23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 17 AĞUSTOS 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Politikacı ve Çağdaşlık POLİTİKACI ne demek? Günlük yaşamda kullanılan çoğu sözcüğün anlamı sorulduğunda önce şaşırırız; sonra düşünmeye başlarız. Yanıt vermek her zaman kolay değildir. İlk bakışta politikacı sözcüğünün sütçü, kalaycı, kapıcı, demirci, karpuzcu, baloncu, bozacı gibi laf olduğu anlaşılıyor. Ne var ki politika kavramının eski Yunan’a dayanmasına karşın politikacı sözcüğünün çağdaş anlamıyla kullanılması 19’uncu yüzyıla ertelenir. Çünkü politikacının tarihçesi siyasal partiler tarihine koşuttur. Niçin? İnsanlık tarihine göz attığımız zaman toplumları çok uzun süre kralın ya da padişahın yönettiğini anlıyoruz. Adına kral dediğimiz adam egemenlik kaynağının Tanrı’dan geldiğini söylerdi. Eh, kral hazretleri yanına dizi dizi feodallerini, prenslerini, piskoposlarını, papazlarını da aldı mı, halk adına kim sesini çıkarabilir? Böylece devlet yönetimi yukarıdan aşağıya doğru biçimlenirdi. Devlet örgütünde politikacılar yoktu; görevliler ya da memurlar vardı. Bu piramidi yıkmak ve tersine çevirmek için yüzyıllar boyu savaşımlar sürmüştür. Burjuva demokratik devrimiyle bu katı kabuk kırıldı; hiyerarşi bozuldu; aşağıdan yukarıya doğru bir yönetim biçimine adım adım yüründü. Siyasal partiler ve politikacılar işte bu sürecin ortaya çıkardığı kurumlar ve kişilerdir. Çağımızda politikacı denince akla kim gelir? İki tür siyasal parti gibi iki tür politikacı vardır: Sermayeden yana politikacı. Emekten yana politikacı. Kuşkusuz bu iki türün de türleri var. Ancak çağdaş dünyadan birazcık haberli kişi, demokratik rejimde yönetime halk katılımının halktan yana siyasal partilerle gerçekleştiğini bilir. Başka bir yöntem şimdiye dek icat olunamamıştır. Yaşadığımız dünyada ne partisiz sanayi devleti var; ne de politikacısız bir demokrasi. Demokratik yaşamda emekten yana kitleler kendi siyasal partilerini oluştururlar; sermayeden yana çevreler de kendi çıkarlarını savunmak için örgütlenirler. Bu oluşum içinde politikacılar ortaya çıkar. Aralarında iyiler, kötüler, ustalar, acemiler, korkaklar, yürekliler vardır ama temelde toplumdan örgüte ve örgütten kişiye doğru dönüşen oluşumda politikacılar biçimlenir. Ali, Veli, Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin; adı ne olursa olsun, her politikacı kendisini yaratan kaynağa borçlu ve bağımlıdır. Bunun içindir ki şu ya da bu politikacıya siyaset yasağı kondu mu, hemen yerini dolduracak birisi çıkar. Ancak çağdaş insan hiçbir zaman sermayeden yana politikacıyla emekten yana politikacıyı bir tutmaz. Böyle bir yanılgı çağdışılığın ölçütüdür. Yeryüzü gün geçtikçe bağımsızlığa ve özgürlüğe doğru dönüşüyor. Bağımsızlık dış sömürüye, özgürlük iç sömürüye karşı çıkmakla gerçekleşebilir. Yani alın terinin hakkını savunmakla çağdaş demokrasi eşdeğerlidir. Böyle olunca da her politikacıyı eşdeğerde sayamayız. Siyasal bilinçlenme işte bu ayrımı yapabilen insanın kafasındaki ışımadır. Türkiye’de yurttaş siyasal bilinçlenme sürecini yaşıyor. Bu süreç, bir asfalt yol değildir. İnişli, yokuşlu, dikenli, taşlı bir patikadır. Dünya tarihinde hiçbir toplum demokratik özgürlükleri kolayca özümseyip benimseyemedi. Eğer iş onca kolay olaydı; okuduğumuz cilt cilt tarih kitapları yazılır mıydı? Elbette ülkemizin çağdaşlaşması zor sınavlardan geçtikten sonra gerçekleşecektir. Ama gerçekleşecektir. (19 Temmuz 1981 tarihli yazısı) B eklenen Marmara dep- remi nedeniyle gerek İs- tanbul’da ve gerekse çev- re illerde yaşayanların tedirginlikleri her kesimce bilin- mektedir. Çeşitli deprem senar- yolarına göre 7.2 büyüklüğünde- ki bir deprem İstanbul’da en az 50 bin kişinin can kaybına ve 150 milyar dolar civarında bir eko- nomik kayba sebebiyet verecektir. Ne bu can kaybõnõ, ne yaşanacak acõ- larõ, ne de bu büyüklükte bir eko- nomik kaybõ göğüsleyebilecek du- rumda mõyõz? 1999 Marmara dep- reminde yaşadõğõmõz bunca fela- ketten sonra yeni bir depremde ya- şanacak böyle bir acõ manzara ne- deni ile, yüzümüz hem kendi top- lumumuza hem de yabancõlara kar- şõ kõzarmayacak mõ? Bu kadar büyük bir can kaybõnõn ve milli ekonomimize indirilecek böylesine büyük bir darbenin so- rumlusu kim olacak? Deprem riskini azaltabilmek için bugüne kadar iri- li ufaklõ birçok yararlõ çalõşma ya- põlmõştõr. Ana arterlerdeki bazõ vi- yadükler ile yetersiz de olsa bazõ okul ve hastaneler güçlendirilmiştir. Ama erişilen son durum yetersiz ve yürekler acõsõdõr. Dilerseniz bazõ istatistiklere birlikte göz atalõm: İstanbul’da 1.3 milyon bina var. Güçlendirilen bina sayõsõ yüzde 1’i geçmez! İstanbul’da 3 bin okul var. Sade- ce 271’i (yüzde 9’u) güçlendirildi. İstanbul’da 635 özel ve kamu hastanesi ile 415 sağlõk ocağõ var. Sadece 48 hastane ve sağlõk oca- ğõnda (yüzde 5’i) güçlendirme ya- põldõ. İstanbul’da 2 bin 473 kamu yö- netim binasõ var. Sadece 847’si (yüzde 34’ü) güçlendirildi. İstanbul’da 128 öğrenci yurdu var. Sadece 1’i güçlendirildi. Türkiye’de 15 milyon bina var. Bunlarõn yüzde 55’i kaçak, yüzde 60’õ yirmi yaş üzerinde ve depreme karşõ güvensiz. Bu acõ gerçeklere bakarak söyle- yebileceğimiz tek söz ‘İstanbul uyuyor!’dan başka ne olabilir? İs- tanbul 1999 Marmara depremlerin- den bu yana geçen on bir yõlda uyumamõş olsa idi, bõrakõn mal gü- venliğimizi ve ekonomimizi, can gü- venliğimize büyük bir tehdit oluş- turan yukarõdaki tablo, böylesine ka- ranlõk ve başarõsõz olur muydu? ‘Çıkmaz sokak’ İnsanõn aklõna gelen ilk öneri şu oluyor: “Deprem yönetmeliğine göre dayanıksız olan tüm kamu ve özel sektör binalarını derhal güç- lendirelim!” İlk bakõşta makul ve tek çõkar yol gibi görünen bu öneri, aslõnda “çıkmaz sokak” ve akõldõ- şõ olmaktan öteye geçemeyen bir dü- şüncedir. Çünkü, İstanbul’da bulu- nan yaklaşõk 1.3 milyon binanõn, da- ha doğrusu 3.5 milyon dairenin yüzde 95’i demek olan yaklaşõk 3.3 milyon daire, deprem yönetme- liğimize göre güvensizdir. Bu “gü- vensiz” dairelerin bulunduğu bi- nalarõ güçlendirebilmek için, daire başõna ortalama 8 bin dolar masraf varsayõmõ ile tüm İstanbul için 26.4 milyar dolara ve 25 senelik bir in- şaat zamanõna ihtiyaç vardõr. Ne bu para, ne de bu zaman bulunabilir! Hukuksal ve lojistik sorunlar da cabasõdõr. O halde, akõldõşõ ve “çık- maz sokak” demek olan bu güç- lendirme önerisini terk etmekten başka çare yoktur! Risk yönetiminde öncelik, mal güvenliği yerine can güvenliği ola- rak seçilir ve can kayõplarõnõn ge- nelde daima “komple göçen” bi- nalardan kaynaklandõğõ varsayõlõrsa, izlenecek tek doğru yolun, sadece hiçbir binanõn “komple göçmesine” izin vermemek olduğu bütün çõp- laklõğõ ile ortaya çõkar. İşte bu ne- denle, bir binanõn “komple göçme” niteliği taşõyõp taşõmadõğõnõ tayine yarayan hõzlõ değerlendirme yön- temleri geliştirilmiştir. Bu yöntem- ler arasõnda en etkili ve bilimsel isa- bet derecesi en yüksek (yüzde 95) olanõ P25 Metodu’dur. Bu metot ile, yaklaşõk bir saat içinde ve 800 TL gibi düşük bir maliyetle betonarme bir binanõn “Göçer mi?” veya “Göçmez mi?” olduğunu, yüzde 95 bir kesinlikle tahkik etmek kabildir. Bir binanõn göçme nedeni olarak kõsa kolon; yumuşak kat; farklõ se- viyede döşemeli çarpõşma; kolon, perde ve yõğma duvarlarõn yeter- sizliği; kolon veya perde süreksiz- liği; yatayda döşeme süreksizliği; çõkmalar, sõvõlaşma, heyelan, büyük oturma, korozyon, beton kalitesi, et- riye noksanlõğõ gibi hususlar göz önüne alõnmaktadõr. Eğer bir bina- nõn depremde “komple göçecek” ni- telikli olduğu anlaşõlõrsa, yapõlacak şey, daha doğrusu takip edilecek yol şudur: Binanõn ya yõkõlõp yeniden yapõlmasõ gerekir veya usulüne uy- gun güçlendirilmesi için mal sahi- bine bir süre (mesela 2 yõl) verilir. Bu süre sonunda bina yõkõlõp yeni- den inşa edilmemişse veya usulün- ce güçlendirilmemişse, bina polis marifeti ile iskândan arõndõrõlõr ve mühürlenir. Böylece “göçecek” ni- telikli binalar, bir bina stoku içinden söküp atõlmõş olur. Sonuçta, hiçbir bina “komple” göçmeyeceği için, pratik olarak can kaybõ da olmaz! Bina taramasõ yolu ile, betonarme veya yõğma bir binanõn depremde “göçüp” “göçmeyeceği” niteliğinin sağlayacağõ yararlar, aşağõdaki bil- gi notunda özetlenmiştir. (Açõk Pencere - Melih Aşõk, 07.02.2010 Milliyet) Haiti Olmamalı Haiti depremi sonrasõ ABD bu ül- keye asker indirince, Mine Kırık- kanat’õn romanõ “Bir Gün Bir Ge- ce” gündeme geldi... Hani o, bir deprem sonrasõ ABD’nin Türki- ye’yi işgal edeceğini öngören ro- man... Profesör Semih Tezcan ise böyle düşünenlere tepki gösteriyor: - Böyle bir ilişki kurmak aptalca, diyor, Amerika bize ‘Depreme ha- zõrlanmayõn’ mı diyor?Ve ekli- yor:“Aklımızı başımıza alıp der- hal, hemen, yarın sabahtan baş- layarak, depreme hazır hale gel- meye bakalım...” Peki, ne yapalõm? Binalarõn muayenesi pahalõya geli- yor. Üstelik binanõn onarõmõ gere- kirse bunun için de para yok. Semih Tezcan’õn formülü basit: “Kamu ve özel binalar dahil, tüm bina sto- kunu P25 Yöntemi ile taraya- rak, ‘göçer’ nitelikli binaları bu- lup fişlemeli ve sadece bu ‘göçer’ nitelikli binalar iskândan arındı- rılmalı, yıkılmalı veya usulünce güçlendirilmelidir.” Nedir bu P 25 metodu?“P25 me- todu ile bir betonarme binanın be- ton kalitesi, hiç beton karot nu- mune alınmadan, hiçbir tahriba- ta meydan verilmeden, ultrason aletleri ile belirlenmekte, binanın ‘göçer’ ‘şüpheli’ veya ‘göçmez’ nitelikte olduğu bir saatlik bir çalışma sonunda ve bilgisayar or- tamında tayin edilmektedir.” Peki fiyatõ? “Daire sayısı ne olursa olsun, bina başına P25 tes- ti yaklaşık 800 TL’dir.” Eğer, İs- tanbul’a bir deprem gelir ve 50 bin can kaybõ olursa, bunun sorumlusu kim olacaktõr? Marmara depremle- rinde 18 bin üzerindeki can kaybõ- nõn sorumlusunu bulabildik mi? Bir “günah keçisi” müteahhitten başka hapse giren oldu mu? Devletin dep- rem yönetmeliği, deprem bölgeleri haritasõ yetersizdi! Kimse devleti suçlayabildi mi? Devletin kontrolünde olmasõ ge- reken ‘yapı denetimi’ diye bir şey yoktu. Kimse devleti suçlayabildi mi? Kalitesiz beton dökülürken dev- let nerede idi? Kimse devleti suçla- yabildi mi? Eğer, devlet (veya onun adõna yerel yönetimler) her türlü ön- lemi almõş idi ise, niçin 1975’ten be- ri yürürlükte olan deprem yönet- meliğindeki bina tasarõm kriterleri bir gecede (1998) yüzde yüze yakõn arttõrõldõ? Ne tuhaftõr ki, halen (2010) yü- rürlükte olan deprem yönetmeliği- mizde de ölümcül hatalar mevcuttur. Zayõf ve yumuşak kat kriterleri ve yaptõrõmlarõ eksik ve yanlõştõr. Yük- sekliği 20 katõ geçmeyen binalardan usulünce hazõrlanmõş bir zemin ra- poru istememek gibi gülünç bir ku- suru vardõr. Deprem bölgeleri hari- Depremin 11. Yõldönümünde ‘İstanbul Uyuyor!’ Prof. Dr. Semih S. TEZCAN Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Üyesi Gelecekteki bir İstanbul depreminde 50 bin kişi ölürse, suçluyu yine bulamayacağõz. Çünkü, ölüme sebebiyet verme nedenlerini ortadan kaldõrma sorumluluğu bulunan kişi ve kuruluşlarõ belirleyip görevlerini tarif etmediğimiz için hâkimler yine hiç kimsenin yakasõna yapõşamayacaktõr. tasõndaki hatalar gide- rilmek üzere, bir gecede İstanbul’un yarõsõ 2. de- rece deprem bölgesin- den 1. dereceye çevrildi. Ülkede yapõ denetimi yerel yönetimler tara- fõndan usulünce ve ge- reğince yapõlõyordu da 4708 sayõlõ ‘Yapı De- netimi’ Kanunu niye çõ- karõldõ? Görülüyor ki, en büyük eksiklikler ve görevini gereğince ve layõkõ ile yapmayanlar devlet ve/veya onun çe- şitli kademelerindeki or- ganlardõ. Ne çare ki, hâ- kimlerimiz, önlerindeki yasalar çerçevesinde devleti suçlayamadõlar. Ölen öldüğü ile kaldõ. Suçlu bulunamadõ. Biz iddia ediyoruz ki, gelecekteki bir İstanbul depreminde 50 bin kişi ölürse, suçluyu yine bu- lamayacağõz. Çünkü, ölüme sebebiyet verme nedenlerini ortadan kal- dõrma sorumluluğu bu- lunan kişi ve kuruluşla- rõ belirleyip görevlerini tarif etmediğimiz için hâkimler yine hiç kim- senin yakasõna yapõşa- mayacaktõr. Suç var, suç- lu yok! İşte, bu açmaz- dan ve ikilemden kur- tulmanõn tek yolu, bir yasa tasarõsõ hazõrlayarak sorumluyu ve dolayõsõ ile potansiyel suçluyu tarif etmekten geçer. Toptan göçecek ve ölüme neden olabilecek kamu ve özel sektör bi- nalarõnõ tarayõp bulma görevi ve sorumluluğu, konu can güvenliği ol- duğu için, anayasaya gö- re doğrudan devletin ve onun adõna yerel yöne- timlerindir. 6 Nisan 2009 tarihinde İtalya’nõn L’Aquilla şeh- rinde meydana gelen 6.3 büyüklüğündeki bir dep- remde bina enkazõ al- tõnda 300’den fazla insan hayatõnõ kaybedince, L’Aquilla eyalet savcõsõ “toplu ölüme sebebi- yet vermek” suçu ile önce deprem profesörle- rini tutuklamõş ve mah- kemeye sevk etmiştir. Tutuklanan profesörler, esas suçun, depremden önce tüm binalarõ tara- yarak “göçecek” nite- likli binalarõ bulup orta- ya çõkarmayan yerel yö- netime ait olduğunu id- dia etmişler ve kendile- ri yerine, yerel yönetim liderlerinin tutuklanma- sõnõ sağlamõşlardõr.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle