28 Mayıs 2024 Salı English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Türk Silahlı Kuvvetleri ve Özeleştiri “Bizim bu generaller, terfiler için harcadıkları enerjilerinin onda birini askerlik için harcasalardı, doğru dürüst, ciddi, saygıdeğer bir ordumuz olurdu. Kendi mayınıyla kendi askerini havaya uçurmaya, askerlerinin ölümünü naklen seyretmeye, ‘baskın olacak’ raporlarına aldırmamaya, dünyanın en kolay baskınına uğrayan karakollarını yapmaya, baskına gelen PKK’lileri ‘kaçakçı’ sanmaya, kekik toplamaya çıkan köylüleri ‘düşman’ diye öldürmeye hiç aldırmıyorlar, bu hataları düzeltmek için kıllarını bile kıpırdatmıyorlar ama ‘terfi, tayin’ dedin mi çıldırıp ortalığı kırıp döküyorlar. Bu kadar vurdumduymaz, bu kadar bencil, bu kadar şımarık bir komuta heyetini herhalde yeryüzünün hiçbir ordusunda bulamazsınız. Yıllarca beceriksizliklerinin, yeteneksizliklerinin, yetersizliklerinin sorgulanmamasına alışmışlar.” Yukarıdaki satırlar Ahmet Altan’ın 7 Ağustos 2010 tarihli Taraf gazetesindeki “Yeter Artık” başlıklı yazısından. Yandaş koalisyon elindeki tüm araçlarla Türk Silahlı Kuvvetleri’ne saldırıyı sürdürüyor. Üst düzey komuta kademesindeki kıdem geleneğinin altüst edilmesi de “hocaefendiciler, neo-liberaller ve İslamcılardan” oluşan bu koalisyonu yeterince tatmin etmemiş; orduyu karnının en yumuşak yerinden vurup yıpratmaya çalışıyorlar. Türk Silahlı Kuvvetleri doğal ki başka kurumlar gibi eleştirilmeli, fakat bunların yaptığı eleştiri değil, ortak siyasal amaçları doğrultusunda Türk Silahlı Kuvvetleri’nin toplumdaki saygınlığını zedelemek istiyorlar. Ellerinde önemli silahlar var. En önemlisi de 12 Eylül 1980 hiyerarşik üst komuta darbesi. Bu faşist darbenin topluma çektirdiği acılar, ülkeyi sürüklediği karanlık hâlâ halkın belleğinde. Halk süngü gölgesinde sandık başına gidip bir deli gömleğinden farksız Evren anayasasına “evet” oyu vermeye zorlanmasını unutamıyor. Önümüzdeki anayasa referandumunda 12 Eylül 1980 darbesinin AKP tarafından “koçbaşı” olarak kullanılmasının nedeni de bu değil mi? Çok yazıldı, çizildi. Kendi hesabıma ben Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 12 Eylül 1980 darbesine ilişkin olarak bir “özeleştiri” yapması gerektiğini, kurumun üzerine yapışmış kara lekeden ancak böylelikle arınabileceğini en az dört kez yazdım bu köşede. TSK, özeleştiriyi hiç aklına getirmediği gibi darbe döneminin en azılı işkencecilerini korudu, korumakla da kalmayıp terfi ettirdi. Nurettin Ersin (1 Temmuz 1983 - 6 Aralık 1983), darbe çetesinin bir elemanıydı, dolayısıyla ondan böyle bir davranış doğal ki beklenemezdi. Ya ondan sonra Genelkurmay Başkanlığı’na gelen öbür orgeneraller? M. Necdet Üruğ (6 Aralık 1983 - 2 Temmuz 1987), Necip Torumtay (24 Temmuz 1987 - 3 Aralık 1990), Doğan Güreş (6 Aralık 1990 - 30 Ağustos 1994), İ. Hakkı Karadayı (30 Ağustos 1994 - 30 Ağustos 1998), Hüseyin Kıvrıkoğlu (30 Ağustos 1998 - 28 Ağustos 2002), Hilmi Özkök (28 Ağustos 2002 - 28 Ağustos 2006), Yaşar Büyükanıt (28 Ağustos 2006 - 28 Ağustos 2008) ve İlker Başbuğ (28 Ağustos 2008 - ). Son 27 yılda sekiz Genelkurmay Başkanı gelmiş, yedisi geçmiş, sonuncusu geçmek üzere, fakat hiçbirinin aklına komuta ettikleri Türk Silahlı Kuvvetleri’ni 12 Eylül 1980 lekesinden arındırmak gelmemiş. Hiçbiri Yunan ya da Arjantinli meslektaşlarının yaptıklarını yapamamış, içlerindeki darbe bulaşıklarını kulaklarından tutup atamamış. Gelinen sonuç ortada; AKP şimdi TSK’nin yapmadığını, yapamadığını “yaparım” savıyla önümüzdeki referandum için oy toplamaya çalışıyor. 12 Eylül Darbesi’ni yüksek yargıyı ele geçirebilmek için yem olarak kullanıyor. Eğer referandum “evet” ile sonuçlanacak olursa bunun bir sorumlusunun da kim olacağını varın siz değerlendirin. Seferihisar sayesinde bizim de gündemimize giren “Yavaş Şehir” hareketinin kent içi ula- şõmda “bisiklet”i yeğlediğini duyduğumuzdan beri “ah keş- ke” diyor, seviniyoruz... Ne var ki aynõ hareketin, nü- fusu 50 binden az ve “sakin”li- ği seçen kentleri kapsamasõndan ötürü de bisikleti hep küçük öl- çekli yerleşmelere yakõştõrõyo- ruz... Oysa bõrakõn 50 bini, 100 bi- ni; Paris, Londra, Amsterdam gibi milyonlarõn yaşadõğõ “Dün- ya metropolleri”nde bile bi- siklet artõk en çok ilgi gösterilen “toplu taşıma aracı”na dönüş- mek üzere.. BBC’nin 30 Tem- muz’daki Türkçe yayõnõnda yer alan haber şöyleydi; “Dünyada, bisiklet kiralama sistemi uygulayan kentler ara- sına Londra da girdi. Yılso- nuna kadar kent çapında 400 ayrı noktaya yerleştirilecek altı bin bisiklet halkın kulla- nımına açılacak.” Belediyeye ait “kiralık kent bisikletleri” uygulamasõ önce- ki yõl Paris’te başlatõldõğõnda, ki- ralanan bisikletlerin birçoğu ça- lõnmõş… Buna rağmen belediye yönetiminin õsrarlõ tutumuyla sürdürülen sisteme üye olan Pa- risli sayõsõnõn 15 bine yaklaştõğõ be- lirtiliyor. Londra Beledi- yesi de aynõ tutu- mu elden bõrak- mayõnca, üye sa- yõsõ şimdiden bi- siklet sayõsõnõn iki katõna ulaşmõş. BBC’nin haberin- de şu ayrõntõlar da var: “Kiralanan bisikletler 23 ki- lo ağırlığında ve üç vitesli. Ağırlık ve hız düşüklü- ğü, insanları, bi- sikletleri uzun süre ellerinde tutmaktan cay- dırma amacı taşıyor.” Londra Belediye Başkanõ Bo- ris Johnson, kiralama sistemi sayesinde kentin geleneksel renklerinde yenilenme olacağõ- nõ söylüyor. Çünkü “mavi” bi- sikletler de çift katlõ “kırmızı” otobüsler ve “siyah” taksiler gibi kentin simgesi haline gele- cekler... Kendisi de evinden iş- yerine bisikletle giden Johnson, Londra’yõ dünyanõn en yaygõn bisiklet kullanan kentlerinden bi- ri yapmayõ hedefliyor. İzmirli önderler Haberi okuyunca geçen mart ayõnda İzmir’de düzenlenen “Bisikletle İzmir Kültür Ge- zisi”ni anõmsadõm. Etkinliği dü- zenleyen “İzmir Bisiklet Der- neği” basõn açõklamasõnda di- yordu ki; “Amacımız kent içi ulaşımda bisiklet kullanımının yaygınlaşmasına; alternatif ulaşım aracı olarak hatırlan- masına ve daha çok insanın bi- siklete binmeye özendirilme- sine katkıda bulunmak...” Derneğin bunun için düzen- lediği hafta sonu turlarõ ve per- şembeleri yapõlan akşam turla- rõna ek olarak Bisikletle İzmir Kültür Gezisi’nin güzergâhõ da Alsancak Vapur İskelesi önün- den başlanmak üzere şöyle be- lirlenmişti: “TCDD Tarih ve Sanat Müzesi - Ahmet Pirişti- na İzmir Arşivi ve Müzesi - Agora ve Arkeoloji Müzesi...” İzmirlilerin bu önderliğini bir kez daha alkõşlarken sözü yine BBC’nin haberine getirmek is- tiyorum. Örneğin belediye başkanõnõn da evinden işine bisikletle git- mesi bizim kentlerimizde acaba ne zaman olabilir? Köyde, kasabada ya da küçük bir tatil beldesinde değil, söz ge- limi İstanbul’da, Ankara’da hatta İzmir’de bile bunun “ola- bileceği”ni düşündüğümüz an- da gerçekten “uygarlaşıyoruz” demektir. Hele bir de gerçekle- şiverirse, şu son günlerin siyasal söyleminde öne çõ- kan “güçlü ülke”, ya da “lider ülke” olmayõ işte o zaman başarabiliriz... Ya bisikletlerin çalõnmasõna rağmen belediyenin uygula- madan “vazgeçme- me”sine ne deme- li? Nasip olursa gö- rürüz, elbette bizde de olacaktõr… hatta bir gecede tümünü bile götürebilirler… Buna rağmen yerel yöneticilerimiz “bi- zim millet henüz buna hazır değil” gibisinden sözler söylemeden uygulamayõ sürdürdükleri anda, çağdaş uygarlõğõ yakalamõş sa- yõlmaz mõyõz? ‘Sistem’ kõsaca şöyle çalõşõ- yor; belediyeye ait özel park- lardan çok ucuza kiraladõğõnõz bisikletlerle dilediğiniz yerlere gidiyor, işiniz bitince de diledi- ğiniz semtteki parka teslim edi- yorsunuz… Aylõk abone de ola- biliyor; böylece çok daha ucuza yararlanabiliyorsunuz. Bakalõm, her yönüyle “me- deni”liğin göstergesi olan bu uy- gulamaya hangi kentimiz “ön- cü” olacak? “Önce bisiklet yol- larımız olmalı” demeyin; za- manla o da olur; yeter ki niyet- lenip başlatabilelim... ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ Kent Bisikletleri HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY 11 AĞUSTOS 2010 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 15 Muhbir yurttaş işbaşında. İşsizlik sorununu MİT çözüyor. Tamam Muzaffer Tanrıkul: “Çankaya Köşkü’ne 1.6 milyon liraya zırhlı araba alınmış. Sivil kadrolar, askeriye, polis, yargı da 12 Eylül de tamam olursa; düğün bizim, oyna kızım!” Tekel Necati Cebe: “Tekel’in 84 taşınmazı daha özelleştirilecekmiş. Desenize yandaşlara gün doğdu! Üçlü Ahmet Önen: “Kadın-erkek eşitliğine inanmadığını söyleyen Recep, bu bilgileri üç eşli danışmanı Ali Yüksel’den mi alıyor! YağmurDeniz Çan dörtten fazla çalarsa! ÖYKÜ kısa bir süre önce Cumhuriyet’in ikinci sayfasında yayımlandı. 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin, “Balyoz” sanıkları için verdiği “onlar kaçak değil; tutuklayamazsınız” kararı üzerine bir kez daha güncelleşti. Prof. Dr. Tülay Özüerman’ın “Çan dört kezden çok çalınırsa kim ölmüştür” başlıklı kısa öyküsü: “Çok eski yıllarda krallıkla yönetilen bir ülkede törelere göre, bir yurttaş öldüğünde, kent merkezindeki kilisenin çanı bir kez çalınır, eşraftan birisi ölünce iki kez, devlet adamı ölünce üç kez çalınırmış. Kral öldüğünde çan dört kez çalınırmış. Günün birinde kentte bir olay olmuş ve mahkemeye intikal etmiş. Davanın sanığı olarak mahkemeye çıkarılan kişinin masumiyetini tüm yurttaşlar biliyormuş. Beraat beklenen davadan sürpriz bir karar çıkmış ve sanık para cezasına mahkûm olmuş Kısa bir süre sonra dev çanın sesi duyulmuş; acaba kim öldü? Çan bir kez daha çalmış: ‘Eşraftan biri öldü galiba!’ Çan 3. kez çalmış; ‘Bir devlet adamı öldü ama acaba kim’ diye dalgalanmış kalabalık. Çan 4. kez çalınca herkeste bir feryat: ‘Eyvah! Kralımız öldü!’ Çan, defalarca çalmış, yer gök inlemiş. Herkes bunun ne anlama geldiğini öğrenmek için çan görevlisine koşmuş. Çanı, haksız yere mahkûm edilen adam çalıyormuş; ‘Çanı defalarca çalmak ne demek? Kraldan daha büyük birisi mi öldü?’ diye sormuşlar. Adam, “Evet, adalet öldü” demiş! Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” DENİZLİ’DEN emekli eğitimci bilinçli yurttaş Mehmet Halil Arık, “Denizli veya başka bir kent ‘evet’ mi diyor; diyorsa kocaman bir yalan söylüyor, işte Hayır’ın nedeni” diyor: “Niçin ‘Hayır’ denir? Kendisine reva görülenleri kabullenemediği için, teklifi akla, mantığa uygun bulmadığı için, vicdanının sesini dinlediğinde yüreği evet demeye elvermediği için, ilerde kararın mutluluk getirmeyeceğine kesin inandığı için, kendisine yapılan teklifin yasal olmadığına inandığı için, kendisinden istenenin, kendi yararına bir durum ortaya koymadığına inandığı için, gelecekte evet demenin yaratacağı pek çok sıkıntıları ta baştan görebildiği için. Evet diyenler cephesinde, kendi siyasi, dini, sosyal hatta etnik düşüncelerine uygun olmayan, kişileri ve yandaşlarını gördüğü için, kararını verir ve ‘Hayır’ der. Kendince, daha pek çok nedenleri de vardır. Kararı sorulmadan, adına hüküm verilip, afişlerle ‘Evet’ dediğinin halka ilan edilmesi hiç etik değildir. Çünkü kararı evet değildir, on binlerin kararının da evet olmayacağı gibi! Yine bir dayatmayla karşı karşıyayız. Neymiş, Denizli (veya bir başka kent) Evet diyor(muş). Neye, kime, ‘Evet’ diyormuş! Halkoylamasında dayatılan anayasa taslağına; nereden ve nasıl duyurulmakta bu sonuç halka! Sadece sokak başlarındaki afişlerle, el ilanlarıyla da değil. Cami avlusuna, vilayet binasına asılan devasa afişlerle. Bilmezler mi, siyasetin ve propagandasının girmemesi, sokulmaması gereken yerleri! Evetçiler kamuya ait olması gereken bu yerleri arka bahçeleri olarak mı görmekteler! Toplumsal, hukuksal, siyasal erdem kirlenmesi işte buradan başlar! Kendilerini kadı görmek, şikâyet ve itiraz edilemez görmek! Kendilerini yetkilerle donatılmış tek karar mercii görmek! Oysa en ilkel toplumlarda bile ahlakın ilk kuralı der ki; ‘Sorumluluğunu aldığın kişileri düzetmek misyonunu üstlendinse önce kendinden başla!’ ‘Denizli (veya bir başka kent) evet diyor’ demek bir peşin hükümdür! Peşin hükme varmak hatadır! Başkalarının yerine karar vermek ise sadece hata değil, aynı zamanda büyük bir erdem eksikliğidir! Huzur, kendine tanınmasını istediğin hakların, başkalarına da tanınmasını istemekle sağlanır. ‘Hep bana’ mantığı, günün birinde; ‘Sanma ki bu devran böyle kalacak/ Kısa çöp uzundan hakkın alacak!’ diyenleri haklı çıkarır.” Hayır HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Londra Belediye Bşk. Boris Johnson, “makam” aracında... BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Antalya’nõn Kaş ilçesinde, Eşen Çayõ’nõn ağzõnda bir kõ- yõ gölü. 2/ Ba- şõboş gezen hayvan sürü- sü... Yanõlgõ. 3/ Pislik. 4/ Ata... Lokmanruhu. 5/ Gerçekleşti- rilmesi olanak- sõz tasarõ ya da düşünce... İlaç, deva. 6/ İlgi eki... Yarõ memnunluk anlatan bir ünlem... Türk mü- ziğinde “usul” anla- mõnda kullanõlan söz- cük. 7/ Açõk kapõ ve pencereler arasõnda oluşan esinti. 8/ İtal- ya’da bir kent... Ana- dolu halklarõnõn en eski ana tanrõçasõ. 9/ Doğalgazõn önemli bir bileşeni olan gaz... Gerçek. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bolu ilinde, doğal güzelliğiyle tanõnmõş bir göl... Bir bağlaç. 2/ Rütbesiz asker... Bir kişinin top- lumsal konumu. 3/ Kapõ ve pencerelerin üst eşiği... Sõnõr nişanõ. 4/ Kurnaz, açõkgöz... Garajlarda oto- büslerin hareket edeceği bölümlerden her biri. 5/ Ak- deniz Bölgesi’nde bir õrmak. 6/ Sarma, kuşatma... “Bakõr lengerlerde kõzarmõş kuzular --- idi” (Nâzõm Hikmet). 7/ İçine mendil, gecelik gibi şeyler koy- maya yarayan, kumaştan koruncak... İlkel benlik. 8/ Kars ve yöresinde yaşayan Türkmen kökenli bir halk. 9/ Özel gezinti gemisi... Ceylan. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 O K Ü L T İ Z M F O R A T E O S İ V E D İ N B A K M E L İ N İ T L A N İ K E L E L A K İ O R İ K R A M A F İ T O Y E G L O G V A R N A N A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 [email protected] www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle