Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
R
omanya’nõn başkenti Bükreş’in 550.
yõldönümü coşkuyla kutlanõrken, bu ta-
rihi kentin daha fazla yõkõma uğrama-
masõ için Romen Kültür Bakanõ’nõn halkõna
umut veren konuşmasõnõ gazetelere yansõyan
haberlerden okurken hayranlõk duymaktan
kendimi alamadõm. Bakan bu konuşmasõnda,
bir zamanlar “Doğu’nun Paris’i” olarak ad-
landõrõlan bu kentin tarihi yapõlarõnõn özenle
korunacağõ müjdesini verirken, “Bükreş’i
Kurtaralım” isimli bir dernek başkanõ da aç-
gözlü yatõrõmcõlara ve vurgunculara karşõ
kamuoyunu mücadeleye çağõrõyordu. Bu ya-
zõyõ okurken gözümün önüne yitip giden İs-
tanbul’un hazin durumu geldi. İstanbul’u
kim, nasõl kurtaracak?
Yaşamõnõ İstanbul’a adayan, değerli bilge
Çelik Gülersoy, “İstanbul Maceramız” ad-
lõ kitabõnda Boğaziçi’ndeki köprüleri anlatõr-
ken şunlarõ yazmõştõ: “Güzelliği şairlerin, ya-
zarların dilinden düşmeyen Boğaziçi’ne
‘ikinci çelik kolye’ takıldıktan sonra, şim-
di de ‘üçüncü çelik kolye’yi takma girişim-
lerinin sürdürüleceğine ilişkin haberleri ga-
zetelerde okudukça içim sızlıyor.”
Çelik Gülersoy’un yõllar önce söyledikleri,
ne acõdõr ki günümüzde gerçekleşme aşama-
sõnda. İstanbul’un üzerine karabasan çökerken
3. köprü projesi de gerçekleşirse yeşil alandan
yoksun kalacak Boğaziçi’nin son kalan or-
manlarõ da elden gidecektir.
Üçüncü köprüden sonra bu gidişle dördüncü
ve belki de beşinci köprüye sõra gelecek. Bu
çarpõk gidişe birileri “dur” demezse, gelecek
yõllarda bugünün Boğaziçi’ni bile çok araya-
cağõz.
Binlerce yõllõk İstanbul, tarihin kaydetme-
diği göç seli ile değişti. Vurguncularõn, tefe-
cilerin, din simsarlarõnõn elinde kimliğini yi-
tirdi. Değerli yazarõmõz Oktay Akbal’õn de-
diği gibi ben de düşlerimde saklõyorum yitip
giden İstanbul’u...
Zengin olmuş, ama hâlâ taşralõ kalmõş ye-
ni İstanbullularõ, bilgi ve görgülerini kişisel çõ-
karlarõ için kolayca tüketen sözde aydõnlarõ,
ortaçağ kültürünü benimseyenleri, tarihsel
anõtlarõ yok edenleri sevmiyorum. Kuşlarõn uç-
madõğõ, bülbüllerin ötmediği kel tepeleri ya-
ratanlarõ kõnõyorum. Onlarõn hepsi bu kente
ihanet etmişlerdir.
Değerli başyazarõmõz İlhan Selçuk, “Peki,
bugünkü İstanbul’un yalnız havası, suyu,
denizi mi kirli? Ya insanlarımız” sorusunu
sorarken haklõ değil miydi? İstanbul’un suyu,
havasõ, denizi gibi insanlarõ da değişti, onlar
da kirlendi. Cehalet, görgüsüzlük ve özensizlik
İstanbul’un altõnõ üstüne getirdi. İstanbul’a çağ-
daş bir kent diyorlar. Oysa çağdaşlõk görgü,
bilgi, birikim ister. Rilke’nin “Buraya ya-
şanacak yer diye geliyorlar, oysa burası ölü-
necek yer” dediği İstanbul, şimdi kolay pa-
ra kazanan, ona sahip çõkmayan, yan gelip ya-
tan din simsarlarõnõn eline geçti.
Evet, biz, bu güzel kentimizi bilgi ve gör-
güden yoksun, çõkar peşinde koşan hoyrat el-
lere, açgözlü yatõrõmcõlara, “keyifli ve tatlı”
yaşam sürmeye alõşmõş kimi sorumsuzlara ve
İstanbul’un dört bir yanõnõ saran “cehalet ca-
navarları”na terk ettik. İstanbul’u acõmasõz-
ca çirkinleştirenleri kõnamadõk.
Aydõnlanma savaşõmõnõ sürdüren dostlar,
gerçek bilge kişiler, sessizce aramõzdan ayrõ-
lõrken İstanbul bugünlerde hüzünlü, manol-
yalarõn kokularõ artõk duyulmuyor.
“İnsan insanın kurdudur”
deriz; bugün kimi TV’ler içinde-
kilerle kurdumuz oldu. Beyaz-
camlar kõmõl kõmõl kõmõldayan-
larla dolup taşõyor. Dinsel ve
õrksal öğeleri sömürerek yüzleş-
me oyunuyla beynimize, belle-
ğimize sõzõp ulusal birlik için ol-
mazsa olmaz tüm değerlerimizi
sinsice kemiriyorlar.
Sözüm ona sorunlarõ tartõşmak
için ortaya çõkõyor; bugünü bõra-
kõp sözü 87 yõl öncesine taşõyor-
lar. Yaşanan olumsuzluklarõ
Cumhuriyeti kuranlara, devrim-
leri yapanlara yüklüyor; eleştiri
kõlõklõ saldõrõlarõnõ aydõn sorum-
luluğu diye satõyor; kurduklarõ
yüzleşme oyununu bile dürüstçe
oynamayõ başaramõyorlar. Çünkü
yüzleşmek için yüzleşecek ak
pak yüz gerek…
Çoğunun yüzü yõllardõr iktidar
rüzgârlarõna göre değişiyor. Halk
adlandõrmasõna kulak vermeli;
dolmuşta duydum. Biri güncel bir
konudan, TV kuşu aydõnlardan
söz ediyordu; yanõndaki kõzdõ;
“Ne aydını yahu, bunlar bal gi-
bi baydın” dedi ve ekledi: “Bay-
dılar artık… İşi Atatürk’e ka-
dar götürüyorlar.” Halk, her
oyunun ayrõmõnda…
Hesaplaşmak eylemi, tartõşma
terbiyesinden uzak “baydın”lar-
ca yüzleşmekle maskeleniyor.
Adam ya da kadõn birden TV’le-
rin vazgeçilmez yüzü oldu; çün-
kü geçmişe saldõrmanõn yeni adõ
yüzleşmek… Hanõmefendi ünü
kendinden kaynaklõ bir yazar;
beyefendi pek ünlü bir şarkõcõ;
öteki oyuncu, beriki yapõmcõ…
Sınıf ayrımı
Çoğu “sanatçı” olduğunu sõk
sõk yineliyor; “Biz sanatçılar” di-
ye şişiniyorlar. Çoğu TV’lerin ve
reklamõn gücüyle takõndõklarõ na-
zarlõğõ bedenlerinin en görünen
yerine, dudaklarõna yapõştõrõp sa-
ğa sola koşuyorlar. “Sorunları
çözecek olanlarla yüzleştik” di-
yorlar.
Merak ediyoruz; özellikle sol-
culuk taslayanlar, birilerinin beş
on yõlda nasõl varsõllaştõğõnõ, git-
tikçe derinleşen sõnõf ayrõmõnõ,
bunca borca karşõn neden halka
kalkõnma masalõ anlatõldõğõnõ,
ocaklar yõkan yoksulluğun, iş-
sizliğin hesabõnõ adam gibi sor-
dular mõ acaba? Özellikle yazar
sanõ taşõyanlarõn duruşu insanõn
içini yakõyor. Çoğu hangi coğ-
rafyanõn yazarõ olduğunun ayrõ-
mõnda değil. Böylelerini “Sen
ben bizim oğlan” övgüleriyle
üne, yazarlõğa taşõyanlar sağ ol-
sun.
Ünlü oyuncu da yüzleşmece
oynuyor. Cumhuriyetin õrkçõ ol-
duğunu, 12 Eylül’ün de yalnõz bir
halkõ ezdiğini, Cumhuriyetin ilk
yõllarõnda yapõlamayan eziyetle-
ri tamamladõğõnõ geveliyor. Bil-
gisi sõğ, bir dediği ötekini tut-
muyor.
Verdiği beş örnekten biri doğ-
ru; konuşma ilerleyince anlõyoruz
ki örnekleri kendi saptamasõ, söz-
leri kendi aklõnõn ürünü değil.
Ödünç bilgilerle ve yüzleşmece
oyunuyla “reyting” almaya ça-
balõyor. Yaşadõğõ kente bile uzak,
AB’den daha yabancõ… Bey-
efendiler, hanõmefendiler de ün-
lü birer gazeteci; TV’ler sağ ol-
sun. Kõrõk dökük bir dille, kendi
çelişkilerini duymayarak geç-
mişle yüzleşiyor; õrkçõlõğõn sõ-
nõrlarõnõ “Türkle, Türkçeyle”
çiziyorlar. Yazarõ, gazetecisi, sa-
natçõ olanõ olmayanõyla pek ka-
labalõk sandõğõmõz bu takõm, yüz-
leşme oyunuyla gerçek yüzlerini
gösteriyorlar.
Ağõz birliği etmişçesine söz
oyunu yaparak Atatürk’ü tutucu-
lukla, yalnõz Türkleri kayõrmak-
la, manevi değerleri sarsmakla
suçlarken tutucu iktidarlarõn,
inanç ve köken sömürücülerinin
oyuncağõ olmaktan utanç duy-
muyorlar. Bu ikiyüzlü yüzleş-
menin, acõlarõ, yoksulluğu bitir-
meyeceğini, derinleşen sõnõf ay-
rõmõnõ yok etmeyeceğini; inancõ,
kökeni farklõ yurttaşlarõ iyice
uzaklaştõracağõnõ görmezden ge-
liyorlar. Bir bildikleri, bir bekle-
dikleri, bir çõkarlarõ mõ var acaba,
diye düşünmemek elde değil.
Efendilerimiz politikacõ; tarihi,
coğrafyayõ; her şeyi bilmeleri
gerekmez. Böyle bir dertlerinin
olmadõğõ da belli; çoğu tarihi
tersten okumuş; coğrafyayõ satõ-
lacak alanlar sanõyor. Danõş-
manlarõ bilgi toplar; onlar da ya-
zõlanlarõ okur.
Danõşman bilgi yoksulu olun-
ca her sözü “manşet” olan poli-
tikacõmõz ne yapar, ne durumla-
ra düşer? Biri Ali’nin şiirini Ve-
li’nin diye okur; 70 yõl önceki tel-
grafõ yanlõş yorumlar; öteki kar-
şõtlarõnõ mat etmek için tarihsel ki-
şiliklerle dövüşür. Danõşmana
danõşan da danõşman da önyar-
gõlõysa, Cumhuriyetin temelini
oluşturan ilkelerden hoşnutsuzsa...
Onlarõn ve onlara alkõş tutan-
larõn tavrõ, geçmişle yüzleşmek
maskesiyle Cumhuriyetin değer-
leriyle hesaplaşmak anlamõ taşõ-
maz mõ? “Politika, politikacı,
politik…” gibi kavramlar hiç bu
denli sevimsizleşmemişti.
Ülkenin doğasõ, tarihi, insanõ di-
reniyor; ama sanatçõ ve yazar
sandõklarõmõz günlük politika
oyunlarõna direnemiyor!
Çok yazõk!
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 8 MAYIS 2010 CUMARTESİ
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Politikada Uyuzluk
BU yazıyı noktalarken, yani cuma öğleden
sonrasının beşinci saatinde, İngiliz genel
seçimlerindeki kesin sonucun henüz alınmadığını
okuyunca, “Amma geri ülkeymiş orası!” dersiniz
herhalde. Onlarda seçim kararı alındıktan tam bir
ay sonra sandığa gidilir ve hangi gün olursa olsun,
oylama yerel saatle 22.00’ye kadar sürer. Demek
ki, bizimle iki saatlik vakit farkını hesaba katsanız
da, sandıklar kapanalı 15 saat geçtiği halde kesin
sonuç henüz açıklanmamıştır.
Oysa, 2007’de ülkemizde oylamanın bitişinden
sonra bir saat bile geçmeden sonuçlar ilan
edilivermişti. “İşte köhne İngiltere ile çağdaş
Türkiye arasındaki büyük fark!” diyebilir misiniz?
Diyemezsiniz, çünkü bizdeki son genel seçimde
bir şeyler döndüğüne ya da döndürüldüğüne ilişkin
bir şüphe kalmıştır içinizde. Hâlâ giderilemeyen bir
kuşku, yanlışlığını ya da doğruluğunu kimsenin tam
ispat edemediği iddialar, elektronik iletişime
yönelik büyük güvensizlik ve bunlar inandırıcı
biçimde giderilmediği sürece, bütün seçimler ya
da referandumlar üzerinden eksik olmayacak olan
bir kuşku bulutu.
Eski de olsa, işe yararlığına ve sağlamlığına
inanılmış kurallardan ve yöntemlerden
vazgeçmeyen “muhafazakâr” İngiltere’nin hiç
duymadığı böyle bir kuşku, sözde çağdaş
Türkiye’nin siyasal arenasından da mutlaka
silinmelidir.
İ
ngiltere’de kesin sonuçlar geç belli oldu ama,
genel tablo çok erken belirlenmişti. Sosyalistliği
unutan, foyası er geç ortaya çıkan küresel
rüzgârlara kapılmaktan uzak duramayan, sağlıkta
ve eğitimde bile paralı hizmetlere kayan İşçi Partisi
iktidarı kaybetti. Öyle anlaşılıyor ki, halk kitleleri,
özellikle orta sınıflar ve emekçiler, uyuzlaşmış
sosyal demokrat söylemler ve ikircikli tutumlar
yerine küresel bunalımları aşmaya yarayacak kesin
ve köklü çözümler beklemekteymiş bu partiden.
Belki, Irak ve Afganistan konularında ister istemez
Washington’la birlikte davranış, hatta o tür
politikaların oluşmasında İngiltere’nin
oynayageldiği rolü sürdürmüş olmak da sonucu
etkilemiş olabilir.
Aynı tepkiler, İşçiler-Muhafazakârlar diye
özetlenebilecek bir “iki partili sistem”in içine
sokulmaya çalışan ve başlangıçta birdenbire
parlayacakmış gibi sarsıcı izlenim vermiş olan
Liberal Demokrat Parti’nin hayal kırıklığına da yol
açmış olabilir. Ne idüğü belirsiz böyle bir etiketle
politika arenasına inmek daha açık hedefler
görmek isteyen seçmenlere pek inandırıcı
gelmemişe benziyor. Üye sayısı 630’u aşkın üyesi
olan Avam Kamarası’nda onların ancak 50 küsur
kişilik yeri olacak.
İ
ngiliz seçimleri de bir kez daha gösterdi ki,
merkezin solunda olduğu söylenen partiler için
iktidarda kalmak ya da iktidara geçmek için halkın
önüne, boş lafla değil, kesin ve inandırıcı hedeflerle
çıkmaktan başka çare yoktur.
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Fili Yuttu Bir Yılan...
İşkence konusu basın yayının demirbaşıdır,
bitmez tükenmez, sürer gider...
Doğal sayılmalıdır...
Niçin?..
Çünkü bu toplum ‘Karakolda ayna var’ diye
türkü yakmış, dayağı doğal saymış; askerde
üst astını, okulda öğretmen öğrencisini,
dükkânda usta çırağını, evde baba çocuğunu,
evlilikte koca karısını dövmeye alışmış...
Dayak, korkutma, baskı ve falaka kültürü
topluma sinmiş, tarihimize istiflenmiş...
Mahalle mektebinde sınıfın duvarına ‘falaka’
asan biz değil miyiz!..
Kutsal kitabımız, erkeğin karısını helalinden
dövmesini öğütlemiyor mu!..
Hocanın ve kocanın vurduğu yerde gül
biter...
Kızını dövmeyen dizini döver...
Dayak cennetten çıkmadır...
Ya işkence?..
Geçmişimizin bize yüklediği işkence
kültürüne bir de Amerikan televizyonlarından
yansıyan şiddet, kan, öldürüm, çılgınlık, cin,
peri, kung-fu, tatemi, karate, cadı, terminator,
şeytan, Azrail vb.’nin bilgisayarlı masalları
karışmadı mı!.. Toptan hastalandık, çıldırmak
üzereyiz, elimize birini geçirdik mi vay ve vah
haline!..
Öykü bu ya Afrika’da, devletlerin gizli
örgütlerinden seçilmiş timler arasında bir yarış
düzenlenmiş.
Yarışın konusu:
Her devletin timi, vahşi arazi ortamında bir
zürafa yakalayıp getirecek...
Niçin?..
Bilindiği gibi zürafa çok hızlı koşar,
yakalanması güç bir hayvandır.
Yarış başlamış.
İlk sıra İran gizli örgütünün kara sarıklı
timindeymiş. Acem komşumuzun en yetkili,
hızlı ve uzman elemanları işe başladıktan 8
saat 47 dakika sonra güzel bir zürafayla
dönmüşler. Ardından İsrail’in ünlü gizli
örgütünün deneyimli elemanları ortalıktan
kaybolmuşlar; 2 saat 35 dakika sonra
yakaladıkları seçme bir zürafayla gelmişler.
Amerikalı gizli örgüt elemanları rekoru 1 saat
55 dakikaya indirmişler.
Sıra Türklere gelince herkeste heyecan
doruğuna çıkmış...
Bizimkiler, hakem tabancayı patlatır
patlatmaz, son hızla bir semt-i meçhule
yönelmişler.
Ama saatler çabuk geçiyor...
3 saat...
5 saat...
Bizimkilerden ses seda yok; gece basmış,
tanyeri atmış, güneş doğmuş...
Öğle vaktine doğru bizim gizli örgüt
elemanları yanlarında bir fil ile görünmüşler...
Fil perişanmış, kulakları yaralı, dişleri kırık,
hortumu düşük, sağa sola yalpa vura vura
zorlukla yürüyormuş...
Hakemler demişler ki:
- Bu ne biçim iş! Biz sizden zürafa istedik,
oysa siz kocaman bir fil getirdiniz...
Ama, beklenmedik bir şey olmuş, fil telaşla:
- Hayır, hayır... diye çırpınmaya başlamış,
ben fil değilim, vallahi billahi değilim, ben
zürafayım, gerçekten bir zürafayım...
Mizahın el atmadığı konu yok...
Faili meçhul cinayetler ve işkenceler ülkesine
dönüşen Türkiye’de, gün geçtikçe
cehennemleşen yaşamın dudaklarına bir
gülücük iliştirmek zorundayız.
Halkın mizah gücü her şeyin üstesinden
geliyor...
Ne demiş atalarımız:
Güleriz ağlanacak halimize!..
Boşuna mı söylenmiş bu laf?..
(25 Ağustos 1996 tarihli yazısı)
S
iirt’te bir ilköğretim okulunda
dört kõz çocuğuna onlarca kişinin
tecavüz ettiği öne sürüldü. Bir
süre sonra gene Siirt’in Pervari il-
çesinde, yatõlõ ilköğretim bölge
okulu öğrencilerinin iki -üç yaşõndaki iki ço-
cuğa tecavüz ettiği, çocuklardan birinin öl-
düğü anlaşõldõ. Son günlerde bu haberler ba-
sõnõmõzda geniş şekilde yer aldõ.
Bu olayda görüldüğü gibi, çok küçük ço-
cuklar bu tür vahşete genellikle dayanamaz.
Diğer küçük çocuk yaşõyor olsa da büyük ola-
sõlõkla korku, sürekli ağlama, huzursuzluk,
uyku bozukluğu, tuvalet eğitimi sorunlarõ gi-
bi çeşitli belirtilerle hayatõ bir kâbusa döne-
bilir.
Tecavüze uğrayan diğer 4 kõz öğrencinin
de ciddi biçimde örselenmiş olmalarõ büyük
bir olasõlõktõr. Bilimsel araştõrmalar cinsel sal-
dõrõya uğrayan çocuk ve gençlerde ilerki yõl-
larda depresyon, uyuşturucu madde kullan-
ma, intihar ve benzeri ciddi psikolojik so-
runlar geliştiğini kanõtlar. Yaşamõ boyunca
cinsel yaşamdan kaçma ya da aksine aşõrõ cin-
sel uğraşlar gibi cinsel sorunlar da çok sõk bil-
dirilmiştir. Okuldan ve evden kaçma, çalma,
saldõrganlõk, davranõş bozukluklarõ ve top-
luma zarar verici davranõşlar hiç nadir de-
ğildir. Cinsel saldõrõya uğrayan çocuk veya
gençlerin yüzde 10’u ileriki yõllarda başka-
sõna cinsel saldõrõda bulunmuştur (1).
Cinsel şiddet ve
saldırganlığın nedenleri
Cinsel tecavüz olayõnda çok neden söz ko-
nusudur. En başta saldõrganõn kişiliği ve ken-
disinin de aile içi şiddet yaşamõş ya da te-
cavüze uğramõş olmasõ gelir. Şiddet öğreni-
lebilen bir davranõştõr. En önemli öğrenme
kaynağõ ise, şiddeti uygulayan kişinin ken-
di ailesidir.
Saldõrganõn kişiliği ile ilgili diğer neden,
bu kişide cinsel dürtüleri kontrol yeteneği-
nin gelişmemiş olmasõdõr, büyük bir cinsel
yetersizlik duygusunun varlõğõ da önemli bir
etkendir. Uluslararasõ kapsamlõ araştõrma-
larda, saldõrganlõğõn ve suçun hemen her top-
lumda aile tutumu ve aile içi faktörlerle iliş-
kisi vurgulanmõştõr. Yeterli ve dengeli aile,
sevgi ve denetiminin olmamasõ, agresyon ve
cinsel dürtülerini kontrol yeteneğinin geliş-
tirilmemesi en başta gelen nedenlerdir (2).
Cinsel tecavüzün bir diğer nedeni sosyal
ve kültürel etkenler olabilir. Kadõn üzerinde
cinsel gücünü kanõtlamak, kadõnlar üzerin-
de hâkimiyet kurmak, intikam ya da öç al-
mak ihtiyacõ gibi. Toplum ve ailede kadõnõn
yeri, kadõna verilen değer, kadõnõ kendi eş-
yasõ ya da malõ imiş gibi algõlama özellikle
ilkel çevrelerde büyük önem kazanõr. Şiddet
ve tecavüzün normal ve kabul edilebilir bir
yol olduğuna inanç ve çevrede benzeri te-
cavüz olaylarõndan etkilenme bu alanda ya-
põlan çalõşmalarda pek çok kez bulunmuştur.
Ülkemizde cinsel eğitim derslerinin ve-
rilmemesi de büyük bir eksikliktir. Oysa bu
derslerde kadõn cinsiyetinin erkeğe eşitliği,
kadõnõn sadece cinselliğinin öne çõkmama-
sõnõn önemi tartõşõlabilir.
Şiddet ve tecavüz
olayları önlenebilir mi?
Bunun için çok yönlü yaklaşõm gerekli .
Okul içi programlarla ve halka yönelik ça-
lõşmalarla gerekli bilinç aşõlanabilir. Yeni de-
ğer yargõlarõ, yeni düşünme yollarõ ve ilişki
kurma becerilerinin geliştirilmesi ile şiddet
yerine daha sağlõklõ ilişki kurma sağlanabi-
lir.
Yüksek risk taşõyan evlere gidilerek genç-
ler ve çocuklar, çocuk koruma servislerine
yönlendirilebilir. Toplumda başka bireylere
zarar vermemesi için ruh sağlõğõ uzmanlarõ
işe karõşõr.
Örneğin, İngiltere’de okulöncesi eğitim ku-
rumlarõnõ da içermek üzere ders programla-
rõ, idareci, öğretmen, psikolog, psikiyatrist ve
ruh sağlõğõ merkezleri işbirliğinde çok geniş
kapsamlõdõr. Öncelikle bu konuda aile ele alõ-
nõr, çünkü aile kilit konumdadõr.
İsveç ve Norveç sosyal devlet nitelikleri ile
örnek ülkelerdir. Çocuğun bakõmõ, güvenli-
ği, gelişimi aileden sorumlu bakanlõktadõr.
Sosyal servisler, problem halinde çocuğun ev-
deki bakõmõnõ, ailenin tutumunu inceler.
Problem varsa derhal duruma el koyar ve
devletin korumasõ altõna alõr. Devletin ko-
rumasõnõn iyi yetişmiş, birikimli uzmanlar-
dan oluşmasõna özel önem verilir. Böyle bir
tecavüz halinde kurban seçilen çocuğun te-
davisi kadar saldõrganõn ve ailesinin de çok
yönlü ele alõnmalarõ gerekir.
Ülkemizde durum nedir?
Ülkemizde ilginç bir durumun ortaya çõk-
tõğõ görülüyor. Almakta olduklarõ önlemler
doğrultusunda son yõllarda, ABD, Kanada,
Avustralya ve Avrupa ülkelerinde çocukla-
ra yönelik şiddet olaylarõ azalma gösterirken
ülkemizde hõzla arttõğõnõ düşündüren haber-
ler basõnda yer alõyor.
Şu sonucu õsrarla savunmamõz gerekir: Şid-
det ve tecavüz tüm toplumu ilgilendiren so-
runlardõr (3). Kuşkusuz çocuklarõmõzõn teh-
dit altõnda kalmasõnõ önlemek hepimizin
görevidir.
Oysa Pervari Belediye Başkanõ bu vahşet
için “Pervari küçük bir yer, hepimiz ak-
rabayız, olayı kendi aramızda kapattık”
demiştir. Şiddete, tecavüze, öldürmeye ai-
lelerin özel meselesi gözüyle bakmaya hiç
kimsenin hakkõ yoktur. Toplum şiddet ola-
yõna ailenin özel meselesi gözüyle baktõğõ,
önemsemeyerek normal karşõladõğõ, top-
lumsal örgütlerin tepkisi yetersiz kaldõğõ
ölçüde, bu ilkel eğilim kuşaktan kuşağa ak-
tarõlacak ve bir gün hepimizin çocuklarõnõ teh-
dit edebilecektir.
(1) Rivara FP (2002) Understanding and pre-
venting violence in children and adolescents. Arch
Pediatr Adolesc Med, 156, 8.
(2) Khoury-Kassabri M ve arkadaşlarõ (2009)
Middle Eastern Adolescents, Perpetration of scho-
ol Violence Against Peers and Teachers: A Cross-
Cultural and Ecological Analais. J Interpers Vio-
lence, 24, 1, 159 - 182.
(3) Putnam FW (2003) Ten-year research upda-
te review: Child Sexual Abuse. J Am Acad Child Ado-
lesc Psychiatry 42, 3. 263-278
Siirt’te Cinsel Taciz Olaylarõ...
Prof. Dr. Aysel EKŞİ Psikiyatrist
Okul içi programlarla ve halka yönelik çalõşmalarla gerekli bilinç
aşõlanabilir. Yeni değer yargõlarõ, yeni düşünme yollarõ ve ilişki kurma
becerilerinin geliştirilmesi ile şiddet yerine daha sağlõklõ ilişki kurma
sağlanabilir. Yüksek risk taşõyan evlere gidilerek gençler ve çocuklar,
çocuk koruma servislerine yönlendirilebilir. Toplumda başka bireylere
zarar vermemesi için ruh sağlõğõ uzmanlarõ işe karõşõr.
Geçmişle Yüzleşme mi Hesaplaşma mõ?
Sevgi ÖZEL
Yitip Giden İstanbul...
Daver DARENDE Emekli Diplomat-Yazar