19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 24 AĞUSTOS 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ölümü mü, Yaşamı mı? “Bertaraf olurlar.” Yani yok edilirler mi demek istiyor? Bir Başbakan doğru dürüst konuşmasını sekiz yılda öğrenememiş demek ki!.. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor demekten başka çare yok. Bir halkoylaması yapılacak. Bugüne dek birçokları yapıldı. Evet dedik, hayır dedik, olan oldu! Ama kimse “bertaraf edilmedi.” Kimsenin aklına da böyle bir şey gelmedi! Bir anayasa tasarısı hazırlatmışsın... Adı Prof. olanlar yapar bu işi zaten, nitekim 12 Eylül 1980 Anayasası’nı da başka bir profesör hazırlamıştı. İkisi de hemen hemen bir tek kişinin ürünüydü. Ama geniş katılımlı tek anayasa 1960 sonrasınınki idi. Danışma Meclisi yeni anayasa taslağını tüm kamuoyuna dağıtmıştı. Hepimiz, ince ince okumuştuk, bakmıştık, eleştirmiştik, beğenmiştik. Üstelik de 27 Mayıs askeri rejimini yaşıyorduk. Yine de biri çıkıp da “Siz bu anayasayı beğenmeseniz, hayır oyu verirseniz, bertaraf olursunuz” dememişti. 12 Eylül 1980 Anayasası’nın yanlış, ters, kötü olduğunu yazan, bu yüzden de askeri mahkemece hapse atılan tek gazeteci, tek yazar, tek aydın benim... Şimdi Tayyip Bey anayasasına karşı çıktığım, hayır oyu vereceğim, üstelik de okurlarıma da hayır oyu vermelerini öğütleyeceğim için AKP’ce “bertaraf” mı edileceğim?.. Hem de sekseninden sonra... Çok çirkin bir dönemde yaşıyoruz. Nasıl bu duruma geldik inanmak zor! Bir korkunç karabasanda gibiyim.. Hastalık, ameliyat, şu, bu hepsi etkili ama beni en çok yaralayan böyle bir dikta toplumunda yaşadığımızı görmek! Hatırlarsınız, bir iki yıl önce daha ellili yaşlarını süren Tayyip Bey’e bir baba öğüdü yazmıştım. Onu bir daha yinelesem mi? Ama görüyorum ki AKP lideri elindekini kaçırdım kaçıracağım dehşeti içinde. Kolayca elde ettiği iktidarı bir anda kaybederse bilmem ne hale gelir. Az kaldı, bir ay sonra sandıklara gideceğiz, Mustafa Kemal Türkiyesi’nin, halkıyla, askeriyle, yoksunlukları, işsizlikleriyle, günden güne artan korkunç yanlışlıklarıyla nereden nerelere gittiğini görerek verin oyunuzu. Ölümü seçer gibi “evet”, yaşamı seçer gibi HAYIR... PENCERE Tuhaf Bir Rastlantı!.. Her yıl 6 ve 9 Ağustos günleri dünyanın her yanında atom bombası felaketi anılır; Hiroşima ve Nagazaki’de törenler yapılır, dualar edilir. İkinci Dünya Savaşı’ndan önce Hiroşima 350 bin nüfuslu bir kentti. 6 Ağustos 1945’te bir Amerikan uçankalesi, saat 8.15’te dünya tarihinin ilk atom bombasını Hiroşima’ya attı. 5 kilometre çapında bir çemberi kapsayan alanda her şey yok oldu. 80 bini aşkın çoluk çocuk, ana, nine, dede, kadın, erkek, bebe öldü; şehirdeki yapıların yüzde 98’i yıkıldı. 9 Ağustos 1945’te ikinci atom bombası Nagazaki’ye atıldı. Bu kez 4.5 kilometre çapında bir çembere yayılan alanda ölüm ve yıkım gerçekleşti; sivil halk yok edildi. Bu yılın ağustosunda da dünyanın her yanında “Hiroşimalar olmasın” diye yakarılmıştır. Atom bombası tragedyasının ölüm ve yıkımından sonra üstü örtülen gerçekleri, aradan bunca yıl geçmesine karşın, kimse yeterince kurcalamaz. En başta Japonlar suskundur. 20’nci yüzyılın sonuna yaklaşırken kimi çevrelerin olayı ele alış biçimi, inanılmaz bir yazgıcılığın aldatıcı rengine bürünür. Sanki tanrıların isteği ya da buyruğuyla Hiroşima ve Nagazaki’nin başına büyük felaket gelmiştir; sanki Allah, insanlığa ibret dersi vermek için suçsuz kent halklarına gökten atom yağdırmıştır. Yaşanan acı olay, dinsel kokular taşıyan törenlerdeki yakarışlarla anılır ve kurbanlar anımsanırsa, yaşanan acı olay bir kez daha yinelenmez diye düşünülmektedir. Oysa bir dizi sorunun yanıtı, gün ışığına çıkarılmak için gölgede beklemektedir. Atom bombalarının Hiroşima ve Nagazaki’ye atılması için Vaşington’daki egemen buyruk vermiştir. Ama sorumlu tek kişi midir? Atom bombasını kullanmak zorunlu muydu? Atom bombası kullanılmadan savaş kazanılamaz mıydı? Kin ve intikam güdüleriyle mi iki kent halkı yok edildi? Yahudi soykırımını başlatan Hitler suçludur da sivil halkı toptan yok etmek için dünya tarihinin en güçlü silahını gözünü kırpmadan deneyen kişi suçsuz mudur? İkinci Dünya Savaşı’nda yaklaşık 40 milyon insan öldü; bu sayının içinde 300 bin Amerikan var. Hiroşima ve Nagazaki’deki sivil katliamı 160 bini geçer; çoluk çocuk atom kurbanları, Amerika’nın bütün savaş boyunca verdiği kayıp sayısının yarısını aşıyor. 1945 yılının 8 Mayıs’ında Almanya bağılsız koşulsuz teslim olmuş, Batı’da savaş bitmişti. Mayıs 1945’te Japonya çökmüş; Fransız, Sovyet, Avustralya, Amerikan kuvvetleri karşısında her cephede yenilgiye uğramıştı. Ne var ki tarih, insanlığa bir oyun hazırlıyordu. ABD’nin ünlü Cumhurbaşkanı Roosevelt ölünce, 1945’in Nisan ayında Başkan Yardımcısı Truman, yasalar gereğince yetkileri eline aldı ve daha çiçeği burnunda bir cumhurbaşkanıyken atom bombasının kullanılması için emir verdi. Bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkar: — Roosevelt ölmeseydi, atom bombasının sivil halk üzerine atılması için emir verir miydi? Kuşkusuz bu soru yanıtsız kalacaktır; ama atom bombasını kullanma kararı, sivil kent halklarını kitlesel biçimde ortadan kaldırmaya yönelik katliam niteliğindedir. İnsanlığın geçmişi kanlı bir mezbahadır. Amerikan tarihi de çoğu ülkeninki gibi kanla yuğrulmuştur; ABD’nin kuruluşunda Kızılderili soykırımının yeri de pek büyük... Hiroşima ve Nagazaki kırımları ise uzak geçmişin karanlığında yaşanmadı; daha dün gibi... Bu yıl ağustos ayında bütün dünyada “Hiroşimalar olmasın” diye törenler yapılırken, Amerikan Temsilciler Meclisi’nde sözde Ermeni soykırımı gündeme girmişti. Ne tuhaf bir rastlantı? Oysa Birinci Dünya Savaşı’nda Doğu Anadolu’da yaşanan acı olay, soykırım niteliğinde değildi ve atom bombası katliamındaki gibi serinkanlı, hesaplı; bilinçli bir “irade” ile düğmeye basmakla da gerçekleşmemişti. (12 Ağustos 1987 tarihli yazısı) T erör deyimi Latincedeki “terre- re” sözcüğünden türetilmiş olup, korkutmak, dehşete düşürmek, korkutup kaçõrtmak ve korku ve- rerek caydõrmak anlamõna gelmektedir. Te- rörizm sözcüğünün anlamõ ise, “Kişilere, mallara ve kurumlara karşı şiddet uygu- layarak korku uyandırıp bir amaca ulaş- maya çalışmak eylemi” olarak nitelendi- rilmektedir. Terör ve terörizm deyimleri daha çok Fransõz Devrimi ve onu izleyen dönemler- de sõk kullanõlõr nitelik kazanmõş olsa da, kor- ku salarak etkin olma yöntemlerinin geçmişi insan soyunun varoluşu kadar eskiye da- yanmaktadõr. Bunun nedeni, tüm canlõlarda olduğu gibi, insan türünde de varlõğõ tehdit eden olaylara karşõ gelişen ilk tepkinin kor- ku duygusu olmasõdõr. İçgüdüsel bir duygu olan korku, çoğu za- man bilinçsizce korunma dürtüsünü tetikler. Birey bencilleşir, öncelikle kendi güvenliğini gözetir; en yakõnlarõ bile o an için önemle- rini kaybederler. Bütün bu etkiler korku ya- ratan saldõrgan için isteklerini gerçekleştir- mede kolaylõk sağlar. Halkın güven duygularını yıpratmak Terörist eylemler de toplumlarda, korku- nun bireylerde oluşturduğu duygu ve dav- ranõşlara benzer şekilde çaresizlik ve panik hali yaratõr. Özellikle içgüdüsel davranõşla- rõn etkin olduğu, toplumsal bilincin geliş- mediği, toplumsal kurumlarõn güçler dengesi sağlayarak sağlam bir sosyal yapõ oluştur- madõğõ kitleler terörizmin uygulanabileceği bir ortam oluştururlar. Terörizmin uygula- yõcõlarõ da bu gerçekleri bildikleri için, ön- celikle toplumsal düzeni sağlayan güçleri et- kisiz kõlarak, ya da kurumlar arasõ çatõşma- lar yaratarak halk kitlelerinin güven duygu- larõnõ yõpratmaya çalõşõrlar. Eğer yönetimler de terörist uygulamalarõn gerçek nedenleri- ni algõlama ve giderme yeteneğinden yok- sunsa geçici, göstermelik uygulamalar bir so- nuç vermez, sonuç olarak terörist davranõş- lar giderek güç kazanõp yaygõnlaşõr. Yönetimler çözüm üretmekte yetersiz Tarihin akõşõ incelendiğinde de, toplum- larda terör ve terörizmin görüldüğü ve sü- reklilik kazandõğõ dönemlerin sõklõkla, sos- yoekonomik sorunlarõn yoğunlaştõğõ, yöne- timlerin çözüm üretmekte yetersiz kaldõğõ, bi- reylerin yönetimlere güvenini kaybederek can güvenliklerini sağlama kaygõsõna düşme dönemleriyle çakõştõğõ görülür. Bu koşullarda devlet kurumlarõ birlikte çözüm üretecekle- rine birbirlerini suçlama yarõşmasõna girer, güçler dengesi bozulur, yasalar yanlõ uygu- lanõr, bireylerin yargõya güveni sarsõldõğõ için haksõzlõklarõ kendileri giderme çabasõna düşmeleri anarşik bir ortamõn gelişmesine ne- den olur. Çoğu zaman sosyoekonomik bunalõmlarõn geçerli olduğu toplumlarda gelişen, etnik kö- kenli, inanç farklõlõklarõna bağlõ, ya da ezil- mişlik duygularõnõn neden olduğu ayrõmcõ- lõk amaçlõ terörden başka, faşist, Nazi ve Sta- lin’in Sovyet modelinde örneklerini gördü- ğümüz “devlet terörü” olgusu da terörizmin diğer bir türüdür. Bu tür terörizmde, egemen güçler seçimlerle yönetime gelseler de, ço- ğu zaman öne çõkarmadõklarõ kuramsal amaçlarõna öncelik tanõyarak topluma yeni bir düzen vermek yolunda devlet güçlerini yanlõ olarak kullanõp korku ortamõ yaratõrlar. Sindirilmiş halk kitlelerinin yoğun bir propagandayla koşullandõrõlarak tepkisiz bir ortamõn sağlanmasõ baskõcõ yönetimlerin ilk aşamasõdõr. Medya araçlarõ ve eğitimin de- netim altõna alõnmasõnõ çoğu zaman, direnen aydõnlarõn düzmece suçlamalarla etkisiz kõ- lõnmasõ izler. Bu tür zorbalarõn amaçlarõnõ gerçekleştirmek için, korku salarak yöne- timde kalma çabalarõ tarihin hiçbir döne- minde başarõlõ olamadõğõ gibi, bu nitelikte- ki yönetimlerin yarattõğõ bunalõmlardan en çok uygulayõcõlarõnõn zarar görmüş olmasõ da diğer bir tarih gerçeğidir. Ülkemizde de artan terörist eylemler, ta- rihteki benzerlerine uygun olarak, siyasal suç- lama ve çatõşmalarõn öne çõktõğõ ortamda güç kaybetmeden devam etmektedir. Ana sorun ülkemizdeki bölgesel gelişmemişlikler ve feodal toplum yapõsõ olduğu halde bunlarõ de- ğiştirmeden aranan çözümlerin başarõyau- laşmasõ düşünülemez. Toplumlarda sosyo- ekonomik sorunlara değinmeden sadece yö- netimin isteklerini gerçekleştirmeyi sağla- yacak olan yasa değişiklikleri hiçbir çözüm getiremeyeceği gibi kötü niyetli egemenle- rin diktatörce uygulamalarõna ortam hazõr- lar. Tüm bu gerçekler çeşitli uluslarõn tarih- lerinde defalarca yaşanmõşken ülkemizdeki sorunlarõn çözümü için ana nedenlere de- ğinmeden sadece yasalarõ daha korkulur ve yargõyõ yönetimlere daha da bağõmlõ kõlma girişimlerinin olumlu bir sonuç vermeyece- ği açõktõr. Özellikle aykõrõ düşünenlerin baskõlara uğradõğõ ve gerçekleri dile getirmelerinin ön- lendiği koşullarda kitlelerin demokratik bir seçeneği olduğundan da söz edilemez. La- ik Cumhuriyetin ilkelerinden ödünler veril- meye başlanan 1946 seçimlerinden beri ge- len yönetimlerin neden olduğu günümüz so- runlarõnõn çözümünün, ülke bütünlüğünü ve çağdaş insan haklarõnõ koruma koşullarõyla birlikte sağlanmasõ öncelik taşõmaktadõr. Yeni bir toplumsal sõnav vereceğimiz bu- günlerde, bütün olumsuzluklara karşõn, her zaman bölücülüğe ve bağnazlõğa direnerek “Hayır” diyen ulusumuzun bundan sonra da sağduyulu davranacağõnõ beklemek gelece- ğimizin tek umududur. Terör, Terörizm ve Yönetimler Prof. Dr. Abidin KUMBASAR Yeni bir toplumsal sõnav vereceğimiz bugünlerde, bütün olumsuzluklara karşõn, her zaman bölücülüğe ve bağnazlõğa direnerek “Hayõr” diyen ulusumuzun bundan sonra da sağduyulu davranacağõnõ beklemek geleceğimizin tek umududur. Silivri’de Bir Cuma Günü N asõl dayanõlacağõnõ bilemediğimiz acõ- lardan, akõl almaz olaylardan geçtiğimiz bu- günlerde pek çok konu baş- lõğõ varken birincilik bu konuya ayrõlmalõ. Çok be- reketli, çok verimli konular el altõnda iken bu konu sõk- lõkla dillendirilmeli. Siliv- ri’den söz ettiğimi anla- mõşsõnõzdõr. Yollara düştüğümüzde Uğur Mumcu’su elinden alõnmõş, Mustafa Bal- bay’õnõn özgürlüğüne el konulmuş, İlhan Selçuk’u bir yõğõn haksõzlõkla uğur- lanmõş ülkemizi düşündüm. Adlõ adõnca, yerli yerin- ce söylersek devletin tüm kurumlarõnda yaşanan yet- ki karmaşasõnõ, gelinen noktadaki toplumsal, siya- sal, hukuksal kirlenmeyi düşündüm. Aydõnõ, yazarõ, gazetecisi, düşünürü, bi- lim adamõ, askeri, sivili sõrf muhalif ve yurtsever ol- duklarõ için nedensiz yere içeri atõlan toplumumuzu düşündüm.Gelelim cuma günü gittiğim duruşma sa- lonuna. Öncelikle uzun sü- re gözyaşlarõma söz geçi- remediğimi söylemeliyim. Bu konuda yalnõz olma- dõğõmõ görünce de iyice coştuğumu. Tiyatro sanat- çõsõ Gülsen Tuncer’den ressam- yazar Bedri Bay- kam’a, Vatan’dan Mine Kırıkkanat’tan Cumhuri- yet’ten Cengiz Yıldırım’a, Milliyet’ten Melih Aşık’tan Hürriyet’ten Yal- çın Bayer’e, TGB’nin ba- şarõlõ yöneticisi Adnan Türkkan’dan eski millet- vekili Emin Şirin’e, Ulu- sal Kanal’dan Halil Nebi- ler’den Kanal B’den Tev- fik Kızgınkaya’ya, Cum- huriyet’ten Şükran So- ner’den Hurşit Tolon’a, Prof. Dr. Naki Selman- pakoğlu’ndan Prof. Dr. Yalçın Küçük’e pek çok isim ilk gözüme çarpanlar arasõndaydõ. Tuncay Öz- kan’õn kõzõ ve amcasõ da oradaydõ. Dönüş yolundayken bu kez de sõnõrlõ sõfatlarõn sõ- nõrsõz güçleriyle neleri ya- pabileceğini düşündüm. Ve şu sorulara yanõt aradõm. Çocuklarõ babasõz bõra- kanlar, aileleri parçalayan- lar, cezayõ herkese kesenler, muhalif her sesi susturma- da haklõ bir şöhret kaza- nanlar vicdan denilen duy- gudan haberdarlar mõ? Neşe DOSTER
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle