Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
2 EK M 2011 PAZAR CUMHUR YET SAYFA PAZAR YAZILARI 9 kekin malzemesi; 120 gr kavrulmuş Piemonte fındığı, 120 gr toz şeker, 40 gr işlenmemis şeker, 90 gr tereyağı, 3 yumurta ve 8 gr kakao. “Şu mevsim dışı yaz artık bitsin” diyenler tarçınlı çay ve fındıkla hazırlanan bisküviler, kavrulmuş fındık ve cappucinolu turtalar, findık kremalı kekler, katmanları fındık ezmesi ve bal katkılı yoğurt ve elmayla hazırlanan tatlılar, iç malzemesi fındık kreması olan cheesecake’lerin peşi sıra yeni gastronomik rotaları izleyecek. Birkaç günlüğüne diyeti unutarak... Fındıktan sonra sıra kestane şenliklerine gelecek olsa da… Özlemle beklenen sonbaharda kuzeyde bir başka önemli etkinlik, Piacenza, Parma ve Comacchio’da aralık ayına kadar devam edecek olan Şarap Yiyecek Festivali (www.winefoodfestival.it). Bu yıl 3’üncüsü düzenlenen bu gastronomik içerikli festival, geçen yıl 1 milyon 500 bin ziyaretçiyi çekti. Goethe’nin “İtalya Seyahati” adlı kitabında değindiği Emilia Romania bölgesinin mutfak kültürünün ayrıntılarını tanımak açısından önemli bir firsat. Sonbahar tatlarını eksen alan 50 tematik toplantıda güz mevsiminin sofralara taşıdığı lezzetlerin tarihine bir yolculuk yapılacak. Peynir üreticileri parmesan peyniri “parmigiano Reggiano”yu nasıl hazırladıklarını anlatırken yöresel salamlar, Bologna’nın mortadella’sı Emilia Romagna usulü pidenin benzeri piadina, yüzlerce çesit peynir tarihi şehir ve kasabalarda gastronomik güz şenliklerinin özneleri olacak... aslikayabal@hotmail.com Y Toprağı Derinden Hissetmek Geniş kocaman bir alan, alanın tam ortasında tuğlalardan yapılmış dört beş ocak harıl harıl yanıyor, çünkü hava çok soğuk ve ateşin çevresinde gencecik insanlar toplanmış tartışıyorlar. Kulak kabartıyorum, onlar Türkiye’nin her yerinden gelmiş geleceğin seramikçileri ve gene dünyanın dört bir yanından gelmiş seramik ustalarının yanında, pişmiş toprağın tüm sırlarını öğrenmeye çalışıyorlar. Alanın dört bir yanında geniş masalar, masaların birinin üstünde dünyanın en naif toprak heykelleri; kuzular, kertenkeleler, kediler, kocaman tombul kadınlar, canavarlar... İnsanın eline hemen bir toprak parçası alıp yoğurmaya başlayası geliyor, bunları Eskişehir’in “Geleceğin Seramikçileri Atölyesi”nde geleceğin seramikçileri, heykeltıraşları çocuklar yapmış, doğrusu bu da Eskişehir’e çok yakışıyor. Çünkü buralarda toprak, yoğrulmak için; üstelik Eskişehir dünyanın en güzel Kibele heykellerinin anavatanı, Frigya uygarlığının Afyon’la birlikte başkenti. Ben neredeyim, anlaşılacağı gibi gene Eskişehir’de. Derim ki, ne zaman canınız sıkılsa (bugün benim canım çok sıkılıyor, çünkü arkadaşım, dostum Mustafa Baybay’ı gene salmadılar) kendinizi ne zaman çaresiz hissetseniz, şöyle bir Eskişehir’e kadar uzanın. Adı eski ama kendisi çok genç olan bu kent, şaşılacak bir biçimde sizi de gençleştirip, kendi yaşam sevinci içine katacaktır. Çünkü burası, gençlerin ve onların yaşam sevincine canı gönülden katılan, daima genç olanların kenti. Gene toprağın yoğrulduğu alandayım. 5. Uluslararası Eskişehir Pişmiş Toprak Sempozyumu’nun (16 Eylül 2 Ekim ) son günleri, dünyanın dört bir yanından gelmiş seramik ustaları artık yavaş yavaş eserlerini tamamlıyorlar. Alanın arka tarafından kocaman bir seramik fırını hiç durmadan çalışıyor. En büyük heyecan bu fırının başında yaşanıyor, çünkü toprak sırlarla dolu bir malzeme, pişerken hiç umulmadık biçimlere, renklere giriyor. Yani bekliyorsunuz, toprak size hangi sırlarını verecek diye. On usta ve her birinin altı asistanı fırının başında tırnaklarını yiyerek bekliyorlar. İngiltere’den sempozyuma katılan Peter Randall’ın günlerce uğraşılıp, tek tek yapılan karoları parçalanmış.. Bu arada önemli bir bilgi, toprakla uğraşanlar bilir, toprak vericidir ama hata kabul etmez. Peter Randall ve öğrencileri yeniden işe koyuluyorlar, uykularından feda etmeleri gerekiyor. Ediyorlar da!.. Amerika’da hocalık yapan Türker Özdoğan’dan öğrencilerle birlikte yepyeni bilgiler öğreniyorum. “Seramik boşluğu doldurur ve boşluktaki enerjisini bize hissettirir.” Türker Hoca kocaman bir kupa yapmış ama yepyeni bir teknikle, kupanın duvarları incecik ve biz onun içindeki boşluğu, yani enerjiyi hissediyoruz. Kupanın üstündeki renkler de Eskişehirspor’un: Kırmızı siyah! az geç geldi bu yıl İtalya’ya, şimdi de gitmek bilmiyor. Eylülde temmuz sıcağını yaşarken sonbaharı özler olduk. Milano’nun birçok semtinde bunaltıcı yaz gecelerinin kâbusu sivrisinekler de uzayan yazın parçası olmaya devam ediyor. Hafta sonu gelip çatınca sonbaharın gelmekte olduğunu müjdeleyen kestane, fındık, tatlı kabak, yer mantarı, şarap şenlikleri kuzeyin coğrafyasında gizli saklı beldelerde meraklısını bekliyor. Geçen hafta RAI 3’e belgeseller çeken Piero Canninzaro’nun “Slow Şehirler” belgeselini izledim Milano’da. Canninzaro’nun filmi, Milano, Roma, Torino gibi büyük kentlerin yerine Orvieto, Bra, Amelia, Pollica gibi küçük boyutlu, zamanın göreceli yavaş aktığı bu türden şehirlerde yaşamayı seçenlerin deneyimlerini aktarıyordu izleyiciye. Ülkesi Hollanda’yı terk ederek İtalya’da küçük bir şehirde yeni bir yaşam kuran Hollandalı org müzisyeninin vurguladığı gibi “Büyük kentin kargaşasında kulağımız da gürültü kirliliğinin kurbanı oluyor, oysa ağır tempolu yaşamı ilke edinen şehirlerde doğadan yansıyan sesleri de duymayı öğreniyoruz” yeniden... Güzü bekleyedursak da sonbahar meyveleri ve kuru yemişlerin kahramanı olduğu şenlikler hafta sonunu Milano dışında geçirmek isteyenler için yoğun bir takvim sonbaharı beklerken yerini alıyor. 1865’te Torino’nun sunuyor. İtalya’ya Anadolu’dan özellikle karnaval döneminde geldiği söylenen, beş bin yıl önceki M LANO tüketilen ünlü Gianduja Çin el yazmalarında insan sağlığı çikolatasının reçetesinde açısından yararları anlatılan fındık, değişiklikler yapıyor Piemonteli birçok şenliğin öznesi bu hafta pastaneciler. Fındık, pastanelerde sonu. İtalya’da en kaliteli fındık üretilen pasta, kek ve tatlının ana yazın sıcak, kışın ise soğuk bir malzemesi olmakla kalmıyor, her iklimin hüküm sürdüğü Piemonte ASLI KAYABAL İtalyan’ın çocukluk anılarında saklı bölgesinde Langhe’de üretiliyor. Nutella’nın gizli formülüne de 18. yüzyılda bu bölgedeki tarım sızıyor. Baci Perugina adıyla gümüşümsü alanlarını bir tür parazit tehdit edince ziraat yaldızla kaplı çikolataların içeriğinde de fındık uzmanı Emmanuele Ferraris, Langhe’deki tepelik alanları fındık bahçesine dönüştürüyor. yine ana malzeme. Bahçelerde bugünlerde toplanan fındık, kuzeydeki birçok şenlikte Torino’nun başkenti olduğu Piemonte’de hazırlanan yöresel tatlılar aracılığıyla damak çikolata yıllardır süre gelen yöresel tadına seslenecek. Alba’da kız kardeşi bir gelenek Cristina ile “Tatlı Direniş olduğundan Laboratuvarı”nın mimarı Langhe’nin Federico Molinari, geleneksel leziz tatlı tariflerini güncel katkılarla fındıkları yorumluyor. Molinari’nin çikolata fındıklı kekini bu hafta sonu üretiminde yolu Alba’dan geçecek olanlar kakaonun tadabilir, geçmeyenler için ‘Tatlı’ şenliklerde AdanaParis ekseninde koz(a)lar Analizi” aslında aynı üniversiteden Doç. Dr. Hülya Uğur Tanrıöver yönetiminde hazırlanmış çok daha geniş çaplı bir araştırmadan alınan verilerin kısmi senteziydi. Fransa sinemayı (birçok sanat dalında olduğu gibi) ABD’nin ticari yaklaşımının aksine ulusal kültür siyasetinin ayrılmaz bir parçası, toplumsal mirasın temel öğelerinden görmüş ve II. Dünya Savaşı sonrasında Ulusal Direniş Komitesi’nin de yönlendirmesiyle temel eğitimden itibaren gündemine almıştır. 1946’da kurulan özerk CNC (Ulusal Sinema Merkezi) özetle iktidarların rengi ne olursa olsun sinemaya otomatik kamu desteği sağlayan, bu desteği yönlendiren temel kurum olmuştur. Devlet, Sovyet rejimlerinde olduğu gibi doğrudan destek yerine dünya ve ülke ölçeğinde rekabet gücü yüksek özel şirket ve kurumların var olmasını hedeflemiştir. Yapımlara merak avans/ön gelir getirecek sinema ettiğimiz, biletlerine koyulan harçlardan, çeşitli benzersiz) mali sosyal katmanlara sağlanan olanaklarsa, diğeri de bu indirimlere, yerel organizasyonun ardındaki Adana yönetimlerden Belediyesi ve Ankara Sinema kotarılan Derneği’nin başarılı çalışmalarıydı. Zira desteklerden böylesi bir şenliğin Türk sinema sanatı televizyon kanallarından toplanan ortak ve endüstrisine sağladığı, sağlayacağı yapım katkılarına varana dek son derece “kozalar” önümüzdeki yıllarda kalıcı geniş bir yelpazede güçlendirilen sinema kazanımlara dönüşebileceği gibi düş üreticisi ve tüketicisi bugün muhtemelen kırıklığı ve/veya silinmeye mahkum dünyanın en dengeli ve sağlam yapısına anılar olarak da kalabilir. Sizlerin sahiptir. 62 milyon nüfusa, 261 yerli oralarda çok yakından bildiği üzere AKP yapım, 206 milyon seyirci ve bu filmlerin iktidarının mali ve yasal olanakları gösterimlerdeki dengeli dağılımıyla küstah, baskıcı yöntem ve davranışlarla Fransa gerçek bir kültür istisnasına imza ulufe veya Demokles’in kılıcı gibi atmaktadır. Bir somut örnek: 1981’de kullandığı bir düzende, bir seçilen sosyalist “sinemacı” (yönetmen, ADANA/PAR S Cumhurbaşkanı François oyuncu, yapımcı…) iş ve Mitterrand Birleşik Sol sanatını nasıl icra edebilir? hükümet iktidarıyla Çağdaş sanatları sevmek ve güvendiği bazı sol iş üretmekten aciz bir inanç adamlarına anayasaya aykırı yönetim silsilesinin bir karar ve özel bir yasayla günümüzün en popüler sanat şifreli ve paralı Canal+ UĞUR HÜKÜM kanalını kurdurttu. Tek dalı, “sinema” ve âlemine “tahammülü” (!) ve koşulu bu televizyon “cömertliği” daha ne kadar şirketinin tüm Fransız sürer belli olmaz! Çünkü Altın Koza yapımlarına mali destek sağlamasıydı. Ödülleri dağıtılırken başta Özcan Alper 2010 itibarıyla Canal+ Fransız ve Ruhi Karadağ olmak üzere bazı yapımlarının yüzde 59.4’ünü sanatçıların son derece haklı eleştirel karşılamaktadır. En önemlisi sektörde sözleri başka mekânlarda söylense çalışan 110 bin ücretlinin geleceği asgari sahipleri kargatulumba götürülürlerdi. garanti altına alınmıştır. Sinema ve geleceği Fransa örneğinde Adana Altın Koza Festivali binlerce olduğu gibi kamu ve özel sektörde, kültür konuk ağırladı; 350 bini En İyi Film ve eğitim alanlarında yasa korumasında Ödülü’nü kazanana verilen Altın Koza, özerk ve bağımsız kurumlarla asgari bir toplam 936 bin TL’lik ödül dağıttı; garantiye alınmazsa, “patladığı” Sinema Müzesi açtı; partiler, panel, mavalıyla avutulan Türk sineması bir kongre ve sergiler düzenledi. Bravo! ikinci Nuri Bilge Ceylan’ı çok bekler. Peki, yarın halk CHP’li bir belediye Adana’da festival paralelinde Altın başkanı seçerse, Adana aynı başarıyı Koza’larla taltif edilmesi gereken çok tutturabilecek, hatta var olabilecek mi? önemli bir faaliyet vardı: “Uluslararası Muamma! Binlerce tiyatro ve sinema Altın Koza Sinema Kongresi.” İzmir emekçisi dizilerden, televizyon sinema Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar yapımlarından yaşıyor. Sosyal Fakültesi’nin Adana Büyükşehir sigortaları, emeklilikleri var mı? Yok! Belediyesi desteğiyle 2124 Eylül’de Sinema emekçilerinin tek sendikası düzenlediği kongrede çoğunluğu Türk DİSK’e bağlı SineSen Adana’da bir sineması uzmanı bilim insanlarından bildiri dağıttı: “…Bütün çalışma oluşan katılımcılar Türkiye sinemasını alanlarının kuralsızlaştırıldığı, çok yönüyle tartıştılar. Hukuki ve sosyo güvencesiz yaşamın dayatıldığı bir ekonomik sorunlarından mevcut türlere, süreç yaşıyoruz… Bizi yoksullukla Yılmaz Güney özel oturumundan politik terbiye etmek istiyorlar… anlatının yerine, yönetmenler üzerinden Güvencesizliğe karşı, haklarımız için sinemaya bakmaktan, Türkiye mücadele etmek, emeğimize sahip sinemasına dair okumalara 50 civarında çıkmak, söz ve karar sahibi olmak konuşmacı köklü bir durum tespiti için sendikamız SineSen’e üye gerçekleştirdiler. Maalesef olalım, örgütlenelim, haklarımızı izleyebildiğimiz çok az sunumdan bir koruyalım…” Kimse de onlara Altın tanesi bizi özellikle ilgilendiriyordu. Galatasaray Üniversitesi’nden Ayşe Toy Koza vermedi. Ama yarının koz(a)ları onlarda gizli… Par ve Ece Vitrinel’in hazırladığı “Türkiye Sinema Endüstrisinin ugur.hukum@gmail.com Fransa Modeli ile Karşılaştırmalı iz bu satırları okurken biz yine Paris’e dönmüş olacağız. Ama Adana’da 1725 Eylül arasında yaşadığımız 18. Altın Koza Film Festivali çerçevesinde, sinemaya hasredilmiş, bir hayli iyi düzenlenmiş, verimli o sekiz günü asla unutmayacağız. Bize bu olumlu izlenim ve deneyimi kazandıran iki boyuttan biri (açıkçası nasıl bulunduğunu S Uyum sorunu sadece dille çözülemez A vusturya’da uyum işletmemde onları artık tartışmaları yine bütün çalıştırmam” diyen işletme hızıyla devam ediyor. sahiplerini tanıdım. Dönüp dolaşıp uyum sorununu Kendilerini rahmetle andığım esas olarak Almanca bilmemeyle babam ve amcam da birinci açıklıyorlar. Tek başına bu kuşaktandı. Onları, onların işçi düşüncenin doğru olmadığını haym’larında birlikte kaldıkları düşünüyorum. Bu düşüncemi de arkadaşlarını tanıdım. Sevgili çeyrek asırlık mesleki yaşamım amcamın okuryazarlığı bile içerisinde yaşayarak gördüm. yoktu, babamın yazdığı Uyum konusu Almanca ile mektupları kardeşim, bir de ben açıklandığı zaman hep anlardım. Hem babam, hem de Avusturya’ya gelen ilk kuşağı amcam ve arkadaşları hatırlıyorum. Çeyrek asırlık bilinçliydiler. Sadece bilgili Türk işçilerine yönelik çalışma değil, ayrıca çok da kibarlardı. hukuku danışmanlığı meslek Ne konuşacaklarını, nasıl yaşamım içerisinde Türkiye’den davranacaklarını çok iyi bilen Avusturya’ya çalışmaya gelen insanlardı. Çalışmış oldukları ilk kuşağı tanıma olanağım oldu. işletmelerde çok ciddi sorunları Onların çocuklarını da tanıdım, yoktu. Yetmişli yılların ikinci şimdi ise torunlarını tanıyorum. yarısına kadar işletmelerin Geçenlerde burada doğup sahiplerinin onları bırakmak büyümüş, en az 8 yıllık zorunlu istemediklerini anlatırdı babam: okul eğitimini Avusturya’da “Avusturya’yı bırakıp daha almış bir gencin babası ile batıya gitmememiz için konuştum. Baba ikinci, işverenlerimiz V YANA çocuk ise üçüncü pasaportlarımızı kuşaktan. Baba oğlunun elimizden aldı ve imzalamış olduğu kasalarında belgeyi “anlamadan sakladılar” onun imzalamış” olduğunu sözcükleridir. Zira anlatıyor. Yapılacak bir Avusturya’nın şey var mı diye soruyor. KADİM ÜLKER batısındaki Kısaca Almanca ülkelerde işçi bilmek, atılan imzanın ücretleri daha üstünde yazılanı anlamaya iyiydi. Avusturya’da uyuma ait yeterli olmamış. Burada bal gibi sorunlar hep işsizlikle beraber uyum sorunu var. Almanca var, hatırlandı ve konuşulur oldu. ancak çalışma hayatında uyum Almanca bilmeme durumu o yok. Üçüncü kuşaktan olan zamanlar daha katmerliydi, kişinin Almanca bilmesi iş işsizlik o zaman da hep sorun dünyasına uyumu sağlayamamış. oldu. Çalışma şartları, vize Bu durum istisnai bir durum da sorunu ilk kuşak için daha ağırdı. değil. Buna karşılık ilk kuşaktan Her sene yeni çalışma iznine ve insanların hiç böyle bir yeni vizeye ihtiyaçları vardı. sorunuyla karşılaşmadım dersem Gelelim günümüzdeki abartmış olmam. İlk kuşak, tartışmaya. Avusturya’nın çok Almanca bilmek şöyle dursun, okunan ve ciddi gazetelerinden okuma yazma bile bilmiyordu. birisi uyumdan sorumlu bakan Bildikleri bir şey vardı ki, ve Müslümanların temsilcisi önlerine konulan yazıyı olduğunu iddia eden bir kişiyi okutturup, anlayıp, ondan sonra yan yana getirip, uyumu imza konusunda karar konuşturuyor ve onların alıyorlardı. Haklarını ve düşüncelerini okuyucularıyla yükümlülüklerini çok iyi paylaşıyordu. Aynı günkü biliyorlardı. Ayrımcılığı gazetede başka bir röportaj da yasaklayan yasanın olmadığı dikkat çekmekteydi. Viyana’da zamanlarda “Türkler haklarını göçmenlerin sahip olduğu iyi biliyor, onun için de işletmelerin birisinin sahibi ile günde 24 saat, yılda 365 gün açık tutularak, çalışıldığını anlatan bir röportajdı. Günde 24 saat, yılda 365 gün açık olan dükkân sahibi “benim çalışmam kimi ilgilendirir” diyordu söyleşide. Onun haftalık çalışma süresinin uzun mücadeleler sonucunda kazanıldığından haberi yok tabii. Her geçen gün uyum konusuna hâkim olmadığı ortaya çıkan ve son olarak da ırkçılık tartışmalarına yol açarak pek de kabul görmeyen, göçmenlerin fişlenmesi olarak adlandırılacak, iş piyasasında daha çok iş arar durumda olanların tespit edilmesini isteyen uyumdan sorumlu Avusturyalı bakan ile Müslümanların temsilcisi olduğu iddia eden kişi, din dersi öğretmenlerinin dersleri Almanca anlatmalarını ve göçmenlerin Almanca öğrenmelerini uyuma dair sorunun çaresi olarak dile getirmişlerdi. Din derslerinde Almanca da olsa kimin ne anlattığının kontrolünü bir tarafa bırakalım, ilk kuşak ile üçüncü kuşak arasındaki örnek Almanca bilgisinin uyum sorununa çare olmadığı gibi, uyum konusunda da çok önemli olmadığının kanıtıdır. Tartışma başka konularda ve başka çevrelerle de yoğunlaştırılmalı. Bakanla uyum sorununu konuşan, başkanı olduğu cemaatta yardımcısı olan “spor yapmanın kadın göğsünü küçülteceğini ve kadınların spor yapmamasını” dile getiren doktoru savunan kişiydi. Bakanın uyum sorununu tartıştığı kişi, gazetede kendi başkan yardımcısı hekimi savunurken bile uyum konusunda ne kadar uyumsuzluk örneği sergilemektedir. “O aşırı sporu kastetmişti, yanlış ifade etti” sözlerini değerlendirebilmek için Avusturya’da onların çevresinde kaç kadının aşırı spor yaptığını bilmek isterim. Ben görmedim, duymadım ve okumadım da. kadim.uelker@gmail.com Martha Jimenez Küba’dan gelmiş, dört torun sahibi, sempozyum bittikten sonra bir süre daha bu çok sevdiği bozkır kentinde kalacak, çünkü işleri henüz fırınlandı, bekleyecek. Bu arada biraz alışveriş yapması gerekmiş, çünkü Küba’dan sonra Eskişehir’in sonbahar havası bile ona kutuplar gibi gelmiş, doğrusu bana da öyle geldi, hele de Frigya vadisindeki Aizanoi ören yerinde, Pamukkale Üniversitesi öğrencileri ellerinde eldivenler, kalın kabanlar, burunları kızarmış kazı yerini temizliyorlardı. Bana ve arkadaşlarıma çok güzel bir kazı yemeği ikram ettiler ve oturduğumuz yerde sobanın sıcaklığı insanı anne şefkati gibi sarıyordu. Sempozyumda, bizim film atölyesinden öğrencim Boğaziçi Üniversitesi Güzel Sanatlar Bölümü’nde hoca olan Sakine Çil ile rastlaşmak çok güzel oldu. Sakine inatçıdır, Tepebaşı Belediyesi’nin kocaman bir duvarına topraktan bir pano yapmış ama canı sıkkın, çünkü bir iki renk kayması var, yemeyip içmeyip onları düzeltecek; inatçıdır, düzeltmeden yemek bile yemez. Başladık, güzel güzel anlatıyoruz ama yerimiz bitiyor, trene binip ayrılmanın vakti geldi, Achim Kühn (Almanya), Dorit Bereach (Almanya), Kim Yong Moon (Kore), Oya Uzuner (Türkiye), Metin Yurdanur (Türkiye), Erdinç Bakla (Türkiye) ve tüm toprak dostlarının ellerine sağlık; bu arada bütün sempozyum süresinde Türkiye’nin her bir yerinden gelmiş toprağın insanları bildiriler sunmuşlar, her an, her dakika toprağın sırları konuşulmuş, güzel iş. Anlaşılan ben bu Eskişehir’i yol yapacağım. C MY B C MY B