12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B 8 MAYIS 2010 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Geleceğin Ekonomi Politikaları Yunanistan’daki borç krizini izleyen olaylar, küresel krizin finansal pazarlarda yarattığı zararların büyük boyutlarını göstermektedir. Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ve Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) konuyla ilgili açıklamalarına göre Yunanistan, milli gelirinin yaklaşık yarısı oranında (110 milyar Avro) bir yeni borçlanma ile önceki dönemlerde yaratılmış olan borç krizinden kurtarılacaktır. Milli gelirinin yüzde 125’inden fazla borç biriktirmiş olan bu ülkenin yapacağı yeni borçlanmanın, topluma yeni yükler getiren koşulları, ülke çalışanları tarafından kabul edilmemiş, grevler, protestolar, sosyal patlamalar içinde olaylar, bombalı saldırılara ve can kayıplarına kadar tırmanmıştır. Son haberler ve değerlendirmelere göre, ekonomik kriz sonrası ortaya çıkan sıkıntılar, 15 AB ülkesini kapsayan Euro Bölgesi’nin ve hatta 27 üyeli AB’nin geleceği konusunda da kuşkular yaratmıştır; sırada İspanya ve Portekiz borç krizleri de vardır. Bu görüşlere göre, ABD’de ve dünyanın öteki gelişmiş ülkelerinde, küresel ekonomik krizden önceki dönemlerde, yüksek devlet bütçesi ve dış ticaret açıklarının yarattığı yüksek devlet borçlanmalarının, yeni yaratılan borçlanmalarla kalıcı çözümlere bağlanması olanağı yoktur. Devletlerarası yüksek borçlanmalardan kaynaklanan sorunların, uluslararası yeni borçlanmalarla çözümlere bağlanması, yüksek devlet borcu olan ülkelere geçici bazı kolaylıklar sağlayacak, kısa süreler içinde sorunların kalıcı çözümlere bağlanması için zaman kazanılacak, bu göreli rahatlamalar sırasında sorunların kalıcı çözümlere bağlanması beklenecektir. Son ekonomik kriz, serbest rekabet koşulları altında işleyen pazarların, kendi içsel dinamikleri ve kuralları ile toplumsal ekonomik sorunlara çözüm bulamayacağını, açıkça ve kuşkuya yer bırakmayacak biçimde, bir kez daha göstermiştir. Son 50-60 yılda geliştirilmiş olan kapitalist işletmeleri “ehlileştirme” çalışmaları, zaman zaman iyi sonuçlar ve örnekler de vermiştir. Bu dönemde geliştirilen, katılımcı yönetim, hakça paylaşım, çevre koruma, sosyal sorumluluk, kamuyu aydınlatma, kurumsal yönetim, ahlaklı rekabet ve benzeri sosyal politika uygulamalarıyla oldukça “ehlileştirilmiş” bulunan ılımlı kapitalizm uygulamalarının, bazı yararlı sonuçları da olmuştur. Bununla birlikte, ABD’nin başını çektiği son yılların kurallardan arındırma (de-regulation), özelleştirme, küreselleşme ve özel şirketlerdeki hızlı büyüme uygulamaları sonucunda, bu iyi yöndeki yeni sosyal sorumluluk önlemlerinin uygulanması bir türlü genişletilememiş ve yaygınlaştırılamamıştır. Son ekonomik kriz içinde batmış ve devletlerce kurtarılmış bulunan özel büyük şirketlerden çoğunun, büyük şirketler için geliştirilmiş olan sosyal sorumlulukların gerektirdiği biçimde çalışmadıkları tespit edilmiştir. Bunlardan bazılarının, yayımlanan gerçek dışı finansal bilgilerle yaratılan katma değerleri, sınırlı sayıda ortak ve yöneticiler arasında paylaştırdıkları ve sonradan şirketler batınca ortaya çıkan zararların da devletler tarafından karşılanmasını sağladıkları görülmüştür. Kuralı azaltılmış uygulamalar içinde, özellikle büyük özel sermaye şirketleri içindeki kurallar ve sosyal sorumluluk ilkeleri dışında ortaya çıkan ölçüsüz güç birikmelerinin koşulları altında, serbest rekabet pazarlarının serbestçe işlemesi sağlanamamış ve serbest rekabet pazarları, kuralsız, hakemsiz futbol karşılaşmalarına dönüşmüştür. Avrupa’nın aşırı borçlanmalar nedeniyle sıkıntılı günler yaşayan ülkelerinde bulunan geçici ek borçlanma önlemlerinin uzun sürede kalıcı ekonomik politikalara bağlanabileceğini umuyoruz. Bu kalıcı ekonomik politikalar demetinin, devlet işletmeleriyle özel işletmelerin devletçe konulan sosyal sorumluluk kurallarına göre çalışacak serbest pazarlardan oluşan bir karma ekonomi düzeni olacağı şimdiden anlaşılmış olmalıdır. Bu ülkelerde şimdi çekilen sıkıntıların, ekonomik krizlerin ortaya çıkmasını kalıcı olarak önleyecek bir dünya ekonomik düzeninin yaratılmasına yol açacağını sağlayacak yönde bilimsel çalışmalar yapılması için dünya ülkelerinde, bunu yaratacak birikimlerin bulunduğu kuşkusuzdur. Bu birikimler, bu yöndeki siyasal bilinçle birleşirse, iyi sonuçların alınmaması için ortada fazla neden yoktur. [email protected] [email protected] Birden İkiye Biliyorduk, 1923’te kurulan Cumhuriyet dönemini kapatmak üzere yönetime taşınmışlardı. Verilmiş görevlerini en iyi biçimde yapıyorlar. Anayasa değişikliğiyle, askerin de ortam yaratması ve olanak tanımasıyla “ılımlı İslam”cı 2. Cumhuriyet dönemine girişin son adımlarından biri daha atılmış olacak. Henüz son kullanma tarihleri bitmedi. Çünkü, sağda demokrat eğilimli bir parti bu geçişi istenildiği gibi gerçekleştiremez. Doğası gereği, bugünküler kadar “sopa” olamaz, halkına bu kadar dayak atamaz, muhaliflerini zindanlara atamaz, yargıyla bu denli uğraşamaz; sakınmadan, çekinmeden diktatörlüğe bu denli yeltenemez. Geçmişlerindeki kinli birikimdir, bugünküleri gözü kara ve atak kılan. 1923 Cumhuriyetinin ilkeleri kökten çürütülüne, kurumları dönüştürülüp tümüyle “ılımlı”laştırılana, bir anlamda 1. Cumhuriyetin sonu getirilene değin başımızdakiler araç olarak kullanılacaklar. En az bir dönemleri daha var... Bu saptamaları, kötü gidişe kendimizi kaptırıp sürüklenelim diye yapmıyoruz. Geleceği algılayalım, bilelim, görelim, alacağımız tavrı ona göre belirleyelim... Tarih Türk-İş Başkanı Mustafa Kumlu, 1 Mayıs’ta işçilerce konuşturulmayan sendika lideri olarak tarihe geçti. Hiç üzülmesin. Şimdilerde önemli olan popüler olmak. Nasıl olursan ol! Pıtrak Dizginlenemeyen bir bilinçaltı patlaması, çocuk yaşta belleğe itilmiş öfkelerin birdenbire parlaması sanki: İsmet İnönü’yü Hitler’e benzetme, CHP’nin geçmişini faşistlikle suçlama... Köy Enstitüleri kapandıktan sonra pıtrak veren imam- hatip okulları ne işe mi yaramış? Birebir yaşayıp görüyoruz. İşadamından 1 Mayıs Bir zamanlar yanında çalıştırdığı iş- çileri ev sahibi yapabilmiş, kendisini “sosyal demokrat” olarak tanımlayan bir işadamı dostumuzun 1 Mayıs iz- lenimleri: “Umutla 1 Mayıs’ı izledim televiz- yonlardan. Aklımdan geçse de ken- dim gitmedim. Fabrikamdan ertesi gün Taksim’e gidecek birkaç işçiyi bir gün önceden uğurlayıp kendilerine dikkat etmelerini söylerken onlara göz kırpıyordum içimden. Galiba ül- kenin kötü ekonomi yönetimine 1 Ma- yıs alanında bir eleştiride bulunurlar umuduyla... Ekonominin krizden kur- tulması için işçisinin sokakta bağır- masından medet uman bir patron! Ne günlere kaldık... İsterdim ki emekçiler, son derece bilinçli olup ekmek paralarını kazan- maktaki zorlukları aşmanın, her şey- den önce işsiz kalmamanın, sonra da- ha yüksek yaşam standartlarına eri- şebilmenin ve başlarını sokacak bir ev sahibi olabilmenin ancak iyi yönetilen bir ekonomiyle olabileceğini bilebil- seler. Dünyanın en yüksek faiz veren ül- kesi Türkiye’nin uluslararası sıcak paracılar tarafından sömürülmesi ve buna karşı Merkez Bankası ve hükü- metin gerekli önlemleri almaması, hâlâ 8 sene önceki döviz kurlarıyla ayakta kalma savaşı veren, bu ülke- nin üretim ve ihracat yapan fabrika- larından batmayıp ayakta kalabilen- lerin bunu daha ne kadar sürdürebi- leceklerini bilmeksizin çabalamaları çok acıklı bir tablodur. Türkiye’de üretimin artması, buna bağlı olarak işsizliğin azalması, emek- çi kesimin daha insanca şartlarda onurlu bir yaşam sürebilmesinin birinci çözümü gerçekçi döviz kurlarına ge- ri dönülüp ülkede üretim patlaması ya- pılmasından geçmektedir. Gerisi pa- lavradır.” Bizim gözümüzde, 12 Eylül öncesi ve hemen sonrası süreçte insanlığını yeterince kanıtlamıştı hukukçu Mehdi Bektaş... Ulus’taki adliyede, Mamak’taki sıkıyönetim mahkemelerindeki duruşmalarda birlikte görev yapmıştık. Bektaş avukat olarak, biz gazeteci olarak tarihin o ağır küf kokulu, çığlıklarla dolu bodrumunda birlikte olmuştuk. Mehdi Bektaş, çevremizdeki tüm hoyratlıklara, bıçkınlıklara ve de boşvermişliklere karşı sakin, ama boyun eğmez yürüyüşünü sürdürüyor. En son, “Devrim, Bitmeyen Sevda”yı kitaplaştırdı. Sorduk, “Bitmeyen sevdanın neresindeyiz? Kalbimiz çok mu kırıldı?” diye, “Onarabilir miyiz?” diye... “Bizimkisi sevda değil, karasevda” dedi: “Bu sevda, ya insanı divane eder ya da kahrından öldürür. Yokluk, yoksulluk içinde yaşayan, kör inancın tutsağı olmuş Anadolu insanını ayağa kaldıran, Anadolu ihtilalini gerçekleştiren, aydınlanmanın kesintisiz sürdürülmesi için her koşulda çaba gösteren, savaşan devrimcilere ve ideallerine karşı yapılan saldırıları, zulümleri görüp de divane olmamak; geçmişte adam sanılan onca sapkını, döneği görüp de kahrından ölmemek kolay değil… Bu ortam ve koşullar altında bizler, sevdanın tam ortasında duran, ayakta kalan yanındayız! Yalnızca kalbimizin kırılmasıyla kalsa iyi, belki sineye çeker, sorun yapmayız; ancak, insanlarımızın tarihine, geleceğine ve de onuruna saldırı var… Bunun sineye çekilmesi, yok sayılması, unutulması asla düşünülmez; gün gelir, yapanlar yaptıkları hukuksuzluğun hesabını verirler. Karamsarlığa hiç gerek yok. ‘Her gecenin bir sabahı vardır’ derler; umutsuz yaşam olmayacağı açık; bize düşen çalışıp çabalayıp, zalimin karşısına mazlumlar topluluğunu dikmek, yani halkı örgütlemektir.” Devrim dediğin, keçiyoludur. Kararlılık ve direnç ister. Bitmeyen Sevda Nasıl ‘Obez’ olduk? SADIK ÇELİK Şişmanlık deyince akla “Obezite” sorunu ve dolayısıyla kişilerin yeme-içme alışkanlıkları geliyor. Kilo problemlerinin temelinde sadece yanlış besinlerin tüketimi ve fiziksel aktivite yoksunluğu mu var? Yoksa obezitenin nedeni kökleşmiş global, sosyoekonomik, çevresel ve kültürel etkenlerin birleşmiş hali midir? Optimal beslenme yani hem sağlıklı hem dengeli beslenmenin en temel belirleyicileri yaşam şartları, sosyoekonomik statü, gıda seçimleri ve eğitim durumu. Türkiye’de dengesiz besleniyoruz, spor yapamıyoruz, üstüne üstlük artan gıda fiyatları da beslenme alışkanlıklarımızı olumsuz etkilemektedir. Araştırmalara göre, ülkemizde alınması gereken günlük temel enerjinin yüzde 60’ı, kaliteli proteinler yerine ekmek ve diğer tahıl ürünlerinden, aşırı şerbetli ve yağlı gıdalardan karşılanmaktadır. Ayrıca Dünya Sağlık Örgütü raporlarının belirlediği yeterli ve dengeli beslenme için gereken günde en az 5 porsiyon meyve ve sebzeyi tüketemediğimiz belirtilmektedir. Bu durumun temel nedenlerinin başında gelir dağılımındaki dengesizlik ve bilinçsizlik gelmektedir. Et, süt, balık, tam tahıllı ürünler, sebze ve meyve fiyatlarındaki artış yüzünden toplumumuzun büyük bir kesimi bu ürünleri yeterince tüketememektedir. Madalyonun diğer yüzünde ise ekonomik durumu elverdiği halde bilinçsizlikten tek tip, kötü beslenen bir kesim bulunmaktadır. Yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı ABD ve AB ülkelerindeki toplumlardan daha obez bir toplum haline geldik. Bilimsel makalelere göre çocukluk çağı şişmanlığı ülkemizde artan bir sorun olarak dikkat çekmektedir. Yağ hücrelerinin hacminin ergenlik döneminde büyümesi ileriki dönem beslenme alışkanlıklarını etkileyeceği için “Çocukluk çağı şişmanlığı” halk sağlığının önemli göstergelerindendir. Araştırmalara göre, şişman insan sayısı ülkemizde 10 yıl içinde iki kat artarak 11 milyonu, yine şişmanlık gibi rahatsızlıklar zemininde gelişen şeker hastalığına yakalananların sayısı, şimdi gizli şekerle birlikte 5 milyonu bulmuş. Erişkin nüfusun 15 milyonunun ise yüksek tansiyon hastası olduğu belirtilmiştir. Restorana bile gitmeden, internet aracılığıyla verilen fastfood ağırlıklı (hızlı yenen) yiyecek siparişleri, oyun parkları, spor ve yeşil alanların eksikliği, otomotiv sektörü, asansör, yürüyen merdiven gibi fiziksel aktiviteleri en aza indiren bilişim vb. teknolojilere kolay erişim hareketsiz yaşamı teşvik etmektedir. Modern hayat ve onun sunduğu geniş yelpazedeki olanaklar yerinde ve doğru kullanılmadığı için beslenme tarzını hızlı hale getirmiş, doğal yaşamdan uzaklaştırmıştır. Kırsal kesimdeki insanlar ise hazır gıdalardan uzak durarak, daha çok hareket ederek daha sağlıklı yaşamaktadırlar. Bu şartlar nasıl değiştirilebilir? Öncelikle bireysel önlemler alınmalıdır. Aileye ve eğitimcilere çocuğun beslenme alışkanlıklarının belirlenmesi, sporun yeme içme gibi bir zorunluluk haline getirilmesi konusunda büyük görev düşmektedir. Sonrasında et arzı yetersizliği için hayvancılığın teşvik edilmesi, küçük tarım ve aile işletmelerinin desteklenmesi, et, süt, balık, tam tahıllı ürünlerin tüketiminin ve bu ürünlere ulaşılabilirliğin kolaylaştırılması sağlanmalıdır. Zorunluluklardan dolayı tek tip, karbonhidrat ağırlıklı beslenme yerine daha dengeli beslenme koşulları oluşturulmalıdır. Danimarka’daki büyük fastfood firmaları transyağı olmaksızın üretim yaparken, ABD’de bu tarz restoranlar büyük mönüleri kaldırmış, gelecek yıldan itibaren ürünlerin besin değerlerini mönülerine yazmaları zorunlu hale getirilmiştir. Görülüyor ki, Türkiye’de de bu alanda yeni düzenlemelerin, standartların oluşturulması gerekmektedir. Diyetisyenlerin açıklamalarına göre; yaygın kullanılan gıda katkılarından, yüksek fruktozlu mısır şurubu, fruktoz insülin seviyesini yükseltmediği için diğer şekerlerin verdiği doygunluk hissini vermez ve kişiyi daha çok yemek yemeye iter. Hazır gıdalardaki bir diğer tehlike, Çin ve Japon mutfaklarından ülkemize gelen Monosodyum glutamat (E621), lezzet arttırıcı olarak kullanılarak iştah metabolizmasını bozar. Bu ürün tüm cipslerde, mayonezde, sosis, salam, sucuk, bazı katı ve ekmek üstü yağlarda, et sularında, hazır çorbalarda-soslarda, tatlı-tuzlu hazır ürünlerde bulunmaktadır. VII. Uluslararası Beslenme ve Diyet Kongresi’nde de belirtildiği üzere, sadece dengeli beslenme sağlıklı bir yaşam için yeterli görülmemekte, kişiler sürekliliği olması kaydıyla haftada en az 120 dakika tempolu yürüyüş gibi sporlar yapmalıdırlar. Buna göre okullardaki beden eğitimi derslerinin süresinin uzatılması gerekmektedir. Ne yazık ki sınav sisteminin baskısı ve stresi altında okullarda bu dersler “test çözme” dersleri haline dönüştürülmüş ve okul- dershane-ev arasında sıkışan gençlerimiz böylelikle kilo problemleriyle erken yaşta tanışmıştır. Bu anlamda eğitim sektöründe köklü değişimlere gidilmesi gerekmektedir. [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK [email protected] ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI [email protected] HARBİ SEMİH POROY HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kõbrõs’a özgü, õspanağa benzer bir sebze yemeği. 2/ Kastamonu’nun bir ilçesi... Kurnaz, açõkgöz. 3/ Çizgiy- le mizah sanatõ. 4/ Araplarla ilgili, Araplara özgü olan. 5/ Telli bir çalgõ... “O” adõlõnõn yönel- me durumu...“ --- gerdan üstüne bir de ben gerek” (Karacaoğ- lan). 6/ İlkçağ’da birçok Ortadoğu toplumunda ta- põnõlan tanrõ... Resim ya- põmõnda kullanõlan bir tür boya. 7/ İnsanõn işine uy- masõnõ, amaca göre çalõş- masõnõ düzenleyen ince- leme ve araştõrmalarõn tü- mü. 8/ Bir haritayla ilgili çeşitli bilgileri içeren kü- çük çerçeve. 9/ Kaba ve çirkin, iğrenç... Büyük Sahra’da kumullarla örtülü bölge. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Hatay yöresine özgü, et, pirinç ve patlõcanla yapõlan bir yemek. 2/ En küçük izci kuruluşu... Tarõma elverişli olan toprak parçasõ. 3/ Antalya’nõn bir plajõ... Arap er- keklerinin kefiyelerinin üzerine geçirdikleri kalõn çem- ber bağ. 4/ Rüyabilim. 5/ “Hükümdarlar hükümdarõ” an- lamõnda Türk unvanõ... Cilve. 6/ Düğme ve süs eşyasõ yapõmõnda kullanõlan bir deniz kabuklusu. 7/ Himala- yalar’da yaşadõğõna inanõlan “Kar Adam”a verilen ad... İlke. 8/ Motorlu taşõtlarõn elektriğini sağlayan ay- gõt... Kars’õn doğusundaki ünlü eskiçağ kenti. 9/ Sü- pürgeotu... Gümüş elementinin simgesi. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 K U Ş K O N M A Z U R A D A İ R E Ş A K Ş A K İ M K Ş U A K B O D A Ö R E K E N A K A R A T R M İ K E T E B E A R İ K B Ü K Z E M B E R E K 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle