18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHUR YET 15 OCAK 2011 CUMARTES 2 YERLİ yersiz “Devlet hukuk devletidir, hukuk herkese lazım” türü iri laflar ettikten sonra, görev yüküyle ister istemez yavaşlayan ve ezik duruma düşen bir hukuk sistemine daha da yüklenmek ve işleyişini büsbütün çıkmaza sokacak yeni adımlar atmak akıl kârı mıdır? En son örnek, Anayasa Mahkemesi’nin çalışma usullerini ve bir bakıma yetkilerini saptamak için ayrıntılı bir yasama girişiminin başlatılmasıdır. O konularda anayasa maddeleriyle açıkça belirlenmiş kurallar dışında yeni yasa hükümleri getirilmesi ve ayrıntılı çalışma yöntemlerini düzenlemeyi Yüksek Mahkeme’ye bırakma yerine bu işe Meclis çoğunluğunun el atması zaten başlı başına tartışmalı bir tutum. Ama şimdi bir başka şey daha yapılmak isteniyor ki, o bütün sistemi yıkabilecek çok önemli bir yanlış olacak. Yasa koyucuların, ki aralarında küçümsenmeyecek sayıda hukukçu var, nasıl olup böyle bir adım atma cüreti bulabilmiş olmasına şaşıyor insan. Neymiş, yüksek yargı mercilerinin, yani Yargıtay’la Danıştay ve şimdilik adları söylenmeyen başka yüksek yargı OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Hukukta Savrulma kurumlarının kararlarına karşı da Anayasa Mahkemesi’ne başvurulabilmeliymiş. unun yeni bir temyiz basamağı daha yaratmaktan başka bir anlamı olmadığını görmek için hukukçu olmaya bile gerek yok. Anayasa Mahkemesi’nin birkaç görevinden biri ve herhalde en önemlisi yasaların anayasaya uygunluğunu denetlemektir. Bunu başka yüksek mahkemelerin kararlarını da denetleme yönünde yaymak, hem Anayasa Mahkemesi’ne büyük yük yükleyecek, hem de bütün sistemi derinden sarsacaktır. Hatta böyle bir başvuru daha önceki mahkemelerde esas alınan yasaların anayasaya aykırı oluşları gibi bir iddiayla sınırlandırılmış olsa da... Sistem, şimdiki durumda bile böyle bir iddiayı yargılamanın başlangıç ya da temyiz aşamalarında ileri sürmeye ve B mahkemelerce ciddi bulunduğunda Anayasa Mahkemesi önüne getirmeye olanak tanımaktadır. Böyle bir süzgeç olmadan bireysel başvuru hakkını rastgele genişletmenin “anayasa”dan söz etmeye fazla yatkın bir toplumda ne gibi heveslere yol açacağını tahmin etmek zor değildir. Yoksa, girişim adli ve idari yüksek yargıya hiç güvenmeyişin ya da yeni takviye edilmiş Anayasa Mahkemesi’ne aşırı güvenişin belirtisi midir bu? yle anlaşılıyor ki, geniş kapsamlı ve hukuk çevrelerinden yaygın katılımlı ciddi bir hukuk reformu yerine apar topar bulunmuş yasa değişiklikleriyle ve rastgele kararlarla, üstelik çoğu zaman AB mevzuatına uyma bahanesiyle, Türk hukuk ve yargı sisteminin reformdan geçirilmişe benzetilmesine çalışılacak. Oradan oraya sarsıla sarsıla. Sonuç, bu tutum ve bu gidişle, sadece “benzetmek” de olabilir. Evet, hukuk herkese lazımdır; ama zaman zaman değil ve daha da önemlisi, bazen birilerine bazen da başka birilerine lazım olmamak koşuluyla. Genç Olmanın Ölçüsü… Nusret ERTÜRK Eğitimci ir kişinin genç olup olmadığını öğrenmek ister misiniz? Ona, son bir hafta içinde neler yaptığını sorunuz. Ne okuduğunu, ne izlediğini, gelecekle ilgili düşüncelerini… Olumlu yanıt alıyorsanız, o kesin gençtir. Size yanıt verme gereği bile duymuyorsa, o gençliğini çoktan yitirmiştir. TEMA’nın onursal başkanı Hayrettin Karaca’yı örnek bir genç olarak, saygıyla selamlıyorum. Atatürk boşuna dememiş; “Yirmi yaşındaki yobaz ihtiyar, yetmiş yaşındaki idealist ise zinde bir gençtir.” İsmet İnönü, 1954’te 70 yaşındadır. Evde viyolonsel dersi almaya başlar. Annesi söylenir: “Oğlum, bu yaştan sonra öğ ONUNCU KÖY BEKİR COŞKUN B Ö [email protected] renip de ne yapacaksın?” İsmet Paşa öyle düşünmüyor; “Anne, benim geleceğim var, geleceğim!” yanıtını verir. İnsanın yapacağı bir şeyler varsa, yaşlılığı göze çarpmazmış. Sümerolog Muazzez İlmiye Çığ, 1914 doğumludur. TEMA’nın onursal başkanı Hayrettin Karaca ise 1922’li. İkisi, bir televizyon kanalında ‘Giderayak’ adıyla tatlı mı tatlı bir program yapıyorlar. Ayrıca il il gezip söyleşilere katılıyorlar. Onlara, yaşlı demek insanın aklından geçiyor mu? Ellisinde, ‘Yaşlandım!’ deyip, köşesine çekilip ölümü bekleyenleri görmüşsünüzdür! Ne acı…Yüreğiyle, yaptıklarıyla genç olanlara selam olsun. Geleceği olan gençtir. Gençler gelecektir. Kazanacağız... Ergeç… Ve mutlaka biz kazanacağız… Çünkü bizim şarkılarımız var; şarkılarımız çaldığında “Kırmızı gülün alı”, “Denizlerin kumu” oluruz… “Ağrı Dağı’nın eteğinde uçan güvercin”, “İstanbul sokakları”nda sızlanırız… Olmadı “Akşamın olduğu yerde” bekleriz, “Sarı gelin”imiz var bizim… Hasret duyarız: “Özledim teninin kokusunu özledim.” Olmadı usta… Bir çığlık atarız ki: “Görecek günler var daha…” Kadınlarımız var… Asla arkadan gelmezler, yanımızda yürürler ellerini tutmamız için… Düşecek olursak tutup da kolumuzdan kaldırsınlar diye bizi kadınlarımız… Yürekleri mangal gibi… Birer sıcak yurt gibidir dizleri, nefesleri okurüfler yüzümüze, başımızı omuzlarına yaslarız… Arkadan yürümez bizim kadınlarımız… Ergeç biz kazanacağız… Çünkü bizim dans eden çocuklarımız var… Biz, onlara ışığa doğru yürümeyi öğrettik… Okul bahçelerinde, erkekkız el ele ve aydınlara doğru koşacaktır çocuklarımız… Onların sesi az geldiğinde… Biz bağıracağız… Teslimiyet, biat, kadercilik bize göre değil hafız… İlim, bilim, mantık, fikir isteriz… Tanrı’nın tutup da nimetlerini, şu düzenbazların eliyle bize göndermeyeceğini bilecek kadar aklımız var… Karanlığı sevmeyiz biz… Çöktüğünde üzerimize zindan karası, belki biraz bocalarız ama… Marşımız var bağıracağız: “Güneş ufuktan şimdi doğar…” Eğer; hak haksızlıktan yüce, sevgi nefretten üstün, aydınlık karanlıktan güçlüyse… Çaresi yok usta… Biz kazanacağız… [email protected] C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle