18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
22 EK M 2011 CUMARTES CUMHUR YET SAYFA [email protected] KÜLTÜR 17 Goethe Enstitüsü, göçün 50. yılında iki ülkenin sanatçılarını Tarabya Sanat Akademisi’nde bir araya getiriyor Almanya’dan ‘sanatçı göçü’ MELTEM YILMAZ Türkiye’den Almanya’ya göçün 50 yıllık serüveni, her iki ülkede de çeşitli etkinliklerle gündeme geliyor. Bu kapsamdaki oluşumlardan biri, belki de en önemlisi Almanya ve Türkiye’den sanatçıları bir araya getirmeyi amaçlayan Tarabya Sanat Akademisi. Alman Dışişleri Bakanlığı ile Goethe Enstitüsü tarafından kurulan akademinin açılışı nedeniyle Türkiye’ye gelen Prof. Dr. KlausDieter Lehmann, sorularımızı yanıtladı. Goethe Enstitüleri Genel Müdürü olarak, bu 50 yıllık sürecin ardından Almanya’daki TürkAlman ilişkilerinin geldiği boyutu nasıl değerlendiriyorsunuz? KlausDieter Lehmann Goethe Enstitüleri Başkanı Lehmann, Almanya’nın en tanınan sanatçılarını Türkiye’ye davet ederek Türkiye’den sanatçılarla işbirliği yaratacaklarını söylüyor. Katılım şartı ise Türkiye’deki sanatçılara ilgi duymak. Almanya’ya 50 yıl önce ilk işçiler gittiğinde biz onlara “misafir işçi” dedik, çünkü gelip geçici olduklarını, geri döneceklerini düşündük. Sonra anladık ki bizim toplum olarak göçe ihtiyacımız var. Bunu kabul ettiğimizde dahi Türkiye’den gelen işçiler için bir şey yapmadık, onları kendi hallerine bıraktık. Kısacası biz Türklere karşı hoş bir karşılama kültürü göstermedik. Sonra da ortaya bir entegrasyon sorunu çıktı. Ardından Almanya bu konuda bilinçlendi ve ona göre davranmaya başladı. Bugünse şunu düşünüyorum: Entegrasyonun kişinin milliyetiyle ilgisi yok. Toplumda bazı kaybeden kişiler vardır ve onlar topluma entegre olamaz. Peki, Almanya ve Türkiye’den sanatçılar arasındaki ilişkilerin güçlendirilmesi amacıyla açılan Tarabya Sanat Akademisi nasıl bir işlev üstleniyor? Tarabya Sanat Akademisi, 1880 yılında 2. Abdülhamid tarafından diplomatik amaçla kullanılması şartıyla Alman İmparatorluğu’na hediye edilen tarihi ahşap binalarda kuruldu. Akademi, TürkAlman ilişkilerinin güçlenmesi açısından en önemli projelerden biri bizim için. Akademide edebiyat, film, müzik ve güzel sanatlar üzerine, jürinin her yıl seçeceği 14 sanatçı, Türkiye’den sanatçılarla birlikte 6 ay çalışacak. Alman sanatçıların katılımının en önemli şartı ise Türkiye ile Türkiye’den sanatçılara ilgi gösteriyor, onları tanımak istiyor olmak. Ayrıca davet edilecek sanatçılar, tamamen tanınmış isimlerden seçilecek. Bu projenin başka ülkelerde örnekleri var mı? Dünyada, İstanbul gibi birçok etkinliğin bir araya gelebildiği ikinci bir şehir yok. Bu nedenle Almanya ile bir başka ülkenin sanat alanında bir kurum oluşturması şeklinde kendini gösterdiği bu akademinin ilk örneği Türkiye, İstanbul. Sonrasında Kyoto ve New York’ta da benzer bir yapılanmaya gideceğiz. Genel bir analiz yapmak gerekirse bugün Alman edebiyatı, kültürü ve sanatına en fazla ilgi gösteren ülkeler hangileri ve Türkiye bu sıralamada nerede? Eğer yalnızca sayılardan yola çıkarsak, en çok Almanca öğrenen öğrencimiz 6 milyon ile Rusya’da. Ardından Polonya ve Fransa geliyor. Şu anda Almanca öğretmek için politika yaptığımız yerlerse Hindistan ve Çin. Türkiye ile ise bundan 10 yıl öncesine göre çok daha hızlı gelişen bir işbirliği söz konusu. Rüzgârın Yönünü Değiştiren Araç Televizyonun gücü ortada. Yalnız az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerde değil, tiyatroya, sinemaya gitme, müzik dinleme, kitap okuma geleneğinin sürdüğü İngiltere gibi ülkelerde bile en güçlü araç. İşte bu konuda bir örnek: İngiltere’de bağımsız televizyon kanalı ITV’de 1979’da greve gidilmişti. Grev süresince hiçbir program yayımlanmadı. Yine de yaklaşık bir milyon seyirci, grev biter de yayın başlar diye, 75 gün boyunca sürekli boş ekranı seyretti. Bir örnek de Güney Amerika’dan: Brezilya’da bir televizyon kanalı, 8 Mart 1980’de Rio de Janeiro yakınlarındaki bir çiftliğe Jüpiter gezegeninden uçan dairelerin geleceği haberini verdi. 50.000 Brezilyalı çiftliğin önünde toplanarak uçan daireleri beklemeye koyuldu, geceyi orada geçirdi. Sabah olunca, büyük bir hayal kırıklığı içinde herkes evinin yolunu tuttu. O arada televizyona ve hükümete karşı gösteriler yapıldı. Ama en çok öfkelenenler, sözünü tutmayıp da televizyonu yalancı çıkaran Jüpiterlilere sövüp sayanlardı. Kennedy, 1960’da Nixon’a karşı seçimleri kazanıp Beyaz Saray’a adım attığında, “Rüzgârın yönünü televizyon değiştirdi” demişti. Başkanlık seçimleri, ABD’de televizyon için büyük bir kaynak olmuştur hep. Ülkenin tarihinde en büyük “rating”i yine 1960 seçimi öncesi Kennedy ile Nixon arasındaki “Büyük Tartışma” programı almıştı. Dört bölümden oluşan programın ilk bölümünü 75 milyon, ikinci bölümünü 61 milyon, üçüncü bölümünü 70 milyon, son bölümünü de 63 milyon seyirci izlemişti. Televizyon konusunda çok sevdiğim iki sözü sizlerle paylaşmak isterim: “Televizyon, ilk gerçek demokratik kültürdür” diyor Clive Barnes, “herkese açık olan, insanların istekleriyle oluşturulan bir kültür. İşin korkunç yanı ise insanların ne istedikleridir.” Bruno Bettelheim ise bir tehlikeye değiniyor: “Günün büyük bölümünü TV ekranından yöneltilen o sıcacık sözlü iletişime kulak kabartmaya ya da TV yıldızı olarak nitelendirilen kişilerin duygusal davranışlarını izlemeye koşullandırılmış çocuklar, gerçek yaşamda başarı kazanamazlar; çevrelerinde o yıldızlar gibi ilgi göremezler çünkü. Daha da kötüsü, gerçek dünyadan öğrenmeleri gerekeni öğrenemezler, bu yeteneklerini zamanla yitirirler; yaşam, ekrandaki yaşamdan çok daha karmaşıktır. En sonda da biri çıkagelip her şeyi açıklamaz. ‘TV çocuğu’ karşılaştığı olayların anlamlarını kavramakta zorlanır, umutsuzluğa kapılır. Bu sorun zamanında giderilemezse, çocukta TV karşısında başlayan ‘anneden duygusal kopma’ başka boyutlara ulaşır. TV’nin yarattığı asıl tehlike budur: İnsanın edilgenliğe yönelmesi ve tek başına yaşamla karşı karşıya kalamama korkusunun yerleşmesi.” Eğlenceli bir olayla bitirelim: Televizyon tarihinde en büyük yalan şaka olsun diye söylenmişti. BBC’de 1 Nisan 1957’de yayımlanan “Panorama” programında, Richard Dimbleby, İsviçre’nin güneyinde spagetti yetiştirildiğini ileri sürdü. Dallarından spagetti sarkan ağaçlar ve spagetti toplayan köylüler gösterdi. İngilizler bunun 1 Nisan şakası olduğunu anlamadılar. BBC’nin telefonları kilitlendi. Herkes nereden spagetti tohumu bulabileceğini soruyordu. Yanıt aynıydı: “Tohuma gerek yok. Toprağa biraz spagetti gömüp bol bol domates suyu vereceksiniz.” O hafta domates suyu satışları tavana vurdu. Avrupa’da bu tür olaylara yılda bir kere rastlanıyor. Bizdeki bazı televizyonlar için ise her gün 1 Nisan. ‘Gidenlerin Öyküsü’ ürkiye’den Almanya’ya göçün 50. yılı kapsamında çok sayıda etkinlik düzenleniyor. Bu kapsamda İstanbul Modern, Goethe Enstitüsü işbirliğiyle 30 Ekim’e kadar sürecek “Karşıdan Bakış” başlıklı bir film seçkisi sunuyor. Sinema yazarı Engin Ertan’ın hazırladığı seçkide yer alan 17 film, Alman ve Türk halklarının birbirlerini nasıl gördüğü ve algıladığı fikrine yoğunlaşıyor. Halit Refiğ’in ‘ stanbul Hatırası’ adlı film ‘Karşıdan Bakış’ “Bir Türk’e Gönül Verbaşlıklı film seçkisinde gösterilecek. dim”, Günter Wallraff’ın “Toplumun Renkleri / Bir Almanya Röromanından sinemaya uyarlanan “En Altportajı” başlıklı çalışması kasım ayında takiler”, Şerif Gören’in “Almanya Acı kitap olarak yayımlanacak. Maga’nın bu Vatan”ı ile Dorris Dörrie’nin “Doğum Günün Kutlu Olsun, Türk!”ü de gösteri kapsamda açtığı fotoğraf sergisi ise Almanya Bremen belediye binasında 7 Kalecek filmler arasında. sım’a kadar açık olacak. Goethe Enstitüsü’nün düzenlediği bir “Göç ve Edebiyat” başlıklı konferans diğer etkinlik ise “Gidenlerin Öyküsü” 3 Kasım’da saat 16.00’da Bilgi Üniversibaşlığını taşıyor. 26 Ekim’de yolcuları tesi Dolapdere Yerleşkesi’nde gerçekleşearasında sanatçıların, edebiyatçıların, gacek. Selim Özdoğan, Zafer Şenocak, zetecilerin ve ilk göç eden ailelerin birinci Prof. Mahmut Karakuş ve jenerasyonundan kişileDr. Pınar Uyan’ın katılarin bulunduğu bir tren, lker Maga’nın cakları konferansta göç edeSirkeci Garı’ndan Müobjektifinden biyatının Almanya’da nasıl nih’e uğurlanacak. MüRana Tokmak. algılandığı tartışılacak. nih Tren İstasyonu’na, Berlin’de yaşayan yazar 50 yıl önce Almanya’ya Anja Tuckermann ile yöilk göç edenleri taşıyan netmen Haluk Yüce taratreninin vardığı 11. perofından hazırlanan “Yaşamana yanaşacak trenin yı Beklerken...” adlı oyun, uğurlama töreninde; ilk 10 Aralık’ta saat 20.30’da kadın rap sanatçısı AyKumbaracı 50’de sahneleben ile rap grubu Micnecek. rophone Mafia, Sirkeci Bahçeşehir Üniversitesi Garı’nda saat 15.00’te evsahipliğinde, 24 28 Ekim bir konser verecek. 2011 tarihleri arasında “B Fotoğraf sanatçısı ve 34: Kultürk” başlığı altında bir yazar İlker Maga’nın, dizi etkinlik düzenleniyor. Almanya’dan 40 şehri Açılış, 24 Ekim’de saat dolaşıp göçü yaşayan 10.30’da “Üçüncü Ses” adlı 123 kişi ile söyleşi yapabelgeselle yapılıyor. rak gerçekleştirdiği M MAR BEHRUZ Ç N C TOPRAĞA VER LD T uğurlandı Kültür Servisi 18 Ekim’de yaşamını yitiren, uluslararası alanda da tanınan mimar Behruz Çinici dün son yolculuğuna uğurlandı. Çinici için önce tarihinde ilk kez bir cenaze törenine ev sahipliği yapan Yapı Endüstri Merkezi’nde bir tören düzenlendi. Çinici’nin cenazesi Teşvikiye Camii’ndeki öğle namazının ardından Edirnekapı Şehitliği’nde toprağa verildi. Yapı Endüstri Merkezi’ndeki törene Çinici’nin başta eşi Altuğ Çinici ve çocukları Ayşegül Can Çinici olmak üzere aralarında Doğan Tekeli, Yaşar Marulyalı, Doğan Hasol, Doğan Kuban, Deniz İncedayı, Cafer Bozkurt, Afife Batur, Cengiz Bektaş, Bülent Özer, Mehmet Konuralp’in de bulunduğu tanınmış mimarlar katıldı. Konuşmasına “Bir büyük insanı, bir büyük ruhu uğurluyoruz” diyerek başlayan yakın arkadaşı Doğan Tekeli, “Kendine mahsus, çok renkli bir kişilikti Behruz Çinici. Sevgisini de kızgınlığını da çok derinden yaşıyordu. Onu eskiz veya resim yaparken hele kahve telvesi, şarapla resim yaparken, tanbur çalarken görüp de duygu yoğunluğuna hayran olmamak mümkün değildir” dedi. Öğrencisi Melis Kanadıkırık ise “Her zaman yapıların sesi olması gerektiğini söylerdi. Burası benim doğum masam dediği masasında çizimlerini yapardı. Son gün doğum masasında kalemi bıraktığında kendi mezarını çizip gitmişti. Son projesiydi” dedi. Çinici’nin hakka ve hukuka tapan biri olduğunu vurgulayan Konuralp, onun için “O son Mohikandı” tanımlamasında bulunarak “Kendisini metaforların adamı olarak anmak istiyorum. Büyük bir metaforistti. Mimaride olduğu gibi her şeyi bir yerden esinlenerek yansıtabilen bir insandı” dedi. Öte yandan Çinici’nin zamanının büyük bir bölümünü geçirdiği İstanbul’daki ofisinin ışıkları, temsili olarak gece boyunca yanık kalıyor. ‘Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödülü’ Binyazar’ın Kültür Servisi Son 10 yılın romanları içinden ilk kez bu yıl verilecek “Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödülü”, 2004 yılında Can Yayınları tarafından yayımlanan ‘Ölümün Gölgesi Yok’ adlı yapıtıyla Adnan Binyazar’a değer görüldü. Yazarımız Oktay Akbal’ın büyük babası, devlet ve siyaset adamı, yazar Ebubekir Hazım Tepeyran adına Çankaya Belediyesi Niğde Kültür ve Sanat Platformu tarafından düzenlenen ödülün seçici kurulunda Tahsin Yücel, Osman Şahin, Hikmet Altınkaynak, Metin Celâl, Ahmet Yıldız ve Hilâl Erkan bulunuyor. Binyazar’a ödülü, TÜYAP İstanbul Kitap Fuarı’nda 13 Kasım’da düzenlenecek bir panelde verilecek. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle