09 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 4 MAYIS 2010 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER 2050 yılındayız... Günümüzden kırk yıl sonra bir sabah uyandığınızda!.. Belki çoğunuz varsınız, ama ben yokum! Sekseninde doksanında yaşayanlar var. Kırk elli yıl öncesini bilenler, tanıyanlar, o günlerin acılarını tüm ağırlığıyla yaşamış olanlar... Önce bir soru, Türkiye Cumhuriyeti Atatürk devrimlerine hâlâ bağlı mı? İktidar yerinde Başbakan ya da Başkan diye oturan kişi Tayyip Erdoğan mı? Yoksa onlara benzer biri mi? Olur da, olmayabilir de... Devletin adı da değiştirilmiş, tarih yeniden yazılmış, birtakım gerici etkinliklerle yeni bir gençlik yetiştirilmiş olabilir. Artık Atatürk anıtına, anıtlarına ‘sap’ gibi selama durmak ortadan kalkmış da!.. Amerika, İngiltere, Fransa, İtalya değişmiş mi? Hayır, onlar oldukları yerde duruyorlar tüm güçleriyle... Ama biz başkalaşmışız, belki de onların dümen suyunu daha yararlı bulmuşuz... Bir kitaplığa giriyorum. Yığınlarca kitap... Anılar anılar... Geçmiş kırk yılda yaşanmış birçok şey kitaplara girmiş. Çoğunu askerler yazmış. Hani Ergenekoncu diye içeri atılıp yıllarca tutuklu kalanlar... Sansürden ne kadarı geçmişse... Bilimciler, yazarlar, gazeteciler yazmış! Pek çoğunu iktidarın başının izin verdiği kadarını! Tuhaf bir zamanmış! Kimi yazdırmış başından geçenleri, kimi de oturup yazmış. Hatırda kalan laflar da var, Başbakan’ın bir öğrenci kıza “Sen asarsın, kesersin, her şey senin elinde” deyişi; bir orgeneralin üçüncü kez tutuklanıp hapse giderken söylediği, “Bu balyoz bir gün kafalarına inecek” sözünü, daha başka neler neler... Siz kaç yaşındasınız? Yirmi, otuz mu? O yıllarda ya yeni doğmuştunuz ya da emekliyordunuz?.. Onların okullarında okudunuz. Geçmişin en güzel anlarına bir özlem duymuyor musunuz? Cumhuriyetinizin o güzel, anlamlı, güçlü günlerine? Amaç köşeyi dönmekse, gidin Boğaz’da, Çamlıca’da, Bodrum’da bir evin penceresinden seyredin doğanın güzelliklerini... Size kimler bağışlamışsa onlara dua edin. Hiç aklınıza gelmesin doğularda, kuzeylerde, hatta büyük kentlerimizde bir ekmek, bir iş, bir tabak yemek diye ağlaşanlar ve binlerce şehit analarının gözyaşları! Gemiler mi, mücevherler mi, lüks uçaklarla dünya gezileri mi, nerden nasıl çıkıp nerelere nasıl gelindiğini mi düşünüyorsunuz. Size ne, vazgeçin! 2050’nin rahatlığıyla kendinizden geçin, yeter size... “Ben yüzyılı yaşadım” demişti bir şair.. Ben de iki binin ilk on yılını yaşadım. Sayısız başbakanlar, cumhurbaşkanları, bakanlar, yazarlar, prof’lar gördüm. Pek çoğunu hapislerde adalet ararken tanıdım. Hele yazarları, gazetecileri... İçlerinden biri Mustafa Balbay’dı, 2050’lerde o da yetmişlere ulaşmıştır. Okuyun yazdıklarını, Cumhuriyet’in eski yapraklarını karıştırın. Turhan’ı, İlhan’ı tanıyın, her ne kadar hiçbiri yoksa da, ben gibi!.. İyi ki o günlerde doğup büyümedim, o zaman parçasını tanımadım mı diyeceksiniz, bilmiyorum. Belki de yeni bir güç toplayıp yılları geri döndüreceksiniz. Atatürk’ün “Yorulsanız da beni izleyeceksiniz” sözünü hatırlayıp... Sizler o günlerin gençleri, bugünlerin yaşlıları. Biraz yorun kendinizi. Nerden, nerelerden, nasıl koşulları zorla yaratarak gelip bir Cumhuriyet kurduk, anlamaya çalışın. Sonra bir de 2010’da nerede olduğumuza bakın... Belki, oh ne iyi olmuş diyeceksiniz, belki de keşke yaşanmamış olsaydı bunca yıl, bunca gerileme, bunca ilkelleşme, diyeceksiniz. Ben bir masal uydurdum. Bir anda sizleri kırk elli yıl öteye götürmeye kalktım. Çok değil, o günler de gelecek. Bizim gördüklerimizden çok daha başka şeyler göreceksiniz. Dünkü saltanatçıların o gün nerde, nasıl, ne durumda olduklarını, olacaklarını... Zaman bu, çabuk geçer! Ne demiş ünlü filozof, kendini zenginlerin zengini güçlülerin güçlüsü sanan krala, “Bekleyelim, sonunu görelim”?.. DÜZELTME: Pazar günkü “Cumhuriyet’i Sonsuza Taşımak” yazımda küçük bir yanlışlık olmuş. “Uzun uzun dalıp gittim. İki güz önce gezdiğimiz yerleri, konuşmalarımızı hatırladım” cümlesindeki “güz”, “gün” olarak çıkmış... Düzeltirim. O.A. EVET / HAYIR OKTAY AKBAL 2050’li Yıllar Sizi Bekliyor! Sabah tatlı bir dinginlikle uyandım, gerinerek balkona çıktım, şaşırdım, erik ağacının balkon camekânına vuran dalları tomurcuklanmış... Çiçeklenmenin eli kulağındadır. Üstümdeki tembelliği, bahar yorgunluğuna yorumsayıp öğrencilik yıllarımı anımsayıverdim. Gençlikteki avarelik günlerinin mutluluğunu, insaf ancak uzun yıllar geçtikten sonra ayrımsayabiliyor. O dönemde sıra arkadaşlarımızı nasıl tanımlardık. - Çalışkan.. - Hayta.. - Tembel.. - İnek.. Bizim zamanımızda çok çalışan öğrenciye iyi gözle bakılmazdı. Çaktırmadan çalışmak kurnazlığını yeğlerdik. Çalışkan öğrenci ‘ti’ye alınırdı. Avarelikle bıçkınlık gözdeydi. Hele bahar kapıyı bir aralasın, okulda kim tutabilirdi bizi?.. Doğayla buluşmamızı kim engelleyebilirdi?.. Kim yasakları takardı?.. Başını kitaptan kaldırmayan inek uyarılırdı: - Yeter ulan!.. Çok şey değişti aradan geçen zamanda; burjuvazi palazlandıkça değer yargıları da dönüşüyor; artık çalışkan öğrenci el üstünde tutuluyor. Neden?.. Çünkü köylülük geride kalıyor, sanayileşmenin koşulları öne çıkmaya başladı. Peki, köylü tembel mi?.. Hiç kuşkusuz köylünün de çalışkanı var, tembeli var; ancak, ekip biçmek mevsimliktir; baharda ekip yaz sonu hasadını yapacak; sonra kış uykusuna yatacaksın. Köylü değil, tarım toplumu tembel!.. Neydi eski düzen?.. Derebeyi ya da senyör yan gelip yatar, köylü mevsimlik çabalar. Bir zamanların Avrupası’nda, aristokrat için en büyük ayıp çalışmaktı; bü- yük toprak sahibi, kralın ve kilisenin çifte güvencesinde soyluluk taslarken kimse elini sıcak sudan soğuk suya sokmazdı. Ya Doğu’da?.. Tembellik baş tacıydı; uyuşukluk yaşamın tadı sayılır, miskinliğin felsefesi üretilirdi. Sanayi toplumunda fabrikaların gürültüsü yılın dört mevsiminde sürer, makinelerin uğultusu insanın başını döndürür. İşçi sabahın köründe çalışmaya başlayacak, akşam karanlığı bastığında soluk alacak!.. Sekiz saatlik işgünü için emekçi kanı dökülmedi mi!.. Neden?.. Burjuvanın burnu soylu bir av köpeği gibi para kokusu almıştı. Sanayi devriminden sonra çalışmanın erdeminden söz açılmaya başlandı, alın terinin hakkını vermek yolunda politika üretildi, ideolojilerin kaynağını oluşturdu çalışmak!.. Tembellere dünyayı zehir etmeye başladık. Hem avarelik için vakit mi vardı! Yalnız kişiler değil, ülkeler de birbirini geçmek içip soluk soluğa yarışmalıydı. Neyse ki bu anlaşılmaz çalışma hummasının önüne geçecek numaraları düşünen akıllı insanlar eksik değil; işçinin yerini tutacak robotların üretimi günden güne artıyor; tarımın tembelliğini endüstrinin çalışma seferberliğine dönüştüren teknoloji artık bir başka yaşamın ufuk çizgisini yakalamış gibi... Eskiden köleler çalışır, efendiler de şiir yazıp müzik dinleyerek laklak ederlerdi. Şimdi kölelerin yerini robotlar mı tutacak?.. İnsan robotların çalışıp ürettiği bir dünyada, rahatça tembelliğin tadını mı çıkaracak?.. (27 Şubat 1997 tarihli yazısı) PENCERE Tembelliğe Övgü U zun süredir kentsel kültür varlõklarõmõzõn büyük bir hõzla birer birer gözlerimi- zin önünde yok olduğunu görmekteyiz. Bu olgunun nedenlerinin başõnda, özellikle de büyük kentleri- mizde “iç göç” olduğunu defalarca di- le getirmiştim. Kuşkusuz tek önemli nedenin “göç” olduğunu da ifade et- mek istemiyorum. Toplumumuzun kültürel birikimi, kentsel planlama çalõşmalarõnõn ye- tersizliği, hatta yokluğu, toprak rantõ- nõn büyük boyutlara ulaşmasõ gibi unsurlar da kültür varlõklarõmõzõn yok olmasõna neden olmaktadõr. Başka bir deyişle, yine uzun yõllardõr sözü edi- len “kentleşme” ve “kentlileşme” kavramlarõnõn içlerinin doğru bir bi- çimde doldurulmamõş olmasõ ve özel- likle de “kentlileşmeyi” sadece insan yoğunluğunun şu veya bu nedenle bir fiziksel bölgede artmasõ olarak gör- memiz, kültür varlõklarõmõzõn birer birer kaybolmasõna neden olmuştur. Kentlerimizin nüfusu arttõ, yani fi- ziksel olarak kentlerimiz büyüdü ama bu kentlerde yaşayan insanõmõz o ken- tin kentlisi olamadõ. Neden olamadõ, çünkü kente göç eden vatandaşõmõzõn belleğinde o kentteki kültür değerle- riyle ilgili olarak en ufak bir kõrõntõ da- hi yoktu. Taşınmaz kültür varlıkları Var olan kültür varlõklarõ veya bir kenti kent yapan sosyo-kültürel de- ğerlerin göçle gelen birey için bir bel- lek değeri yoktu, olamazdõ da… Peki bu sosyokültürel değerler veya kentsel belleği oluşturan öğeler nelerdi? Kuş- kusuz, bunlarõn başõnda taşõnmaz kül- tür varlõklarõ geliyordu… Örneğin, sivil yapõlar, anõtlar, mühendislik ya- põlarõ, camiler vs. gibi… Ayrõca, bu ta- şõnmazlarõn yanõnda, taşõnabilir kültür varlõklarõ da toplumun ortak kentsel belleğini oluşturan kültür varlõklarõ olarak değerlendirilmişti. Bir anlamda elle tutulan, dokunulan fiziksel özel- liklere sahip değerler kültür varlõğõ ola- rak nitelendirilmişti. Ancak, özellikle taşõnmaz kültür varlõklarõnõn işletilme biçimleriyle il- gili bir kültürel sürekliliğin önemi üzerinde durulmamõştõ. Örneğin, bir yapõ mimari özellikleri yönünden kül- tür varlõğõ olabiliyor, ancak kentlilerin belleğinde, o yapõnõn işlevinin korun- masõ gereken bir kültür değeri olarak süreklilik kazanmasõ düşünülmemişti. İstanbul’da Beyoğlu İstiklal Cadde- si’nde, yapõlar (=taşõnmaz kültür var- lõklarõ) tescil ediliyor, ancak işlevle- rinde bir süreklilik düşünülmüyordu. Bundan yaklaşõk yirmi yõl önce, ör- neğin Markiz az kalsõn otomobil yedek parçasõ satan bir dükkân haline geli- yordu… Bildiğiniz gibi Beyoğlu’nun yaşam tarihinde önemli mekânlar bugün ya- põ olarak ayaktalar, ancak orijinal iş- levlerinden kaynaklanan “kültürel değerleri” yok olmuş, İstanbullunun belleğinden adeta çalõnmõştõr. Edebi- yatõmõza konu olmuş eski lokantalar, sinemalar bire birer yok olmakta, ori- jinal işlevlerini kaybederek kentsel bellek mirasõmõz fakirleşmektedir. Kuşkusuz bu konuda 2863 sayõlõ ya- samõzõn da yeterli olduğu söylene- mez. 2863 sayõlõ yasamõzda da genel olarak taşõnmaz ve taşõnabilir kültür varlõklarõna yer verilmiştir. Yapõlarõn işlevlerinin, kültürel sü- rekliliği sağlamak amacõyla ne gibi ön- lemlerin alõnmasõ gerektiğine dair her- hangi bir düzenleme yasada yer al- mamaktadõr. Kentlileşme vatandaşlar arasõnda ortak bir belleğin sağlanmasõyla ger- çekleşebilir. Anõlar, insanlarõ hem toprağõna, yani kentine hem de bir- birlerine bağlar; kentliler arasõndaki or- tak değerler yine insanlarõn birbirleri- ne daha saygõlõ, daha hoşgörülü ol- masõnõ sağlamaktadõr. Kuşkusuz, kül- türel süreklilik çabasõyla elde edilen hoşgörü ve saygõ, en kalõcõ ve sağlõk- lõ olanõdõr… Özellikle, yapõlarõn işlevlerinde sü- rekliliğin ekonomik sorunlarõ da be- raber getirdiği bilinen bir olgudur. Bugün birçok işletme, türü nedeniyle yeterince ekonomik olmadõğõndan ka- panmak zorunda kalmakta veya işlet- me türünü değiştirmektedir. Bu nok- tada devletin veya İstanbul’un kültür başkenti olmasõyla kurulan, devlet, özel sektör ve sivil toplum örgütleri- nin işbirliğiyle oluşan 2010 Ajansõ gi- bi veya benzer kuruluşlarõn destek ve projeleriyle, ekonomik olmadõğõ iddia edilen, ancak kenti gerçek kent yapan işletmelerin hizmetlerinin devamõ sağ- lanmalõdõr. Sonuç olarak, 2863 sayõlõ yasanõn bu konuyla ilgili eksikliği bir an evvel gi- derilmeli ve kentsel belleğimiz daha fazla fakirleşmeden gerekli önlemler alõnmalõdõr. Böyle giderse, ne Vefa Bozacõsõ, ne Muhittin Hacõbekir, ne Saray Muhal- lebicisi, ne de Beyoğlu kalõr... ‘Kentsel Bellek Üzerine’ Prof. Dr. Mete TAPAN
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle