23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
PERİHAN ERGUN 1977’nin 1 Mayıs İşçi Bayramı’nın Taksim Meydanı’nda toplanmasının coşkusunu, oraya gitmelerinden önce sabah saatlerinde Tepebaşı’ndaki evimden izlemiştim. O gün Saraçhane’deki burçlardan Unkapanı’na seller gibi akan işçiler, daha o saatlerde yüz binleri aşmışlardı. Bu kortej oradan Şişhane yoluyla Taksim’e ulaşmak için Tarlabaşı kavşağına geldiklerinde bir ucu hâlâ Saraçhanebaşı’ndaydı. Büyük oğlumla evden çıkıp onlara kaldırımda ulaştığımızda, davul zurna dışında 1 Mayıs Marşı’yla Taksim’e ulaşıldı. Biz The Marmara -o zamanlar Inter Continantal- otelinin sol yanındaki Kazancı Yokuşu başında eski Pamuk Eczanesi’nin önünde mekân tutmuştuk. Tam karşımızda olan söylem kürsüsü İnönü Gezisi’nin merdivenlerinin bittiği yükseltideydi. Önümüzde 50’ye yakın 30-35 yaşlarında Ankara Milli Eğitim Basım Evi’nin Karayağız işçileri iş giysileriyle, sendika gömlekleri, flamaları ve Türk bayraklarıyla yer almışlardı. Konuşmacıları beklerken onlarla dostça söyleşiye girmiştik. Bir ara sigaralarının bittiğini belirterek nereden alabileceklerini sorduklarında, oğlum hemen koşarak gereksinmelerini yerine getirdi. Bize, yolumuz Ankara’ya düşerse kendi lojmanlarında konuk edebileceklerini içtenlikle dile getiriyorlardı. İstiklal Marşı’ndan sonra sendika başkanlarının konuşmalarıyla program başladığında, alkış ve mutluluk sloganları yeri göğü bir etmişti. Sıra, ışıklar içinde yatan Kemal Türkler’in bayramı kutlayıp işçi haklarını açıklamasına geldiğinde, kitleler tarifsiz coşku ve alkışlarla seslerini daha da yükseltmişlerdi. İşte tam bu sırada gözüm abidenin sağ yanındaki akar suların duvarı üstünde, ellerinde uzun namlulu tüfeklerle dolaşan polislerin birdenbire çoğaldıklarını fark etti. Oğluma fısıltıyla durumu işaret ederken o da “Anne bak, eczanenin üst balkonundaki şu sarışın kadın biraz önce aşağıda sivil polis olduğunu sandığım birine burayı işaret ediyordu. Biz burdan hemen uzaklaşalım” dedi. Karşı çıktımsa da çok zorlayınca isteğine uydum. Tarlabaşı’ndan Aynalıçeşme’deki evimize ulaşmadan önce Taksim’de kıyamet kopmuştu. Eve girince, bizden evvel arkadaşlarıyla buluşup Taksim’e gideceklerini söyleyen lise öğrencisi oğlumun gelmediğini görünce, çok kaygılandım. Bir süre sonra şoka girmiş haliyle ve öfkeyle, “Faşistler meydanı bastı” diyerek kapıda göründü. Sol gözü yediği coptan mosmor, giysileri panzerden sıkılan suyla sırılsıklamdı. Canını kurtarmak için şimdiki metro inişinin bulunduğu yerdeki durağın üstüne tırmanarak gizlenmiş. Polislerin, grubu copla dağıttıktan sonra, yakalamak için kovaladıkları arkadaşlarını da çok merak ediyordu. Halimize şükrederken akşam haberlerinde 34 kişinin can havliyle Kazancı Yokuşu’na koştuklarında öldürüldüklerini, içimiz yanarak öğrendik. Öldürmeler yetmemişti. Bir de Behice Boran’ın da içinde bulunduğu yüzlerce sendikalı işçiyi, gazeteciyi ve halkı, olayın sorumluları sayarak tutuklamışlardı. İşçilerin daima gerçek dostu olan, benim de kızım saydığım gazeteci Şükran Soner, The Marmara’nın ikinci katından, polislerin kalabalığın üzerlerine yaylım ateş açtıklarını gördüğünü hep söyledi. Ayrıca; bu davaya bakan, yazdığı kitaplarda da gerçek suçlular yerine katliamla ilgisi olmayanların tutuklanmalarına karşı çıktığını belirten savcı Sayın Çetin Yetkin’in “Gerçek suçluları bulup gönderin” dediği için görev yeri değiştirilmişti. 12 Eylül darbesinin tohumlarının atıldığı 1977 olayının failleri, dışarıdan ABD ajanları, içerden de derin devletti. Bu kanlı 1 Mayıs bahane edilerek anmalar derhal yasaklandı. İşçiye ve sendikalara yakınlığı bilinen Bülent Ecevit ne kadar uğraştıysa da yasağı kaldırtamadı. 1976’da Taksim’de yeşeren emek bayramının kökleri, insan haklarının tümü gibi hukuk ihlalleriyle 12 Eylül darbecilerince kurutuldu. 1976’yi anımsarken o günün akşamında solun duvar taşlarını köşesindeki yazılarıyla ören Çetin Altan telefonda meydandaki coşkudan duyduğu memnuniyetini yansıtırken gördüklerinin sevinç sarhoşluğuyla, yanlışlıkla kırmızı tayyörlü bir hanımı bana benzeterek seslenişini mizahi bir şekilde kahkahalarıyla yansıtıyordu. Şimdilerde bu halk dostuna acaba ne oldu? Seksenlerin sonlarına değin yasak sürdürüldü. Meydanlarda toplanmaya kalkanlar da tutuklanarak susturuldu. Valiliğin gösterdiği alanlarda toplanılması 77’de yitirdiklerimizin vebali nedeniyle bir türlü içe sindirilemedi. Neyse ki 33 yıllık aradan sonra 6 işçi konfederasyonunun birlikteliğiyle DİSK’in yıllardır dile getirdiği emekçilerin haklı istemi olan Taksim Meydanı kutlamaya açıldı. Böylece 1977 kurbanlarının ruhu da şad oldu. Oraya gidemesem de ekranların dışında gene evden Unkapanı Köprüsü’nün al bayraklarla, flamalarla çiçek tarlasına dönüşünü, binlerce emekçinin Şişhane’den Tepebaşı’na geçişleri sırasında coşkuyla marşlarını seslendirişlerini mutlulukla izledim. Demokrasiyle üretimin olmazsa olmazı işçi sınıfının yeniden birleşerek güçlenmesini ve 1 Mayıs 2010’un bunun miladı olmasını diledim. CMYB C M Y B ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com 1977’de Ben de Taksim Meydanı’ndaydım HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com BULUT BEBEK NURAY ÇİFTÇİ bulutbebek@hotmail.com 4 MAYIS 2010 SALI CUMHURİYET SAYFA 15 3. köprünün güzergâhı: Bütün yollar ranta çıkar! Murat Hilmi Kayıhan: “Recep’in başkanlıktan muradı, Türkiye’nin padişahı, Amerika’nın sömürge valisi olmaktır!” Cahil Zehra Top: “Cahil ile sohbet güçtür bilene, çünkü cahil ne gelirse söyler diline!” Kütahya Parasıyla rezil olduğunu söyleyen vatandaş: “Kütahya’da Müge Plaza’dan Kütahya Porselen alırken iyi düşünün; aldığınız ürünü Yurtiçi Kargo ile adresinize teslim edeceklerini söylerlerse bir kere daha düşünün!” YağmurDeniz Haksıza haddini bildirmek CIVANIMIN padişahı Fatih Sultan Recep vatandaşa ucuz et yedirmek gibi bir görev üstlenip pahalı et yedirmeye hakları olmadığını söyleyince Timuçin Öktem haksıza haddini bildiriyor: “Milyonlarca emekliyi sefalet ücretiyle yaşamak zorunda bırakmaya hakkın var mı? Milyonlarca emekçiyi asgari ücret kıskacında inim inim inletmeye hakkın var mı? İşçiyi, memuru, köylüyü aç bırakmaya, onları kovmaya aşağılamaya, suçlamaya hakkın var mı? Ekonomiyi berbat ederek fabrikaların kapanmasına ve 100 binlerce insanın işsiz kalmasına sebep olmaya hakkın var mı? Madenlerimizi, limanlarımızı, fabrikalarımızı babalar gibi satmaya hakkın var mı? Çocuklarınız, yandaşlarınız, dolar milyarderi olurken, dershane parası yüzünden canına kıyan çocukları görmezden gelmeye hakkınız var mı? Üniversite mezunu genci işsiz, aşsız bırakmaya hakkın var mı? Teröristlerin devlet töreniyle karşılanmasına göz yummaya hakkın var mı? Deniz Feneri soygununa kayıtsız kalmaya hakkın var mı? Hakkınız yok yolsuzları, arsızları, hırsızları, bunlar benim yandaşım diye yok saymaya. Hakkınız yok hısımlarınızı akrabalarınızı devlet bankası kredileriyle abat etmeye. Unutmayın ki Deniz Baykal destek vermeseydi muhtar olmaya bile hakkınız yoktu!” Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler; benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.” 1950’Lİ yıllarda yere tüküren adamı “Yasak kardeşim” diye uyarmışlar, adam “Artık yasak yok, memlekette demokrasi var” demiş. Reşit Çağın bu öyküyü anlattıktan sonra devam ediyor: “Ne acıdır ki, ‘tükürme özgürlüğü’nü demokrasi sanan anlayış önce ‘Siz isterseniz hilafeti bile getirebilirsiniz’ diyenlere ve Başbakanlık koltuğuna geçici olarak oturan bayram çocuğuna, ‘Artık yetki senin, ister asarsın ister kesersin, her şey sende’ diyebilen bir zihniyete iktidar yolunu açan bozulmanın ve çürümenin miladı olmuştur. Ludwig Wettgenstein‘ın ‘Bir insan kilitli olmayan ama içeriye doğru açılan bir kapıyı sürekli itiyor, çekmek aklına gelmiyorsa, odada hapistir’ sözünü doğrularcasına, koskoca bir toplum, asıp kesmeyi yönetmek sanan böyle bir zihniyet yapısının iki dudağı arasından çıkacak fermanlara yıllardır mahkûm olmuş fakat başından uzaklaştıracak demokratik basireti ve refleksi gösterememiştir. Hiçbir çağdaş ülkede; bu kadar doğruyu söylemeyen, yolsuzluklara adı karışıp da hesap vermeyen, uluslararası ilişkilerde, baş başa görüşmelerde ne sözler ve ödünler verdiği bilinmeyen, laik, sosyal ve demokratik devletin ve toplumun yapısını tarumar edip, uymadığı anayasayı kendine uydurarak geleceğini kurtarmaya çalışan, karşı görüş kabul etmeyip herkese çatan, Hazine mallarının yandaşlara peşkeş çekilmesinden imar rantlarının dağıtımına kadar her konuda tek başına karar veren bir kişiliğin iktidarını sürdürmesi mümkün değilken bizde güçlenerek sürmüştür. Çünkü istibdat her güçsüz ulusun siyasal cezasıdır! ‘Kapının önüne koyarım’ hakaretini sineye çeken bakanlar, açıklarından dolayı korktukları için mi bilinmez bürokratlar, basın, üniversiteler uyarılarını, eleştirilerini, tepkilerini ve yasaların gerektirdiği işlemleri esirgedikleri için, çağdaş cumhuriyet felsefesine karşı önyargılı ve tahammülsüz bu kişilik dizginlenememiş, siyasi ve hukuki açıklarına rağmen tek seçici olarak kararlarına ve icraatlarına katlanılarak bugünlere gelinmiştir. Anayasa çalışmalarına (çatışmalarına) bakınca, 1950’lerde ‘Memlekette demokrasi var’ diyerek tüküren adama nazaran demokratik ölçekte ne kadar geliştiğimiz çok daha iyi anlaşılmakta ve “itibar, sandığın şeydir, karakter ise olduğun’ sözü her zamankinden daha fazla anlam ve önem kazanmaktadır.” Tüküren Adam GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Aynaya Bakıp, Hitler’i Anımsayanlar Tayyip Erdoğan artık gelenekselleşmiş gündem oluşturma senaryoları hattı üzerinden yeni fişeğini ateşledi ve İnönü’yü Hitler’e benzetme cüretini gösterdi. Bu arada İnönü’nün “Hitlervari” bıyıklarından bile söz edebildi. Öncelikle photoshop programıyla da uğraşan bir sanatçı olarak söyleyeyim, konu fizikse, Hitler ve Erdoğan portrelerini üst üste koyduğumuzda benzerlikleri bulmak için o programa fazla gerek yok! Konu İkinci Dünya Savaşı ise, ortada Avrupa kıtasının neredeyse üçte birini gözünü kırpmadan ölüme yollamış bir Hitler’le, Türkiye’yi muhalefetin tüm baskısına rağmen savaşa sokmamayı başararak felaketlerden korumuş bir İnönü gerçeği var. Tayyip Erdoğan’ın Hitler’e benzettiği İnönü, benim açımdan Ankara’da oturan dedemdi. Öncelikle CHP’li oluşum dışında bu konuda “taraf” olduğumu da saklamadan sözlerimi sürdüreyim: 1950’ler ve 60’lar boyunca, babam Dr. Suphi Baykam, önce gençlik kollarının kurucu başkanı olarak, ardından genç bir milletvekili ve Grup Başkanvekili olarak İnönü’nün sağ koluydu. Dedem Bedri Baykam Adana’da otururdu ve İnönü ile çocukken ilişkim dede-torun ilişkilerinin en güzeliydi. Dolayısıyla bir evrensel caniye benzetilen “2. Adam”ın, en insani yönlerini 1. elden yaşamış ve bilen biri olarak konuşuyorum. İnönü halkını seven, bir kediyi incitmekten çekinen, sevecen, siyasi rakiplerine saygılı, her anlamda “Yurtta sulh, cihanda sulh” cümlesini ömrü üstünden uygulayan bir liderdi. Demokrasiyi ülkeye fiili olarak getiren ve yerleştiren insandı. Erdoğan’ın “İnönü-Hitler salvosu”, son dönemlerde giderek artan Erdoğan-Hitler benzetmelerinin önünü kesmeye yönelik bir kontratak. Demokrasiyi tüm zaaflarını kullanarak yok etme, orduyu total kontrolüne alana kadar polis gücünü anlaşılmaz boyutlara taşıma, gerginlik politikaları ile toplumun çeşitli fraksiyonlarını düşman gösterme, parlamentoyu kendi diktatörvari eylem alanlarını genişletmek, parlamenter demokrasiyi bir geçici tramplen olarak görmek ve hepsinden önemlisi bağımsız yargıyı toptan yok ederek denetimsiz kalma çabası, Erdoğan’ın, Führer’le olan taktik paralelizmleri. Ama hakkını yemeyelim, Hitler Almanyası’na özgün ekleri de var Erdoğan’ın: Aklında sürekli olarak, İranlaşma çabası olduğu için, önemli ölçüde Humeyni modeli de, bilinçaltına yerleşmiş durumda. Amerika’yı da ikna ediverse, Türkiye ve İran’ın kendi ortak pazarları ile tek vücut olarak yürümelerini bile arzu edeceği besbelli! Yalnız Baykal değil, pazar günü katıldığım Ulusal Kanal programında konuşan YARSAV Başkanı Emine Ülker Tarhan da, bu hükümetin icraatlarının Hitler dönemi ile olan benzerliklerini ortaya koydu. Anayasa Mahkemesi’nin “anti-laik faaliyetlerin odağı” olarak tanımladığı AKP, şunu yapıyor: “Bu dünya şartlarına ve bu anayasaya göre, biz suçlu muyuz? O halde bize uymayan anayasayı çöpe atalım, kendimize uyduracağımız haralom- şaralom anayasasını bir oldubittiyle geçirelim, ülkeyi toptan tüm kurumlarıyla RTÜK’leştirelim”. Bu kâbus gidişatına karşın, 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’nda, işçilerle beraber yürüdük, slogan attık; iyi de, güzel konuşmalar yapan KESK ve DİSK başkanlarına sormak istiyorum: Konuşmalarınızda, “sol direnç”, bu kadarcık mıdır? Bugün Silivri’de bu anlattığımız felaket hattına direnç gösterdikleri için zindanlara atılmış tutuklu yazarlar, gazeteciler, siyasiler hiç mi aklınıza gelmedi? Bu hükümet de artık Yılmaz Güney, Ahmet Kaya ve Nâzım’dan söz edip duruyor. Bugün solcu duruş, Perinçek, Balbay, Haberal ve Özkan’dan söz edebildiği ve onların haklarını haykırarak talep edebildiği oranda solcudur. Gerisi tatlı su solculuğu olur ki, o da bu ülkenin geleneklerine yakışmaz. “Hitler” tartışmalarının alev aldığı ve birçok şaklabanı TV’lerde İnönü’yü kötülerken izleyeceğimiz bu hafta da, saygıyla duyurulur! bedri.baykam@gmail.com www.bedribaykam.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ “Top yuvarlaktõr” örneğinde olduğu gi- bi, aynõ düşünceyi de- ğişik terimlerle tek- rarlamaya dayanan üslup kusuru ya da oyunu. 2/ Kalay oksit katõlarak donuklaştõ- rõlmõş ya da kemik tozu katõlarak yarõ do- nuk hale getirilmiş cama verilen ad... Bir soru sözü. 3/ Silah, zõrh gibi savaş aracõ... Donuk renkli. 4/ İskambilde bir kâ- ğõt... Bademden yapõlan şer- bet. 5/ İri bir hünnap cinsi. 6/ Kişinin öz benliği... İskan- dinav mitolojisinde, “Vo- tan” da denilen en büyük tanrõ. 7/ Dönemeç... İçinde anason, sakõz gibi kokulu maddeler olmayan üzüm ra- kõsõ. 8/ Kendisine âşõk olan Samson’un saçlarõnõ keserek onu güçsüz bõrakan ve böylece Filistin’i İsrailoğullarõ’ ndan kurtaran kadõn. 9/ Danõşõklõ dövüş... Tütün dizmek, ku- rutmak ve işlemek için kullanõlan kapalõ sergi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Orta Asya’daki kimi göçebe Türk boylarõnõn içinde ya- şadõğõ, tepesi kubbe görünümlü yuvarlak çadõr. 2/ Müzik- te “yapıt” anlamõnda kullanõlan terim... Şaka yollu söyle- nen bir azarlama sözü. 3/ İçine sulu şeyler konulan kap... Bi- tek olmayan. 4/ Görünüşe göre olacağõ sanõlan... İngiltere’de çok sevilen bir cins bira. 5/ Taşlarõn yapõsõnõ inceleyen bi- lim dalõ. 6/ Bir sayõ... ABD’de yayõmlanan, dünyanõn en ün- lü mizah dergilerinden biri... Bir nota. 7/ Gizli ve ince bir anlam taşõyan. 8/ Ayak direme... Çõplak vücut resmi. 9/ Do- ğalgazõn önemli bir bileşeni olan gaz... Briçte roberi oluş- turan iki bölümden her biri. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B İ B E R İ Y E U Ç U N C E N K R E Z İ D A N S T R K Ö Z E T L İ R Ş E M S E A K A M E T T N K K A K J D D E M S Ü N E T O T A L İ T E R 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle