Katalog
Yayınlar
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Yıllar
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Abonelerimiz Orijinal Sayfayı Giriş Yapıp Okuyabilir
Üye Olup Tüm Arşivi Okumak İstiyorum
Sayfayı Satın Almak İstiyorum
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 30 NİSAN 2010 CUMA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Ders Alamayış
HAYRET Kİ ne hayret; tarihten, hem de yakın
tarihten ders almadan anayasa değiştirmeye
kalkışan böyle bir iktidar görülmemiştir. Oysa
alınacak ders, en dirayetsiz politikacının bile
anlamadan, öğrenmeden, geçemeyeceği türden,
çok belirgin bir ders.
Üstelik, tam şu sırada yapılmakta olan işle ve
onun tarzıyla ilgili. Özü de şu: Anayasa böyle
değiştirilirse n’olur? N’olacak, o metin her fırsatta
tartışılır ve hırpalanır.
Cumhuriyetin ilk anayasası olan 1924
Anayasası, bir bakıma savaş döneminin “esas
teşkilat” yasasının biraz daha geliştirilmişi olduğu
ve bir ölçüde başka bir yeni cumhuriyetin,
Polonya’nın anayasasından esinlenerek yapıldığı
halde, yapılış tarzı hiç tartışma konusu edilmedi;
çünkü kurallara uygun olarak ve kendi deyimine
göre “milletin yegâne temsilcisi” sayılan bir Büyük
Millet Meclisi’nce yapılmıştı.
1961 Anayasası’nın hep tartışılan bir niteliği,
“genel oyla seçilmiş bir meclisce yapılmamış”
olmasıydı. 27 Mayıs sonrasının askeri rejim
ortamında, devrilmiş iktidarın mensupları
hapisteyken genel seçime gitmenin zaten anlamı
da olmayacaktı. Bu koşullar içinde, genel niteliği
“korporatif” olan yani toplumun çeşitli kesimlerini,
meslek kuruluşlarını, kamusal kurumlarını, il
yönetimlerini, üniversiteleri, sendikaları,
kapatılmamış siyasal partileri kendi içlerinden
seçilmiş kişilerle temsil eden bir meclisin yanına
bir de Milli Birlik Komitesi’nin subayları eklenerek
oluşturulan bir Kurucu Meclis’ce yapılan anayasa
metni halkoylamasına sunularak kesinleştirildi.
Böyle olduğu içindir ki, beğenilen yönleri ve
erdemleri ne kadar övülürse övülsün, o metnin en
büyük ve en zayıflatıcı kusuru, bu yapılış tarzı oldu.
1982 Anayasası’nın yapılış tarzı ise ortaya çıkan
metnin ağır kusurlarını bile geride bırakacak kadar
kötü oldu. Öylesine kötü ki, o zamandan beri
metne getirilen bir yığın yorum ve düzeltme ya da
değiştirme çabası o kötülüğü gidermeye yetmedi.
Yapılış tarzının olumsuz etkisi, hiçbir inançla
çıkmayan bir yağ lekesi gibi sürüp gidiyor. O etki
ancak anayasa konuları enine boyuna tartışıldığı
genel oyla seçilmiş bir yeni kurucu meclisle
giderilebilir.
O iki ders ve onlardan çıkarılabilecek bu tek
doğru sonuç ortada dururken iktidar grubunca
zarflara konacak oy pusulası renklerini bile
gözetlemeye kadar varan zorlama yöntemlerle
anayasa değiştirmeye kalkmanın anlamı nedir?
İstenen metin Meclis’ten firesiz geçse ve yine
zorlama bir halkoylamasıyla kesinleşse de, onun
kimseye hayrı dokunabilir mi? Yapılan
değişikliklerin yanlışlığı, kötülüğü, eksikliği bir
yana, sırf bu yapılış tarzındaki büyük kusur, 1961
ve 1982 metinlerinin başına gelenleri üstelik çok
yakın gelecekte o metnin başına getirmeyecek mi?
PENCERE
Yunus’tan
Şeriat Dersleri...
Yunus Emre’den bir şiir:
Evvel kapı Şeriat, emri nehyi bildirir
Yuya günahlarını, her bir Kuran hecesi
İkincisi Tarikat, kulluğa bel bağlaya
Yolu doğru varanı, yargılaya hocası
Üçüncüsü Marifet, can gönül gözün açar
Bu mani sarayının, Arş’a değin yücesi
Dördüncüsü Hakikat, ere eksik bakmaya
Bayram ola gündüzü, Kadir ola gecesi
Bu Şeriat güç olur, Tarikat yokuş olur
Marifet sarplık durur, Hakikat’tir yücesi
Yunus Emre büyük şairimiz, 1923
Aydınlanma Devrimi’nden sonra keşfettiğimiz
ozanımızdır; şiirleri kuşaktan kuşağa halkımızın
belleğine işlenmiştir:
Peki, Yunus’un şeriatla arası nasıl?..
Yukarıdaki şiirin son iki dizesinde ‘hiyerarşi’yi
saptamış Yunus:
Bu Şeriat güç olur, Tarikat yokuş olur
Marifet sarplık durur, Hakikat’tır yücesi...
Alevi köyünde cami yoktur..
Hoca da yoktur.
Niçin?..
Çünkü Alevi Kuran’ı bilir, Hazreti
Muhammet’i tanır, Hazreti Ali’yi sever; cami
yerine cemevinde ibadet eder, namaz kılmaz,
ramazanda oruç tutmaz, hacca gitmez bir
Müslümandır. Alevilik evrene bakışında görüş
açısını öylesine genişletmiş ve derinletmiştir ki
şeriat bu kapsamda gerçeklik okyanusunun
dalgalarında yüzen bir küçük gemi gibi kalır.
Ne diyor Yunus:
Şer ile hakikatin
Vasfını aydım sana
Şeriat bir gemidir
Hakikat deryasıdır
Türkiye’de 25-30 milyon Alevi yaşıyor. Sünni
mezhebinin şeriatını Alevinin inancından üstün
mü görelim?.. Her Alevi köyüne cami dikip, her
Alevi mahallesine devlet memuru imam mı
atayalım?..
Yunus Emre der hoca
Gerekse bin var hacca
Hepisinden iyice
Bir gönüle girmektir
.......
Yetmiş iki millete,
Bir göz ile bakmayan
Şer’in evliyasıysa
Hakikatta asidir
(Şer = şeriat)
Şeriatçı saldırıları, İslam dünyasında yeni
değildir; Yunus’a da saldırdılar.
İşte ozanın yanıtı;
Şeriat oğlanları
Nice yol keser bana
Hakikat denizinde
Bahri oldum yüzerim
Yunus 13’üncü yüzyılın ikinci yarısıyla
14’üncü yüzyılın başında yaşayan Anadolu
şairi, Türkçeyi yücelten büyük ozan, hoşgörü
kültürümüzün bir anıtıdır.
Şeriatçı, yalnız laik Türkiye Cumhuriyeti’ne
düşman değildir; Osmanlı’daki bütün yenilik
hareketlerine karşı çıkmış softalığın simgesidir.
Bugün Yunus gözlerini açıp dirilse 21’inci
yüzyıla 3 kala Türkiye’deki ‘irtica’ya şaşar
kalırdı.
13’üncü yüzyılda şeriatçının yobazlığına
karşı çıkan Yunus’a selam!..
(23 Şubat 1997 tarihli yazısı)
T
ürk halkõnõn demokratik özlemle-
rini yansõttõklarõnõ öne süren iki
benzer parti, 1950’lerin DP’si ile
bugünün AKP’sinin yargõya kar-
şõ düşünce ve eylemlerinin günü-
müzle ne kadar benzeştiğini anõmsayalõm da
anayasa değişikliğindeki asõl amacõ keşfede-
meyenlere yardõmcõ olalõm.
“1954 senesi seçimlerinin ertesi günü…
Celal Bayar…büyük bir asabiyetle Adalet
Bakanı Osman Çiçekdağ’a ‘bu hâkimlerin
bizle alõp veremedikleri nedir? Davalarõmõz
olur daima iktidar aleyhine mütalaa ederler,
karşõ partiden mütemadiyen adaylõklarõnõ
koyarlar, karşõmõza çõkarlar, benim Bursa’da
vermek istediğim nutka men kararõ verirler.
Yüksek Seçim Kurulu da bunu tasdik etmiş,
elbette dinlemedim, nutkumu verdim. Bu
hâkimler hakkõnda bir şeyler yapmak lazõm’
dedi. (Asõm Ruacan’õn Yassõada ifadesi
23.06.1961, Anayasaya Aykõrõlõk Davasõ.)
Bu emir üzerine 23.06.1954’te Emekli
Sandõğõ Kanunu’nun meşhur 39/b maddesi de-
ğiştirilerek 25 yõlõnõ dolduran hâkimleri de re-
sen emekliye sevk etme yetkisi Adalet baka-
nõna verildi, bakan da bu yetkiyi cömertçe kul-
lanarak 4 dalga (!) halinde aralarõnda Yargõ-
tay 1. Başkanõ Bedri Köker ve C. başsavcõ-
sõ, (5’i) ceza daire başkanõ ve 9’u üye olmak
üzere 16 yüksek yargõcõ emekli etti. Hiçbir ne-
den gösterilmeden emekli edilen kürsü hâ-
kimleri sayõsõnõn haddi hesabõ yoktu.
Menderes ise kuvvetler ayrõlõğõ ve yargõ ba-
ğõmsõzlõğõ konusundaki düşünceleri en azõn-
dan Bayar’õnki kadar ilkeldi:
“Hâkim istiklali hâkim teminatı. Bu
anayasaya aykırı bilmem ne… Sizin kar-
şınıza teminat diye çıkıp sizin, selahiyeti-
ni aşarak ve sizi anayasanın asla amaçla-
madığı bir duruma düşürmek suretiyle bir
mecburiyet karşısında bulundurur gibi
bir tavır almaktalar… TBMM elbette ted-
birleri almakta gecikmez. Hâkime de mah-
kûma da dur demek zamanı gelmiştir ve
TBMM bu dur emrini verdi.” (20 Şubat
1955)
Yargõ bağõmsõzlõğõ ve anayasayõ küçümse-
yen bu saldõrgan söylevin ardõndan büyük
1956 dalgasõ patladõ ve Yargõtay darmadağõn
edildi. DP iktidarõnõn gazabõna uğrayanlarõn
hemen hepsi ceza yargõçlarõydõ. Suçlarõ DP ik-
tidarõnõn istedikleri yönde karar vermemele-
ri, verilenleri ise bozmalarõydõ. Aradan geçen
55 yõl ve bunca siyasal kazanõmdan sonra, de-
mokrasi ve hukuk devleti anlayõşõnda sağcõ li-
derlerin söylem ve eylemlerinde bir milim
olumlu ilerleme gözlenmemektedir. Ustala-
rõ gibi çõraklarõ da yargõya ağõz dolusu saldõ-
rõlarõnõ sürdürmekte ve üzerinde baskõ kur-
mak istemektedirler.
Terörü önleme amacõyla Devlet Güvenlik
Mahkemeleri yerine kurulan Olağanüstü
Mahkemeler eliyle TSK ve muhaliflerini te-
rörist niyetiyle yargõlatan ama cezalarõnõ
mahkûm olmuşçasõna peşinen çektiren zih-
niyet ve böyle düşünen AKP iktidarõ, bu ka-
rarlarõn son gideceği yer olan Yargõtay ve yö-
netsel keyfiliklerine engel olan Danõştay’õ da
toptan hizaya getirmek için anayasayõ değiş-
tirmek istemektedir.
Anayasa Mahkemesi hakkõndaki planlarõ da
aynõ art niyetin izlerini taşõmaktadõr. İşledikleri
anayasal suçlarõn parti olarak bir kere daha hu-
zuruna gideceği bu yüksek mahkemenin, ki-
şisel Yüce Divan tehlikesini de göz ardõ et-
meden şimdiden kalõplarõnõ dökmeye hazõr-
lanmaktadõrlar.
Yandaş sözcüğünün çok hafif kaldõğõ bir
aşağõlõk basõn ve kiralõk sözcüler korosu ise
ayrõ bir hicran yarasõdõr. 27 Mayõs’tan birkaç
gün önce tehlike çanlarõ çalarken bile Men-
deres’in aklõnõ başõndan alan düşünce siste-
mi onu havaya sokarak üniversite hocalarõna
“Kara Cüppeliler” diye bağõrtmõştõr.
Bugün de benzer tabloyla karşõ karşõyayõz.
Gerçek demokrasilerde bilinçli aydõnlar ve bi-
linçli seçmen, dengelerini bulmakta güçlük çe-
ken kõzgõn siyasilerin küplerine zarar ver-
mesini duruşlarõyla önlerler. Çünkü sonunda
çatlayacak küp, kendileridir. Bu yandaş basõna
naçiz tavsiyemiz yangõna körükle gitmeme-
leri ve “milli irade” kavramõndaki gerçek de-
mokrasi vurgusuna layõk sağduyuyu göster-
meleri için şapkalarõnõ önlerine koymalarõdõr.
Al Birini Vur Öbürüne...
Şevket ÇİZMELİ Hukukçu
Gerçek demokrasilerde bilinçli aydõnlar ve bilinçli seçmen dengelerini
bulmakta güçlük çeken kõzgõn siyasilerin küplerine zarar vermesini
duruşlarõyla önlerler. Çünkü sonunda çatlayacak küp, kendileridir.
C
umhuriyetimizin ilk yõllarõnda, Ata-
türk’ümüzün sağlõğõnda çõkarõlan
yasalarõn en önemlilerinden biri de o
günlerin dili ile “Tevhidi Tedrisat Kanu-
nu” olarak bilinir. Pratikte de eğitimde bü-
tünlük ve kolaylõk yerine karmaşa ve zor-
luğu önleyici bir önlem. Bir dağõnõklõk ve
sağlõksõz bir çeşitlilik görüntüsünü değişti-
rip toparlayan bir önlem.
Aradan nice görüşmelerle dolu on yõllar geç-
miş, bugünlere gelmişiz. Öğretim ve eğitim-
de birlik hedefini genelde tutturabilmiş sayõ-
labilir miyiz sorusu bir başka yazõ ve yazõla-
ra konu olabilir. Burada onu görüşmüyoruz.
Ancak son on beş/yirmi yõl içinde konuyu baş-
ka taraflara doğru çekmeksizin özellikle ko-
numuz olan denizcilikle ilgili okullarõn sayõ-
sõnda bir artõş, eğitim ve öğretim programla-
rõnda neredeyse sõnõrsõz denilebilecek bir
çeşitlilikle yeni ismi ile “öğretimde birlik”
prensibinden bir ayrõlõş gözlenmektedir.
Ülkemizdeki denizcilik öğretiminin beşiği
olan en gurur verici kuruluşu 1773 tarihini ma-
dalya gibi ilk binasõnõn göğsünde taşõyan De-
niz Harp Okulu (eski ismi ile Mektebi Şaha-
ne-i Fünunu Bahriye) ile 1844’te keza irade-
i şahane ile Kaptan Çarkõ Mektebi, 1914’te de
Ticaret-i Bahriye Mektebi Âli’si giderek
Cumhuriyet yõllarõ içinde Yüksek Deniz Ti-
caret Mektebi, Yüksek Deniz Ticaret Okulu,
Yüksek Denizcilik Okulu ve şimdi İTÜ De-
nizcilik Fakültesi isimleri ile anõlan ticaret fi-
lomuza işin istediği sertifika ve bilgilerle do-
natõlmõş denizciler yetiştiren okullar, ulus-
lararasõ bir uğraşõn arenasõ olan denizcilik dün-
yasõna ve donanmamõza komutanlar, kaptanlar
yetiştiren temel kurumlardõr. Fakat son yõllarda
ülkemizin dört bir yanõnda değişik isim ve öğ-
retim düzeylerinde sayõlarõ gittikçe artan çe-
şitli denizcilik okullarõ yaygõn bir şekilde yer-
lerini almayõ sürdürmekteler.
Denizcilik yaşadõğõmõz günlerde artõk ulus-
lararasõ niteliği ve çeşitli bilimlerin ön plan-
da yoğunlaştõğõ bir sanayi ve ekonominin en
önemli bir endüstri alanõ oldu. Bu yoğun, ha-
reketli ve gittikçe artan bir hõzla gelişen en-
düstrinin kara ve denizde çalõşacak unsurla-
rõ denizcilik okullarõnõ doldurdu. Bu okulla-
ra giriş, öğretim sistemleri konusunda ayrõn-
tõlõ bilgilere tam olarak sahip olmamakla
beraber ülkemizin çeşitli noktalarõnda açõlmõş
değişik öğretim düzeyindeki bu okullarda bir
öğretim birliğinin varlõğõndan söz etmenin
güçlüğünü hissediyorum.
Oysa özellikle uluslararasõ denizcilikte yer
alacak ve mesleklerinin aşamalarõnda yük-
selecek bu öğrencilerin belirli uluslararasõ stan-
dartlarõn içinde yetiştirilmelerinin esas olmasõ
bir zorunluluktur. Örneğin bu öğrenimin
uluslararasõ denizciliğin dili olan İngilizcede
yapõlmasõ temel unsurlardan biri olmalõdõr.
Doğal unsur olarak insan/doğa ilişkisi ve ça-
tõşmasõnõn en sert, en güçlü alanõ olan deniz-
le, orada çalõşacak insanõn o ortama hazõr-
lanmasõnda kaçõnõlmaz bir aşama olan denizle
ilk temasõn gerçekleşeceği “okul gemilerinin”
bu okullarõn hepsinde belirli bir süre eğitimin
yapõlacağõ ünitelere, yani staj gemilerine
özel laboratuvar ve simülasyon imkânlarõna
kesin ihtiyaç vardõr. Bu ise her şeyden önce
bir masraf ve maliyet işidir. Denizcilik Okul-
larõ bir bina ve birkaç öğreticinin temin edil-
mesinden çok daha öte özel donanõmlar ge-
rektiren misyonlar yüklenmiş kurumlar ol-
malõdõr.
Bir ülkede “denizcilik okulları” diye anõ-
lan ve mutlaka iyi, yapõcõ hatta idealist ni-
yetlerle açõlan okullarõn sayõsõndan çok, ora-
da insanlarõ “deniz” ve “denizcilik” denilen
unsurlara hazõrlayacak akademik ve pratik ka-
zanõmlarõn sağlanabilmeleri önem taşõmak-
tadõr. Türkiye’de Deniz Harp Okulu, Piri Re-
is Üniversitesi, İTÜ Denizcilik Fakültesi, İÜ
Su Ürünleri Fakültesi aynõ donanõm ve aka-
demik düzeyde olabilecek birkaç temel öğ-
retim kurumu deniz ve denizciliği aklõna
koymuş gençlerimizi amaçlarõna ulaştõrabi-
lecek düzeydedir ve anõlan bu öğretim ku-
rumlarõnda dõş ülkelerden gelen öğrenciler de
eğitim görmektedirler.
Şu anda Türkiye’de 14’ü üniversite ve
yüksekokul, 47’si de çeşitli meslek okulu
düzeyinde denizcilik öğretimi veren toplam
61 adet okul ve fakülte var. Pek çok ne-
denlerle yüzyõllar öncesi uluslararasõ ölçü-
lerde çoktan bir denizci ülke olmasõ gere-
ken ülkemizdeki eğitim kurumlarõnõn sa-
yõsõndan çok denizcilik mesleğinin ulus-
lararasõ standartlarõna oturmuş pratik ve aka-
demik donanõm kalitesinin esas alõnabilmesi
için ise öncelikle “Denizcilik öğrenimin-
de birlik – Tevhidi Tedrisat”õn sağlan-
masõnõ, olasõ dağõnõklõğõn giderilmesi için
bir temel prensip olarak görüyoruz.
K
ör inançlar çõkmaz so-
kaktõr. Yaşamda gerçek
yol gösterici bilimdir,
akõldõr. Kör inançlarla, dogma-
larla bir yere varõlmaz. Bilim ve
akõl yerine, kör inançlarõ yol gös-
terici sayan toplumlar, en geri
toplumlardõr. Böyle toplumlar,
gelişmiş uluslarõn tutsağõ olurlar.
Çağdaş ve uygar uluslar, gele-
cekleri için, aydõnlõk kuşaklar
yetiştirmeye çalõşõrlar. Bunun
yolu ise aydõnlanmayõ hedef alan
bir eğitim sistemidir. Bunun için,
Mustafa Kemal Atatürk, 3
Mart 1924 tarihinde,
TBMM’den “Öğretim Birliği”
yasasõnõ çõkarttõrmõştõr. Amaç,
eğitimi tek elde toplamak ve
bağnazlõğõ geriye iten aydõnlõk ve
uygar kuşaklar yetiştirmektir.
Ancak, ne acõ ki, geçen zaman
içerisinde, çirkin politikacõ, bir
avuç oy için, karşõdevrimcilere
göz yummuş, gericilere, din tüc-
carlarõna yol verilmiştir.
Öğretim Birliği ilkesinden sa-
põlmõş olmasõndan, güzel yur-
dumuzda, birbirine karşõ iki ku-
şak yetiştirilmiştir. Bir yanda bi-
limi ve aklõ yol gösterici sayan
kuşaklar, onun karşõsõnda ise kör
inançlara saplanmõş, dini inanç-
larõ yol gösterici sayan kuşaklar
yetiştirilmiştir.
Günümüzde, “İslama aykırı
olan yasalar değiştirilecektir”
diyen, laikliğin artõk terk edilmesi
gerektiğini söyleyen, İslamõ yol
gösterici sayan kadrolar, ülkemiz
yönetimini ele geçirmişlerdir.
Yaşadõğõmõz tüm karõşõklõklarõn,
akõl almaz hukuk dõşõlõklarõn ne-
deni ve kaynağõ da budur. İn-
sanlarõmõz, ikiye bölünmüşlerdir.
Öyle ki aynõ kurumlarda bile, bu
iki karşõ düşünce birbiriyle çeki-
şir bir duruma getirilmiştir.
Yargõ da bile birbirine karşõ iki
kuşak oluşmuştur. Yaşadõğõmõz
onca acõya karşõn, içimizde fõrtõ-
nalar koparken dõşarõda çõldõrtõ-
cõ bir bahar var. Her şeye karşõn,
yüreğimizde hiç eksilmemişken
dõşarõda da bahar geldi. On yõllar
öncesinde yaşamõş Adanalı yok-
sul sair Hasan Şimşek, “Öyle
vakitsiz nereden geldin bahar
/ elbisem yeni değil / üstelik bir
de sevda işim var” diyordu.
Oktay Rifat’õn, “köşe başını
tutmuş leylak kokusu / yakamı
bırak da gideyim” dizeleri, ba-
harõn çok çarpõcõ biçimde anlatõ-
mõ değil midir... Okyat Rifat,
Zonguldak Valisinin kõzõ Tür-
kân’a âşõk olur. Evlenirler ama
Türkân, bir süre sonra, yaşamõ-
nõ yitirir. Onun için yazdõğõ şiir,
bahar kokar. “Her dakikasını ay-
rı hatırlarım / Erenköy’de ge-
çen zamanımın / rüyama girer
bir arada / İstanbul, bahar ve
Türkanım / bir odamız vardı
etrafı sarmaşık / bostanlara
bakan penceremiz / o güller ka-
dar taze / ben ona deli gibi âşık
/ bir yastıkta dinlenir başları-
mız / saçları saçlarıma karışır-
dı / o güzel bir kızdı ince alım-
lı / ne giyse yakışırdı / yeterki
gönüller şen olsun / şarkılar
söylerdik yolda / hep karşımda
otururdu, ellerini tutardım / ak-
şam üstü eve dönerken para-
şolda / ağaçlar çiçekteydi / Tür-
kanım sağ beraberimde / kal-
bim sevda içindeydi / İstanbul
bahar içinde.”
Unutulmuş şairlerimizden yir-
mi dört yaşõnda yaşamõnõ yitirmiş
Muzaffer Tayip Uslu’nun “Ön-
ce bütün şairlere selam / sonra
şunu söylemek isterim / ölüm
hiç de güzel değil / ne sabah var
ne akşam / sokakların ellerin-
den öperim / bana yaşamasını
öğretmişlerdi / dost olsun, düş-
man olsun / insanlara iyi gün-
ler dilerim / söyle sarı saçlı
daktiloya / ben yokum artık /
vefasız dostlara hatırlat / kim-
seye kalmaz o dünya / nasıl
unuturum güzeldi yaşamak /
fakat hakkı varmış Oktay’ın /
hatıralar dal istiyor / kuşlar gi-
bi konacak” dizeleri, ölümü
anõmsatõyor. Zonguldaklõ şair
Muzaffer Tayyip Uslu, Rüştü
Onur, Orhan Veli Kanık aynõ
kuşaktandõr. Ama, genç yaşta
yaşamlarõnõ yitirmişlerdir. İster is-
temez Fazıl Hüsnü Dağlarca’nõn
dizeleri geliyor akla: “İnsan na-
sıl ölebilir / yaşamak bu kadar
güzelken”
Kamuran Yüce’nin, “Halbu-
ki” şiiri, üniversite yõllarõmõzda,
dilimizden hiç düşmeyen bir şi-
irdi. “Nasıl oldu bilmiyorum /
beyaz bir mendil mi hatırlattı
bana / yoksa kırlangıçlar haber
mi getirdi / yine seni düşünü-
yorum / köprü üstünde bu ak-
şam vakti / ağlayan bir kadın
mıydı acaba / sesine benzettim
öyle içlendim ki sorma / küçük
evler geldi gözümün önüne / ki-
remit bacalı küçük evler / on-
ların en küçüğünde bekleye-
cektin beni / talihimiz olsaydı
eğer / yanan sobaya karşı öte-
den beriden söz edecektin /
arada bir kaldırıp başını / yav-
rumuzu uyuyor mu diye dinle-
yecektin / insanlara, şarkılara
dair bir gün / bıkkınlık sarmıştı
içimi / belki bir tren pencere-
sinde / belki vapurda / sen git-
tin ve hikâye bitti / nasıl oldu
bilmiyorum / beyaz bir mendil
mi hatırlattı bana / yoksa kır-
langıçlar haber mi getirdi / yi-
ne seni düşünüyorum / köprü
üstünde bu akşam vakti / hal-
buki.”
Necati Cumalı, biten bir aşk-
tan sonra, yüreğindeki eskimiş
acõyõ ne güzel anlatõyor. “İşte çi-
menler ayak bileklerini geçti /
hava vücudunun istediği gibi
ılık / ne çare sen gittin, ben âşık
değilim artık / yalnızca tuhaf
bir hüzün kalmış içimde.” Na-
hit Ulvi Akgün, anlatõlamayan
ama yürekten coşup gelen duy-
gularõ şiire döküyor ustaca. “Bir
şey var aramızda / senin göz-
lerinden belli / benim yanan yü-
zümden / susuyoruz arada bir
/ gülüşerek başlıyoruz söze / ne
kadar gizlesek nafile / bir şey
var aramızda / senin gözlerin-
de ışıldıyor / benim dilimin
ucunda.” Ulusumuz ve Ülke-
miz, bu acõlarõ aşacak, şiirden ve
sanattan tat alacağõmõz günler
gelecektir.
Bahar: Tam Zamanõnda!..
Erol ERTUĞRUL
Denizciliğimizde Öğretim Birliği...
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar
mumtazsoysal@gmail.com