18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 22 EK M 2011 CUMARTES 2 ESKİDEN “topyekun” denir ve o sıfat daha çok İkinci Dünya Harbi için kullanılırdı. “Savaş” sözcüğü artık olur olmaz birçok kavramın etiketi olduğu için, “muharebe” ile “harp” başta olmak üzere çok farklı durumlar birbirine karıştırılıp sonuçta zihinler karışmakta. Aslında, Güneydoğu’da yaşanan süreç için bu terimlerden birini tek başına kullanmak yanıltıcı olur. Olay, ne bir harp içindeki muharebeler kadar tek yerle ve kesin tarihle anlatılabilir türdendir, ne de bir harp kadar geniş boyutlu ve kapsamlı. Harp ya da muharebe yerine mücadele söz konusu ama kesinlikle topyekun, eksiksiz, bütün ilişkileri, uzantıları ve bağlantılarıyla yönetilmesi ve sürdürülmesi gereken bir mücadele. Herhalde bataklık bir çevrede sıtma savaşı ve sivrisinek mücadelesi kadar da basit değil. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER kargaşa mı? Öyle olsa, siyasal bir partiyle, kongre ya da platform gibi kuruluşlarla çoktan çözülmüş olması gerekirdi. Bugünün Türkiye’sinde onlardan bolca var; şiddete, bombalara, gece baskınlarına sıra gelmemeliydi. Olmadı. öyle sorular ve yanıtlar daha da çoğaltılabilir. Bunların çokluğunda kaybolmak yerine, bir tek kavramın, farklılıklardan, ırk, din, mezhep zıtlıklarından sıyrılmış ulus kavramının insancıllığını ve vatandaş eşitliğini vurgulayan bir eğitim seferberliğinde yoğunlaşılsa daha kestirme bir yol seçilmiş olmaz mı? Çünkü, sosyal devlet ilkesiyle güçlendirilmiş bir ulus kavramı, doğru tanımlanırsa, gerekli mücadelenin topyekunluğunu sağlayacak bütün ulusal dayanışma görevlerini ve işlevlerini de içerecektir. Nerede O Gençler? Nusret ERTÜRK Eksiksiz Mücadele B öyle bir mücadelenin zorluğu, uğruna mücadele edilen değerlerin hayli değişik, değişken, tartışmalı olmasından kaynaklanır. Sadece bir asayiş konusu mu? Keşke o kadar basit olsa. Herhalde bir polis, jandarma, özel kuvvet sorunudur diyerek çıkılırdı içinden. Etnik haklar ya da etnik özgürlükler davası mı? Yeryüzünün birçok köşesinde böyle davaların sorunları ve gerginlikleri yaşanıyor; ama pek azı bizim Güneydoğu’muzdaki kadar çetrefildir. Siyasal bir çıkmazın yarattığı B orveç dilinde, “Mustafa Kemal gibi” deyiminin kullanıldığını biliyor musunuz? Kararlı, bilgili, devrimci, ilerisini gören, güven veren, çalışkan.. anlamlarında kullanılırmış orada da. Mustafa Kemal gibi, kurduğu örnek Cumhuriyet’in korunmasını gençlere bırakacak kadar gençleri seven içten bir kişiliği, dünyada göremezsiniz. Peki, nerede o gençler? Uğruna baş koyduğumuz Atatürk ilkeleri Milli Eğitim’in programından çıkarıldı! Duyan var mı? Gençliğe Söylev, her ders kitabının başına boşuna mı konuyor? Hatta ezberlenmesi okullarda zorunludur. Gerçi bu yıl Gençliğe Söylev’in bazı kitaplara konulması unutulmuş! N Atatürk, genci şöyle tanımlıyor: “Benim gözümde, yirmi yaşında bir yobaz, yaşlı bir kimsedir. Yetmiş yaşında bir devrimci, genç bir insandır.” Şair ne demişti: “Babamdan ileri, oğlumdan geriyim.” Evin on sekiz yaşındaki oğlu, babasıyla uzun uzun tartıştıktan sonra bavulunu toplar. “Beni durdurmaya kalkmayın! Ben özgürlük istiyorum! Heyecan istiyorum. Para istiyorum. Güzel bir gelecek istiyorum. Bunların hiçbirisi burada yok.” Babası, “Dur!” diye bağırır. “Beni durduramazsınız, kararlıyım!” “Dur!” diye ünlemiş babası yine. Oğul, o hızla bahçe kapısından çıkarken, babanın sesi daha gür çıkmış: “Dur! Beni de bekle!..” Ve Sordu mam... Kocatepe Camisi’nin avlusunda, devletin de katıldığı şehit namazında, 21 yaşındaki şehidin başındaki imam cemaate sordu: “Hakkınızı helal ediyor musunuz?..” İyi soru... Cemaat de sıkılmadan yanıtladı: “Helal olsun...” Sorsanız ya; 21 yaşında toprağa verilen genç askere “Bu millete hakkını helal ediyor musun” diye... Ki başını kaldırıp yanıt versin... Ben olsam hakkımı helal etmezdim... Elli yıldır yalanların, düzenbazlıkların, sahteliklerin, ikiyüzlülüklerin, üçkâğıtçılıkların peşine takılıp giden... Kötü ve ilkel siyasetçilerin elinde ülkemi bu günlere sürükleyen... Sonunda bedelini 21 yaşımda bana ödeten büyüklerime hakkımı helal etmezdim... Dünyanın en zengin ve en bereketli topraklarıdır buralar... Kat kat uygarlıkların üzerinde oturur bu millet... Dünyanın merkezi gibidir Türkiye... Ama onu gelişmişlikte dünyanın 57’nci ülkesi yapan, mutsuzluğun ve huzursuzluğun mekânı kılan, sonunda bir Afrika ülkesi gibi iç savaşın içine sürükleyen ve her şeyi düzeltmeye beni gönderen milletime hakkımı helal etmezdim... Gururla koşup geldiğim ordumu, düşman ordusu gibi ezenleri, hırpalayanları, yaralayanları alkışladıkları için... Eşkıya ile can ciğer anlaşıp, ama komutanlarını birer adi suçluymuş gibi hapishanelere dolduranları başlarına taç ettikleri için... Bir kirli oyunun ortasında... 21 yaşımda, gafletin ve ihanetin faturasını bana ödettikleri için... Soranlara “hakkım helal olsun” demezdim... Ürkütücü dağların karanlık gecelerinde, askerler pilli radyolara kulaklarını dayayarak dinlerler Ankara’da olanları... O esrarengiz açılımları, teröristten beklenen yol haritalarını, seçim bitene kadar ateşkesleri, enteresan ramazan molalarını, eşkıya ile otel odası pazarlıklarını... Ve bir milletin tüm bunları bile bile kanışını... Aldanışını... Duyarsızlığını... O umursamazlığını... Ben olsaydım, parçalanmış başımı kaldırıp da... Hakkımı helal etmezdim... Ama imam 21 yaşındaki şehidin başında “Hakkınızı helal ediyor musunuz” diye cemaate sordu... “Helal olsun” dediler... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle