19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN [email protected] BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ [email protected] 27 TEMMUZ 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 Davulcu İsmail Somuncu: “Bu yıl Ramazan davulcularının sahur manisi: Dum- dum-dum!/ Referandum!/ Evet demek için,/ Ben kırk yalan uy-dur-dum!” Bingöl Halit Ovalı: “Recep Bingöl’e yedi kez gittiğiyle övünüyor. Gitmiş de ne olmuş; yoksulluk mu önlenmiş, terör mü bitmiş, ne hallettiğini söylese de biz de öğrensek!” Mesir Bora Altay: “Her vesileyle en az üç çocuk yapın diyenler, kömür veya nohut yerine neden mesir macunu dağıtmaz?” Orduyu modernize eden son zihniyet! 19. YÜZYILDA ordunun modernize edilmesi adına 26 bin yeniçerinin kılıçtan geçirildiğini anlatan Bülent Esinoğlu günümüzde ise farklı “teknik”ler uygulandığını söylüyor: “Örneğin Balyoz tertibinden 102 asker için yakalama emri çıkarıldı. Sakın ha kimse demesin ki, bu mahkeme tebligatıdır. Hukuk ne diyorsa o olur. Geçin bunları. Siyasi iktidar talimat veriyor, daha doğrusu Amerika söylüyor, tertipler yapılıyor. Arkasından tutuklamalar geliyor. Yani Amerikanca söylersek, milli kuvvetler dolaylı olarak (indirect control) Amerika'nın denetimine tabi hale getirilmeye çalışılıyor. Çünkü tayin ve terfileri etkileyen tertipler, sonucunda Kemalist ve yurtseverler yerine, Batı’nın çıkarlarını daha fazla hesaba alacak komutanların tayini isteniyor... Yüksek Askeri Şûra öncesinde, böyle bir iş yapılmış olmasının birinci amacı budur. Ancak, sanıldığı kadar bu amaç ile de sınırlı değildir. Bu yargılamaların sonuçları şunlar olacaktır: Bundan sonra, Askeri Şûra'da Genelkurmay'ın bir etkinliği olamayacaktır. Ordu içindeki düzenli ve hakkaniyetli tayin-terfi sistemi bozulacaktır. 150 gün sonraya duruşma günü vererek generalleri tutuklamak bir anlamda hukuk tartışmalarına son vermek ve ‘Hukuksa, hukuk da benim’ meydan okuması yapmaktır.” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” AKP’NİN iktidara gelişi üzerine Recep’in “sessiz bir devrim gerçekleştirdiklerini” söylemesinin üzerinden çok geçmediğini anımsatıyor Ankara’daki dostumuz Mustafa Yıldırım ve: “Anadolu’da yüzlerce yıldır yaşayan Türk egemenliğini yıkmak isteyen emperyalizm, Ortadoğu’nun Arap hanedanları, imparatorluk hülyalarıyla Türkiye’ye karşı düşmanlığı bazen açıktan bazen maskeli olarak sürdüren Acem tiranlığı, Büyük Bizans ideali peşinde koşmaktan bir türlü caymayan Atina devleti ve Fener Kilisesi. Kimisi ‘liberalizm’ diyerek, kimisi ‘etnik özgürlük’ ve pek çoğu ‘din hürriyeti’ ve ‘çok kültürlülük’ diyerek dışarının yayılmacılarıyla ilan edilmemiş bir anlaşma içinde birleşiverdiler. Türklerin ve Cumhuriyet devletinin ideallerine bağlı bin yıllık kardeşlerinin uyurgezerliğinde ‘Nasıl olsa bir şey olmaz’ inancından kaynaklanan aymazlığından yararlanan ‘değişim koalisyonu’ amacına ulaşmak üzere. Değişimin ilkeleri ya da programı herkesin anlayacağı bir dille ilan edilmemişti. Yıllar içinde taksitle benimsetildi. Açıktan şiddete başvurulmamıştı; ama kurumların kilit yerlerine ‘değişim’ inançlılar yerleştirilmişti. Özel yetkili mahkemeler, ‘sessiz’ devrimin sindirici gücüne dönüşüverdi. Yasaların yerini ‘devrimci’ merkezin emirleri aldı. Emperyalist odaklar, geleneksel devletin yıpranmasından hoşnuttular; içerdeki gücü kendi yararlarına davrandığı sürece desteklediler. İçerdeki güç de aynı amaçla onları kullanabileceğine inançlıydı. Ne var ki dışarıdakiler yıkılan Türk devletinin yerine; Arap-Fars İslamının egemen olacağı bir devletin oluşmasına izin veremezlerdi. İçerdekiler de yüzlerce yıl sonra Arap-Fars-Kafkas Müslümanlarının birliğiyle kurulacak bir birleşik İslam imparatorluğunun karşısında en büyük engel olan Türk devletinin yerine kendi sultanlıklarını kurmalarına ramak kalmışken, iktidarı bırakıp gidemezlerdi. Böylesine bir fırsat yüzlerce yılda bir gelirdi. Şimdi, ikilemdeki soru şu: Türk Silahlı Kuvvetleri’nin de amaçlara uygun biçime sokulması için ‘gemi limana’ sabırla ilerletilecek mi, yoksa ‘sesli’ devrim aşamasına mı gelindi? Anayasa ve yüksek yargı kısa devre edildikten sonra serbest bir seçimle iktidara gelineceğine inananlar, gücü elinde bulunduranların kararlılığını görmezden gelerek genel seçim nutukları mı atacak yoksa halka devlet üstüne oynanan bu oyunu mu anlatacak?” Sessiz devrim İşsizlik iki yılda yüzde 32 arttı. Hedef dört yılda herkesi işsiz bırakmak! YağmurDeniz MAVİ SÜRGÜN SERDAR KIZIK Kararan Gelecek... UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected] Kılıçdaroğlu, “Darbelerle mücadelede samimiyseniz hadi gelin TSK iç hizmet tüzüğünden 35. maddeyi kaldıralım” dedikten sonra, satranç masasında bu hamleyi beklemeyen AKP panikledi. Erdoğan başına gökten düşen bu hediyeyi reddedecek değildi ama, bunun parsasını da CHP’nin toplamasına razı olmazdı!. O nedenle hemen işi içeriksiz polemiklere çekip, hem teklife sahip çıkmaya hem de “Gerekirse o işi biz yaparız” demeye başladı. Aynı şekilde paydaş medya da, ani bir dönüşle teklifin CHP’den geldiğini ısrarla örtbasa yeltendi. Tabii “Balyoz” tutuklama kararları akıl almaz şekilde geçen hafta yeniden çıkabilirken, şu çelişkiyi, lütfen bir hukukçu izah etsin: 35. maddeyi kaldırmayı birileri düşündüğüne göre, demek ki şu anda var ve geçerli. İyi de, hukuki olarak buna inandıklarına göre o zaman bu “Ergenekon” davaları, “Balyoz” soruşturmaları nasıl yaşanabiliyor? Anayasa Mahkemesi’nin “Anti-laik faaaliyetlerin odağı olduğu”nu saptadığı bir parti iktidardayken, şayet Genelkurmay’da böyle bir teorik düzeyde bir harekât planı toplantısı yapıldıysa, o zaman bu zaten yürürlükte olan ve ancak şu anda kaldırılmasından söz edilen 35. maddenin kapsamına girmiyor mu? Giriyorsa da o zaman bu zaten “legal” olarak yasada var olan bir hak etrafında TSK’nin yaptığı teorik bir çalışmadan ibaret! Girmiyorsa, zaten ortada sadece hayali bir çalışma var. Her iki şıkta da ortada bir suç nasıl oluyor, anlayamadım!.. 35. madde henüz kaldırılmamış olmasına rağmen bu davaların bir izahını, asker veya hukukçular veya sanık avukatları nasıl yapıyor, bilemiyorum! Yarın bu madde değişse de bence yine suç teşkil etmez, çünkü yasa geriye doğru çalışamaz. Hani AKP durmadan uygunsuz şekilde Ahmet Kaya’nın şarkılarını sahiplenmeye çalışıyor ya? Ellerini hiçbirine uzatmaya kalkmasınlar, Ahmet’in kemikleri sızlar... Ben onlara en sevdiğim şarkısındaki “Bu ne yaman çelişki anne!” dizelerini hatırlatmakla yetineyim! Bugün bu 35. maddeyi değiştirmeye kalkışmayı neye benzetiyorum biliyor musunuz? 1989’da Demirperde’nin çöküşünden sonra, komünist propagandayı yasaklayan 141 ve 142’nin Türk Ceza Kanunu’ndan çıkarılmasına! Genelkurmay’ın “niyet düzeyi”nde bile yandaş medyaya hesap verdiği bir dönemde, neden bahsediyoruz ki? Bu konu zaten toptan gündem dışı! Türkiye’de görüyoruz ki, sağdan sola herkes, TSK iç tüzüğünden bu maddeyi çıkarma konusunda hemfikir. Harika! Böyle bir konsensüs, sosyal demokratından şeriatçısına, liberalinden ülkücüsüne kadar yerleştiğine göre, kim durdurur sizi! İşin kredisi AKP’nin gözyaşları arasında CHP’ye yarar ve TBMM bu işi hemen hallediverir. İyi de yasalar ve anayasalar, aynı zamanda “Kötü suç işlenmeyecek” varsayımıyla değil, “işlenirse neler olur” diye yapılır. Yoksa zaten yasa olmaz. Türkiye gibi 87 yıldır her aklına esenin kökünü dinamitlediği bir ülkede, demek ki artık zaten fiili olarak bitmiş olan askeri müdahaleler dönemi, teorik olarak da son buluyor. Sonuçları da şöyle: Birincisi, Ata’nın ölmeden 12 gün önce orduya yazdığı güven ve yetkilendirme hitabesi, daha önce söylediğim gibi Anıtkabir’in duvarından kazınmalıdır. İkincisi, artık herkes bilmelidir ki, TSK bu ülkede yanlız kendisine Başbakan’ın verdiği emirleri yerine getirmekle yükümlü, sinirleri alınmış bir kurumdan ibaret olacaktır: Kim iktidar olursa olsun, demokratik rejimden, hukuktan, anayasadan saparsa, polis ve askerin kontrolünü de elinde tutarak, her rejim dışı kaymayı isterse şiddet kullanarak yapabilir. Mesela deliren bir Başbakan kalkıp camileri kapatmaya kalksa, kan gövdeyi götürse, yine iş olacağına varır! Kimsenin “One minute!” bile deme hakkı olmaz. Herkes bu gelişmeden mutlu görünüyor. Bence de bir mahzuru yok! Freni patlamış otobüs uçurumdan düşerken, bekçi mi arayacaktınız? Bu iyi veya kötü demiyorum, yanlız olağan bir saptama yapıyorum: Artık iç barışımız başbakanların ruh haline ve insafına kalacaktır. Türkiye’de güçler ayrılığından uzaklaşma konusunda önemli bir boyut atlaması daha yaşanmakta ve Başbakanlık makamı, gücün her zerresine sahip olma konusunda muhteşem bir adım atmaktadır. Şimdi 12 Eylül’de de AKP’nin istediği sonuç çıkarsa, ülkenin her iktidarı ve onun başı, bu ülkenin kayıtsız şartsız hükümranı olabilecektir. Tabii ki yazının bu 2. bölümü teoriktir, çünkü bilindiği gibi hiçbir başbakan bu ülkede zaten demokratik saygısızlık yapmayı aklına dahi getirmez. YAKAMOZ BEDRİ BAYKAM 35. Madde: ‘Bu Ne Yaman Çelişki Anne! [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Macaristan’a özgü bir cins kõr- mõzõ biber. 2/ Yap- ma, etme...Yu- murtasõnõ atarak zayõflamõş uskum- ru balõğõ ve bunun kurutulmuşu. 3/ Bir kömür cinsi... Tellür elementinin simgesi. 4/ İlkel bir silah... Rütbe- siz asker... Tavuğun is- tenilen yere yumurtla- masõnõ sağlamak için kullanõlan beyaz taş. 5/ Ölüyü, bozulmamasõ için ilaçlama... Bir nota. 6/ Japon kökenli bir dövüş sporu. 7/ Alçõtaşõ... Bir çeşit çörek. 8/ Kamboç- ya’nõn para birimi... “Çok önemli kişi” anla- mõnda uluslararasõ kõsaltma. 9/ Unutma... Bir bağlaç. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir hava taşõtõnõ yönetme. 2/ Müslümanlarõn, bir ço- cuğun doğumundan yedi gün sonra kestikleri kurban... Olağanõ aşan büyüklüğü olan. 3/ Sinemada, kamerayla geniş bir mekânõn taranmasõna verilen ad... Bir tavla oyu- nu. 4/ Asya’nõn en uzun õrmaklarõndan biri. 5/ Yatak dol- durmaya yarayan yün, pamuk kõtõk gibi şeyler... Lantan elementinin simgesi. 6/ Kõsõk sesli küçük keman...Sõcak bölgelerde yetişen çok sert bir ağaç. 7/ Güzel sanat... “Ey benim --- memesinde cüceler emziren acayip memle- ketim” (B. R. Eyüboğlu). 8/ Motorlu taşõt yapõmõnõ ko- nu alan sanayi dalõ. 9/ Başlangõcõ olmayan, öncesiz... Es- krimde kullanõlan üç silahtan biri. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 D A R I C A N M A Ş U R E O R A Ğ A Z N A V U R S A M D R A M A A N B E K İ N R A D A R B G F E R E T İ K O M O L A A N I Z O R İ J İ N A L 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ne yiyor, ne içiyoruz belli değil! Genetiği değiştirilmiş organizmalardan (GDO) tutun da kimyasal katkılara kadar... Geçen hafta Tarım Bakanlığı’nın yaptığı denetimler sonucu elde edilen gıda analizleri açıklandı. Sonuçlar korkunç! Analizlere göre yağ, bal ve pekmezin içeriğinin değiştirildiği, pul biberin zehre dönüştüğü ortaya çıktı. Kanatlı et, kuru meyveler, bitkisel yağlar, şekerli ürünlerdeki olumsuz sonuç oranı, oldukça yüksek. Bebek mamalarında kurşun. Bazı besinlerde yüksek dozda zirai ilaç kalıntısı... Bu sonuçları açıklayan Tarım Bakanı ne yaptı dersiniz? İdari para cezaları ve suç duyuruları. Peki ne yapmadı? Firmaların isimlerini açıklamadı. Neymiş? Hukuksuzmuş!.. O zaman iktidarsın, yasayı çıkarır, açıklarsın halkı zehirleyenleri... Aslında küresel sömürüden kaynaklanan, insanın ve çevrenin geleceğini karartan, çok daha korkunç bir tablo var ortada. GDO’lar.... İşin içinde gıda, ilaç, tohum üreticisi tekeller ve bağlantılı çokuluslu şirketler, gen merkezleri, bankalar, Dünya Ticaret Örgütü, ABD programları, sözde bilim adamları... Henry Kissinger’in deyişiyle “Petrolü kontrol ederseniz ülkeleri, gıdayı kontrol ederseniz insanları yönetirsiniz” yaklaşımı... ABD Başkanı George W. Bush’un “Yeşil devrim” adını verdiği bu gelişmeye ilişkin görüşlerine bakar mısınız? “Genetik olarak değiştirilmiş bitkiler; yüksek verimli, hastalıklara dayanıklı üretimi doğururlar. Dolayısıyla dünyanın açlığını önlemenin tek yolu, genetik olarak değiştirilmiş organizmaların üretimini gerçekleştirmektir...” Sömürü düzeni temsilcilerinin bu yaklaşımlarının altında, bütün insanlığa, dünyaya tümüyle hâkim olma niyeti yatıyor. Küresel şirketlerin yeni biyolojik silahıdır GDO. Yerel ürünleri yok etme, patentleri kendilerine ait tohumlarla insanlığa hükmetme projesi. Neoliberal köşeler alınacak ama aslında bir egemenlik sorunu. Uluslararası projelerle büyük ölçüde çökertilen Türk tarımını, üreticisini tümüyle göçertme ve ele geçirme çabası... Karşıtları bu insanı ve doğayı sömüren projeye “yüzyılın en büyük felaketi” diyor. Neden? Bütün insanlığı çokuluslu şirketlerin eline bırakıyor. Çünkü hayvan deneylerinde bu bitkilerle beslenen farelerde böbrek yetmezliği, karaciğer yetersizliği, ölü doğum sayısında artma, en geç üçüncü nesilden sonra kısırlığın ortaya çıktığı görüldü... İnsan sağlığına yönelik etkiler, henüz belirsiz. Dünyada bu olumsuzluğun üstüne giden bilim adamlarına, büyük baskı uygulanıyor. Üniversitelerden ve bilim merkezlerinden atılma, ödeneklerin kesilmesi, tazminat davaları, cezalandırma aracı olarak kullanılıyor. “Ölüm Tohumları” kitabının yazarı F. William Engdah, sahte yeşil devrimin, genetik tohum üreticisi ve pazarlayıcısı uluslararası şirketlerin, insanlar gibi tüm canlıların sağlık ve güvenliğini tehdit ettiğini vurguluyor. Konu bizde henüz yeni, gerektiği gibi üstüne düşmüyoruz. Tartışma, dar bir çevrede. Buna karşın Türkiye’deki market raflarında hazır çorbadan bisküviye kadar yaklaşık bin çeşit gıda maddesi GDO’lu. Bakanlık belirli bir oranı aşmadıkça etiketlerde GDO damgasını istemiyor. İnsanlarımız, biyolojik çeşitliliğimiz, tarımımız, çiftçimiz tehdit altında. Tarım ve gıdayla ilgili yasa ve yönetmelikler, dünya egemenlerine göre düzenleniyor. Geleceğimiz kararıyor... [email protected] www.bedribaykam.com
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle