde İşletme, Avrupa Mac öğretim üyeliği yaptığı Lozan Teknik Kinsey’de 2 yıl danışmanlık, kendi S ugur.hukum@gmail.com C MY B C MY B Üniversitesi ve Cenevre Üniversitesi mezunları ve iyi öğrencilerine hukuk, tıp, tarih, sanat tarihi, felsefe, siyasi ekonomi, uluslararası ilişkiler gibi dallarda ödül ve burslar veriyor. 1995’ten beri yönetim kurulu, 2000 yılından beri de başkanlık görevini üstlendiği dünyanın en ünlü senfonik müzik orkestralarından Orchestre de la Suisse Romande’ın da hamisidir. 1998 yılında orkestrası İdil Biret eşliğinde AKM’de konser vermiş. Arditi’nin bütün romanlarında yalnızlık ve çocukluk temaları bir biçimde ağır basar. İçinden tanıdığı zengin ve soylu çevrelerin yaşamından hareketle dünyaya, dinlere, sosyal sınıflara, bağnazlıklara, önyargılara son derece eleştirel yaklaşan yazar son romanına kadar sürekli bir biçimde kahramanları arasına ustaca bir Türk figürü, Türkçe sözler, hatta küfürler katmıştı. İlk kez yazdığı tarihi romanında yetim ve öksüz, fakat olağanüstü resim yeteneği olan bir çocuğun, Konstantinopollü Yahudi “Küçük Türk”ün hayat hikâyesini anlatıyor. “Le Turquetto” 12 yaşında sığındığı Venedik’te usta Titien çapında büyük ressam olacaktır ama toplumsal yapı onu asla kabullenmeyecek, hep bir “yabancı” kalacaktır. Gür ak saçlarının altındaki, hafiften kırlaşmış kaşlarını saklayan siyah ve kalın çerçeveli gözlüklerin ardından pırıl pırıl ışıldayan zeki kara gözleri, utangaç çocuksu bir edayla sürekli gülümseyen çehresi; son derece saygılı ve sıcak, alçakgönüllü ve bilge tavırlarıyla insana huzur veren bir kişilik. “Kariyer ve servetimi iş dünyasında yaptım. Ancak daima sol hassasiyetli ve inançlı bir insan oldum... Eserlerimde büyük sermayelerin insanlık için ne denli tehlikeli olduğunu kendimce anlatmaya çalıştım... Yazmaya başladıktan sonra etrafımda yakın bildiğim çoğu İsviçreli zengin yok oluverdi... Kendisine çok şey borçlu olduğum İsviçreli filozof Jeanne Hersch’in dediği gibi, ‘İnsanlık haliyle uğraşıp da bir paradoksta tökezlerseniz, bilin ki doğru yoldasınız!’...”
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle