19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 22 HAZİRAN 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Bil ki Seni Hep İzleyeceğiz!’ G eçen hafta Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, İran’õn nük- leer programõnõ tartõşmayõ red- detmesi karşõsõnda dünyanõn konuyu bõrakõp bir kenara çekilmeyeceği yönünde İran’a güçlü bir mesaj vermiştir. Konsey’de alõnan yeni karar, yeni Britan- ya Hükümeti’nin olumlu karşõladõğõ ve or- taya konmasõnda lider bir rol üstlendiği az- min ve kararlõlõğõn açõk bir ifadesidir. Ay- rõca 12 Haziran tarihi 2009 İran Cumhur- başkanlõğõ seçimlerinin ve sonrasõndaki dra- matik sahnelerin yõldönümüydü. Bu iki olay birbirinden ayrõ olmakla birlikte, kendi hal- kõndan birçok insanla ve uluslararasõ top- lumla kavgalõ olan ve çevresinden soyut- lanmõş bir İran resmi çizmektedir. İran Hükümeti sõk sõk başõna gelenler için Britanya’yõ ve dõş dünyayõ suçluyor. Ama kimse buna kanmamalõ. Britanya Hükü- meti, köklü ve onurlu bir tarihe ve dinamik ve genç bir nüfusa sahip son derece önem- li bir ülke olan İran ile yapõcõ bir ilişki kur- mak istiyor. İran’õn kendi hareketleri ne- deniyle kendisini ve bölgeyi etkileyen ve aynõ zamanda Britanya’da bizler için de önemli olan konularda istişareden dõşlan- masõnõn hiçbirimize yararõ yoktur. Bu du- rum, kendilerini enerji ve becerilerini tam potansiyeliyle kullanma ya da tüm insan- larõn sahip olduğu hak ve özgürlüklerden faydalanma imkânõndan yoksun bir şekil- de uluslararasõ arenada geride bõrakõlmõş hisseden milyonlarca İranlõ gencin çõkarõ- na da hizmet etmez. Ahmedinejad’ın açıklaması Cumhurbaşkanõ Ahmedinejad’õn BM yaptõrõmlarõyla ilgili olarak halka yaptõğõ açõklama, beklenenden farklõ olmamõştõr. Yaptõrõmlar için “kullanılmış bir mendil gibi sadece çöpe atılabilir” benzetmesi- ni yaparak manşetlerde yerini almõş olabilir, ancak bu tavrõ ile hükümeti için kilit önem taşõyan bir konudan, bu yaptõrõmlarõn ül- kenin ekonomik durumunda ciddi bir olumsuz etki yaratacağõ konusundan ka- çõnmõştõr. İran’a yaptõğõ “Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı (UAEA) ile ilişki- lerini gözden geçirme” çağrõsõ ise ulus- lararasõ normlardan soyutlanmõş bir İran al- gõsõnõ daha da derinleştirmekten öteye geçmeyecektir. Bu, tamamen İran Hükümeti’nin kendi kendisine yaptõğõ bir soyutlanmadõr. Geçen yõl boyunca sivil bir nükleer enerji prog- ramõ için gerekenin çok üzerinde seviye- lerde uranyum zenginleştirme çalõşmala- rõna devam etmiş, BM kararlarõnõ hiçe say- mõş ve zaman içerisinde nükleer bir silah inşa etmeye yetecek miktarda uranyum de- polamõştõr. İran Hükümeti’nin son aylarda yaptõğõ hiçbir şey bu gerçekleri değiştirmez. İran’daki bir araştõrma reaktörüne yakõt te- minini garantileyecek bir anlaşma (ki İran’õn başõnda sõrt çevirdiği bir anlaşma- dõr bu) imzalama yönündeki yeni çabala- rõ olumlu karşõlõyoruz, ancak bu anlaşma İran’õn nükleer programõ konusundaki da- ha geniş çaplõ endişeleri hiç ele almamõş- tõr. Tahran, BM kararlarõna uymazsa, ye- ni yaptõrõmlar getirileceğini biliyordu ve bu- nun aksini iddia etmesi sadece konuyu sap- tõrmak olur. İran’ın asıl niyeti İran Hükümeti, nükleer programõnõn barõşçõl olduğunu iddia ediyor. Ama dev- letin askeri kolunun bu programa yoğun ka- tõlõmõnõ ya da bu tür bir yakõta ihtiyaç du- yan tek bir enerji santralõ olmadõğõ halde neden uranyum zenginleştirme progra- mõnda õsrar ettiğini açõklayamõyor. Nükleer aldatmaca ve gizlilik geçmişi de doğal ola- rak diğer ülkelere İran’õn asõl niyetinin nük- leer silah kabiliyeti geliştirmek olduğunu düşündürtüyor. Tahran’õn tavõrlarõ, Ortadoğu’da bir nükleer silahlanma yarõşõ başlatma ve tam da uluslararasõ camia nükleer silahlardan arõndõrõlmõş bir dünyaya bağlõlõk sözünü ye- nilemişken Nükleer Silahsõzlanma Anlaş- masõ’nõn temellerini ölümcül bir şekilde za- yõflatma riskini taşõmaktadõr. Uluslarara- sõ bir eylem olarak alõnmasõ gerekliliği bu yüzden bu kadar acildir ve yeni bir hükü- met olarak BM’den bir yaptõrõm kararõ çõ- kartõlmasõ için bu hafta bu kadar bastõr- mamõzõn ve ayrõca, bölgedeki ortaklarõmõzla yakõn işbirliği kurulmasõnõn yanõ sõra AB’nin önümüzdeki aylarda güçlü ek ön- lemler almasõ gerektiğini õsrarla savunacak olmamõzõn sebebi de budur. BM yaptõrõmlarõnõn güçlendirilmesi, Av- rupa’nõn bu konudaki kararlõlõğõ açõsõndan son derece önemli bir sõnav ve bir bütün ha- linde AB’nin dünyadaki siyasi ve ekonomik ağõrlõğõnõn çarpõcõ bir etki için nasõl kulla- nõlabileceğine olumlu bir örnek olacaktõr. Bazõlarõ, bu krizi İran ile Amerika, İsrail ve müttefikleri arasõnda bir çarpõşmaya in- dirgemeye çalõşõyor. İran Hükümeti ken- disini buyurgan ve umursamaz Batõ’ya kar- şõ gelişmekte olan dünyanõn şampiyonu ola- rak tanõtma arayõşõnda. Bunun gerçekle hiç- bir alakasõ yok. Meksika, Nijerya ve Ugan- da’nõn BM yaptõrõmõ lehine oy kullanmõş olmasõ da bu içi boş söylemin gerçek do- ğasõnõ ortaya koyuyor. İran’õn nükleer cephedeki tavõrlarõ, kurallara göre hareket eden ve nükleer silahsõz diğer devletlerin konumunu zayõflatmakta ve Ortadoğu’daki politikalarõ -Gazze’ye askeri deniz araç- larõnõ göndermek tehdidi gibi- barõş süre- cini desteklemeye çalõşanlarõ kabul edile- mez bir biçimde baltalamaktadõr. BM’den İran’a Güçlü Bir Mesaj... William HAGUE İngiltere Dõşişleri Bakanõ Arabayla asfalt yolda giderken birden karşına bir levha çıkar: “Yol kapalı.” Bozulursun.. Ama yapacağın bir şey de yoktur. Bugün pazar!.. Pazartesi günü yürekten ameliyat ola- cağız, söylenenlere bakılırsa epey gıllıgışlı bir operasyonmuş, nalları havaya dikersek bozulmayalım, olur böyle şeyler... Son haftalarda “nalları havaya dikmek” deyişini çok kullanmaya başladım. Benim hoşuma gidiyor; kimisi sevimsiz buluyor; ama, Türkçe mizahın başyapıtlarından biri... İnsanlarla hayvanlar arasında eşitlik de sağlıyor... Bektaşi’ye demişler ki: - Nalları havaya dikenin nesine bakarsın? - Sırtına.. demiş.. - Nasıl? - Ya eyeri vardır, ya semeri... Baba Erenler sınıfsallığı son nefeste bi- le unutmuyor, aşkolsun... Gerçekte “nalları havaya dikmek” eğ- lencelidir, matraktır; ama, bizim temel felsefede böyle şey yok.. Ne var? Ne olacak: Enel hak... Hiçbir din felsefesinin erişemediği bir öz... Varlığın, evrenin, ruhun, maddenin, ye- rin, göğün, yaratanın, yaratılanın özdeş- leştiği buluşmanın, birleşmenin, birliğin, tümleşmenin, eriyip kaynaşmanın dile da- ha yetkin ve güzel yansımasını düşünmek bile olanaksız... Ortalıkta ne nal var.. Ne semer.. Ne eyer.. Neyin ne olduğunu bilen bilir, kimsenin kimseye malumatfuruşluk yapmaya hali yok, ayvayı bu dünyada yediğin zaman her şeyi anlarsın, edebiyata gerek yok... Erenler’e sormuşlar: - Allah neden ölmüyor?.. Yanıt: - Onun Allah’ı yok da ondan... Eskiden Adana’da kafası kızan, Allah’a söverdi... Ama bu Allah, kişinin öfkelenip bozul- duğu keratanın Allah’ıydı: - Ulan, senin Allah’ını, peygamberini, ki- tabını, cüdamını, yedi sülaleni, yetmiş ye- di ceddini, vesaire... Cevap: - Ulan, ben de aynen seninkini... Sonra?.. Ya bıçaklar oynaşır.. Ya ayırırlar.. Şimdi kaldı mı bilmem, böyle öfkeler... Dur bakalım, şimdiden merak etmeye başladım.. Yarın hekim takımı beni kesip biçecek, kolay iş değil, delip dikecek, ya da ben cahil kafamla öyle sanıyorum; pe- ki ne olacak, gözümüzü tekrar açacak mı- yız, yoksa ayvayı yiyecek miyiz?.. Biliyorum, şimdi kimisi diyor ki: - Aman canım, merak ettiğin şeye bak.. deli saçması... Doğrudur... Yaşamak nedir ki zaten?.. Fasa fiso... Yaşamak nedir mi?.. Bir sabah kalktın, sevdiğin kadının gö- zünün altında derin bir çizgi gördün.. O da gördü mü?.. Görmez olur mu?.. Ya da henüz aynaya bakmadı.. Soru: - Yaşlanıyor muyum?.. Sen görmezlikten geldin diyelim, o dü- şünüyor, dupduru ten nasıl böyle oldu?.. Nasıl olmasın ki, yaşıyorsunuz. Kim bilir, belki gözü de teni de daha gü- zelleşti. Ama şartlanmış bir kez.. Şartlanmışsınız. Çizgilerin, yaşlılığın insana güzellik ver- diğini kişinin kültürüne aşılayan estetik kül- türüne erişmek için, insanların daha ne ka- dar yaşamalarına gerek var? 100 yıl, 1000 yıl? İlkellik daha ne kadar sürecek? Sürse de alt gözkapağının altındaki bir yeni çizginin insanı bu denli düşündürüp oyalaması, işte insanın gözeneklerine dek yaşamasıdır... Yaşamak güzel şey Taranta Babu... Dünyanın bugünkü kepaze haline insan bozuluyor, bir yanda açlıktan ölen çocuklar, yoksullar, bir yanda sayılamayacak kadar çok kadın köleler... Öyle kadın köleler ki köleliklerinin bilin- cinde bile değiller... Ve bu kadınlar saraylarda yaşıyorlar... Dünya böyle kalmaz... Biz de böyle kalmayız... Hem kim kalmış ki canım.. Kim kalır ki... Çok ermiş gelmiş geçmiş bu dünyadan... Biri, 13. yüzyıl şairi Âşık Paşa... Der ki: “Acı dirliğim isteyen Tatlı dirilsin dünyaya Kim ölümüm ister ise Bin yıl ömür olsun ona” Yine de tekerlemeye geliyorum: Nalları dikmezsem.. Daha görüşürüz... Dikersem, her ne kadar kusurumuz da olsa, affola... İkisine de eyvallah... (13 Nisan 2008) “Seni şimdi gönderiyoruz, ama bil ki seni izleyeceğiz. Biz sizleri tanıdık, anladık. Atatürk’ü kendinize göre yorumlayıp bir şeyler yapmaya çalışmışsınız. Biliyoruz ki sende bulunanların yüzde 5’ini alabildik. Bundan böyle gözümüz üstünüzde olacak. Bu teşkilatta 22 general ve albay bulunmaktadır. Teşkilatı Mahsusa gibidir. Bak görürsün, bu teşkilat neler yapacak.” 29 Mart 1972 günü Ziverbey Köşkü’nden serbest bırakılan İlhan Selçuk’a bu sözleri kimler söylemişti? “12 Mart’tan 12 Eylül’e sürüklenen Türkiye’de, gerçeklerin kapısı bu sözlerde saklı anahtarla açılabilir” diye yazmış İlhan Selçuk... Bu sözlerle, bugünleri de açamaz mıyız? AKP iktidarının neden Atatürkçü aydınları, yazarları, bilimcileri, devrimcileri Silivri’lerde köle gibi yaşattığı yeni bir şey mi? İlhan’ın “Ziverbey Köşkü” kitabında anlattıkları, tanıttıkları, açıkladıkları bugün de yaşanmakta... Hem de üç yıldır. Bir de uyduruk adı var: Ergenekon... 1972’den bugüne 38 yıl geçti. Partiler, gitti geldi. Asker darbeleri, liderleri, kafaları ona göre, buna göre değişti. Ya da hep aynı çizgide kaldı... İlhan Selçuk, her şeyi önceden görmüş, yaşamış... Falakasından, hem de kırkından sonra, zincirlenmek, işkencelere uğramak, bir cehennem yaşamında günler, geceler geçirmek... Bir iki ay... Hiç değilse o kadar! Şimdiki gibi iki yıl, üç yıl değil. Balbay’ın, Özkan’ın, Haberal’ın, Perinçek’in daha nice aydınlarımızın hâlâ yaşamakta olduğu acıları bir düşünsek... Aradan hiç zaman geçmemiş, o günlerdeki zalimlerin günümüzde de işlerini sürdürdüklerini görüyoruz. Kişiler gidiyor, adlar değişiyor, ama işlemler hep aynı! O işlemi uygulayanlar da o günlerdekilerin benzerleri, oğulları sanki!.. İlhan Selçuk bir buçuk yıldır hastane yatağında, derken yoğun bakımda... 1972 Ekimi’nde Göztepe’deki ahşap köşkte yaşadıklarını bir bir anımsıyor mu? Bu kez bir karabasan olarak!.. Seksen dört yaşında sabaha karşı evini basıp savcılıklara götürenler 12 Mart’takilerin benzerleri değil miydi? Adlar değişik, ama kafa aynı... İlhan Selçuk’un “Ziverbey Köşkü” şu günlerde yeniden okunacak bir kitap. Sanki bugün yazılmış... Köşk başka, köşkün yeri başka, Ereneköy Göztepe değil, Silivri... Savcılar da o günkü savcıların, savcılığa kalkışanların benzerleri.. Sormak gerekir. İlhan bir Ziverbey kitabı daha yazacak mı? O yazmazsa kimler yazacak? O kadar çok ki yazacak olanlar? Yazması gerekenler? Şimdi değil. O gün oldu her şey. O sabahın altısında evi basılarak Emniyet’lere götürülüp saatlerce bekletilen, iki gece de orda sabahlatanlar bu ölümün suçlularıdır. 84 yaşındaki bir yazara yapılan bu çirkin davranıştır bugünkü ölümün sorumluları... İki yıla yakın bir süre daha yaşadı, yaşatıldı. Tıbbın en olanaklı bakımında... Ama acılar içinde, zaman zaman bilinçle konuşarak, zaman zaman derin bir uykuda. Son görüşmemiz bir veda idi. Benden gençti. Benden güçlüydü, sağlığıyla, inançla, kendine, inandıklarına güvenle benzersiz bir yaradılıştaydı. Kardeşimdi. Yarım yüzyılı aşan bir dostluk, bir yakınlık, bir birliktelik, bir kafaca, yürekçe eşit bir arkadaşlık. Tek düşüncesi “Cumhuriyet”ti. Bu kutsal değerdeki gazetenin kendisinden sonra ne olacağı idi. Ona göre önlemleri almak, Cumhuriyet’in daha uzun yıllar bilinçli okurların gazetesi olmasını sağlamak... Onunla ilgili yazımı birkaç gün önce göndermiştim. İlhan Selçuk’un gerçek anlamını duyurmak istemiştim bir daha, bir daha... İlhan Selçuk, Turhan Selçuk, ölümsüz kişilerdir. Bir gün buluşacağız yine bir kıyıda, bir masa başında, yine beraber olacağız. PENCERE İlhan Selçuk by-pass ameliyatından bir gün önceki köşesinde şöyle yazmıştı: İkisine de Eyvallah... Arkası Sa. 8, Sü. 3’te
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle