11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
R omanya’nõn başkenti Bükreş’in 550. yõldönümü coşkuyla kutlanõrken, bu ta- rihi kentin daha fazla yõkõma uğrama- masõ için Romen Kültür Bakanõ’nõn halkõna umut veren konuşmasõnõ gazetelere yansõyan haberlerden okurken hayranlõk duymaktan kendimi alamadõm. Bakan bu konuşmasõnda, bir zamanlar “Doğu’nun Paris’i” olarak ad- landõrõlan bu kentin tarihi yapõlarõnõn özenle korunacağõ müjdesini verirken, “Bükreş’i Kurtaralım” isimli bir dernek başkanõ da aç- gözlü yatõrõmcõlara ve vurgunculara karşõ kamuoyunu mücadeleye çağõrõyordu. Bu ya- zõyõ okurken gözümün önüne yitip giden İs- tanbul’un hazin durumu geldi. İstanbul’u kim, nasõl kurtaracak? Yaşamõnõ İstanbul’a adayan, değerli bilge Çelik Gülersoy, “İstanbul Maceramız” ad- lõ kitabõnda Boğaziçi’ndeki köprüleri anlatõr- ken şunlarõ yazmõştõ: “Güzelliği şairlerin, ya- zarların dilinden düşmeyen Boğaziçi’ne ‘ikinci çelik kolye’ takıldıktan sonra, şim- di de ‘üçüncü çelik kolye’yi takma girişim- lerinin sürdürüleceğine ilişkin haberleri ga- zetelerde okudukça içim sızlıyor.” Çelik Gülersoy’un yõllar önce söyledikleri, ne acõdõr ki günümüzde gerçekleşme aşama- sõnda. İstanbul’un üzerine karabasan çökerken 3. köprü projesi de gerçekleşirse yeşil alandan yoksun kalacak Boğaziçi’nin son kalan or- manlarõ da elden gidecektir. Üçüncü köprüden sonra bu gidişle dördüncü ve belki de beşinci köprüye sõra gelecek. Bu çarpõk gidişe birileri “dur” demezse, gelecek yõllarda bugünün Boğaziçi’ni bile çok araya- cağõz. Binlerce yõllõk İstanbul, tarihin kaydetme- diği göç seli ile değişti. Vurguncularõn, tefe- cilerin, din simsarlarõnõn elinde kimliğini yi- tirdi. Değerli yazarõmõz Oktay Akbal’õn de- diği gibi ben de düşlerimde saklõyorum yitip giden İstanbul’u... Zengin olmuş, ama hâlâ taşralõ kalmõş ye- ni İstanbullularõ, bilgi ve görgülerini kişisel çõ- karlarõ için kolayca tüketen sözde aydõnlarõ, ortaçağ kültürünü benimseyenleri, tarihsel anõtlarõ yok edenleri sevmiyorum. Kuşlarõn uç- madõğõ, bülbüllerin ötmediği kel tepeleri ya- ratanlarõ kõnõyorum. Onlarõn hepsi bu kente ihanet etmişlerdir. Değerli başyazarõmõz İlhan Selçuk, “Peki, bugünkü İstanbul’un yalnız havası, suyu, denizi mi kirli? Ya insanlarımız” sorusunu sorarken haklõ değil miydi? İstanbul’un suyu, havasõ, denizi gibi insanlarõ da değişti, onlar da kirlendi. Cehalet, görgüsüzlük ve özensizlik İstanbul’un altõnõ üstüne getirdi. İstanbul’a çağ- daş bir kent diyorlar. Oysa çağdaşlõk görgü, bilgi, birikim ister. Rilke’nin “Buraya ya- şanacak yer diye geliyorlar, oysa burası ölü- necek yer” dediği İstanbul, şimdi kolay pa- ra kazanan, ona sahip çõkmayan, yan gelip ya- tan din simsarlarõnõn eline geçti. Evet, biz, bu güzel kentimizi bilgi ve gör- güden yoksun, çõkar peşinde koşan hoyrat el- lere, açgözlü yatõrõmcõlara, “keyifli ve tatlı” yaşam sürmeye alõşmõş kimi sorumsuzlara ve İstanbul’un dört bir yanõnõ saran “cehalet ca- navarları”na terk ettik. İstanbul’u acõmasõz- ca çirkinleştirenleri kõnamadõk. Aydõnlanma savaşõmõnõ sürdüren dostlar, gerçek bilge kişiler, sessizce aramõzdan ayrõ- lõrken İstanbul bugünlerde hüzünlü, manol- yalarõn kokularõ artõk duyulmuyor. “İnsan insanın kurdudur” deriz; bugün kimi TV’ler içinde- kilerle kurdumuz oldu. Beyaz- camlar kõmõl kõmõl kõmõldayan- larla dolup taşõyor. Dinsel ve õrksal öğeleri sömürerek yüzleş- me oyunuyla beynimize, belle- ğimize sõzõp ulusal birlik için ol- mazsa olmaz tüm değerlerimizi sinsice kemiriyorlar. Sözüm ona sorunlarõ tartõşmak için ortaya çõkõyor; bugünü bõra- kõp sözü 87 yõl öncesine taşõyor- lar. Yaşanan olumsuzluklarõ Cumhuriyeti kuranlara, devrim- leri yapanlara yüklüyor; eleştiri kõlõklõ saldõrõlarõnõ aydõn sorum- luluğu diye satõyor; kurduklarõ yüzleşme oyununu bile dürüstçe oynamayõ başaramõyorlar. Çünkü yüzleşmek için yüzleşecek ak pak yüz gerek… Çoğunun yüzü yõllardõr iktidar rüzgârlarõna göre değişiyor. Halk adlandõrmasõna kulak vermeli; dolmuşta duydum. Biri güncel bir konudan, TV kuşu aydõnlardan söz ediyordu; yanõndaki kõzdõ; “Ne aydını yahu, bunlar bal gi- bi baydın” dedi ve ekledi: “Bay- dılar artık… İşi Atatürk’e ka- dar götürüyorlar.” Halk, her oyunun ayrõmõnda… Hesaplaşmak eylemi, tartõşma terbiyesinden uzak “baydın”lar- ca yüzleşmekle maskeleniyor. Adam ya da kadõn birden TV’le- rin vazgeçilmez yüzü oldu; çün- kü geçmişe saldõrmanõn yeni adõ yüzleşmek… Hanõmefendi ünü kendinden kaynaklõ bir yazar; beyefendi pek ünlü bir şarkõcõ; öteki oyuncu, beriki yapõmcõ… Sınıf ayrımı Çoğu “sanatçı” olduğunu sõk sõk yineliyor; “Biz sanatçılar” di- ye şişiniyorlar. Çoğu TV’lerin ve reklamõn gücüyle takõndõklarõ na- zarlõğõ bedenlerinin en görünen yerine, dudaklarõna yapõştõrõp sa- ğa sola koşuyorlar. “Sorunları çözecek olanlarla yüzleştik” di- yorlar. Merak ediyoruz; özellikle sol- culuk taslayanlar, birilerinin beş on yõlda nasõl varsõllaştõğõnõ, git- tikçe derinleşen sõnõf ayrõmõnõ, bunca borca karşõn neden halka kalkõnma masalõ anlatõldõğõnõ, ocaklar yõkan yoksulluğun, iş- sizliğin hesabõnõ adam gibi sor- dular mõ acaba? Özellikle yazar sanõ taşõyanlarõn duruşu insanõn içini yakõyor. Çoğu hangi coğ- rafyanõn yazarõ olduğunun ayrõ- mõnda değil. Böylelerini “Sen ben bizim oğlan” övgüleriyle üne, yazarlõğa taşõyanlar sağ ol- sun. Ünlü oyuncu da yüzleşmece oynuyor. Cumhuriyetin õrkçõ ol- duğunu, 12 Eylül’ün de yalnõz bir halkõ ezdiğini, Cumhuriyetin ilk yõllarõnda yapõlamayan eziyetle- ri tamamladõğõnõ geveliyor. Bil- gisi sõğ, bir dediği ötekini tut- muyor. Verdiği beş örnekten biri doğ- ru; konuşma ilerleyince anlõyoruz ki örnekleri kendi saptamasõ, söz- leri kendi aklõnõn ürünü değil. Ödünç bilgilerle ve yüzleşmece oyunuyla “reyting” almaya ça- balõyor. Yaşadõğõ kente bile uzak, AB’den daha yabancõ… Bey- efendiler, hanõmefendiler de ün- lü birer gazeteci; TV’ler sağ ol- sun. Kõrõk dökük bir dille, kendi çelişkilerini duymayarak geç- mişle yüzleşiyor; õrkçõlõğõn sõ- nõrlarõnõ “Türkle, Türkçeyle” çiziyorlar. Yazarõ, gazetecisi, sa- natçõ olanõ olmayanõyla pek ka- labalõk sandõğõmõz bu takõm, yüz- leşme oyunuyla gerçek yüzlerini gösteriyorlar. Ağõz birliği etmişçesine söz oyunu yaparak Atatürk’ü tutucu- lukla, yalnõz Türkleri kayõrmak- la, manevi değerleri sarsmakla suçlarken tutucu iktidarlarõn, inanç ve köken sömürücülerinin oyuncağõ olmaktan utanç duy- muyorlar. Bu ikiyüzlü yüzleş- menin, acõlarõ, yoksulluğu bitir- meyeceğini, derinleşen sõnõf ay- rõmõnõ yok etmeyeceğini; inancõ, kökeni farklõ yurttaşlarõ iyice uzaklaştõracağõnõ görmezden ge- liyorlar. Bir bildikleri, bir bekle- dikleri, bir çõkarlarõ mõ var acaba, diye düşünmemek elde değil. Efendilerimiz politikacõ; tarihi, coğrafyayõ; her şeyi bilmeleri gerekmez. Böyle bir dertlerinin olmadõğõ da belli; çoğu tarihi tersten okumuş; coğrafyayõ satõ- lacak alanlar sanõyor. Danõş- manlarõ bilgi toplar; onlar da ya- zõlanlarõ okur. Danõşman bilgi yoksulu olun- ca her sözü “manşet” olan poli- tikacõmõz ne yapar, ne durumla- ra düşer? Biri Ali’nin şiirini Ve- li’nin diye okur; 70 yõl önceki tel- grafõ yanlõş yorumlar; öteki kar- şõtlarõnõ mat etmek için tarihsel ki- şiliklerle dövüşür. Danõşmana danõşan da danõşman da önyar- gõlõysa, Cumhuriyetin temelini oluşturan ilkelerden hoşnutsuzsa... Onlarõn ve onlara alkõş tutan- larõn tavrõ, geçmişle yüzleşmek maskesiyle Cumhuriyetin değer- leriyle hesaplaşmak anlamõ taşõ- maz mõ? “Politika, politikacı, politik…” gibi kavramlar hiç bu denli sevimsizleşmemişti. Ülkenin doğasõ, tarihi, insanõ di- reniyor; ama sanatçõ ve yazar sandõklarõmõz günlük politika oyunlarõna direnemiyor! Çok yazõk! CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 8 MAYIS 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Politikada Uyuzluk BU yazıyı noktalarken, yani cuma öğleden sonrasının beşinci saatinde, İngiliz genel seçimlerindeki kesin sonucun henüz alınmadığını okuyunca, “Amma geri ülkeymiş orası!” dersiniz herhalde. Onlarda seçim kararı alındıktan tam bir ay sonra sandığa gidilir ve hangi gün olursa olsun, oylama yerel saatle 22.00’ye kadar sürer. Demek ki, bizimle iki saatlik vakit farkını hesaba katsanız da, sandıklar kapanalı 15 saat geçtiği halde kesin sonuç henüz açıklanmamıştır. Oysa, 2007’de ülkemizde oylamanın bitişinden sonra bir saat bile geçmeden sonuçlar ilan edilivermişti. “İşte köhne İngiltere ile çağdaş Türkiye arasındaki büyük fark!” diyebilir misiniz? Diyemezsiniz, çünkü bizdeki son genel seçimde bir şeyler döndüğüne ya da döndürüldüğüne ilişkin bir şüphe kalmıştır içinizde. Hâlâ giderilemeyen bir kuşku, yanlışlığını ya da doğruluğunu kimsenin tam ispat edemediği iddialar, elektronik iletişime yönelik büyük güvensizlik ve bunlar inandırıcı biçimde giderilmediği sürece, bütün seçimler ya da referandumlar üzerinden eksik olmayacak olan bir kuşku bulutu. Eski de olsa, işe yararlığına ve sağlamlığına inanılmış kurallardan ve yöntemlerden vazgeçmeyen “muhafazakâr” İngiltere’nin hiç duymadığı böyle bir kuşku, sözde çağdaş Türkiye’nin siyasal arenasından da mutlaka silinmelidir. İ ngiltere’de kesin sonuçlar geç belli oldu ama, genel tablo çok erken belirlenmişti. Sosyalistliği unutan, foyası er geç ortaya çıkan küresel rüzgârlara kapılmaktan uzak duramayan, sağlıkta ve eğitimde bile paralı hizmetlere kayan İşçi Partisi iktidarı kaybetti. Öyle anlaşılıyor ki, halk kitleleri, özellikle orta sınıflar ve emekçiler, uyuzlaşmış sosyal demokrat söylemler ve ikircikli tutumlar yerine küresel bunalımları aşmaya yarayacak kesin ve köklü çözümler beklemekteymiş bu partiden. Belki, Irak ve Afganistan konularında ister istemez Washington’la birlikte davranış, hatta o tür politikaların oluşmasında İngiltere’nin oynayageldiği rolü sürdürmüş olmak da sonucu etkilemiş olabilir. Aynı tepkiler, İşçiler-Muhafazakârlar diye özetlenebilecek bir “iki partili sistem”in içine sokulmaya çalışan ve başlangıçta birdenbire parlayacakmış gibi sarsıcı izlenim vermiş olan Liberal Demokrat Parti’nin hayal kırıklığına da yol açmış olabilir. Ne idüğü belirsiz böyle bir etiketle politika arenasına inmek daha açık hedefler görmek isteyen seçmenlere pek inandırıcı gelmemişe benziyor. Üye sayısı 630’u aşkın üyesi olan Avam Kamarası’nda onların ancak 50 küsur kişilik yeri olacak. İ ngiliz seçimleri de bir kez daha gösterdi ki, merkezin solunda olduğu söylenen partiler için iktidarda kalmak ya da iktidara geçmek için halkın önüne, boş lafla değil, kesin ve inandırıcı hedeflerle çıkmaktan başka çare yoktur. [email protected] PENCERE Fili Yuttu Bir Yılan... İşkence konusu basın yayının demirbaşıdır, bitmez tükenmez, sürer gider... Doğal sayılmalıdır... Niçin?.. Çünkü bu toplum ‘Karakolda ayna var’ diye türkü yakmış, dayağı doğal saymış; askerde üst astını, okulda öğretmen öğrencisini, dükkânda usta çırağını, evde baba çocuğunu, evlilikte koca karısını dövmeye alışmış... Dayak, korkutma, baskı ve falaka kültürü topluma sinmiş, tarihimize istiflenmiş... Mahalle mektebinde sınıfın duvarına ‘falaka’ asan biz değil miyiz!.. Kutsal kitabımız, erkeğin karısını helalinden dövmesini öğütlemiyor mu!.. Hocanın ve kocanın vurduğu yerde gül biter... Kızını dövmeyen dizini döver... Dayak cennetten çıkmadır... Ya işkence?.. Geçmişimizin bize yüklediği işkence kültürüne bir de Amerikan televizyonlarından yansıyan şiddet, kan, öldürüm, çılgınlık, cin, peri, kung-fu, tatemi, karate, cadı, terminator, şeytan, Azrail vb.’nin bilgisayarlı masalları karışmadı mı!.. Toptan hastalandık, çıldırmak üzereyiz, elimize birini geçirdik mi vay ve vah haline!.. Öykü bu ya Afrika’da, devletlerin gizli örgütlerinden seçilmiş timler arasında bir yarış düzenlenmiş. Yarışın konusu: Her devletin timi, vahşi arazi ortamında bir zürafa yakalayıp getirecek... Niçin?.. Bilindiği gibi zürafa çok hızlı koşar, yakalanması güç bir hayvandır. Yarış başlamış. İlk sıra İran gizli örgütünün kara sarıklı timindeymiş. Acem komşumuzun en yetkili, hızlı ve uzman elemanları işe başladıktan 8 saat 47 dakika sonra güzel bir zürafayla dönmüşler. Ardından İsrail’in ünlü gizli örgütünün deneyimli elemanları ortalıktan kaybolmuşlar; 2 saat 35 dakika sonra yakaladıkları seçme bir zürafayla gelmişler. Amerikalı gizli örgüt elemanları rekoru 1 saat 55 dakikaya indirmişler. Sıra Türklere gelince herkeste heyecan doruğuna çıkmış... Bizimkiler, hakem tabancayı patlatır patlatmaz, son hızla bir semt-i meçhule yönelmişler. Ama saatler çabuk geçiyor... 3 saat... 5 saat... Bizimkilerden ses seda yok; gece basmış, tanyeri atmış, güneş doğmuş... Öğle vaktine doğru bizim gizli örgüt elemanları yanlarında bir fil ile görünmüşler... Fil perişanmış, kulakları yaralı, dişleri kırık, hortumu düşük, sağa sola yalpa vura vura zorlukla yürüyormuş... Hakemler demişler ki: - Bu ne biçim iş! Biz sizden zürafa istedik, oysa siz kocaman bir fil getirdiniz... Ama, beklenmedik bir şey olmuş, fil telaşla: - Hayır, hayır... diye çırpınmaya başlamış, ben fil değilim, vallahi billahi değilim, ben zürafayım, gerçekten bir zürafayım... Mizahın el atmadığı konu yok... Faili meçhul cinayetler ve işkenceler ülkesine dönüşen Türkiye’de, gün geçtikçe cehennemleşen yaşamın dudaklarına bir gülücük iliştirmek zorundayız. Halkın mizah gücü her şeyin üstesinden geliyor... Ne demiş atalarımız: Güleriz ağlanacak halimize!.. Boşuna mı söylenmiş bu laf?.. (25 Ağustos 1996 tarihli yazısı) S iirt’te bir ilköğretim okulunda dört kõz çocuğuna onlarca kişinin tecavüz ettiği öne sürüldü. Bir süre sonra gene Siirt’in Pervari il- çesinde, yatõlõ ilköğretim bölge okulu öğrencilerinin iki -üç yaşõndaki iki ço- cuğa tecavüz ettiği, çocuklardan birinin öl- düğü anlaşõldõ. Son günlerde bu haberler ba- sõnõmõzda geniş şekilde yer aldõ. Bu olayda görüldüğü gibi, çok küçük ço- cuklar bu tür vahşete genellikle dayanamaz. Diğer küçük çocuk yaşõyor olsa da büyük ola- sõlõkla korku, sürekli ağlama, huzursuzluk, uyku bozukluğu, tuvalet eğitimi sorunlarõ gi- bi çeşitli belirtilerle hayatõ bir kâbusa döne- bilir. Tecavüze uğrayan diğer 4 kõz öğrencinin de ciddi biçimde örselenmiş olmalarõ büyük bir olasõlõktõr. Bilimsel araştõrmalar cinsel sal- dõrõya uğrayan çocuk ve gençlerde ilerki yõl- larda depresyon, uyuşturucu madde kullan- ma, intihar ve benzeri ciddi psikolojik so- runlar geliştiğini kanõtlar. Yaşamõ boyunca cinsel yaşamdan kaçma ya da aksine aşõrõ cin- sel uğraşlar gibi cinsel sorunlar da çok sõk bil- dirilmiştir. Okuldan ve evden kaçma, çalma, saldõrganlõk, davranõş bozukluklarõ ve top- luma zarar verici davranõşlar hiç nadir de- ğildir. Cinsel saldõrõya uğrayan çocuk veya gençlerin yüzde 10’u ileriki yõllarda başka- sõna cinsel saldõrõda bulunmuştur (1). Cinsel şiddet ve saldırganlığın nedenleri Cinsel tecavüz olayõnda çok neden söz ko- nusudur. En başta saldõrganõn kişiliği ve ken- disinin de aile içi şiddet yaşamõş ya da te- cavüze uğramõş olmasõ gelir. Şiddet öğreni- lebilen bir davranõştõr. En önemli öğrenme kaynağõ ise, şiddeti uygulayan kişinin ken- di ailesidir. Saldõrganõn kişiliği ile ilgili diğer neden, bu kişide cinsel dürtüleri kontrol yeteneği- nin gelişmemiş olmasõdõr, büyük bir cinsel yetersizlik duygusunun varlõğõ da önemli bir etkendir. Uluslararasõ kapsamlõ araştõrma- larda, saldõrganlõğõn ve suçun hemen her top- lumda aile tutumu ve aile içi faktörlerle iliş- kisi vurgulanmõştõr. Yeterli ve dengeli aile, sevgi ve denetiminin olmamasõ, agresyon ve cinsel dürtülerini kontrol yeteneğinin geliş- tirilmemesi en başta gelen nedenlerdir (2). Cinsel tecavüzün bir diğer nedeni sosyal ve kültürel etkenler olabilir. Kadõn üzerinde cinsel gücünü kanõtlamak, kadõnlar üzerin- de hâkimiyet kurmak, intikam ya da öç al- mak ihtiyacõ gibi. Toplum ve ailede kadõnõn yeri, kadõna verilen değer, kadõnõ kendi eş- yasõ ya da malõ imiş gibi algõlama özellikle ilkel çevrelerde büyük önem kazanõr. Şiddet ve tecavüzün normal ve kabul edilebilir bir yol olduğuna inanç ve çevrede benzeri te- cavüz olaylarõndan etkilenme bu alanda ya- põlan çalõşmalarda pek çok kez bulunmuştur. Ülkemizde cinsel eğitim derslerinin ve- rilmemesi de büyük bir eksikliktir. Oysa bu derslerde kadõn cinsiyetinin erkeğe eşitliği, kadõnõn sadece cinselliğinin öne çõkmama- sõnõn önemi tartõşõlabilir. Şiddet ve tecavüz olayları önlenebilir mi? Bunun için çok yönlü yaklaşõm gerekli . Okul içi programlarla ve halka yönelik ça- lõşmalarla gerekli bilinç aşõlanabilir. Yeni de- ğer yargõlarõ, yeni düşünme yollarõ ve ilişki kurma becerilerinin geliştirilmesi ile şiddet yerine daha sağlõklõ ilişki kurma sağlanabi- lir. Yüksek risk taşõyan evlere gidilerek genç- ler ve çocuklar, çocuk koruma servislerine yönlendirilebilir. Toplumda başka bireylere zarar vermemesi için ruh sağlõğõ uzmanlarõ işe karõşõr. Örneğin, İngiltere’de okulöncesi eğitim ku- rumlarõnõ da içermek üzere ders programla- rõ, idareci, öğretmen, psikolog, psikiyatrist ve ruh sağlõğõ merkezleri işbirliğinde çok geniş kapsamlõdõr. Öncelikle bu konuda aile ele alõ- nõr, çünkü aile kilit konumdadõr. İsveç ve Norveç sosyal devlet nitelikleri ile örnek ülkelerdir. Çocuğun bakõmõ, güvenli- ği, gelişimi aileden sorumlu bakanlõktadõr. Sosyal servisler, problem halinde çocuğun ev- deki bakõmõnõ, ailenin tutumunu inceler. Problem varsa derhal duruma el koyar ve devletin korumasõ altõna alõr. Devletin ko- rumasõnõn iyi yetişmiş, birikimli uzmanlar- dan oluşmasõna özel önem verilir. Böyle bir tecavüz halinde kurban seçilen çocuğun te- davisi kadar saldõrganõn ve ailesinin de çok yönlü ele alõnmalarõ gerekir. Ülkemizde durum nedir? Ülkemizde ilginç bir durumun ortaya çõk- tõğõ görülüyor. Almakta olduklarõ önlemler doğrultusunda son yõllarda, ABD, Kanada, Avustralya ve Avrupa ülkelerinde çocukla- ra yönelik şiddet olaylarõ azalma gösterirken ülkemizde hõzla arttõğõnõ düşündüren haber- ler basõnda yer alõyor. Şu sonucu õsrarla savunmamõz gerekir: Şid- det ve tecavüz tüm toplumu ilgilendiren so- runlardõr (3). Kuşkusuz çocuklarõmõzõn teh- dit altõnda kalmasõnõ önlemek hepimizin görevidir. Oysa Pervari Belediye Başkanõ bu vahşet için “Pervari küçük bir yer, hepimiz ak- rabayız, olayı kendi aramızda kapattık” demiştir. Şiddete, tecavüze, öldürmeye ai- lelerin özel meselesi gözüyle bakmaya hiç kimsenin hakkõ yoktur. Toplum şiddet ola- yõna ailenin özel meselesi gözüyle baktõğõ, önemsemeyerek normal karşõladõğõ, top- lumsal örgütlerin tepkisi yetersiz kaldõğõ ölçüde, bu ilkel eğilim kuşaktan kuşağa ak- tarõlacak ve bir gün hepimizin çocuklarõnõ teh- dit edebilecektir. (1) Rivara FP (2002) Understanding and pre- venting violence in children and adolescents. Arch Pediatr Adolesc Med, 156, 8. (2) Khoury-Kassabri M ve arkadaşlarõ (2009) Middle Eastern Adolescents, Perpetration of scho- ol Violence Against Peers and Teachers: A Cross- Cultural and Ecological Analais. J Interpers Vio- lence, 24, 1, 159 - 182. (3) Putnam FW (2003) Ten-year research upda- te review: Child Sexual Abuse. J Am Acad Child Ado- lesc Psychiatry 42, 3. 263-278 Siirt’te Cinsel Taciz Olaylarõ... Prof. Dr. Aysel EKŞİ Psikiyatrist Okul içi programlarla ve halka yönelik çalõşmalarla gerekli bilinç aşõlanabilir. Yeni değer yargõlarõ, yeni düşünme yollarõ ve ilişki kurma becerilerinin geliştirilmesi ile şiddet yerine daha sağlõklõ ilişki kurma sağlanabilir. Yüksek risk taşõyan evlere gidilerek gençler ve çocuklar, çocuk koruma servislerine yönlendirilebilir. Toplumda başka bireylere zarar vermemesi için ruh sağlõğõ uzmanlarõ işe karõşõr. Geçmişle Yüzleşme mi Hesaplaşma mõ? Sevgi ÖZEL Yitip Giden İstanbul... Daver DARENDE Emekli Diplomat-Yazar
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle