19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 2 EK M 2011 PAZAR 2 olarak... Babıâli öldü, öldürüldü! Basın özgürlüğünü kutladık geçen gün... Sanki öyle bir şey varmış gibi! AKP büyükleri de basın özgürlüğü konusunda konuştular. Olmadık bir şey üstünde ne konuşulabilir ki! OLAYLAR VE GÖRÜŞLER Akademik Özerklik Sorunu Özerklik, devlet içinde bağımsız bir devlet değil, bilim ve düşünce özgürlüğünün hukuki güvencesidir. TÜ ve Ankara Üniversitesi 4936 sayılı kanuna göre kuruldu; ancak, özerklik kanunu, değerli bazı hocaların Ankara Üniversitesi’nden ayrılmaya zorlanarak ABD, Fransa ve Kanada’ya göç etmesini önleyemedi. Bozkurt GÜVENÇ ükümetimiz 27 Ağustos 2011 ve 601 sayılı KHK (Kanun Hükmünde Kararname) ile Türkiye Bilimler Akademisi’ni (TÜBA), Bilim ve Teknoloji Bakanlığı’na bağladı. Akademinin özerkliğine son veren bu kararname yaklaşık bir aydır medyada eleştiri ve tartışma konusu oldu. Bir Akademi heyetini kabul eden Sayın Cumhurbaşkanı, kamuoyundaki görüş ve tartışmaları yakından izlediğini ve sorunu inceleteceğini ifade ettiler. Sorun, hükümetin KHK çıkarma yetkisini kullanması değil, aldığı bu kararla kendi üyelerini ve yöneticilerini seçme hakkına sahip bulunan akademik bir kurumun bilim özerkliğini fiilen kaybetmiş olmasıdır. Babıâli’de Geçen Bir Yaşam... “Babıâli’de 50 Yıl” Gazetecilik anılarım. Bu ünlü yokuşta yaşadıklarım, gördüklerim, duyduklarım... Gerçekte 70 Yıl’ı yazmam gerekirdi. Ama bende o eski güç yok!.. Hem Babıâli de artık yok? Bir tek gazete kalmadı orda! Hepsi kentin değişik yerlerine dağıldı, kimi gökdelenlerde, kimi apartmanlarda... En son Cumhuriyet’ti Babıâli’de yaşayan, ama o da gitti... Bir konaktı, adı da Pembe Konak!.. Yunus Nadi ailesinin uzunca bir süre yaşadıkları ev. Daha önce İttihat ve Terakki Partisi’nin merkezi, Mütareke’de İngiliz haberalma bürosu... İçeri adım atmak bile bir sorundu. Kapıdaki Hasan ve Zihni efendiler genç yazarlara korku verirdi. Kolay değildi Cumhuriyet içine girebilmek! Nice yeniyetme gazeteci bu iki kapı bekçisinden çekinmişlerdir. Ben çok severdim o eski yapıyı, odamı da!.. Ne yazık ki ailesel anlaşmazlıklar yüzünden bırakıp çıktık ordan! Gittik Şişli’de bir apatmana taşındık. Ben eskiden sık sık giderdim Pembe Konak’a, yazılarımı da orda yazardım. Şimdi nerde yeni yönetim yerine gidebilmek!.. “Babıâli’de 50 Yıl” bir hikâye gibidir! Vatan ve Cumhuriyet’te geçen yazarlık yıllarım... Bir gazeteci, daha da çok bir yazar Sayılarını unuttum hapislerde yatan gazeteci arkadaşların! Yüzlerce mi yoksa!.. Ne yapmışlar, ne suç işlemişler? Gazeteci haber alır, haber verir, haberleri yorumlar, okurunu aydınlatır... Ama kimi zaman suç oluyor! AKP yönetimi altında yüzlerce gazeteci, aydın, yazar yıllardır mahkemelerde sorgulanırken, hücrelerde, koğuşlarda acılar çekerken, kalkıp da “basın özgürlüğü var” diye konuş, konuşabilirsen... “Babıâli’de 50 Yıl” Cumhuriyet Yayınları’nda yeniden çıkacak. İlhan Selçuk istemişti basın anılarımı yazmamı... Gazetemizde tefrika edilecekken Cumhuriyet’ten ayrılmak zorunda kalmıştık. “Milliyet”te çıktı bu anılar, sonra da kitap oldu. Şimdi yeniden Cumhuriyet Yayınları’nda çıktı çıkacak!.. Bilinmez “Babıâli’de 70 Yıl”ı da yazmaya kalkarım bir gün... Kim bilir!.. TEŞEKKÜR Sevgili kızım Oya Akbal’ın tedavi ve ameliyatını başarıyla gerçekleştiren Jinekolog Op. Dr. Sayın Ümit Beyatlı’ya, değerli ameliyat ve anestezi ekibine, emeği geçen tüm hemşirelere, ayrıca Anlaşmalı Kurumlar personeline; Teşekkür ederim. Oktay AKBAL H (Muhtariyet/Otonomi) İstanbul Üniversitesi özerk değildi; 1933’te çıkarılan bir reform kanunu ile MEB’ye bağlı olarak, Almanya’dan davet edilmiş çok sayıda akademisyen tarafından kurulmuştu. 1945 yılında Cumhuriyetin demokrasi hareketine paralel olarak hazırlanan “Üniversite, Fakülte Akademik özerklik ve Öğretim Üyelerinin Özerkliği” tasarısının gerekçesinde Profesör Ernst Hirsch özerkliği şöyle özetlemişti: “Devlet üniversitesini kurar, destekler ve denetler; ama işlerine karışmaz!” Denetler; çünkü üniversite, kamu kaynaklarını kullanmaktadır. Özerklik, devlet içinde bağımsız bir devlet değil, bilim ve düşünce özgürlüğünün hukuki güvencesidir. İTÜ ve Ankara Üniversitesi 4936 sayılı kanuna göre kuruldu; ancak, özerklik kanunu, değerli bazı hocaların Ankara Üniversitesi’nden ayrılmaya zorlanarak ABD, Fransa ve Kanada’ya göç etmesini önleyemedi. 27 Mayıs darbesini yapan Milli Birlik Komitesi 35’le yetinmeyip 147 öğretim üyesinin işine son verdi. Kimini çok çalıştığı, kimini yeterince çalışmadığı gerekçesiyle. Hatadan döndüler; 61 Anayasası’nda, üniversite özerkliğine yer verdiler. Rektöre geniş yetkiler tanıyan 892 sayılı Hacettepe Üniversitesi Kanunu, “özerk olmadığı” gerekçesiyle dava edildi. AYM, yasayı özerkliğe aykırı bulmadı; Hacettepe kur(t)uldu. 12 Mart darbesinden sonra çıkarılan 1750 sayılı kanun anayasaya (özerkliğe) aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edildi. 12 Eylül darbesinden sonra çıkarılan 2547 sayılı yasayla kurulan YÖK, üniversite özerkliğini tümüyle kaldırdı. Sıkıyönetim komutanları, hizmetine ihtiyaç kalmayan öğretim üyelerinin işine son verdi. YÖK Yasası 82 Anayasası’na eklendi. Devlet Başkanı Kenan Evren, rektörlerin bir köy muhtarı gibi seçilemeyeceğini söyledi; ortak bir dilekçeyle “Anayasanın ülkeye ve yükseköğretime dar geldiğini” açıklayan öğretim üyelerine disiplin cezaları verildi. Sanımca, İspanya’dan esinlenerek tasarlanan YÖK Yasası ve Sayın Profesör Dr. Doğramacı sürekli eleştirildi ama değiştirilemedi. Cumhurbaşkanlığı Danışmanı Bedrettin Demirel Paşa, AÜ Hukuk ve Eğitim fakültelerinin 12 Eylül sonrası düzenlediği bir seminerde, ABD üniversitelerinin tarihini anlatan Amerikalı Rektör’e “özerklik yasası”nı sordu. Rektör şöyle yanıtladı: “Üniversitemiz özerktir ama özel bir kanuna gerek duyulmaz; üniversitelerimiz kıyasıya eleştirilir; ama kimsenin dışarıdan müdahalesine izin verilmez!” Harvard Üniversitesi’nde görevli bazı profesörlerin işine son verilmesini isteyen Senatör McCarthy’ye (1950’ler), Rektör kısaca şu yanıtı vermiştir: “Sayın Senatör, hangi hak ve yetkiye dayanarak bizden böyle bir talepte bulunduğunuzu anlayamadık. Eğer gerekçeniz geçen yıl Deniz Kuvvetleri’nden aldığımız araştırma desteği ise, iki milyon dolarlık ekli çekimizi lütfen ABD Hazinesi’ne iletmenizi rica ederim.” Rektör Doğramacı, Hacettepe’nin tıp eğitiminde yaptığı reformu inceleyen İngiliz Kraliyet Komisyonu’nun Başkanı Sir Bryan’dan, Hacettepe sistemini nasıl bulduğunu, Maliye Bakanı Cihat Bilgehan’a anlatmasını rica etti. Soruyu “sistem” olarak değil de, bir kamu yönetimi olarak yorumlayan Sir Bryan, hayran kaldıkları başarının sırrını şöyle açıkladı: “Kurumda görevli, öğretmen ve öğrencilerde yaratıp yaşattığınız güven, inanç, sorumluluk ortamında, insanlar her sistemi çalıştırır da; lütfen dikkat buyurur musunuz, Sayın Rektör, bu güven, herhangi bir nedenle sarsılır ve yıkılırsa hiçbir sistem onları aynı verimle çalıştıramaz.” Kuşkusuz, Harvard kadar varlıklı kurumların “özerklik” güvencesine ihtiyacı yoktur. YÖK kurulduktan sonra, Profesör Dr. Doğramacı’ya yöneltilen eleştiriler, Sir Bryan’ın yorumlarında belki de çok yanılmamış olabileceğini düşündürüyor. Yeni anayasa yapılırken akademik özerkliğin hatırlanması umut ve dileği ile. * Bkz. Güvenç, B. Anılardan Sayfalar. Türk İş Kültür 2006; “Türkiye’de Üniversite Anlayışının Gelişmesi II: 19612007”, TÜBA, 2009: 1554. Mevsimlerden Hüzün... Göçmen kuşlar geçiyor başımın üzerinden... Artık mevsim güz... Güz hüzün zamanıdır... Canım sıkılır kuşların gidişine... “Durun nereye, nereye” diye... Peşlerinden bağırarak koşasım gelir... Mevsim güz... Gölgeler döndü... Güneşin eski sıcaklığı yok... Ayrılık günleridir... Hüzün taşır gibi beyaz bulutlar dolanıyor başımın üzerinde... “Durun durun, aceleniz ne” diye... Kollarımı açıp bulutları tutasım gelir... Artık sesleri gelmiyor, birbirlerinden uzak durarak ve bağırarak konuşan komşu bostandaki köylülerin... Bağları bozdular... Dalında unutulmuş tek tük üzüm taneleri... Yaşlı saçlar gibi asmalar... Yazlıkçılar kepenkleri kapatıp gittiler... Bahçelerde gözden çıkarılmış birkaç eski sandalye, bir plastik masa... Kapının açılmasını boşuna bekleyen aç kalmış tekir... Benim en çok dalından kopup düşen şu yapraklara canım sıkılır... “Durun şurada” diye... Toplayıp toplayıp dallarına koyasım gelir... Hüzündür güz... Güneş topraktan, kum sıcaktan, buğday başaktan, kuşlar yuvadan, gül yaprağından, yeşil sarıdan, yaz aşklarından eller ayrılır... Terminallerde sarılıp sarılıp gidenler var... Bir kız yüzünü duvara dönmüş, ağladığından utanır.. Ama bugünler ayrılık zamanıdır... Bu mevsimde daha çabuk ağlıyor insan... Bahaneye bakar gözpınarları... Durup dururken bahar yağmurunun ilk iki damlası... Yaş gözden ayrılır... Güz hüzün mevsimidir... Bu ayrılıklar bana göre değil... Elimde beyaz mendil... Peşlerinden koşup “ağlamayın...” diye diye... Tüm ıslak gözleri silesim gelir.. Anılar, örnek ve öneriler* C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle