18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 OCAK 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 birbirine gibi görünen, hatta birbirlerine İdeolojik anlamdadüşman karşıt savaşacak kadar totaliter rejimlerin üzerinde uzlaştıkları tek kural, özgür sanat nefretidir. İster sağda olsun ister solda, ister dinci olsun ister dinsiz, bu rejimlerin ortak ölçüsü özgür sanat nefreti sayılır ve “totalitarizm”i tanımlamaya yarar. Başka bir deyişle, Nazi Almanya’dan Faşist İtalya’ya, Frankist İspanya’dan Talibancı Afganistan’a ya da Güney Amerika’nın militarist diktatörlüklerinden İran’daki İslami şeriata, tüm baskı ve zulüm iktidarları, istisnasız, aynı sanat biçiminin düşmanıdırlar. Dikkat ederseniz, sanat düşmanıdırlar demiyorum. Özgür sanat düşmanıdırlar, diyorum. Özgür sanat nedir derseniz, herhangi bir ideolojiye hizmet, yerleşik kurallara itaat etmeyen, alışılmışı sarsan, denenmişi sorgulayan ve yenilik arayan sanat, derim. Geleceğe, bilinmeze dönük her yenilik gibi kalıcı ya da geçiciliğine zamanın karar vereceği riskler taşır. Yeniliği aramak, sonucu ister tutsun ister tutmasın, ileriye bir atılımdır. Dolayısıyla özgür sanatı, “ilerici” nitelemek, sanırım yanlış sayılmaz. İşte özgür sanat, ilerici olduğu içindir ki totaliter rejimlerde yasaklanır, yakılır, yıkılır; ama uyandırdığı tepki şiddeti, rejimin baskıcılığını ihbar ettiği gibi, gericiliğini de gösterir! AKP’nin önce belediyeleri, ardından hükümetiyle genişlettiği iktidar sürecinde, özgür sanata RÖVEŞATA Sanatta Kaptan, Temizlik Toptan MİNE G. KIRIKKANAT karşı beslenen nefret ve güdülen düşmanlık, Türkiye’nin nasıl bir rejime sürüklendiğini bütün göstergelerden üstün bir kanıtı, çünkü hem gericiliğin, hem de totalitarizmin birebir tanımıdır. Türkiye’deki baskı rejimi, sanattan önce ifade özgürlüğünü, basın ve yaşam biçimi özgürlüğünü, tüm demokratik özgürlükleri kısıtladı. Zaten kısıtla uslanmayanı da dışarda dayak, içerde “tutuklulukla” cezalandırdı. Tüm göstergelere rağmen, kimileri tarafından, utanmazca, arsızca, cahilce “demokrasi” diye savunuldu. Ama özgür sanatın geneline olan nefretin ötesinde, özelinde Mehmet Aksoy’un sanatına yönelik saldırılar, artık “demokrasi” diye yutturulmasını olanaksız kılıyor, rejimin de adını koyuyor. Neden bir başkası değil de Mehmet Aksoy’un sanatına yapılan saldırılar katalizör oldu, gerçeğin apaçık ortaya çıkmasında? Çünkü demokrasinin bir tanımı var ve bu tanıma örnek oluşturan bir ülkede, Almanya’da çağdaş heykel sanatının en değerli yaratıcılarından biri sayılan Mehmet Aksoy’un yapıtlarına yurttaşı iktidarın reva gördüğü yıkıcı nefret, Türkiye’nin demokrasi olmadığını da kanıtladı. Çünkü bir zamanlar Almanya’daki bir iktidar da özgür sanata, bugün Türkiye’deki AKP iktidarının gösterdiği tepkiyi gösteriyor, aynı nefreti besliyordu. “Otları mavi renge boyayan bir ressam yalancıdır” diyenlerin önderliğindeki Almanya’da, özgür sanat “dejenere sanat” ilan edildi. Bugün dünyanın en değer verdiği eserler, akıl hastalarının ve çocukların karalamalarıyla yan yana sergilenerek “halka zararlı beyinlerin” ürünü olduklarına inandırıldı. 16 bin sanat eseri yaktırıldı, yıktırıldı, o devirde bile çok para eden bazıları da sattırıldı... 1994 yılında Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek, sanatçı Mehmet Aksoy’un Altınpark’taki “Periler Ülkesinde” adlı heykeli için, “Böyle sanatın içine tüküreyim, ahlaksızlığın adını sanat koymuşlar” demişti. 2011 yılında Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, aynı sanatçının Kars’taki İnsanlık Anıtı’na “ucube” ve “yıkıla...” dedi. O dönemin önderleri özgür sanat hakkında “dejenere” sözünü kullanmışlardı. “Dejenere” edebiyat ürünleri meydanlarda yakılmaya başlandı. Onlara göre Picasso, Van Gogh, Gauguin gibi sanatçıların yok edilen eserleri de “Alman ırkının ahlakını bozan dejenere sanat ürünleri”ydi. Dejenere, soysuzlaşmış, yozlaşmış demektir. Ucube de biçimsizleşmiş... Biçimsizi yıkmaktan soysuzu yakmaya, ha gayret, toptan temizliğe pek bir şey kalmadı. “Sanat, zorlukla başlar.” ANDRE GIDE PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU ‘Muhteşem Yüzyıl’ Mann’ın “Mefisto” romanı, 1920’li yıllarda Klausbir sanatçının zamanın başarılı koşullarına sıradışı “uyum” yeteneğini anlatır. Gençliğinde radikal solcu sanatçı, zirvede kalabilmek için Nazilerin istediği gibi davranır. Sonra Nazi propagandasının bir parçasına dönüşür, en sonunda da “sahibinin sesi” olup çıkar. Muhalif meslektaşlarını kurtarmak için işbirliği yaptığına inanmaktadır. Ancak varlığını aslında kendi mesleki başarısına, dolayısıyla velinimeti Propaganda Bakanı Goebbels’in özgür sanata karşı korkunç yaptırımlarını savunmaya adamıştır. Solcu geçmişini önce gizler, sonra inkâr eder. O kadar içtenlikle inkâr eder ki, sonunda kendisi de “solcu geçmişi olmadığına” inanır. Yeter ki zirvede, iktidarın ışıkları altında kalsın... Türkiye’de kültür bakanı olmak için her şeyden önce kültürsüz olmak gerekiyor. Dolayısıyla Ertuğrul Günay’ın bırakın okumayı, “Mefisto” diye bir romanın varlığından bile haberi olmadığına kalıbımı basarım. Oysa.. okusa çok şaşırır ve ruh ikiziyle tanışırdı. Tabii kendisinden daha kültürlü ruh ikiziyle. N O K T A S I Osmanlı’nın “muhteşem yüzyılı” dendiğinde ilk akla gelen hiç kuşku yok ki babası Yavuz Sultan Selim’in ölümü üzerine 1520 yılında tahta çıkan ve Osmanlı Devleti’ni tam 46 yıl yöneten Kanuni Sultan Süleyman’dır. (27 Nisan 1495 – 6 Eylül 1566). Son günlerde İslamcıOsmanlıcı köşe yazarlarının öfke ve nefret kustukları, tarihçilerin ekranlarda söylemediklerini bırakmadıkları, kışkırtılmış kalabalıkların mehteran imitasyonlarını da yanlarına katarak sokaklara dökülüp afişlerini yırttıkları aynı başlıklı televizyon dizisi de Batılıların deyişiyle Muhteşem Süleyman’ı konu ediyor. İslamcıOsmanlıcılarda Osman Gazi’den Vahdettin’e kadar Osmanlı’nın her yaptığını kutsamak gibi bir gelenek var ya, önlerine kutsallarına aykırı bir şeyler çıktığında/çıkarıldığında deliye dönüyorlar, şirazeden çıkıyorlar. Örneğin, şarap içen bir padişah bunların akıllarını darmadağın, bildiklerini ters yüz ediyor; Müslüman bir padişahın şarap içemeyeceğini bellemişler bir kere, aksini düşünemiyorlar. Oysa birçok Osmanlı padişahının bizim bağnaz Osmanlıcılarımızın tersine mey erbabı oldukları biliniyor. Bir de padişahların “harem hayatı”na takmışlar, insanları inandıracaklarını gözleri kesse, “Yok, yahu, harem marem diye bir şey yoktu Osmanlı’da!” diyecekler, ama diyemiyorlar. Harem’in Osmanlı padişahlarının saraydaki “evi” olduğunu, poligaminin/çokeşliliğin o dönemlerde salt Osmanlı Sarayı’nda değil, dünyanın birçok yerinde kabul edilen bir ilişki biçimi olduğunu bilmezden, görmezden geliyorlar. Dizinin ilk bölümündeki harem sahneleri bunların tepelerinin tasını attırmış. Görüntülerden “rencide” olmuşlar, izledikleri hareketli fotoğrafları akıllarındaki, görmek istedikleri “kudretli cihan hükümdarı”na yakıştıramıyorlar, padişahın annesi, eşleri, çocukları ve cariyeleriyle aynı çatı altında yaşamış olmasını içlerine sindiremiyorlar. Ne var ki gerçekler afiş yırtmakla, TV binalarının önünde bağırıp çağırmakla değişmiyor. Gönüllerinden geçen, Kanuni’nin ilk çocuğu Şehzade Mustafa’nın annesi Mahidevran Sultan ile mutlu bir aile fotoğrafı vermesi; fakat olmuyor, padişah daha sonra Hürrem Haseki Sultan olarak anılacak, çocukları Şehzade Mehmet’i, Cihangir’i, Mihrimah Sultan’ı, Sultan II. Selim’i dünyaya getirecek ve inançlı bir Hıristiyan olan Rus/Ukraynalı cariye Aleksandra Lisowska’ya âşık oluyor. Bununla kalsa yine iyi, cariyesi Gülfem Hatun Şehzade Murad’ı, FulDâne Hatun da Şehzade Mahmud’u doğuruyor. Dört kadın Kanuni’den anne oluyor, bir de olmayan/olamayanlar var. Demek ki Sultan Süleyman şehvetli mizaca sahip bir padişah. Osmanlıcılar öfkelerinden tepinseler de, saçlarını başlarını yolsalar da eski tarih yeniden yazılamıyor. Kanuni Sultan Süleyman 6.557.000 kilometrekare devraldığı Osmanlı Devleti’ni kırk altı yılda üç kıtada 14.893.000 kilometrekareye ulaştırmış, onca zafer kazanmış büyük bir padişah. Aynı zamanda yazdığı 2 bin 779 gazelle divan edebiyatında gazel rekoru kırmış önemli bir şair. Onun zamanında yetişen Mimar Sinan, Piri Reis, Seydi Ali Reis, Matrakçı Nasuh gibi mimarlar, coğrafyacılar, ressamlar; Piri Paşa, Sokullu, Barbaros gibi devlet adamları, denizciler dururken onun yatak odası öyküleriyle zaman tüketmek her şeyden önce bu büyük tarihsel kişiliğe saygısızlık değil midir? Ben dizinin ilk bölümünü beğendim. Yalnız bir mutfak sahnesinde tavandan aşağıya sarkan bir ipe dizilmiş kurutulmuş sebze hevengi gözüme çarptı, ne olduklarını seçemedim, eğer domates ya da patlıcan ise bu bana pek doğru gelmedi, çünkü 1520’lerde bu iki sebze de yiyecek olarak bilinmiyordu. Bir de Kanuni’nin Venedik Elçisi’ne sorduğu bir soruda geçen “olası FransuaŞarlken savaşı” sözcükleri kulağımı tırmaladı. Her iki ad da Fransızca olduğundan izleyenlerde Fransızlar arası bir savaş izlenimini doğuruyor. Ben olsam Fransa Kıralı I. François (1494 1547) ile Alman İmparatoru V. Karl derdim. Bu arada yeri gelmişken Kutsal Roma İmparatoru unvanını taşıyan V. Karl’ın aynı zamanda İspanya ve BelçikaHollanda kralı olduğunu not olarak düşeyim. [email protected] www.minekirikkanat.com ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Sönmez Targan Uyarıyor: ABD’nin Mıntıka Temizliği “Durumdan vazife çıkartmak” hiç kuşkusuz “68 Kuşağı”nı en iyi anlatan deyimdi… Çünkü, hem ulusal bağımsızlığı tehdit eden “durum” iç açıcı değildi; hem de buna sadece seyirci kalmak, 68’lilerin asla kavrayamadıkları en kabul edilemez aymazlıktı. Sonunda durumdan o kadar çok vazife çıkarttılar ki sadece öğrenci sorunları karşısında değil, işsizlikten yoksulluğa, yetersiz sağlık hizmetlerinden dışa bağımlı sömürgeci politikalara kadar ülke ve ulus zararına ne kadar toplumsal sorun varsa, tümünü sorgulamak için 24 saat “vazife başında” bir kuşak yarattılar... Şimdi bu tarihsel tanımlamaya bir “yeni”si ekleniyor... 68’liler Birliği Vakfı Başkanı Sönmez Targan’ın Broy halinde değil mi? Yeni ‘aydın tipi’ne... Targan’ın Cumhuriyet’teki 70’e yakın yazısını “68’li Gözüyle Dünya ve Türkiye” vurgusuyla derlediği kitabına dönersek, sözü yine Bursalı’yla sürdürelim: “Targan sadece ülke üzerinde oynanan oyunlara dikkat çekmiyor; günümüz aydın tipini de sorguluyor.” Çünkü şu “malum” şahısların kastedildiği yeni “aydın tipi”, durumdan vazife çıkartmak yerine “durumu idare etme”ye, hatta “aklama”ya çabalıyor. İktidarı eleştiren işçiler, öğrenciler, herkes “orantısız güç darbeleri” altındayken bile “ileri demokrasi”(!)nin hedeflendiğini söyleyebilen bu “aydın”(!)lar, medyanın bülbülleri kesildiler; “alarm” halindekilerin ise başlarına gelmedik kalmıyor. Nitekim kitaba adını veren “Mıntıka Temizliği” makalesinde de Targan özetle şunları söylüyor: “Kimi dinamik güçlerin yanı sıra Cumhuriyet mitingleriyle gelişen süreçte Türkiye’de geniş bir Amerikan muhalefeti olduğu gerçeği de bulunmaktadır. (...) Ergenekon tutuklamaları, anayasada yapılması planlanan değişiklikler, Silahlı Kuvvetler’de YAŞ uygulamaları... Asker diliyle söylersek, Amerika için Türkiye’de mıntıka temizliği yapılıyor.” (Cumhuriyet25 Ağustos 2010) KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK ‘ G ’ [email protected] [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN Yayınevi’nden çıkan son kitabı “Mıntıka Temizliği”ndeki önsözünde Orhan Bursalı diyor ki: “Dikkat! 68 Ruhu Alarm Halinde...” Biz o “alarm” halini iyi biliriz... Sözgelimi, acaba hangi “torba yasa”ya yeni yağma projelerini gözeten maddeler eklenecek? Belediye meclisinden acaba hangi ayrıcalıklı imar değişikliği geçecek? Yargıyı da hiçe sayarak hangi derelerimize yeni “HES” projeleri onaylanacak? Hangi cennet diyarımıza “termik santral” tasarlanıyor? Hangi kıyı ormanına otel izni vermek üzereler?.. Deyim o denli yerinde ki örneğin Mimarlar Odası, efsanevi 68’li Genel Sekreteri Demirtaş Ceyhun’dan; hatta 60’ların “aynı ruhu önceden yaşayan” yöneticilerinden Niyazi Duranay’dan bu yana, bu türden oyunlara karşı “alarm” HARBİ SEMİH POROY ‘Sıra neferi’ 25’inci yılını kutlayan Broy Yayınevi, yazarı için “O günleri yaşamış bir sıra neferi” demiş… Tüm sıra neferleri böyle olsaydı; meydan, mıntıka temizliğine böylesine ihtiyaç duyar mıydı? Sönmez Targan ilk ve ortaöğrenimini Tarsus ve Adana’da tamamlamasından bu yana, (“şoven”lik yapmamak için söylemese bile) kendini “Çukurova’nın çocuğu” sayar… Bu nedenle kitabını, dün açılan “Çukurova TÜYAP Kitap Fuarı”na yetiştirmenin coşkusunu yaşıyor. Üstelik “her gün” Broy’un standında olacak ve imzalarını da tam bir “sıra neferi” olarak atacak... [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] 1 2 3 4 5 6 7 8 9 SOLDAN SAĞA: 1/ Antalya ilinde, 1 doğal güzelliğinden dolayı “tabiat par 2 kı” kapsamına alı 3 nan şelale. 2/ İz 4 mir’in bir ilçesi... Anadolu halkları 5 nın en eski ana tan 6 rıçası. 3/ Bir nota... 7 Yatar koltuklu vagon ya da otobüs. 4/ 8 Büyük çivi... Renk 9 renk parlak tüyle1 2 3 4 5 6 7 8 9 ri olan, iri gövdeli bir papağan. 5/ İsrail’in plaka 1 V E L İ B A H H imi... Halk dilinde bul 2 O Ğ U L K O K A gur pilavına verilen ad. 3 L İ T A S K A V 6/ Hastalık, dert... Derviş 4 O R V E L E N A selamı... Uğraş. 7/ Orto 5 V B E D İ R E N dokslarda tahta pano 6A L E A R P A üzerine yapılan her tür7N E Ş E T ME lü dinsel resme verilen V E T İ R E T ad... Asya’da bir ırmak. 8 8/ Çevrebilim. 9/ Halo 9 K A R A F A T M A jenler grubunun dördüncü ametali olan yalın cisim... Yazı ya da müzik dersi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Antalya kentinde, yat limanını da barındıran ünlü tarihi ve turistik mekân. 2/ Haberci... 106 taşla oynanan bir oyun. 3/ Endonezya’nın plaka imi... Akdeniz havzasında görülen çok sıcak bir rüzgâr. 4/ Küçük kilise... Kısa yazı. 5/ Jüpiter gezegenine verilen bir başka ad... Üstü kapalı pazaryeri. 6/ “Lakin kalacak doğduğumuz toprağa bizden / Şimşek gibi bir hatıra seslerimizden” (Y. K. Beyatlı)... Altın elementinin simgesi... Kemiklerin yuvarlak ucu. 7/ Tahıl, kepek ve keten tohumu karışımından oluşan at yemi... Tırnak boyası. 8/ Çıkar yol, çare... Türk tuluat tiyatrosunda baş komik görevindeki uşak tiplemesi. 9/ Kargaşa, başıboşluk. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle