23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 OCAK 2011 ÇARŞAMBA 14 EKONOMİ YAHYA ARIKAN eposta: malicozum@ismmmo.org.tr ‘Çekte Yeniden Değerleme’ Ticaretin Ruhuna Uygun niversite yıllarımızda ticaret hukuku ile ilgili derslerde, çeklerin bir ödeme aracı olduğu, görüldüğü anda üzerinde yazılı bedelin ödenmesinin bir zorunluluk olduğu bize anlatıldı. Senetlerden, yani bono ve poliçeden farklı olarak üzerine yazılan “vade” tarihinin bir anlamı olmadığı vurgulandı. Süreçte; muhasebe ve vergi mesleğiyle ilgilenip vergi kanunları üzerinde daha yoğun araştırmalar yapmaya başlayınca işletmelerin müşterilerinden aldıkları senetleri, dönem sonlarında, işletme sahipleri için ifade ettikleri gerçek değerleri ile kayıtlara alabileceklerini gördük. Ancak reeskont işlemi olarak bilinen bu uygulamanın alınan çekler için yapılamayacağını anladık. Bu farkın sebebini de yukarıda ifade ettiğimiz “çeklerin ödeme aracı olmasına” bağladık. Peki, durum vergi hukukunda nasıldı? Vergi Usul Kanunu’nun 281. maddesi vadesi gelmemiş senede bağlı alacakların sahibi için ifade ettiği gerçek değer ile kayıtlara alınmasına izin veriyor. Bu izni önemsememek, aslında daha fazla vergi ödemek anlamına geliyor. Örneğin; 1 Şubat 2010 tarihinde müşteriden alınan bir yıl vadeli, 100 bin TL tutarındaki senet, “enflasyonist ortam dikkate alındığında” 31 Aralık 2010 tarihinde bizim için 100 bin TL’lik bir değeri ifade etmiyor olabilir. İşte bu senedi 11 ay süre ile tahsil edememenin yani o parayı kullanamamanın bedeli reeskont yoluyla hesaplanıyor ve bulunan tutar gider olarak kayıtlara alınıp senedin tutarı güncelleniyor. Vergi Usul Kanunu’nun senetler için verdiği bu imkânı çekler için uygulayamamamızın sebebini ise vergi idaresi, ticaret hukukunda yapılan düzenlemeler olarak açıklıyordu. Bu açıklama ticari hayatın gerçekleri ile pek bağdaşmasa da söyleyecek söz bulamıyorduk. Çünkü, gerçekten, ticaret hukuku ile ilgili bir kanun olan Çek Kanunu “çeklere vade yazılamayacağını, çeklerin bir ödeme aracı olduğunu ve çeklerin görüldüğü anda ödenmesi gerektiğini” söylüyordu. Hatırlanırsa, Çek Kanunu’nda bu söylemden 2009 yılında vazgeçildi. İlk olarak eski Çek Kanunu’na İki milyar dolarlık büyüklüğe sahip olan sektör, devletin teşvikten uzak durması ve bankaların da kredi vermemesiyle finansman krizine girdi MURAT GÜLDEREN Kalıpçılık diken üstünde Maliyetlerin tavan yapmasıyla pek çok ağır sanayide olduğu gibi kalıpçılıkta da üretimin batıdan doğuya kaydığı bu dönemde Türkiye’nin eline geçen fırsatı değerlendiremediğini belirten Ulusal Kalıp Üreticileri Birliği Başkanı Şamil Özoğul, “En büyük sorunumuz finansman. Bankaların sözleşmeleri teminat olarak kabul ederek kredi vermelerini sağlamamız rekabet gücümüz açısından çok önemli. Avrupalı kalıpçılar sözleşmeye dayalı kredi ile finansman sorunlarını aşabiliyorlar. Fransa’da bile ekonomik önlemler gereği mümkün olduğunca yerli malının kullanılması teşvik edilmekte, vergi muafiyetleri uygulanmakta, benzer yabancı malların satışını kısıtlayan kotalar uygulanmakta. Ülkemizde ise bu durum söz konusu değil, mal varlıklarınızı ipotek ederek kredi alabiliyorsunuz” diye konuştu. Özoğul sektörün sorunlarıyla igili yaptığı değerlendirmede, şu noktalara dikkat çekti: pa’daki kalıpçı ana sanayiden bir proje aldığında, iş sözleşmesi bankalar tarafından teminat olarak kabul ediliyor. Ayrıca finansman yükünü hafifletecek başka formüller üretmemiz de gerekli. Bu noktada yoğun olarak kalıp kullanan sektörlerin derneklerine de iş düşüyor. Son 10 yılda sadece otomotiv sektörünün ithal ettiği kalıplardan yaşanan döviz kaybı 1.3 milyar dolara çıktı. Ü eklenen geçici bir madde ile “31/12/2009 tarihine kadar, üzerinde yazılı keşide tarihinden önce çekin ödenmek üzere muhatap bankaya ibrazı geçersizdir” hükmüne yer verildi. Aynı nitelikteki bir düzenleme yeni Çek Kanunu’nda da yapıldı ve “31/12/2011 tarihine kadar, üzerinde yazılı düzenleme tarihinden önce çekin ödenmek için muhatap bankaya ibrazı geçersizdir” ifadesine yer verildi. Bu düzenlemelerin gerekçesinde, ekonomik sıkıntılarla çeklerin zamanında ödenememesi nedeniyle ticari hayatta karşılaşılan sorunlara ve mağduriyetlere çözüm üretilmesi vardı. Değerli okurlarım bu hükmün anlamı çok açık: Çeklerin üzerine yazılan tarih aslında vade tarihidir, bu tarih gelmeden çeklerin ödenmesi mümkün değildir. İşte Çek Kanunu’nda yapılan bu düzenlemeden sonra, senetle çekin bir farkının olmadığını ve çeklerin de senetler gibi dönem sonlarında sahipleri için ifade ettikleri gerçek değerleri ile kayıtlarda gösterilebileceğini ifade ettik. Ancak, vergi idaresi buna karşı çıktı ve hukuki niteliğini her zaman tartıştığımız “sirküler” bazında yaptığı bir açıklama ile çekler için reeskont hesaplanamayacağını söyledi. Vergi idaresi, 41 numaralı Vergi Usul Kanunu Sirküleri ile Çek Kanunu’nda yapılan düzenlemelere rağmen, çeklerin reeskonta tabi tutulamayacağını ifade etti. Oysa pratik bize şunu da öğretti. Ticaret hukuku ticari hayatın işleyişindeki şekil ve usulleri belirlemek amacıyla düzenlemeler yapar, vergi hukuku ise bu düzenlemeler çerçevesinde, verginin doğru ve zamanında tahsilini sağlamaya yönelik hükümler getirmek zorundadır. Bu çerçevede vergi hukukuna ilişkin düzenlemeler yapılırken diğer hukuk alanlarının “doğru”larına dokunulmamalıdır. Çek Kanunu, çekleri 2011 yılının sonuna kadar diğer senetler yani poliçe ve bono gibi kabul etmiştir. Bunların vergisel değerleme işlemlerinin de en azından 2011 yılının sonuna kadar aynı olması gerekmektedir. Böyle olmazsa uygulayıcılar yani vatandaşlar farklı hukuksal düzenlemeler arasında sıkışıp kalacaklar ve doğru işlemi yapmakta zorlanacaklardır. 120 bin kişi ekmek yiyor Kredi için malımızı ipotek ettiriyoruz Avrupa’da devletler, kalıp olmadan üretimin olamayacağının idraki ile sıkıntıya soktu. Her türlü teknolojik kalıpçılığı öncelikli sektör Büyük avantaja altyapıya sahip olunmasına rağmen ilan etti. Kalıp yapanı sahibiz da, yapılan kalıbı alanı ithalatın yüzde 80’e çıktığından yakınan Bugün avantaj Türkida teşvik ediyorlar. Ör Ulusal Kalıp Üreticileri Birliği Başkanı ye’nindir ancak konu ucuzneğin Portekiz, Fransız Şamil Özoğul, “Dünya ile rekabet luk, düşük maliyet ise her zave Güney Kore Kalıpçılar edebilecek potansiyele sahipken man bizden daha da ucuz bir Birliği, devletlerinin sağfinansman sıkıntıları nedeniyle ülke olacaktır. Bizim bu avanladığı destek ile İstanbul’da üretim kapasitemizi yeterli tajımızı koruyabilmemiz için ofis açtılar ve Türkiye’ye kakatma değeri yüksek projeler gelıp pazarlıyorlar. Türkiye’dekullanamıyoruz” liştirmemiz, üretmemiz gereklidir. ki kalıpçılar sermaye yapısı oladedi. Bu da ancak ArGe çalışmaları yaparak rak küçük ölçekli kuruluşlar. Bir mümkün. projede mal varlıklarını ipotek ettirebilirŞu an 2011 yılının ilk 6 ayı, kesinleşmiş siparişler, fakat ikinci veya üçüncü bir projeye yöneldiklerinde kredi konusunda sıkıntı yaşıyorlar. lerle doldu. Bu siparişlerin yüzde 60’ı ihracata yönelik projeler. İkinci dönem için verilen tekliflerin görüşmeleri de olumlu seyrediyor. Türkiye’de başarı Yani Türkiye, kalıp tedariki konusunda adım adım ‘cezasız’ kalmıyor küresel bir cazibe merkezi haline geliyor. ÖnüTürkiye’de en başından bu yana hiçbir başarı ce müzdeki en az 3 yıl kalıpçılarımız için oldukça yozasız kalmamış. Ulusal imkânlarla elde edilen ğun geçecek. Ancak sektörümüzün sadece kendi imteknolojik başarılar markalaşamadan, ticarileşe kânları ile büyüme gayreti bu fırsatın etkin şekilmeden bir şekilde bertaraf edilmiş, yok edilmiş ne de değerledirilmesi açısından yeterli değil. Sektör yalnız bırakılmamalı. Büyüme için geyazık ki. Liberal ekonominin, “bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” anlayışının ülkemizde et reken yatırımlar teşvik edilmeli, yapıcı destekkinleştirilmesi ile “yerli malı yurdun malı herkes lerle 2015 yılına kadar sektör 1 milyar dolar büonu kullanmalı” anlayışı da yok olup gitti. Avru yüklüğe kavuşacaktır. Dünya genelinde kalıpçılık sektörü 65 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaştı. Pazarın Türkiye’deki büyüklüğü ise 2 milyar dolar. İhracatımız 150 milyon, ithalatımız da 1 milyar doların üzerinde. Yani Türkiye’deki ihtiyacın yüzde 80’i ithal ediliyor. Sektörün en büyük oyuncuları Portekiz, İtalya, Almanya, Fransa, İpanya, Kore, Çin ve Brezilya. Bu ülkelere baktığımızda, her birinin kalıpçılık sektörünün imalat sanayileri ile orantılı olduğunu görüyoruz. İtalya’da üretilen otomotiv araç sayısı ile Türkiye’deki neredeyse aynı olmasına rağmen Türkiye’nin kalıp üretim mikTürkiye’de 120 tarı İtalya’nın beşte biri kadar. Şu an Türk kalıpçılık sektöründe bin kişinin çalıştığı faaliyet gösteren 10 bin firmakalıpçılıkta yerli üretimin da 120 bin kişi ekmek yiyor. desteklenmemesi sektörü mali Fazla mesai ücreti nasıl hesaplanır? Fazla çalışma yani mesai, haftalık 45 saati aşan çalışmalardır. Denkleştirme esasının uygulandığı durumlarda ise, işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık iş süresini aşmamak koşulu ile bazı haftalarda toplam 45 saati aşsa dahi bu çalışmalar fazla çalışma sayılmaz. Bu aşamada önemli sorulardan biri ise şudur: “Fazla mesai ücreti nasıl hesaplanır.”Değerli okurlarım; her bir saat fazla çalışma (mesai) için verilecek ücret normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde 50 yükseltilmesi suretiyle ödenir. Haftalık çalışma süresinin sözleşmelerle 45 saatin altında belirlendiği durumlarda ise 45 saate kadar yapılan çalışmalar fazla sürelerle çalışma olarak adlandırılır ve bu durumda normal çalışma ücretinin saat başına düşen miktarının yüzde 25 yükseltilmesiyle ödenir.Fazla çalışma veya fazla sürelerle çalışma yapan işçi isterse, bu çalışmalar karşılığı zamlı ücret yerine, fazla çalıştığı her saat karşılığında bir saat otuz dakikayı, fazla sürelerle çalıştığı her saat karşılığında bir saat on beş dakikayı serbest zaman olarak kullanabilir. İşçi hak ettiği serbest zamanı altı ay zarfında, çalışma süreleri içinde ve ücretinde bir kesinti olmadan kullanır. Sağlık nedenlerine dayanan kısa veya sınırlı süreli işlerde ve gece çalışmasında fazla çalışma yapılamaz. Fazla çalışma (mesai) için işçinin onayının alınması ve her yıl ocak ayında bu onayın yenilenmesi gerekir. Fazla çalışma süresinin toplamı bir yılda 270 saatten fazla olamaz.Fazla çalışma (mesai) ücretinin bordroda gösterilmesi ve vergiSGK primi de kesilmesi gerekir. KÜMELENMEYE ODAKLANDIK Avrupa’da kalıpçılar bir araya gelerek, küme halinde ana sanayinin karşısına çıkıyorlar. Özellikle Portekiz, Fransız, İtalyan ve Alman firmalarının kümeleşme çalışmaları var. Ana sanayinin karşısına proje almak için tek firma olarak çıkmıyorlar. 34 firma ortaklaşa proje geliştiriyor. Biz de böyle çalışmalar yapmazsak rekabette hiçbir şansımız olmaz. PORSCHE VE FERRARI’YE TÜRK KALIBI Bugün birçok Türk kalıpçısının Porsche, Ferrari, BMW, Mercedes gibi firmalara kalıp tedarik ettiğini söyleyen Özoğul, “Yüksek maliyetleri ile bu firmalara artık kalıp satamayan Avrupalı kalıpçılar Türk kalıpçılar ile işbirliği imkânlarını görüşmek üzere birliğimize başvurup ikili görüşmeler talep ediyorlar. Küresel krizden en fazla etkilenen ülkelerin başında gelen Portekiz, maliyetleri çok yüksek olan Almanya ve İtalya’dan işbirliği talepleri alıyoruz” dedi. Daha çok Almanya, İtalya, Fransa gibi sanayileşmiş ülkelere kalıp ihracatı gerçekleştiren Türk kalıpçıları, son 3 yıllık değerlendirmede yakaladığı yüzde 22 büyüme oranıyla ülke ekonomisine her geçen gün daha fazla katkı sağlamaktadır. Üretimin yüzde 80’i otomotive Tanıtım atağına geçtik Kalıpçıların eksik olduğunu bildiğimiz yönlerinin geliştirilmesine ilişkin eğitimlerin organizasyonunu gerçekleştiriyoruz. Kalıpçıların yurtdışında tanıtımlarını yapabilmeleri için bir tanıtım kataloğu oluşturduk. Bunu Frankfurt’taki fuarda dağıttık. Sosyal medyadan yararlanmak üzere bir blog oluşturduk. Tanıtım çalışmalarını geliştirerek devam ettireceğiz. Henüz AB’nin fasoncusuyuz Türk kalıpçılık sanayisini daha yukarılara çıkarmak için ana sanayinin ve devletin kalıpçılarımıza güvenmesi ve ulusal kalıpçılığı desteklemesi gerekli, aksi takdirde yeterince teknoloji ve katma değer üretemeyen bir ülke olarak, sadece ucuz işgücü ve hazır altyapısı ile Avrupa’nın fason tedarikçisi olmaktan öteye geçemeyiz. Ulusal Kalıp Üreticileri Birliği Başkanı Şamil Özoğul. Kalıp sektöründeki üretimin yüzde 80’inin otomotiv, yüzde 10’unun beyaz eşya, yüzde 5’inin ambalaj geri kalanının ise diğer sanayiler için kullanıldığını belirten Özoğul, Türkiye’de her türlü kalıbın yapılacağı teknolojinin olduğunu ve bu bağlamda gereken ArGe’nin de yapıldığını ifade etti. hilmideveli@hotmail.com S A T I R Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) verilerine göre, 2010 yılında ihracat 2009 yılına göre yüzde 11.30’luk artışla 113.6 milyar dolar oldu. İhracatın sektörel dağılımına bakıldığında sanayi ürünleri ihracatın yüzde 82.14’ünü, tarım yüzde 14.88’ini madencilikte ise yüzde 2.97’sini oluşturmakta. Sanayi sektörünün kendi içindeki dağılımına bakıldığında otomotiv sektörü ilk sırayı hazır giyim ve konfeksiyon ise ikinci sırayı alıyor. Kimyevi ürünler sektörü ise sıralamada üçüncü sıraya oturmuş görünüyor. Otomotiv ihracatı 2010 yılında yüzde 16 arttı. Hazır giyim ve konfeksiyon sektörü, yüzde 10, kimyevi ürünler sektörü yüzde 32 oranında artmış görülüyor. İhracattaki gerileme sıralamasında ise ilk sıra yüzde 77.52 ile gemi ve yat sektöründe, onu yüzde 30.94 ile zeytin ve zeytinyağında ve yüzde 11.56 ile tütün takip ediyor. Aralık ayı ihracatında ilk 10 ülke Almanya, Irak, A R A S I HİLMİ DEVELİ YURTDIŞINDA ÇALIŞANLARIN EMEKLİ AYLIĞI KESİLİR Mİ? 21 Ağustos 1962 doğumluyum. 1 Eylül 1989’dan 2007 yılına kadar Almanya’dan Türkiye’ye görevli olarak çalıştım, şimdi tekrar Almanya’ya döndüm.Türkiye’de emeklilik sigortam tavandan yatırıldı, beş sene ise ödenmedi. Türkiye’de 4187 ödenmiş prim günüm var. Geri kalan 1188 günü tavandan borçlanıp emekli olunca Almanya’da sigortalı işime devam edebilir miyim? Hatice Özer İsteğe bağlı sigorta primi veya yurtdışı Sorularınız için borçlanmasının aylık tavan tutarı 1581 TL olup, malicozum ism yurtdışı borçlanması ile emekli olursanız, mmo.org.tr adresine mail atayurtdışında çalışmaya devam etmeniz halinde bilirsiniz. Tüm buradaki emekli maaşınız kesilir. sorular eposta ile tek tek cevaplanacaktır. İhracattaki Artışı Sorgulayabilmek… İngiltere, İtalya, Fransa, Rusya, İspanya, ABD, Birleşik Arap Emirlikleri ve İran olarak sıralanıyor. Arjantin, Singapur, Malezya, Brezilya, Meksika Bahreyn, Çin ve Hindistan alternatif pazarlar olarak göze çarpıyor. En çok ihracat yapılan iller sıralamasında ise İstanbul, Bursa, Kocaeli, İzmir, Ankara, Gaziantep, Manisa, Denizli, Hatay ve Sakarya yer alıyor. Dış ticaretten sorumlu Devlet Bakanı Zafer Çağlayan, “2010 yılında hedef olarak 111.7 milyar dolarlık ihracatı amaçladıklarını, ama yapılan toplam ihracatla bu hedefi aştıklarını, görüldüğü gibi ihracatçılarımız laf değil, iş üretiyorlar” sözleriyle ihracattaki artışı özetlemiş. TİM başkanı Mehmet Büyükekşi de, “İhracat, Türkiye ekonomisinin itici motoru olmaya devam ediyor. 2010 yılında ihracat 113.7 milyar dolar oldu. İhracatçılarımız bu başarıyı, en büyük pazarımız olan AB pazarı ciddi sıkıntılarla boğuşurken gerçekleştirdi. Hedeflerimize ulaştık” değerlendirmesiyle ihracattaki artışı anlatmış. TİM verilerine ve gerek Zafer Çağlayan’ın gerekse Mehmet Büyükekşi’nin açıklamalarına sadece bir yönüyle bakarsak “Oh ne güzel gelişme, katma değerli üretim yapan, istihdam yaratan, pazarlardaki payını giderek arttıran, rekabet gücü yüksek ve büyüyen bir ekonomi” denilebilinir, hatta rekor üzerine rekorlar kırıldı naraları bile atılabilinir... İhracatı ve yapılan ihraçtaki bu artışı daha gerçekçi olarak irdelemek gerekiyor. Yani ihracattaki ürünlerde yaratılan katma değer nedir? ArGe ve yenilikçi ürüne dayalı üretimin oranı nedir? İthalatta oranda ağırlık hammadde de mi yoğunlaşıyor, sorularına yanıtların bulmakta zorluk çekildiğinde sanırım üzüleceğiz. İthalatta ara mal ürünlerinin ağırlıklı olduğu sanayi girdileri kime yarayacak bize mi ara mal ithalatı yapılan ülkeye mi?.. İhracatın ithalatı karşılama oranının giderek azaldığı bir dış ticarette oluşan açığı nasıl kapatabileceğiz. Açığı sıcak para girişiyle dengelemeye devam mı edeceğiz. Bu açıdan bakabilir gelinen noktayı çekinmeden sorgulayıp gerçeklerle bir kez daha yüzleşebilir, komplekse kapılmadan ihracatımızı sorgulayabilirsek işte o zaman doğruyu bulabiliriz. Ara malı ülkemizde üreterek katma değerli ürünlerle ihracat yapan, istihdam yaratan, yeni girişimcileri iş yaşamına katan bir sanayi politikalarını devreye sokabilirsek böylece dış ticaret açığımızı sıcak borç para girişiyle dengelemeye çalışan bir ekonomi olmaktan kurtarırız... C MY B C MY B
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle