25 Kasım 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 1 EYLÜL 2010 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Eşgüdümsüzlük PENCERE El Ele... Bir bayram günüydü sanırım. Alacalı bir anı. Güneşli bir hava. Babam elimden tutmuş, yürüyoruz. İlk kez büyüdüğümü duyumsadım; sıkıldım babamın tutmasından elimi; çektim, koşmaya başladım. Ardımdan bağırdı: - Dur oğlum, nereye? Nereye mi? Çevre kalabalık. Kaldırımlar dopdolu. Tramvaylar çan çan. Dükkânlar sıra sıra. Ötekine berikine çarpıyorum. Yürüyenlerin gölgeleri üstümden geçtikçe gözlerim kamaşıyor. Güneşi bir görüyorum, bir yitiriyorum. Nereye? Bilmiyorum ki gideceğim yeri, yürüyeyim. Babam yetişti, elimden tuttu: - Bırakma sakın!.. Yan yana yürümeye başladık yine; ama içimde bir sıkıntı. Çekmek istediğim elimi babam bırakmıyor; huysuzlanıyorum, duruyor babam, bana bakıyor: - Ne istiyorsun? - Hiç... Aradan yıllar geçti. Büyüdüm. Liseye gidiyorum. Bir ilkyaz günü... Okul yolunda ağaçlar var. Güneş bir görünüyor, bir saklanıyor ağaçların ardına; benimle saklambaç oynuyor. Çiçek kokusu duydum birden... Başım dönüyor. Koşmaya başladım... Nereye? İçimden çantayı yere vurmak, okulu asmak, kırlarda yatıp yuvarlanmak geliyor. Birden bir ses duyar gibi oldum: - Dur oğlum, nereye? Döndüm baktım, kimse yok. Babam elimi tuttu sanki: - Bırakma sakın!.. Kendime geldim, okul yolunda yürümeye başladım, güneş ağaçların ardında bir görünüyor, bir kayboluyor. Mahkemedeyim. Sanık sandalyesinde oturuyorum. Tam karşımda bir yargıç... Öylesine bir yargıç... Emir kulu, dar gelirli, bürokrat, üstünden emir almış, mahkûm edecek beni... Pencereden bakıyorum, masmavi bir gök, bulutlar uçuşuyor; birden tepem atıyor: Kalk ulan, şu herifin ne aşağılık bir böcek olduğunu suratına haykır... Tam kalkacakken, birisi omuzumdan bastırıp soruyor: - Nereye? Tutukluyum. Arkama dönüyorum, hiçbir görevli yok. Beni yerime oturtan görevliler değil... Peki, kim?.. Babam. Uzun yıllar önce öldü babam; ama ne zaman bir çocukluk etmeye kalksam yetişiyor. Belki o her yerde bana yetişen, babam değil, benim; içimdeki ikinci benim. Her insan gibi ben de büyüdükten sonra benliğimde baba-oğul yaşıyoruz. Oğul ne zaman bir yaramazlık yapmaya kalksa, baba işe karışıyor: - Dur bakalım!.. O zaman elinden tutuyorum, tıpış tıpış, uslu uslu yanında yürümeye başlıyorum. (5 Ağustos 1987 tarihli yazısıdır) E mperyalizmin dünyayõ kan ve ateş içinde bõraktõğõ iki yaman çatõşma, 20. yüzyõl sürecinde yer alõr. Birinci ve İkinci Dünya Savaşla- rõ; ülke ve ulus kavramõna ait değer yargõlarõnõn şoven veya dinsel kom- pozisyonlar içine sokularak sömür- geciliğe saptõrõldõğõnõ gösterir. Sal- dõrgan militarizm, kaba bir egemen- lik erkinin kurulmasõ yönündeki se- ferberliğini apaçõk yansõtõr. Emper- yalizm, bir “hak üstünlüğü” şeklin- de gördüğü yayõlma emellerini acõ- masõzca uygular. Acõ çeken insanlõk, “Nazi” Al- manyasõ’nõn Polonya’ya başlattõğõ iş- galin ilk sabahõ olan 1 Eylül 1939 ta- rihinden esinlenerek, her yõl barõşa du- yulan özlemi evrensel nitelikli özel bir gün şeklinde törenlerle anõmsar. Or- tak dilek; “Savaşların hiç yaşan- maması ve barışın kalıcı olmasına” ilişkindir. İrdeleme Savaşlarõ başlatan el; düzmece ne- denlerle 1 Eylül 1939 sabahõ Polonya sõnõrõnõ geçen Hitler’in, Habeşistan’a gaz bombalarõ atan Mussolini’nin, Vi- etnam’õ kan gölüne çeviren John- son’õn, Irak’taki trajediyi yaratan Bush-Blair ikilisinin, Filistin ya da Lübnan’da taş üstünde taş bõrakmayan İsrailli Şaron veya Olmert’in midir? Yoksa onlar, emperyalist paranoyalara tutsak olmuş kimi uluslarõn tercih iradelerini üstlenerek ortaya çõkan tetikçi eller midir? Militan efsanelere sürüklenmiş halk kitleleri, sandõklarda oy vererek iş- başõna getirdikleri savaş aygõtlarõnca yaratõlan facialarõn belli ölçüde ne- denidirler. Sadece; “Aldatılma ve yanıltılma” bilinçsizliği, savunu ye- terliliği taşõmaz. Bu aygõtlarõ çõkaran topluluklarõn tarihteki işlevleri yal- nõzca “masum” halklar tanõmlama- sõyla açõklanabilir mi? Basit anlamda; iyiyi kötüden ayõrt edebilmenin bu denli yoksunluğu düşünülebilir mi? Bazõ ülkelerin emperyalizme olan tutsaklõğõ iliklerine işlemiştir. Hatta, sömürgeci ülkeler emekçilerinin, ta- rihsel akõşta ne kadar devrimci rol oy- nadõklarõ sorgulanmalõdõr. Şanlõ Anadolu ihtilalini gerçekleş- tiren Türk halkõ; niçin aldatõlõp ya- nõltõlamamõştõr? Antiemperyalist bir kalkõşmanõn sonucu “Lozan” barõşõyla bitmemiş midir? Ama bilim ve aklõ öne çõkardõğõ savlanan ve “uygar” olarak tanõmlanan ülkelerin sömür- geciliğe kolayca yöneldikleri, dünya savaşlarõnda saptanmõştõr. 1945’ler sonrasõ da, kimi emperyalistlerin ba- ğõmsõzlõk peşindeki “mazlumları” insafsõzca ezdikleri; Hindistan, Ce- zayir, Tunus, Kenya, Vietnam, Kõbrõs, Angola ve Kongo’da görülmemiş mi- dir? Yakõn tarihte; “Demokrasi ve öz- gürlük” adõ altõnda emperyalizm, “Büyük Ortadoğu Projesi” adõyla in- sanlõğõ kalbinden vurmuştur. Politik senaryolarla emperyalist blok; erk, enerji ve pazar açma peşindedir. Was- hington ve Brüksel’in buyruğunda dünya barõşõ katledilmektedir. Türki- ye yönetimi, projenin “eşbaşkanı” ol- duğunu açõklamõştõr. Halbuki Mustafa Kemal, Türkiye’nin uluslararasõ dav- ranõş karakterini bir özdeyişiyle be- lirlemiştir: “Yurtta ve dünyada ba- rış!..” Türkiye, İkinci Dünya Savaşõ dõşõnda kalabildiyse ve 14 Mayõs 1950 tarihindeki karşõ devrimden son- ra heveslenilen “stratejik uyducu- luk” serüvenlerine mevcut hükümet- lere karşõn katõlõmlar sõnõrlõysa, bu du- rum halkõmõzõn barõşçõl bilincinden doğmuştur. Bu bilinç, siyasal ikti- darlarõ etkilemiştir. Barış kuşu Barõşõn simgesi şimdilerde güver- cindir. Orta Asya’daki Türk boyla- rõndan, Kaf Dağõ ardõndaki Gürcüle- re, Amerika kõtasõndaki Azteklerden Ekvator’daki yerlilere değin barõş ku- şu geleneğine rastlanõr. Bazõsõ “Züm- rüdüanka” tasvirinde rengârenk, ba- zõsõ da “kıpkırmızı” parlaklõktadõr. Barõş için türküler düzülür; savaşlar kõ- nanõr. Her dilde barõşa ilişkin anlam- lõ sözler yinelenir. Savaş düşkünleri- nin bile söylevleri; “Sürekli barış için zorunlu savaş” betimlemesini içerir. Ama dünya tarihi; savaşlar çõkaran, barõş kuşunun kanadõnõ kõran siyasal ve ekonomik davranõş modeli olarak emperyalizmi görür. Barõş idealinin savunucusu Musta- fa Kemal için savaş; “ancak savun- ma meşruiyeti” içindeki son çaredir. İkinci Dünya Savaşõ’nda Türkiye’yi savaş ötesi tutmayõ başaran İsmet İnönü, zorlamalara karşõ; “Benim çizmem yok, aklım var” yanõtõnõ verir. Bu tutumlar, yaşamlarõ çatõş- malar içinde geçmiş ama barõşõn de- ğerini kavramõş gerçek devlet adam- larõna özgüdür. İkinci Dünya Savaşõ, Türkiye’yi bir yangõnõn ortasõnda bulur. İnönü Sa- vaşlarõ kahramanõ, ülkeyi ateş dõşõ tut- 1 Eylül 1939 ve ‘Dünya Barõş Günü’ Ertuğrul KAZANCI Eğitimci / Hukukçu Emperyalizm, evrensel boyutlardaki hegemonyasõyla yine işbaşõndadõr. Barõşõn adõ var kendisi yoktur. Ulusumuz için çõkar yol; Cumhuriyetin ülkesel kuruluş felsefesindeki bağõmsõz ve devrimci karakteri gereği; “stratejik” uyduculuğu yadsõmak ve saldõrgan paktlar dõşõnda kalmaktõr. . maya çalõşmaktadõr. Çünkü o, Lozan Barõş Antlaşmasõ’nõn yapõcõsõ ve: “Biz savaş meydan- larında yetişmiş, ihti- lallerden gelmiş bir ku- şağız, felaketleri bili- riz” öngörüsündedir. Yõl- lar sonraki: “Savaşa gir- meyerek ulusun erkek- liğini öldürdü, cami- lerde asker barındır- dı” veya: “Halka sü- pürge tohumu yedirdi, buğdayları silolarda çü- rüttü” gibi suçlamalara karşõ akõl ve gerçek öl- çütlerini gösterecektir: “Memleketin varlığını, iç ve dış barışını savaşa karşı korumak için ted- birler gerekiyordu.” Böylece “barış kuşu” sadece Anadolu’da uça- bilirken savaş, Türki- ye’den can alamadõ!.. 1950 yõlõ sonrasõnda emperyal cepheye bağlõ siyasal iktidarca, Cum- huriyetin dõş politikasõ terk edilir.1955’lerde Asya ve Afrika halkla- rõnõn bağõmsõzlõklarõnõ yadsõyanlar arasõnda yer tutulur. Emperyalizm ki- mi “düşman” görüyor- sa, Türkiye’deki yöne- tim de onu öyle sayar. İnönü 1961’de başla- yan son başbakanlõğõnda ABD buyrukçuluğuna verdiği ünlü; “Yeni bir dünya kurulur, Tür- kiye o dünyada yerini bulur” yanõtõyla, İkinci Dünya Savaşõ sonrasõ düşülen yanlõşlõğõ dü- zelterek, bloklar dõşõ si- yasetlere yönelecektir. Ama sonrasõnda Mec- lis’te düşürülecektir. “Yurtta ve dünyada barış” ilkesinin evrensel öncüsü Türkiye, şahin- lerin yol arkadaşõ olarak bugünlere gelecektir. Sonuç: Günümüzdeki ABD ve AB bağdaşõklõğõ sa- yesinde barõşõn adõ var, kendi yoktur. Ulusumu- zun özgörevi, antiem- peryalist karakterli ve barõşçõ Kemalist yönet- selliği sağlamaktõr. Dün- ya Barõş Günü’nü, atom bombalarõ da kullanõlan savaşlarda zulme uğra- yan dünya çocuklarõna adamõş Nâzım Hik- met’in dizeleriyle kut- layalõm: “Dünyayı ve- relim çocuklara hiç de- ğilse bir günlüğüne. Bir günlük de olsa öğrensin dünya arka- daşlığını..” HALKOYLAMASINA kadarki vakit azaldıkça propaganda kampanyasındaki falsolar, hatalar, hakaretler çoğalmakta. Başbakan, her zamanki üslubuyla, “bertaraf etmek” gibi sonra düşündükçe pişmanlık duyacağı sözleri ağzından kaçırıyor, ana muhalefet lideri de, belki deneyimsizlikten, “genel af” gibi geçmişte tartışmalara yol açmış kavramları ağzına almadan duramıyor. İlginç olan, ‘Evet’ cephesindeki sesler arasında üslup ve söz seçimi bakımından az çok bir uyum olmasına karşılık, ‘Hayır’ cephesinin yavaş yavaş sonucu etkileyebilecek bir akortsuzluğa sürüklenmekte oluşudur. Oysa, ülkenin siyasal yaşamını en az yarım yüzyıl boyunca etkileyebilecek bir oylamada daha doğru bir çizginin izlenmesi ve cephe içinde duraksamalara, çelişkilere, hatta karşılıklı ayrışmalara yol açacak tutumlardan kaçınılması önemliydi. Bu önem dolayısıyladır ki, kampanya başlarken daha mayıs ayının sonlarında ‘Evet’ cephesinin içinde yer alması beklenen “cumhuriyetçi” denebilecek siyasal partiler yelpazesine yönelik bir çağrıda bulunulmuştu. Çağrı sahipleri, yelpazenin iki ucunda yer alan iki partinin genel başkanlarıydı ve kampanya için bir “eşgüdüm komitesi”nin kurulması önerilerek ilgi duyanların bir araya gelip ortak kararlar alması isteniyordu. Ses çıkmadı. Tık yok. Herhalde, bu işe asıl öncülük etmesi beklenen ana muhalefet lideri başta olmak üzere, “cumhuriyetçi” denen partilerin hepsi kampanya için en iyi sloganları bulabileceklerini, en kalabalık mitingleri düzenleyeceklerini, en iyi medya programlarına çıkacaklarını düşünmektedirler. Ayrı ayrı ve tek başlarına. İyimserlik hâlâ sürmekte ve bütün bu ayrılıktan, dağınıklıktan, uyumsuzluktan tek, gür, sağlıklı bir “Hayır” sesinin çıkabileceğine inanılmakta. Oysa, önerilen anayasa paketine “Hayır” demekle daha özgür, daha hakça ve daha iyi yönetimli bir Türkiye’ye giden yolun açılacağı müjdesini veren ortak bir ses gerekiyordu. Bu ses henüz yok; her parti kendi sesini çıkarıyor. Bazen geleceğe dönük kuşkular uyandırarak, bilinen kendi tutumları konusunda bile şaşırtıcı değişiklikler göstererek bazen aynı cephede olanlara itiraz fırsatı verip neredeyse cevap hakkı yaratarak. Vakit büsbütün geçmemiştir. Hiç değilse şu zaman parçasında bir araya gelip korunması gereken ortak değerler, cumhuriyetçi ilkeler konusunda ortak bir ses çıkarmak, “Hayır”ın ardından AKP gidince nasıl bir Türkiye getirecekleri konusunda halka söz vermek ve yargı bağımsızlığına ilişkin iki önemli ayıbı örten değişiklik paketiyle şaşkınlaşmış insanlara güven aşılamak zorundadırlar. mumtazsoysal@gmail.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle