23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B C İ lhan Selçuk, yaşamı boyunca yazıları ve düşünceleri nedeniyle gözaltına alındı, yargılandı, işkence gördü. Ama asla yılmadı. Hastane yatağında bile ülkenin gidişatından duyduğu endişeleri kimi zaman köşesinden, kimi zaman kendisini ziyarete gelen dostları aracılığıyla kamuoyu ile paylaştı. Her zaman yapacak çok işi vardı, gücü yettiğinde yapmaya da çalıştı. Arkasında gözü yaşlı binlerce aydınlanma savunucusunu bırakarak. Anadolu aydınlanmasının önde gelen isimlerinden İlhan Selçuk, 11 Mart 1925’te İzmir’de dünyaya geldi, ancak nüfus kâğıdına doğum yeri Aydın olarak kaydedildi. Kurtuluş Savaşı gazilerinden Mehmet Kasım Selçuk ile Hikmet Selçuk’un oğulları olan İlhan Selçuk, ilk ve ortaöğrenimini babasının subay olması nedeniyle Anadolu’nun değişik il ve ilçe merkezlerinde tamamladı. Selçuk, liseyi Adana Erkek Lisesi’nde tamamladı. Geçen aylarda aramızdan ayrılan karikatür sanatçısı Turhan Selçuk’un küçük kardeşi olan olan İlhan Selçuk’un diğer kardeşleri ise Ülfet ve Orhan Selçuk. Ziverbey’de işkence 1945 yılında girdiği İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra avukatlık stajını tamamlayarak, 1950-1952 yılları arasında bir süre avukatlık yapan İlhan Selçuk, askerlik görevini 1958’de Demirci Astsubay Okulu ve Burdur Topçu Eğitim Alayı’nda yaptı. Selçuk, gazetecilik yaşamına 1952’de kardeşi Turhan Selçuk’la birlikte 41 Buçuk adlı haftalık mizah dergisiyle başladı. 1953 yılında Turhan Selçuk’la Dolmuş’u yayımlayan İlhan Selçuk, 1958’de Karikatür, 1959’da Aziz Nesin’le birlikte Taş-Karikatür dergilerinin yayımcıları arasında bulundu. Askerliğinin ardından Akşam, Tanin, Vatan gazetelerinde yazarlık yaptıktan sonra 1962’de Doğan Avcıoğlu, Mümtaz Soysal, İlhami Soysal ve Cemal Reşit Eyüboğlu ile birlikte Yön dergisini çıkardı. Nadir Nadi’nin isteği üzerine aynı yıl Cumhuriyet gazetesine geçerek “Pencere” köşesinde yazmaya başladı. 12 Mart muhtırasından sonra yazdığı “Hoş Geldin Tanzimat Kafası” başlıklı yazısından dolayı tutuklandı. Cumhuriyet gazetesi de kapatıldı. Aklanmasının ardından, 19 Ekim 1972’de tekrar gözaltına alındı ve “Ziverbey Köşkü”nde işkence gördü. İşkence altında olduğunu, “akrostiş yöntemi”ni kullanarak ifadesinin içine gizlice yazdı. Daha sonra yaşadıklarından yola çıkarak köşkün adını taşıyan Ziverbey Köşkü adlı kitabı yazdı. Gördüğü işkenceyi kitabında şu sözlerle anlattı: “Gözlerim bağlı olduğundan hiçbir şey görmüyordum. Ayak bileklerime bir alet geçirilmişti. Bir manivelanın ya da vidanın sıkıştırıldığını duyumsuyordum. Öyle bir an geldi ki, bacaklarımı kıpırdatamaz oldum. Bir yağ mı sıvı mı sürüyorlardı tabanlarıma, sonra sopa inip kalkmaya başladı. Kendimi acıya katlanabilir sanırdım. Ancak falakanın verdiği acı hiçbir acıyla kıyaslanamaz. Olayın bir de ruhsal yanı var ki, bedensel acının üstüne biniyor. Kendini aşağılanmış olarak görüyorsun.” Mahkemedeki savunması sırasında akrostiş yöntemini açıkladı ve ifadesinin işkence altında alındığını kanıtlamış oldu. Davadan beraat etti. 1973-1991 yılları arasında aralıksız sürdürdüğü yazarlığına, Cumhuriyet gazetesi içinde yaşanan anlaşmazlık üzerine ara verdi. Selçuk, 1992 yılında okurların Cumhuriyet gazetesini boykot etmesi üzerine geri dönerek gazetenin sahipliğine ilişkin vakıflaşma sürecini tamamladı. İstanbul ve Mimar Sinan üniversitelerinden fahri doktora unvanı alan Selçuk, Çağdaş Gazeteciler Derneği’nin 1989 “Onur Ödülü”ne, Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin (TGC) basın özgürlüğü savaşımına katkıda bulunmuş kişi, kurum ve kuruluşlara verdiği “Basın Özgürlüğü Ödülü”ne de 1994’te değer görüldü. 1995’te TÜYAP tarafından, 14. İstanbul Kitap Fuarı’nın “Onur Yazarı” seçilen Selçuk, yazılarıyla demokrasi savaşımına katkıda bulunmuş kişilere verilen “Sertel Demokrasi Ödülü”ne layık görüldü. Demokrasi ve laikliğe adanmış 85yıl Selçuk, 21 Mart 2008 tarihinde Ergenekon adı altında başlatılan soruşturma kapsamında Etiler’deki evine sabah 4.30’da yapılan baskınla gözaltına alındı. 24 saat süreyle avukatları dahil kimseyle görüştürülmeyen 83 yaşındaki Selçuk’un gözaltına alınma şekli kamuoyunun tepkisini çekti. Selçuk, İstanbul Emniyet Müdürlüğü Terörle Mücadele Şubesi’nde 40 saat tutularak 9 saat boyunca aralıklarla ifade verdi, ardından sağlık nedenleriyle dosyası ayrılarak akşam 19.30’da Beşiktaş’taki İstanbul Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemesi Savcılığı’na sevk edildi. Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz tarafından yaklaşık 4 buçuk saat süreyle ifadesi alınan Selçuk gece 1.30’da serbest bırakıldı. Uzun gözaltı ve ifade sürecinin ardından serbest bırakıldığında Cumhuriyet gazetesinin merkezine gelen Selçuk’un yorgunluğu gözlerden kaçmadı. İlhan Selçuk serbest bırakıldıktan sonra 24 Mart 2008 günü Cumhuriyet gazetesinin Şişli’deki merkez binasına gelerek odasında çalışanlarla ve destek ziyaretine gelenlerle buluştu, sohbet etti, gözaltına alındığı sırada yaşadıklarını anlattı. Hastaneye götüren süreç İddianamede İlhan Selçuk’un cep telefonu kullanmaması terör örgütü üyesi olduğunu kanıtlayan bir durum olarak sunuldu. Selçuk’un sabit telefondan yaptığı görüşmelerde de çok dikkatli konuştuğu, örgütsel yapıyı deşifre edebilecek her türlü söz ve tavırdan uzak durduğunun tespit edildiği ileri sürüldü. İlhan Selçuk, birinci Ergenekon davasının iddianamesini hazırlayan savcılar Zekeriya Öz, Mehmet Ali Pekgüzel ve Nihat Taşkın hakkında kişilik haklarına saldırıda bulundukları gerekçesiyle dava açtı. İstanbul 5. Asliye Hukuk Mahkemesi 14 Mayıs 2010’da davayı sonuçlandırdı. Mahkeme, Selçuk’un dava dışı konuşmalarını iddianameye koyan cumhuriyet savcılarının eyleminin kınanmasına hükmetti. Mahkeme yargıcı, Cumhuriyet Savcıları Öz, Pekgüzel ve Taşkın’ın düzenlediği iddianamede Selçuk hakkında yapılan bazı niteleme ve değerlendirmelerle, özel telefon görüşmelerindeki üçüncü kişiler hakkında yaptığı konuşmalarının iddianamede yer almasının Türk Medeni Kanunu’nun 25/1. maddesi uyarınca hukuka aykırı olduğunu belirtti. Yargıç, Borçlar Kanunu’nun 49/3. maddesi uyarınca da yapılan bu tecavüzün kınanmasına karar verdi. Selçuk yaşadığı stres dolu günlerin ardından ilk olarak 30 Mart 2008 günü, pnömoni (zatürree) ve kalp spazmı tanısı ile Nişantaşı’ndaki Vehbi Koç Vakfı Amerikan Hastanesi’nde tedavi altına alındı. 15 gün hastanede tutulan İlhan Selçuk’un 14 Nisan 2008 günü by-pass olmasına karar verildi. 14 Nisan Pazartesi günü 9.00 sıralarında Doç. Dr. Atıf Akçevin ve ekibi tarafından yapılan yaklaşık 6 saat süren bir operasyon ile by- pass oldu, 48 saatliğine yoğun bakıma alındı. Ameliyatta, kalbi besleyen bir ana damar ile 3 koroner damar değiştirilerek, kalbin sol kulakçığı ile sol karıncığı arasındaki kapakçık onarıldı, biri sol göğüs damarı, diğeri bacaktan alınan toplardamarlar olmak üzere 4 damara by- pass yapıldı. Selçuk’un doktoru Oryal Gökdemir, gazetecilerin “Selçuk’un gözaltına alınması bu durumu tetikledi mi” yönündeki sorusuna “Etkilememiş demek mümkün değildir ama tek neden bu değil. Tetikleyen etken olabilir” yanıtını verdi. 12 Mayıs 2008 günü taburcu edilen Selçuk, yaklaşık 3 ay sonra, 6 Ağustos 2008’de olağan tetkiklerinin yapılması için bir haftalığına yeniden VKV Amerikan Hastanesi’ne yatırıldı. Selçuk taburcu edildikten sonra da zaman zaman hastaneye gelerek kontrollerini yaptırdı. Sona doğru... Selçuk 14 Ağustos 2009 Cuma günü saat 21.00 sıralarında gece konuşma bozukluğu ve vücudunun sol yarısında kuvvetsizlik yakınmasıyla tekrar hastaneye kaldırıldı. Selçuk’a ilk müdahaleyi, daha önce kalp rahatsızlığı sırasında da tedavisini yapan Doç. Dr. Atıf Akçevin, Dr. Genco Yücel ve Dr. Zekiye Kural yaptı. Doktorlar, incelemelerinde Selçuk’un beyninin sağ tarafındaki kan pıhtısının damarlarda beslenme bozukluğuna neden olduğunu saptadılar. İlaç tedavisi almaya başlayan Selçuk’un genel durumunun iyi olduğu, bilincinin açık olduğu ve yoğun bakıma alındığı açıklandı. Selçuk, 14 Ağustos 2009 tarihinden sonra da kısa süreliğine hastaneden çıkarılarak evine gönderildi. Ancak tedavisinin büyük bir bölümünü hastanede geçirdi. Son olarak Mart 2010’un başında Şişli’deki gazeteye gelerek odasında çalışma arkadaşlarıyla görüştü, şakalaştı. Selçuk, Mart 2010’un ilk haftasından sonra akciğer ve kalp yetmezliği nedeniyle yoğun bakıma alındı. Nisan ayı başında durumu stabilize olan Selçuk, normal odasına alınarak tedavisine devam edildi. Selçuk, 21 Haziran 2010 tarihinde tedavi gördüğü hastanede yaşamını yitirdi. Kitapları Güzel Amerikalı (1965), Uzak Komşu Rusya’dan (1967), Mustafa Kemal’in Saati (1969), Yeni Krallar Yeni Soytarılar (1974), Sovyetler, İran, Amerika İzlenimleri (1976), Yüzbaşı Selahattin’in Romanı (2 cilt, 1973-1975, Cumhuriyet Kitapları’nda 14. baskıda), Atatürkçülüğün Alfabesi (1981), Ağlamak ve Gülmek (1982, Cumhuriyet Kitapları’nda 12. baskıda), Düşünüyorum Öyleyse Vurun (1984, Cumhuriyet Kitapları’nda 27. baskıda), Görülmüştür (1986, Cumhuriyet Kitapları’nda 9. baskıda), Ziverbey Köşkü (1987, Cumhuriyet Kitapları’nda 15. baskıda), Japon Gülü (1989, Cumhuriyet Kitapları’nda 9. baskıda), Duvarın Üstündeki Tilki (1994, Cumhuriyet Kitapları’nda 5. baskıda), İskele Sancak (1996, Cumhuriyet Kitapları’nda 4. baskıda), Enel Hakk’ın Hakkı (2005, Cumhuriyet Kitapları’nda 4. baskıda) Gözaltı, rahatsızlığı tetikledi Olmadı İlhan Ağabey Olmadı... HİKMET ÇETİNKAYA Uzun bir yolculuktu bizimkisi... Acılarımızla, sevinçlerimizle uzun bir yolculuğa çıkmıştık hep birlikte. Yaşlısıyla, genciyle tüm Cumhuriyet çalışanla- rının tek amacı vardı: “Cumhuriyet’i yaşatmak!” Okuruyla tümleşen, demokrasiden ve özgür- lüklerden ödün vermeyen bir Cumhuriyet yarat- maktı amacımız. Yunus Nadi, Nadir Nadi ve Berin Nadi çizgi- sinde, laiklikten ödün vermeden bir yayın politikası izlemek. Cağaloğlu’nda eski binada 2006’ya değin ya- şadığımız yıllar... İflas etmiş bir gazeteyi yeniden canlandırmak... Kaptanımız İlhan Selçuk, dümene geçmişti. Tüm Cumhuriyet çalışanlarının özverisiyle aya- ğa kalktık, baskılara vargücümüzle hep birlikte di- rendik. İlhan Ağabey’le dostluğumuz, arkadaşlığımız 60’lı yıllarda başladı ve sürüp gitti ölene dek. Kimi zaman kızdık birbirimize, kimi zaman öf- kelendik... Tüm bunlara karşın hiç küsmedik, dargın kal- madık... Çok tartıştık... Kimi konularda ayrı düştük... Ama yurtseverlik, devrimcilik çizgisinde birlik- te yürüdük, sermaye-emek çelişkisini savunduk. Sözde Atatürkçü değil özde Atatürkçüydük... Yaşadığımız coğrafyanın Türklere, Kürtlere, Er- menilere, Süryanilere, Lazlara, Çerkezlere yete- ceğini, barış ve kardeşlik türküleri söyleyerek de- mokrasiyi geliştireceğimizi anlattık. Acılarımızı da bölüştük, sevinçlerimizi de. Benim kuşağım hem İlhan Selçuk’a hem de Çe- tin Altan’a çok şey borçludur. Her ikisi de ayrı yönlerde olsalar da (bugün için) dostluklarını hiç kirletmediler, birbirleri aleyhinde tek satır yazmadılar. İlhan Selçuk Türk Devrim Tarihi’nin önemli ad- larındandı. Cumhuriyet gazetesiyle özdeşti. İlhan Ağabey’in onurlu ve devrimci kişiliği, bil- geliğe dönüşmüştü. Yazılarında o felsefi boyut, du- yarlılık, bu yüzdendir. İlhan Ağabey’in bir sözünü hiç unutmadım... O zaman genç bir gazeteciydim. “Feodal bir toplumun ulus toplumu olabilmesi için en önemli etken, toprak düzenini değiştirip, top- rak reformunu yapmaktır.” Birden kafamda şimşekler çaktı... Benim röportajcılık öyküm işte o yıllara denk ge- lir. Anadolu’yu baştan aşağıya dolaşmaya başla- dım... İlhan Selçuk’un beni en etkileyen yazılarından biri, Ege Üniversitesi Hastanesi’nde yattığı gün- lerdeki (1978 Ekim) “Geceyarısı ve Şafak” baş- lıklı yazısıdır. Gelin birlikte okuyalım: “Hastanede iki kişilik bir odada yatıyordum; bay- ram gelmiş çatmıştı; arifeden bir gün önce yakı- nımıza bir komşu gelmişti. On üç - on dört yaş- larında görünecek kadar çelimsiz, mavi gözlü, saz benizli, saman saçlı bir kızdı komşumuz; böb- reklerinden hastaydı, ağır olduğu söyleniyordu. Bayram sabahı erken uyandım. Hemşire geldi, bayramlaştık, odayı temizleyen gö- revliyle bayramlaştık, koridora çıkınca rastlaştı- ğımız komşularla bayramlaşırken gözüm yeni ge- len saman saçlı kızın odasına kaydı. Kapı açıktı. Kasketli ve yaşlı bir kişi yatağın yanında otu- ruyordu. İçimde bir heves uyandı; gideyim, hem geçmiş olsun diyeyim, hem bayramlaşayım. Daldım açık kapıdan içeri: - Merhaba! Yatağın yanındaki iskemlede yarı büklüm otur- muş adam doğrulup baktı. Ben de ona baktım. Beyaz sakallı, çökük avurtlu, çakır gözlü adam sanki bin yaşındaydı. Konuşmadı; ama yüzündeki anlam yeterliydi. Bir saniyenin onda bi- rinde çakan ruhsal önseziyle yatağa baktım. Ve gördüm. Saman saçlı, mavi gözlü, saz benizli göçmen kı- zı artık yaşamıyordu. Yüzgeri çıktım odadan; söyleyeceğim her sözün hiçbir şey söyleyemeyeceğini anlamak için ölünün yanı başında oturan adamın yüzüne ikin- ci kez bakmak gereksizdi. Bayramın herkes için bayram olamayacağı- nı yeniden öğrenmiştim.” Yaşamın acısını, felsefi boyuta taşımıştı İlhan Sel- çuk bu yazısında... 1978 Güzü.. İlhan Ağabey, ben, Handan Abla, Nezih, Sıla ve Emrah... İzmir Kordonboyu’nda bir balıkçı lokantasındayız. İlhan Ağabey hastaneden izinli çıkmış. Balık, rakı, salata, roka, kalamar... O günleri anımsarken önceki dönem milletve- kili Bülent Tanla odama geldi.. ve şöyle dedi: “İlhan Ağabey sağlığından ötürü değil kah- rından öldü...” Bir gece sabaha karşı çalınan kapı... 84 yaşın- daki bir yazarın evinin polislerce basılması... İlhan Ağabey’in genç polislere çay hazırlaması... Pol- islerin kendisine çok nazik davranması, “İlhan Ağa- bey” diye seslenmesi... İki kez kalp krizi geçiren İlhan Selçuk bu göz- altını, Ergenekon’dan suçlanıp yargılanmasını içi- ne sindiremedi... Bülent’in söylediği gibi İlhan Ağabey “kahrın- dan” öldü. Güle güle onurlu insan, sözde değil özde Ata- türkçü... Güle güle İlhan baba, güle güle yönü- nü ve çizgisini saptırmamış yiğit yurtsever... Çocukların ve ben seni çok özleyeceğiz... Cumhuriyet gemisi yolculuğuna devam edecek, Aydınlanma Devrimi’nden, laik demokratik hu- kuk devletinden ödün vermeden. Yolumuz barış, özgürlük, adalet, eşitlik, de- mokrasi ve kardeşlik yoludur. Bizi sevenlere ve sevmeyelere duyurulur! Hacıbektaş’ta Turhan Selçuk’la buluşacaksın... Çiçeklerin, sevgi türkülerinin çaldığı mekânda... ‘Vasiyeti Hacıbektaş’ İlhan Selçuk, 2007’de de Hacı Bektaş Veli’yi anma etkinliklerinde verdiği konferans sırasında “Bizi Hacıbektaş’a gömün” diyerek ailesi ve kendisinin vasiyetini vermişti. Selçuk’un ağabeyi, gazetemiz çizerlerinden Turhan Selçuk da 11 Mart 2010’da yaşamını yitirmiş, Nevşehir’in Hacıbektaş ilçesinde Mahzuni Şerif’in mezarı ile Âşık Veysel, Pir Sultan Abdal ve Yunus Emre’nin heykellerinin bulunduğu Çilehane bölgesine defnedilmişti. Berin Nadi’yle... 12 Mart’ta tutuklanan Selçuk’un bu fotoğrafı 4 Temmuz 1971 tarihli Alman Stern dergisine kapak olmuştu. Ağabeyi Turhan Selçuk’la birlikte. Sık sık uğradığı cezaevi yollarında, Doğan Avcıoğlu ve İlhami Soysal’la birlikte. Nadir Nadi ve Uğur Mumcu ile... Cumhuriyet’in Cağaloğlu’ndaki binasında çektirdiği son fotoğraf. Ergenekon operasyonunda gözaltına alınan Selçuk, serbest bırakıldığında evine gitmek yerine gazetesine gelmişti. Bir imza gününde genç okurlarıyla birlikte.
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle