18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 2 EK M 2011 PAZAR [email protected] 16 KÜLTÜR Hatice Aslan ve Görkem Yeltan Altın Koza’nın ‘En İyi Kadın Oyuncu’ ödülünü paylaştı ki kadın bir ödül... ın Oyuncu” ödülünü Bu yıl Adana Altın Koza’da “En yi Kadn canlandırdıkları paylaşan Hatice Aslan ve Görkem Yelta nde yer kanlı canlı karakterlerle rol aldıkları filmin merkezi likli kadın alıyorlardı. Merkeze erkeği alan sinemamızda, nite bir mucize oyuncu performanslarına denk gelmek, resmen o gibi… Mustafa Nuri’nin “Vücut” filminde bir porn ğlu”nun oyuncusunu canlandıran Aslan ve “Cemil Ağacıko “Eylül”ünde hasta bir kadına hayat veren Yeltan’ın Çünkü festivalden ödülle döneceğini kestirmek zor değildi. ve doğrusu hayat verdikleri karakterlerle öne çıkan onlardı inde rol alan rakipsizdiler. Her ikisi de yönetmenlerin ilk film Aslan ve Yeltan sinema serüvenlerini anlatıyor... İnsanları Kandırabilirsiniz, Ama Doğayı Asla! İnsanları kandırmak kolay… Hele hele zulme uğrayan, haksızlıklara göğüs geren, baskıdan, kavgadan, katliamdan bunalan toplumlarda, “güzel günler göreceğiz” umuduyla, bu umudu yalanlarla besleyerek kandırmak çok kolay… Hele hele belleksiz toplumları, bilime değil imana tapan toplumları kandırmak daha da kolay… Örneğin bir gün kendinizi “Avrupa Birliği fatihi” diye kitlelere alkışlatabilir, ülkenizi Avrupa Birliği’ne soktuğunuzu ilan edebilir, ertesi gün zaten AB’ye girmek istemediğinizi açıklayabilirsiniz. Örneğin “komşularla sıfır sorun” deyip, bir zamanlar dost olduğunuz Suriye’yle karşılıklı yaptırımlar uygulayabilir; hâlâ en önemli askeri anlaşmaları sürdürdüğünüz İsrail’le kanlı bıçaklı görüntüsü verebilir, din kardeşi diye bağrınıza bastığınız İran tehdidine karşı, topraklarınızı füze kalkanına açabilir; en zor anında Yunanistan’ı tehdit edip, kahramanlık taslayabilirsiniz… Bunları yaptığınız için daha çok, daha çok alkış alırsınız… İnsanı kandırmak kolay ne de olsa: “Kahrolsun emperyalizm” deyip, ABD’nin koynuna girebilirsiniz… “12 Eylül’ün hesabını sormak için referandum” ilan edip; bu vaadi unutur; referandumu başka amaçlara alet edebilirsiniz… BM’de “kaba kuvvet yerine uluslararası hak ve adaleti; çatışma yerine barışı; çıkarlar yerine insanlık vicdanını” savunur, kendi ülkenizde tam tersini uygulayabilirsiniz… İnsan bu… Kolay kanar… Her anlamda kanar… Kandırıldığı için kanar… İçin için kanar… Canı yanar, kanar… İşte o nedenle, her yer kan, her yer kan, her yer kan! İnsanı kandırmak kolay ama doğayı kandıramazsınız! Doğa yasasıdır. Akarsular, dereler doğar ve denize akar. Siz istediğiniz kadar bu akışı tersine çevirmeye çalışın, yapamazsınız. Bir akarsuya “Sen denizden dağın doruğuna akacaksın” deseniz de akmaz. Padişah bile olsanız, buyruğunuzu yerine getirmez! Onu ceza ve baskıyla korkutamazsınız, tehdit edemezsiniz! Onu vaatlerle de kandıramazsınız! Söz dinlemez! Sakın, sakın Rize’de yaşananlara kimse doğal afet demesin! Değil çünkü! Ah ne çok, ne çok dolaştım Doğu Karadeniz Bölgesi’nde... Ne çok tanık oldum Karadeniz sahil yolu yapımı sırasındaki kavgalara! Daha yapım aşamasındayken süren tartışmalara… Mesut Yılmaz’ın başlattığı; Tayyip Erdoğan’ın 2007’de bitirdiği Karadeniz sahil yolu… O yol ki, dağla deniz arasında adeta bir set oluşturur… O set dağdan inen suların denize ulaşmasını önler… O yol ki, daha tamamlanmadan, daha yapılırken çökmeye başlamıştı… (Oradaydım, gördüm, biliyorum.) O yol ki, dağ ile deniz arasına sıkışmış, insanların korkulu rüyası oldu. Yıllar boyu, sorgulayanlar, itiraz edenler cezalandırıldı; yaşanan felakete neden olanlar ya da bu sel baskınından sorumlu olanlar değil! Ve dere yataklarına yapılan kamu yapıları… 2004 yılından beri Rize Belediye Başkanı Bakırcı’nın, ancak yaşanan felaketten sonra, yanlışları görüp sorgulaması… Biraz değil, çoook geç kalmadınız mı? Sorumluların bulunmasını ve cezalandırılmasını boşuna beklemeyin… Nasılsa bir dahaki “doğal afete” dek bunu da unuturuz… İnsanlar çabuk kanar! Ve hâlâ yanlışta ısrar edilmesi ve Karadeniz sahil yolunun Hopa’ya uzatılma tasarısı… İnsanları kandırmak kolay. Ama doğayı…. Bu yazıyı yazarken henüz Avrupa Kadınlar Voleybol Şampiyonası’nda yarı final maçı oynanmamıştı. Avrupa Şampiyonu İtalya’yı, Dünya Şampiyonu Rusya’yı yenen muhteşem takımımız, Sırbistan karşılaşmasında kazansın ya da kaybetsin, ben takımın tüm elemanlarını kutluyor ve kucaklıyorum. Bize yaşattıkları sevinç, neşe, umut ve heyecan için teşekkür ediyorum. ‘Üçüncü filmim çok ‘Yönetmenle aynı dili konuşmak önemli’ daha deli olacak’ ALPER TURGUT Aslan, “Vücut’un yönetmeni Mustafa Nuri ile Görkem Yeltan Fotoğraf: VEDAT ARIK “Vücut” filmine nasıl dahil oldunuz? Mustafa Nuri’nin ezber bozan bir tarzı ve farklı bir sinema anlayışı var. Kadın oyunculara pek fırsat verilmemesi, canlandırdığım Leyla karakterinin hikâyesi ve filmde her karakterin derin işlenmesi ilgimi çekti. Sonuçta biz oyuncular insanı inceliyoruz, insanların bu kadar güzel ayrıntılarla önümüze sunulması sık rastladığımız bir şey değil. Geriye sadece oynamak kalıyor. Size “Üç Maymun”dan bu yana “cesur oyuncu” deniliyor. Ne düşünüyorsunuz bu tanımlama hakkında? Filmdeki karakterin, bir porno oyuncusu olması, elbette herkese ilginç geliyor. Ama bana göre ortada cesaret isteyen bir durum yok, biz oyuncuyuz ve her şey sinema dilinde anlatılıyor. Bir doktor, nasıl ben böbrek ameliyatına girerim ama yumurtalık ameliyatına girmem, diyemiyorsa oyuncu da roller üzerinden böyle bir ayrım yapmaz. Sev diğim her karakteri canlandırmaya devam edeceğim elbette. Yine de bu ülkede kadın oyuncu olmak zor ve cinsellik bir tabu hâlâ… Ne yazık ki bunun bir bedeli oluyor ve oyuncu bu durumla sadece Türkiye’de karşılaşmıyor. Düşünsenize göğüs hâlâ büyük bir tabu, çarşafa dolanarak oturuyoruz filmlerde. Bu filmde de çıplaklık var, hatta daha fazlası da olabilirdi ama “Üç Maymun”dan sonra bir sınır koyma ihtiyacı duydum maalesef. Eski bir porno oyuncusunu canlandırmak… Bu role nasıl hazırlanır ki bir oyuncu? Oyunculuk malzeme toplamak üzerine kurulu. Sürekli malzeme topluyorum, biriktiriyorum. Sonra empati kuruyorum, düşünüyorum ve ardından bunu özümsüyorum. Bir anlamda senaryonun içinde yürüyorum. Dışarıdan bir tipi alıp onu örneklemiyorum. Karakterim Leyla’nın dünyasından çıkmaya çalıştım. Beyazperdede kendinizi görünce nasıl bir hesaplaşma yaşıyorsunuz? “Vücut”u izlerken bazı yerlerde Leyla’yı, bazı yerlerde de Hatice’yi gördüm ve tabii ki Hatice’yi gördüğüm zaman rahatsız oldum, bu “Üç Maymun”da da vardı. Bu, oyuncunun çoğu zaman yakalandığı, “Ah keşke” dediği, “Şunu yapsaydım” diye hayıflandığı durumlar. Oyunculuk, acılı, sancılı bir iş. Sinema denen şey de ne tiyatroya ne diziye benziyor. Sinemayı daha yeni tanımaya başladım. Üçüncü filmim, çok deli bir şey olacak, buna inanıyorum. Oynadığınız çoğu filmle festivallerde yarışıyorsunuz, belli ki proje seçiminizde bir farklılık var, projeleri nasıl değerlendiriyorsunuz? Kendi seçimim mi çok bilmiyorum ama biraz okuduğumu anlayabilmemle biraz da bana uygunluğuna, kafa yormamla ilgili olabilir. Yönetmen işin ana damarı onu seçebilmek ya da onun tarafından seçilmek daha da önemlisi. Bir taraftan da biraz şans da var işin içinde. Bir de yönetmenle aynı dili konuşuyorsanız güzel bir çizgide ilerleyebiliyorsunuz. Benim için de böyle oldu; biraz şans, biraz aynı dili konuşabilmek. Cemil Ağacıkoğlu’nun filmine nasıl dahil oldunuz peki? Cemil Ağacıkoğlu, senaryoyu beni ve Turgay Aydın’ı düşünerek yazmış. “Eylül”ün senaryosunu yavaş yavaş okumaya başladım. İnsan bir şeyi seviyorsa zaten yavaş yavaş alıyor içine. Aslı içe dönük, yalnız ve üstelik hasta bir kadın. Rolü nasıl şekillendirdiniz? Zaten film de kişilerin yalnızlıklarını anlatıyor. Yalnızlardan biri de Aslı karakteri. Hastalığıyla uğraşmak onu daha da yalnızlığa itiyor. Hastalığı gerçek bir hastalık ve hastalığın içinde de gerçek bir yalnızlık var. Yazarlık deneyiminiz de var, sinemada senaryo ve kamera arkasıyla ilgili düşünceleriniz neler? Senaryo çalışmayı da yazmayı da seviyorum. Böylece ister istemez kamera arkasında da bulunmuş oluyorum. Ama sinema yönetmenin işi, onun dünyası ve biz de onun çevresindeki etkenleriz. O noktada yönetmenin kurduğu hayale, onun oluşturduğu dünyaya katkıda bulunmaya çalışıyoruz. ‘Benim şu rolü oynamam gerekiyor’, ‘Bu rolde performans sergilemek istiyorum’ dediğin bir rol var mı? Eğer bileşenler birbiriyle uyuşuyorsa her rolde oynamak ister bir oyuncu. Cemil Ağacıkoğlu bu filmde beni çok çalıştırdı, filmin beni en heyecanlandıran kısmı da bu. Keşke her filmde böyle bir şansımız olsa. Yine de hangi rolü oynamak istiyorsun derseniz, benim oluşturduğum bir hayal dünyası içinde beni etkileyen bir rolde oynamak isterim. Bon Mod ‘Idolize Yourself’ (Topkapı Müzik) Eğer albümün kapağını ilk kez müzik mağazasında gördüyseniz, rafının yanlış olduğunu düşünebilirsiniz, ama doğru. “Idolize Yourself” albümünün sahibi Bon Mod, şarkıcı Aslı Köse Hoşgör ve Doruk Öztürkcan’tan oluşan yerli bir ikili. Elektronik müzik camiası Doruk’a, daha önce yaptığı “Supermatik & Randoman Undesigning” adlı minimal dans albümü ile aşina. Aslı ise klasik müzik eğitimi almış bir elektronik müzik gönüllüsü. Bon Mod ilk olarak “Chocolate Cheesecake” adında bir kısaçalar yayımladı; bu çalışma ilk albümün habercisi gibiydi. “Idolize Yoursel” ise, seksenlerin elektrosundan, diskosundan günümüzün elektroclash’ine uzanan enerjik bir dans albümü. Bon Mod’un anadili İngilizce, sound’ları da [email protected] www.zulalkalkandelen.com C MY B C MY B Türkçe sözlere Fransız. Eğer iki remiksi saymazsak 11 şarkı var “Idolize Yourself” albümünde; bunların dokuzu İngilizce, ikisi Türkçe. Buradan da anlaşılıyor ki, Bon Mod için öncelikli hedef yurtdışı. İsimleri “iyi ruh hali” anlamına geliyor. Besteler birinin sözleri hariç ikiliye ait; albümdeki tek cover, Bloc Party’nin “Banquet”i. Onlarda yukarıda sayılan tarzlara mensup isimlerden pek çok esin bulabilirsiniz; vokallerinden bazen Peaches, Chicks On Speed, Roland Keyboard temelli sound’unda Yeah Yeah Yeahs, The Ting Tings çizgileri derinden duyuluyor. Yerellikten haber veren, köklerine dair fikir veren tek şarkı “Stanbul”. Pek çoğumuz Bon Mod için “bu müziğin iyileri varken neden taklitlerini dinleyeyim” diyebilir ya da aşırı özenti ve snop bulabilir. Yine de bir şans verin… Brett Anderson ‘Black Rainbows’ (BA Songs / EMI) 1990’lı yılların en başarılı alternatif rock gruplarından Suede’in vokalisti Brett Anderson, grubun 20032010 arasında yaşadığı 7 yıllık ayrılık dönemine üç solo albüm sığdırdı. Geçen yıl Suede’in yeniden bir araya gelip turneye çıkması, Brett Anderson’ın solo çalışmalarının biteceği anlamına gelmiyor elbette. 2009 tarihli 3. albümü “Slow Attack”ı yayımladıktan kısa bir süre sonra yenisi üzerinde çalışmaya başlamıştı bile. Suede turnesi biter bitmez de “Black Rainbows” adlı albümüyle hayranlarını sevindirdi. “Black Rainbows”, Anderson’ın sesinin sahip olduğu avantajı iyi kullanabildiği bir albüm. Karanlık ve dramatik ama aynı zamanda enerjik bir sound yakalamak kolay değil. Bu albüm, bu hedefe daha çok yaklaşmış. Şarkı sözleri yine umutsuz aşk, önlenemez nefret, kıskançlık ve insan ilişkilerine dair şaşırtıcı ayrıntılarla bezenmiş. Küllük gibi gözler, sonbahar gibi saçlar, yanan döşekler, antiseptik gökyüzü gibi ilginç metaforlar kullanmış Anderson. Albüme glam rock dramasından esintiler de yansımış, zaman zaman popvari bir sound da. Bu albümde Suede hitleri “Trash” ya da “Beautiful Ones” gibi şarkılar arıyorsanız hayal kırıklığı yaşarsınız. Albümde akılda kalıcı melodileriyle “Brittle Heart”, “Unsung”, “Tin Men Dancing” gibi iyi şarkılar var ama bunların yanı sıra bazı zayıf yanlar da dikkatten kaçmıyor. Düzenlemeler ve enstrümantasyon açısından daha parlak bir çalışma yapılabilir ve daha zengin bir sound elde edilebilirdi.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle