18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 2 EK M 2011 PAZAR 14 CANAN’ın oğlu İlhan CANAN. Babam çok uzun zamandır cezaevinde. Ülkemizde sürekli olarak demokrasi, insan hakları, hukukun üstünlüğü bireysel hak ve özgürlükler ve anayasa değişiklikleri konuşulmakta, Avrupa Birliği standartlarına erişmekten bahsedilmekte ve her ortamda insan haklarının önemine vurgu yapılmaktadır. İşte böyle bir ülkede, babam tamamen hukuksal bir komedinin mahpusudur. Yetkili mahkemeler yetki kullanmazken, yetkisiz mahkemeler aleyhte yetki kullanarak, 30 yıldır hapis yatan, 05.05.1953 doğumlu, 58 yaşındaki babamı, cezaevinden çıkarmamakta ısrar etmektedirler. Bu ısrarın, HUKUKİ değil tamamen SİYASİ nedenlere dayandığını düşünmekteyiz. Bizler Türkiye Cumhuriyeti devletinde 21. yüzyılda kafaların değiştiğini görmek istiyoruz. Hukuka güvenmek ve adalet istiyoruz. Tahir CANAN’ın cezaevinden bir an önce çıkarılarak, ailesi ile yaşamı paylaşmasını ve devlet hukukunun siyasal önyargılardan bağımsız işlediğini görmek istiyoruz. Bu bağlamda demokrasi, insan hakları ve özgürlükler mücadelesi açısından bilgisine ve yorumuna güvendiğimiz kişi, kurum ve kuruluşların bizlere destek vermesini, yaşanan bu hukuksuz sürecin çözümünde bizlere rehberlik etmesini bekliyoruz. Bandırma M “Ben,Tutukevi B8 Tipi Ceza ve koğuşunda tutsak olan Tahir 1992 yılında, ikinci eşi Gülnigar Hanım’la evlenir. Kötü kaderin değiştiğini düşünmeye, artık yaşama gülümseyerek bakmaya başlar Tahir Canan. Ne gezer? 1993 yılında, Malatya’dan Adıyaman’a annesini görmeye gittiği otobüsten yaka paça indirilip, “Malatya’da çocuklara bildiri dağıttırmak suçu”ndan 12 yıl 6 ay hapis cezasına daha çarptırılır. Bir hukuk devleti için, işlenen suça verilen ceza, kabul edilemeyecek kadar orantısızdır. Ama burası Türkiye’dir, adalet hayaldir, hukuk kâbus. Tahir Canan, bu cezayı da çeker. Tam tahliyesini beklerken, infaz savcısı, “1991’de sen şartlı tahliye olmuşsun, infazını yakıyoruz!” der ve sanki hiç hapis yatmamış gibi, yeniden başlar Canan’ın mahpusluğu, iyi mi? O gün bugündür, inanılmaz bir hukuksuzluğun, canavarca bir sorumsuzluğun ve birinin aldığı karara öteki uymayan mahkemeler arasında gidip gelen binlerce sayfalık hatalı bir prosedürün gayya kuyusunda, toplam 30 yıldır hapis, Tahir Canan. Yasalar değişmiş, suç unsuru iptal edilmiş, ne gam… Gülnigar Hanım, hepi topu bir yıl yaşayabilmiş eşiyle. Torunlar, dedelerini hapiste tanımışlar, büyüyünce “Neden?” diye sormaya başlamışlar. Ailenin yanıtı yok, bu soruya. Çünkü devlet hem var, hem yok Türkiye’de. Hukuk kayıp, adalet hiç yok! * Bandırma Cezaevi’ndeki açık görüşte eşi ve torunlarıyla. “Yasalar, örümcek ağı gibidir: Büyük sinekler deler ge çer, küçükler takılır.” HONORE DE BALZAC Adalet Hayal, Hukuk Kâbus Ben 32 yaşındayım ve babam 30 yıldır cezaevinde. Artık yeter! bu durumun tüm insan hakları savunucuları ve demokrasiden yana olan kişi, kurum ve kuruluşlar ile ortak sorun haline getirilerek çözümlenmesi için destek İstiyoruz. İlgi ve dikkatinize şimdiden teşekkürler. Saygılarımla.” [email protected] Kendisi henüz iki yaşındayken hapse giren babasını, 30 yıldır parmaklıklar arasında görebilen bir oğulun, umutsuz bir çığlık gibi sanal âleme attığı bu mektup, benim gibi pek çok gazeteci ve basın organına gönderilmişti. Ama benim için özel bir anlamı vardı, çünkü Tahir Canan adı hiç yabancı gelmiyordu. Oğlunun hasret çektiği babayı, yıllar önce yine mahpushaneden bana yazdığı birkaç mektuptan anımsıyordum. Oğul İlhan Canan’ın mektubun altında verdiği telefon numarasını aradım. Karşıma, hoyrat bir devletin gaddarca yıktığı, ezdiği, paramparça ettiği bir eş, bir anne çıktı: Gülnigar Canan. Sesi, otuz yıldır evinin üstüne çöken haksız zorbalığın altında ezgin ve kırıktı. Anlattı: Tahir Canan, 1978 yılında Gaziantep’te Türkiye Devrimci Komünist Partisi’ne üye olmak ve cinayet işlemek suçlamasıyla tutuklandığı zaman 25 yaşındadır. 36 yıl hapis cezası verilir. Tahir Canan, 13 yıl hapis yatar. 1991’de şartlı salıverilir. K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ Fotoğraf: TAH R CANAN* 1980 sonrası bir operasyonda yakalanan PKK’liler, bu cinayeti üstlenmişler. Ama 58 yıllık ömrünün 30 yılını demir parmaklıklar arasında geçiren Canan, gerçek bir cinayet suçlusu olsa da mağdur ve zulme dönüşen bir hukuksuzluğun kurbanıdır. Çünkü bu gudubet devlet, yarattığı kâbus adalet ve ortaçağ gaddarlığına rahmet okutan yargı/infaz düzeniyle, Tahir Canan’ın içerde geçirdiği 30 yılda, ne ağır suçlara “af” çıkardı, ne teröristler bağışladı, ne canavarlar salıverdi… Hatta kimi katilleri eliyle besledi, tutuklamadı, kimisini yargıdan sıyırdı, kimisini hapisten kaçırdı! İşte Mehmet Ali Ağca. İşte Madımak Oteli katilleri. İşte 188 kişiyi domuz bağıyla öldürdükleri sabit, Hizbullah örgütünden 17 insan kasabı… Sadece 10 yıl tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldılar. Daha nice canavarlar, üç yıl, beş yılda insan içine salındılar. Ama Tahir Canan bırakılmaz, çünkü “solcu”dur. hapis yattığı cinayet Tahir Canan’ın, bunca yıldır suçunu işlediği kesin değil. Atina, Atinalılar ve Bizim Ezel Geçen hafta üç günlüğüne Atina’daydım. Benim için bildik, tanıdık bir kent burası. Ne var ki bu gidişimde Yunan dostlarımın önerilerine uyarak daha öncekilerden farklı olarak merkeze uzak, deniz kıyısında bir otele yerleştim. Çünkü kent merkezi şu sıralar oldukça karışık, grevler, yürüyüşler, mitingler, polis copları, cam çerçeve şangırtıları… Bu nedenle görüşmelerimden kalan zamanlarımı bir “eski İstanbullular” semti olan Paloio Faliro’da geçirdim. İyi de oldu. Örneğin, Kumkapılı Prokopi Amca ile tanıştım. 81 yaşında, eski bir müzisyen, çello sanatçısı. Zeki Müren, Sevim Tanürek, Mustafa Sağyaşar gibi önde gelen Türk sanat müziği sesleriyle çalışmış. Konuşurken, anılarını anlatırken, “Ah o güzel İstanbul” derken, hüzünleniyor, gözleri sulanıyor. Benim de… Yunan dostlar daha önce tanık olmadığım bir endişe içindeler. Yunanistan için önerilip kabul edilen toplam 110 milyar Avro’luk ikinci kurtarma paketinin 8 milyarlık 6. diliminin bir an önce gelmesini bekliyorlar. Fakat bu kolay değil, çünkü bunun için “Troyka” adı verilen Avrupa Birliği (AB), Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Avrupa Merkez Bankası (ECB) yetkililerinin onay vermeleri gerekiyor. AB liderlerinin bu yıl 21 Temmuz’da vardıkları anlaşmaya göre, söz konusu ikinci kurtarma paketi özel sektörün elinde bulundurduğu Yunan tahvillerinde yüzde 21 oranında bir zararı kabul ederek bu ülkenin borç yükünün hafifletilmesini amaçlıyor. Ancak birçok ekonomist Yunanistan’ın borcunun sürdürülebilir olması için yüzde 50 oranında kaybın gerekli olduğunu düşünüyor. Yunanistan’ın, özellikle de Yunan hükümetinin işi gerçekten çok zor, çünkü 8 milyarın gelmemesi durumunda askersivil memurların maaşları gibi emeklilerin maaşlarının da ödenebilmesi neredeyse olanaksız. Hükümetin ayrıca 30.000 memuru “yedeğe alması” ve içlerinden 14.000’inin işine son vermesi gerekiyor. Maaşlar zaten her üç ayda bir kırpılarak kuşa dönmüş, bir de üstüne gelen yeni vergilerle sokaktaki insanın bütçesi altüst olmuş. Merkezdeki karışıklıkların, çatışmaların, şangırtıların temel nedeni bu, fakat ekonomik ve siyasal yaşamda tüm bu tepkilerin ne yazık ki hiçbir karşılığı yok. İki gün önce de maaşları kısılacak emekli subaylar Milli Savunma Bakanlığı’nı bastılar. İyi mi? Merkezdeki karışıklıklardan söz ettim ya, bu, Atina’nın ve Atinalıların tümü için geçerli değil. Nüfusun yarısı olan bitenlerden endişe duyup soluğu Syntagma Alanı’ndaki gösterilerde alırken, öbür yarısı aynı endişeyi bastırmak için çeşitli yöntemlere başvuruyor. Krizden etkilenmeyen Atinalılar özellikle hafta sonları “buzukia” adı verilen, bir zamanlar bizdeki Tepebaşı, Kristal, Taşlık, Maksim gibi lüks gazinoları andıran yerleri doldurup ülkenin gözde ses sanatçılarını dinliyorlar. Atina’da bu mekânlardan çok sayıda var. Bütçeleri buzukialara yetmeyenler ise tavernaları yeğliyor. Hafta içi ya da sonu irili ufaklı tavernaların tümü iyi iş yapıyor. Anlaşılan Yunanlar da ülkede işler karışınca, “Ne olacak bu memleketin hali?” diyerek uzoya, siporoya, şaraba sarılıyor, doğal ki yanında ahtapot ızgarayı, levreği veya suvlakiyi ihmal etmeden. Bir de televizyon dizileri var, belli süreli de olsa insanlara dertlerini unutturan. Başı bizim “Ezel” çekiyor dizilerin içinde. Çekiyordu demek daha doğru olacak, çünkü geçen hafta son bölümü yayımlandı. Sokaklarda bir sessizlik, hele kadınlar bir anda ortadan kayboldular. İlgimi çekti, otelin resepsiyon görevlisine sordum; “Bugün bir Türk dizisinin, Ezel’in final bölümü oynuyor,”dedikten sonra, “Benim eşim de izliyor, annesiyle birlikte,” diye ekledi. Yine o anlattı, Türk dizileri bir salgına dönüşmüş Yunanistan’da, bu hafta da “Aski Mennu” başlıyormuş. Türk dizilerinin “bastırıcı”, “unutturucu” işlevlerinin yanı sıra önemli yararı da var. Dili Türkçe, altyazıları Yunanca olan bu dizilerin bizim eski İstanbullu Rum hemşerilerimiz arasında izlenme payları arttıkça, bu çok geniş kesimde unutulmaya yüz tutan Türkçe yeniden tazeleniyor. Yunanlar her şeye rağmen neşeli insanlar; dilerim “Troyka” onların neşesini kaçıracak olumsuz bir karar vermez. Öyle ya, komşuluk hukuku diye bir şey var, komşusunun keyfinin kaçmasını kim ister ki? N O K T A S I [email protected] ‘Siluet’ Şaşkınlığı! İstanbul’un tarihsel merkezi “Suriçi”yle aynı fotoğraflarda yer alan gökdelenlerin “uygunsuz komşuluk”ları gazetelere sürmanşet olunca herkes ayağa kalktı: “Tarihi siluet elden gitti.” E böylesi durumlarda “günaydın”‘(!) denir. Ve eklenir: “Bu taa baştan açıkça belirtildiğinde sustuğunuz için, artık kına yakın..” Çünkü yapıların enleri, boyları ve her şeyleri, inşaatlar yükselmeden önce, onaylı imar planlarından ve ruhsat verilen mimari projelerinden zaten belli olur. Bunu, herkes bilemese bile başta belediye başkanı ve imar kurmayları olmak üzere tüm uzmanlar bilirler... Nitekim son günlerin tartışma konusu, Zeytinburnu’ndaki kule binaların Tarihi Yarımada’nın genel peyzajını olumsuz etkileyeceği, projeyi “ruhsattan önce” inceleyen Mimarlar Odası’nca da saptanmış; tüm yetkililer uyarıldığı gibi, basına da durum bildirilmişti. O günlerde oralı bile olmayanların, inşaat yükseldikten sonra “bu ne rezalet” demelerini şöyle yanıtlamak gerek: “Asıl si madan, 117 m’lik gökdelen inşasına kalkışmak; tarihi silueti tahrip edecektir. İleride ‘geri dönülmesi imkânsız kayıplar’a neden olmamak adına ruhsat işlemleri durdurulmalı; imar kuralları yeniden ele alınmalıdır.” Bunlara belediyenin aldırmadığı anlaşılıyor… ancak, medyada da yer almadığı gibi, son tartışmalarda aynı raporu “anımsatan” Mimarlar Odası’nın 15 Eylül’deki basın açıklamasını bile ara ki bulasın.. Dahası, son KHK’lerle meslek odalarının bu gibi kentsel cinayetleri önceden saptayıp yetkilileri uyarması da engellenmeye çalışılıyor; ama kimsenin yine kılı kıpırdamıyor. Peki, İstanbul’un “mimar” Belediye Başkanı Kadir Topbaş ne diyor; aynen aktaralım: “Maalesef bu binalar hoş olmayan bir görüntü oluşturuyor. Konuyu takip ediyoruz. Binalara ruhsat verilirken İstanbul siluetini etkileyeceği öngörülmemiş!” (YAPIEylül 2011) Hadi diyelim ki Başkan “ruhsat vermeyin” uyarısını yapan ra T imsah Gözyaşları Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 HARB Sultanahmet’i, Ayasofya’yı.. görebiliyor musunuz? zin durumunuz rezalet. Kulelerin tarihi siluete eklemleneceği açıklandığında kısa haber bile yapmayıp; şimdi, iş işten geçtikten sonra ortalığı ayağa kaldırmak, nasıl bir gazetecilik anlayışıdır?” ekince Raporu’ndan Mimarlar Odası, “bu gibi durumlar yaşanmasın” diye önceden, projeleri denetlerken “Mimari ÇED” uygulaması yapıyor. Plan ve projeler, kente ve çevreye uygunsuz bir yapılaşmayı öngörüyorsa, mimarlıkta ve şehircilikte “duayen”lerin bulunduğu Danışma Kurulu’nca düzenlenen “çekince raporu”, belediyeyle birlikte tüm ilgililere ve basına sunuluyor. Suriçi’ne siluet darbesini vuran özensiz yükseklikteki yapılaşma için de taa 2010 Ağustos’unda düzenlediği raporunda bakın neler söyleniyor: “Bu parseller Tarihi Yarımada’yı ve surları doğrudan etkileyecek bölgededir. UNESCO ‘Alanın görsel bütünlüğü korunmalı ve yüksek yapılaşmayı önleyecek bir etkileme bölgesi tanımını getirmelidir’ dediği halde umursan SEM H POROY ‘Ç poru vakit ayırıp oku(ya)madı. Bir mimar olarak binaların oluşturacağı durumu kendi onayladığı “plan”a ve buna göre tasarlanmış “proje”ye bakarak da göremedi mi? Şunu kim bilir kaçıncı kez anımsatıyoruz; İstanbul’da ve diğer birçok kentimizde korunması gereken siluetlerden önce, asıl “imar anlayışı” değişti. Emlak rantını olabildiğince yükseltmek uğruna ne mimarlığın ne de şehirciliğin temel ilkelerine uyuluyor... “Çevreye ve şehirciliğe uymalısınız” diyen Odalar ise Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na bağlanarak susturulmak isteniyor. İmardan sorumlu yetkililerin, planları ve projeleri onaylayanların ve yatırımcıların adeta “organize suç ortaklığı”nda gerçekleşen bu gibi ayrıcalıklı yapılaşmalara engel olabilecek eldeki son yasalar ise yeni KHK’lerle tümüyle geçersiz kılınıyor. Ne dersiniz; bir yandan bu KHK’lere el ovuşturup, bir yandan da “Silueti korumak zorundayız” diyenler, timsah gözyaşları dökmüyorlar mı? UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] 1/ 628 yılında Hz. 1 Muhammed’in Kureyşliler ile yaptığı 2 antlaşma. 2/ Asya’da 3 bir ırmak... Zihin ve bedence ortaya ko 4 nan çaba. 3/ Eğmeç, 5 yay... Karışık renkli. 4/ Saflığı ser 6 semlik derecesine 7 varan kimse... Sat 8 rançta bir taş. 5/ Ertem Eğilmez’in, Ye 9 şilçam filmlerinin parodisi olan filmi. 6/ Ender, seyrek... Kavrulmuş 1 ceviz ya da bademle kara 2 meladan yapılan şekerleme. 3 7/ Sanı... Kayseri ilindeki 4 Kültepe höyüğünün bir 5 başka adı. 8/ Jimnastikte, eller üzerinde havaya yük 6 selmeye verilen ad... Mek 7 sika’ya özgü mısır ekmeği. 8 9/ Almanya ve İtalya’da 9 resim müzelerine verilen ad. 1 O F İ D İ Z M 3 4 5 D A Ş Ş E İ F MA AME M İ R E R İ A V A N İ D İ L 2 Y A L A K A 6 7 8 9 MA O AME T R İ GO A L EM T MA T E N V A N O S M N A R A 1/ Adalet... Osmanlı ordusunda ve donanmasında hafif piyade askeri. 2/ Artvin yöresine özgü, yağı çıkarılmış ayranın kaynatılmasıyla yapılan peynir... En çok, en yüksek. 3/ Yılmaz Güney’in, Fransa’da çektiği son filmi... Arap abecesinde bir harf. 4/ Ermenistan’ın başkenti... Uzaklık işareti. 5/ Doğu Karadeniz’in dağlık kesimlerinde giyilen, bacağı çorap gibi saran bir tür çizme. 6/ Berilyum elementinin simgesi... Seslerin kesintisiz olarak birbirini izlemeleri gerektiğini belirten müzik terimi. 7/ Bir işi yerine getirme... Yaratıcı insan etkinliği. 8/ Patika, keçiyolu... Baş çoban. 9/ Erden çavuşa kadar olan askerlere verilen ad... Birdenbire ortaya çıkan ruhsal darbe. YUKARIDAN AŞAĞIYA: C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle