25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 OCAK 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 13 EKONOMİ POLİTİK ERİNÇ YELDAN PwC’nin araştırmasına göre aile şirketlerinin yarısından fazlasının, önümüzdeki 5 yılda yapılanması bekleniyor Aile şirketleri el değiştirecek Türkiye’de kayıtlı şirketlerin yüzde 95’i aile şirketi. PwC’nin araştırmasına göre, Türkiye’de aile şirketlerinin yüzde 69’u halefini (gelecekteki mülkiyet ve yönetim) seçmedi ve 5 yıl içinde el değiştirebilecek. Ekonomi Servisi Uluslararası denetim, vergi ve danışmanlık şirketi PwC tarafından dünya çapında gerçekleştirilen 2010/2011 Küresel Aile Şirketleri Araştırması’na göre Türk aile şirketlerinin yüzde 69’u halefini (gelecekteki mülkiyet ve yönetim) seçmedi, ancak önemli pozisyonlarda haleflerin aile üyelerinden olacağı aynı ağırlıkla kabul ediliyor. Araştırmaya göre, Türkiye’de kayıtlıların yüzde 95’ini oluşturan aile şirketleri, önümüzdeki 5 yıl içinTürkiye’deki şirketlerin yüzde 73’ü aile şirketi olmanın krizde koruyucu etki yaptığını düşünüyor.  Türk aile şirketleri açısından dışsal risklerde ilk sırada (yüzde 56) piyasa şartları, hükümet politikaları, kamu harcamaları ve rekabet var. Şirket içi riskler ise nitelikli işgücü yetersizliği (yüzde 44), nakit akımı/maliyet kontrolü ve firmanın yeniden yapılandırılması.  Son 12 ayda satışların arttığını belirten Türk şirketlerinin oranı (yüzde 64) küresel ortalamadan daha yüksek. Gelişmekte olan ülkelerdeki trende paralel olan bu sonuç, aynı zamanda kriz öncesi performansa yaklaşıldığını gösteriyor.  Türk şirketleri, hem kendilerinin hem rakiplerinin en güçlü özelliğini “güçlü marka” olarak nitelediği, kendilerinin ikinci güçlü özelliğini ürün tasarımı ve kalitesi, rakiplerinin ikinci güçlü özelliğini rekabetçi fiyat ve maliyet olarak gördü. 20 Yıl Sonra Büyük Madenci Yürüyüşü Yirmi yıl geride kaldı. Zonguldak’ta 1990’ın 30 Kasım’ında Genel Maden İşçileri Sendikası (GMİS) üyesi 48 bin maden işçisi Türkiye Taşkömürü Kurumu (TTK) ve Maden Tetkik ve Arama (MTA) işyerlerinde grev kararı almış ve o günden başlayarak tüm Zonguldaklıların desteğini alan ve giderek tüm Türkiye’yi saran bir eylem kıvılcımını ateşlemişlerdi. Direniş günlüğünden okuduğumuz kadarı ile, 4 Aralık’ta işverenin lokavt ilanı; 14 Aralık’ta Zonguldak maden işçisiyle dayanışma içinde olan birçok sendikanın katılımıyla düzenlenen 2 saatlik iş bırakma eylemi; 22 Aralık’ta “Ankara’ya Yürüyüş” kararının alınması; 3 Ocak’ta ise Türkİş tarafından düzenlenen bir günlük işe gitmeme eylemleri gerçekleştirildi. Kuşkusuz, maden işçilerinin direnişi sadece ücret uyuşmazlığına dayanmıyordu. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal ve ANAP’lı Başbakanı Yıldırım Akbulut, “kamu açıklarını kapama” gerekçesiyle kamu işletmeciliğinin tasfiyesini öngörmekte ve özelleştirme, sendikasızlaştırma ve esnekleştirme politikaları aracılığıyla emeğin ücret ve sosyal hak ve kazanımlarına karşı açık bir savaş sürdürmekteydi. Dolayısıyla, 12 Eylül 1980 darbesinin siyasi ürünü olan ANAP ve Turgut Özal, savunduğu ekonomik politikalar ve greve karşı tutumu nedeniyle bu mitinglerde işçilerin başlıca hedefi durumundaydı. “Çankaya’nın Şişmanı, İşçi Düşmanı” ve “Geliyoruz Ankara, Bekle Bizi Çankaya” sloganları o günlerin sıkça duyulan sözcükleri olmuştu. Nitekim 4 Ocak’ta işçilerin yürüyüşü GMİS merkezinden başlatıldı. Sayıları 70 bine ulaşan yürüyüşçüler ilk gün Zonguldak’a 33 km uzaktaki Devrek’e vararak geceyi burada geçirdiler. 5 Ocak’ta Devrek’ten çıkarak yürüyüşe devam eden işçilerin yolu Dorukhan Tüneli’nde komando birlikleri ve çevik kuvvete bağlı polislerce kesildi. Ancak yürüyüşçülerin kararlılığı karşısında güvenlik güçleri yolu açtılar ve maden işçileri Mengen ilçesine vardılar. 6 Ocak’ta Ankaraİstanbul karayoluna doğru hareket eden yürüyüşçülerin yolu jandarma komandoları ve polis tarafından kesildi, yol dozerlerle kapatıldı. 7 Ocak’ta 200 kadar işçi sabaha karşı uykudayken güvenlik güçlerince gözaltına alındı. 8 Ocak’ta Ankara’daki görüşmeleri tamamlayan sendika başkanı Şemsi Denizer yürüyüşe son verildiğini açıkladı. Böylece yürüyüş Ankara yolu kavşağına 8 km kala sona erdirilmiş oluyordu. İşçiler Zonguldak’a geri dönerek greve devam ettiler. Ancak, 25 Ocak’ta hükümet körfez krizi müdahalelerini bahane göstererek tüm grevleri 60 gün süreyle erteledi. Nihayet, TTK ve MTA’da çalışan 48 bin işçiyi kapsayan toplusözleşme 6 Şubat 1991’de imzalandı. Sözleşmeyle işçi ücretlerinde sağlanan iyileşme ilk başta uyuşmazlık tespitine konu olan hükümet önerisinin çok altındaydı. Zonguldak işçisi belki “ücret mücadelesini” kaybetmiş idi. Ama Zonguldak’tan ateşlenen büyük işçi yürüyüşü, bahar eylemleri, 2005 İzmit SEKA ve geçen yılın TEKEL direnişiyle birlikte Türkiye emek tarihinde önemli bir dönemeç olarak anılageldi. Sadece “ücret sendikacılığıyla” sınırlanan örgütlenmenin yeterli olmadığı; emeğin politik hareketinde birleşmenin ve siyasi örgütlenmenin önemi bir kez daha vurgulanmaktaydı. de el değiştirmeyi bekliyor. PwC’nin araştırmasında şirketlerin mevcut durum açısından 2007 yılında yapılan bir önceki araştırmaya göre daha karamsar bir tablo çizmesine karşın büyüme beklentilerinin daha yüksek olduğu belirtildi. 35 ülkeden 1600’ün üzerinde aile şirketinin yer aldığı araştırmaya, Türkiye’den 50 aile şirketi katıldı. PwC Türkiye Kıdemli Ortağı Adnan Nas ve Denetim Hizmetleri Direktörü Mehmet Karakurt tarafından İstanbul’da açıklanan araştırmada şu bulgular öne çıktı:  Küresel krize karşı direnç gösteren aile şirketleri küresel rekabeti ve büyümeyi hedefliyor. Türkiye’den araştırmaya katılan aile şirketlerinin yüzde 64’ü geçen bir yılda büyüdüklerini ifade etti, yüzde 82’si önümüzdeki 12 ayda büyümenin süreceğini öngördü. Küresel düzeyde bu oran yüzde 62. Renault binekte lider Renault Mais Genel Müdürü İbrahim Aybar, Renault’nun, 75 bin 834 adet binek otomobil satışıyla yüzde 15 oranında pazar payı elde ederek binek otomobil pazarında lider olduğunu belirterek, binek ve hafif ticari araç toplam pazarında ise 760 bin 913 adet araç satışı gerçekleştiğini söyledi. Aybar, Renault’un, gerçekleştirdiği 94 bin 943 adet araç satışı sonucunda yüzde 12.5 oranında pazar payı elde ettiğini anlattı. Aybar, Türkiye’de üretilen Renault Symbol’ün 28 bin 688 adet satışla 2010’un en çok satan otomobiller sıralamasında 1. sırayı aldığını kaydetti. Akkurt’a göre MB’nin aldığı önlem 2 milyar lira civarında bir kaynağın yok olacağı anlamına geliyor Sıcak paraya önlem, kârı düşürdü Brezilya, Polonya, Çin, Tayland ve Endonezya’nın başladığı sermaye kontrollerinin Türkiye’de de uygulandığını söyleyen Ziya Akkurt, munzam karşılıklara faiz verilmemesinin ciddi bir kaynak kaybına yol açtığını belirtti. Ekonomi Servisi Ak büyümesi bekleniyor. Topbank Genel Müdürü Ziya lam krediler içinde tüketici Akkurt, global likidite bol kredilerinin payının belki luğu nedeniyle ekonomide bir puan yükselerek yüzde ki aşırı ısınmayı önleme ko 35 seviyesine çıkar. İnternet bankacılığı nusunda bazı problemlerin yaşanabileceğine dikkati çe müşterisi 2015’te 4.3 milkerek, bu durum karşısında yona, 2020’de 5.7 milyona gerek dünyanın belli ülke yükselmesi bekleniyor. Akbank, 22.3 milyar leri, gerekse Türkiye’nin önlemler aldığını belirtti. dolarlık piyasa değeri ile Akkurt, düzenledi “Türkiye’nin en değerli ği basın toplantı şirketi” oldu. 2011’de sürdürülebilir sında, dünya ekonomisindeki ge kârlılık çerçevesinde kredilişmelere deği lerde yüzde 25 artışla seknerek, krizle törün üzerinde büyüme hebirlikte dünya defleniyor. 2011’de 200 milyon doekonomisinde farklı bölgesel ku larlık altyapı ve teknoloji yatupların öne çıktı tırımı yapılacak. ğını söyledi. Akkurt’un değerlendirmele Not artar Türkiye’ye yatırımlar arri özetle şöyle: Türkiye, 2015’te geli tacak. Özellikle yabancı yari 26 trilyon dolar olması tırımların gelmesi beklenibeklenen bölgenin orta yor. O yüzden seçimlerin sında kilit ülke konumuy sonucunun pek önemi olmayabilir. Üç reyting şirkela, öne çıktı. ti var, üçü de artıracak di2011’de yaklaşık yüzye tahmin edide 2123 banCiti ile ses yorum. dında bir getirecek proje kredi Akbank’ta yüzde 20 hissesi bulunan Citi’nin payını satması kısa ve orta vadede söz konusu değil. Yakında büyük ölçekli ve ses getirecek bazı ortak projeler açıklanacak. Citibank, başta Türkiye olmak üzere gelişmekte olan ülkelerdeki varlığını devam ettirmek istiyor. Citibank özellikle Akbank ile yurtiçi piyasada Akbank da yurtdışı piyasada Citibank ile birlikte hareket etmekten mutluluk duymakta ve güç almakta. 2011 veri yılı olacak Vodafone Türkiye Üst Yöneticisi Serpil Timuray 2011’in Türkiye için veri yılı ilan ettiklerini duyurdu. Timuray, bilişim teknolojilerindeki gelişmeyi vatandaşların yakından takip edebilmesi için şirket bünyesinde mobil interneti Süper İnternet olarak yeniden adlandırdıklarını belirterek, “Her yerde her an ve herkesin nete erişimini sağlamalı. Herkesin erişebileceği net kullanımını öngörüyoruz. Bunun için 2011’de çalışıyor olacağız” dedi. Akkurt Tuncay Özilhan Efes’i kapatmak istemiyoruz Ekonomi Servisi Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan, Efes Pilsen Kulübü’nü kapatmak istemediklerini ve bunun için birtakım isim çözümleriyle Tütün ve Alkol Piyasası Düzenleme Kurumu’na (TAPDK) müracaat edeceklerini söyledi. Gruba bağlı McDonald’s’ın Türkiye’de 25. yıl kutlaması nedeniyle düzenlenen toplantıda Özilhan, “TAPDK de o anlayış içinde olup destek olursa bu kulübün bu ülkeye katkılarının devam etmesini sağlayacağız. O yaklaşım bizim için önemli. Başka çözümler olabilir mi, onu hep beraber göreceğiz. Biz belirli isimlerle müracaat edeceğiz ve TAPDK’den görüş bekleyeceğiz” diye konuştu. Anadolu Efes’in sponsorluklara bir yılda ayırdığı toplam 60 milyon lira civarındaki paranın ne şekilde kullanılacağı konusunda da Özilhan, “Cebimize koyacağız” dedi. ‘Bizi dikkate almadılar’ Türkiye Şarap Üreticileri Derneği Genel Sekreteri Serdar Özcan, içki yönetmeliğine, sayfalarca itirazda bulunduklarını ancak hiçbirinin dikkate alınmadığını bildirdi. Yönetmelikte yer alan yılbaşı sepetine alkollü içki konulmaması, hediye edilememesine ilişkin kararı eleştiren Özcan, “Bir şarap fabrikasını ziyarete gittiğinizde size zeytinyağı verecek hali yok... Tabii esasa yönelik de pek çok sorun var” diye konuştu. Özcan, kurumun bağlı olduğu Bakan Babacan’dan rahdevu istediklerini ancak bunu yapamadıklarını belirterek bundan sonraki süreçte yasal boyutlarda itirazları yetkileri dahilinde yapacaklarını söyledi. ozlem.yuzak@cumhuriyet.com.tr KISA... KISA... Halkbank’tan makine ihracatçılarına özel kredi Halk Bankası ile Makine ve Aksamları İhracatçıları Birliği arasında yapılan protokolle ‘Makine İmalat Sanayi Destek Paketi’ kapsamındaki krediler ve diğer finansman ürünleri birlik üyelerine özel koşullarla sunulacak. Kredi, ödemesiz dönem dahil olmak üzere azami 10 yıl vade fırsatı sunuyor. B Turkcell’den kamu atağı Turkcell, halihazırda 2 milyon abonesi olan kamu tarifesine tekrar abone alımına açtı. Kamu tarifesi 40 lira karşılığında her yöne 1.200 dakika konuşma, 29 lira karşılığında 4 gigabayt internetin yanı sıra, kamu haber paketinden ücretsiz faydalanma ve çeşitli marka indirimleri sunacak. İLGİ TOPLUMUNA DOĞRU / ÖZLEM YÜZAK Başlığa taşıdığımız sorunun yanıtını vererek başlayalım yazıya. Evet... Kesinlikle Taşeron Cumhuriyeti’yiz... Eğer bir ülkede devlet memurları hariç kayıtlı işgücünün en iyi ihtimalle yüzde 30’u, yani 3 milyona yakın kişi taşeron şirketlerin güvencesiz çalışanı durumunda ise; eğer bir ülkede nüfus artarken memur sayısı azalıyor ve memurların yapabileceği işler şirketlere ihale edilerek yapılıyorsa, eğer bir ülkenin doktorları, hemşireleri, eczacıları bile bakanlığın bir yönetmelik değişikliği ile taşeron sistemine göre çalıştırılabilir hale geliyorsa o ülke artık bir Taşeron Cumhuriyeti’ne dönüşmüş haldedir... DİSK Genel Başkanı Süleyman Çelebi’nin son verdiği bilgilere göre 2 bin 200’ü devlette olmak üzere 6 milyon kişi taşeron işçi olarak çalışıyor. Taşeronlaşma demek, çalışan için “düşük ücret, güvencesiz çalışmak, keyfi işten Taşeron Cumhuriyeti mi? çıkarma, sigorta primlerinin düzensiz yatırılması”; işveren için ise, “işgücü maliyetlerinin düşürülmesi ve bu yolla; Uzakdoğu ülkelerinin devreye girmesi ile zayıflamış olan rekabet gücünün yeniden kazanılması” demek... Habis bir ur gibi, özel sektörden kamuya yayılıyor, AKP hükümetinin politikaları ile tüm Türkiye’nin işgücü, taşeron sistemine geçiyor... Çünkü taşeronlaşma aynı zamanda sendikasızlaşma demek, toplu pazarlık hakkını fiilen kullanılamaz hale getirmek demek, emek piyasasının parçalanması demek. Geçen yıl 4/C statüsüne geçmemek için direnen TEKEL işçilerini hatırlayın... Onlara halkın verdiği desteği... 4/C statüsü yani sözleşmeli işçi olmamak için Ankara Kızılay’da aylar boyu kurdukları çadırları. Çareleri tükenmişti ve ne yazık ki sonunda hemen hemen hepsi imzalamak zorunda kaldılar. Önümüzdeki yıl sözleşmelerinin yenilenme zamanı geldiğinde göreceğiz neler olacağını... Kaçı kapının önüne konulacak, kaçı taşeron şirkete geçirilecek? Peki Taşeron Cumhuriyeti’nin ‘ölüm laboratuvarları’nda onca kazaya karşın hâlâ iş güvenliğinden yoksun koşullarda geçim ve yaşam savaşı veren tersane işçilerine, madencilere ne demeli? Geçen yıl itfaiye gibi kamusal alanın hayati bir işkolunda yaşadık. Belediyeler, itfaiye erlerini taşeron işçisi statüsüne taşıdı ve bu işçiler tıpkı temizlik işçileri gibi her yıl bir taşerondan diğer taşerona devrediliyor. Devlet okullarında vekil öğretmenler de taşeron firmaların kadroları üzerinden istihdam ediliyor. Devlet hastanelerinde pek çok çalışan, alt işveren konumunda olan temizlik güvenlik şirketlerinin kadrolarında istihdam ediliyor. Ancak aslında onlar bu hastanelerin idari kadrolarında hizmet veriyorlar. Üstelik de bunlar yıllık sözleşmelerle istihdam edilip sendikalılık, yıllık ücretli izin, kıdem, ihbar gibi haklardan yoksun çalıştırılıyorlar. Şimdi ise bunlara doktorlar, hemşireler, eczacılar ekleniyor.... Süleyman Çelebi geçen hafta Gaziantep’te yaşanan bir olayı anlatıyor. Onun ağzından aktarayım: “Gaziantep Şehit Kamil Belediyesi 400 geçici işçi alacakmış. Belediye Meclisi üyelerine de çağrı yapmış. ‘Bildiğiniz işsiz ve ihtiyaçlı kişiler varsa söyleyin başvursunlar’ diye... Tanıdığım bir üye de etrafta bildiği bir işçiye söylemiş, ‘aman hemen başvur, bak sigorta da yapacaklar’ demiş. İşçi sigortalı lafını duyar duymaz vazgeçmiş. ‘Yok abi, benim yeşil kartım var. Sigortalı olursam onu elimden alırlar, bana o yeşil kart ile kömürümü veriyorlar, makarnamı, bakliyatımı, simit paramı bile veriyorlar. İstemem sigortayı ne yapayım’ demiş...” Düşünsenize, yoksullara ve işsizlere verilen bir Yeşil Kart’ın ne kadar sürüp süreceği belli olmayan “sigortalı”dan çok daha tercih edildiği bir sistemin içinde bu ülke. İanelerle, yoksulluk yardımlarıyla, dağıtılan fitre ve zekâtlarla geçinip giden bir halk ve bunu, bu sistemi besleyen, kendi de bu sistem ile beslenen bir iktidar.... Buna Taşeron Cumhuriyeti denmez de, ne denir? 5.5 milyon TL ceza PO lehine Petrol Ofisi (PO) Boğaziçi Kurumlar Vergi Dairesi tarafından tebliğ edilmiş 2003’e ilişkin vergi aslı ve vergi ziyaı cezası içeren vergi ve ceza ihbarnamelerinin terkini amacıyla İstanbul Vergi Mahkemeleri nezdinde açılan davaların toplamda yaklaşık 5.5 milyon lira vergi aslı ve vergi cezası ile ilgili kısmının şirket lehine sonuçlandığını bildirdi. C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle