19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 30 NİSAN 2010 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ders Alamayış HAYRET Kİ ne hayret; tarihten, hem de yakın tarihten ders almadan anayasa değiştirmeye kalkışan böyle bir iktidar görülmemiştir. Oysa alınacak ders, en dirayetsiz politikacının bile anlamadan, öğrenmeden, geçemeyeceği türden, çok belirgin bir ders. Üstelik, tam şu sırada yapılmakta olan işle ve onun tarzıyla ilgili. Özü de şu: Anayasa böyle değiştirilirse n’olur? N’olacak, o metin her fırsatta tartışılır ve hırpalanır. Cumhuriyetin ilk anayasası olan 1924 Anayasası, bir bakıma savaş döneminin “esas teşkilat” yasasının biraz daha geliştirilmişi olduğu ve bir ölçüde başka bir yeni cumhuriyetin, Polonya’nın anayasasından esinlenerek yapıldığı halde, yapılış tarzı hiç tartışma konusu edilmedi; çünkü kurallara uygun olarak ve kendi deyimine göre “milletin yegâne temsilcisi” sayılan bir Büyük Millet Meclisi’nce yapılmıştı. 1961 Anayasası’nın hep tartışılan bir niteliği, “genel oyla seçilmiş bir meclisce yapılmamış” olmasıydı. 27 Mayıs sonrasının askeri rejim ortamında, devrilmiş iktidarın mensupları hapisteyken genel seçime gitmenin zaten anlamı da olmayacaktı. Bu koşullar içinde, genel niteliği “korporatif” olan yani toplumun çeşitli kesimlerini, meslek kuruluşlarını, kamusal kurumlarını, il yönetimlerini, üniversiteleri, sendikaları, kapatılmamış siyasal partileri kendi içlerinden seçilmiş kişilerle temsil eden bir meclisin yanına bir de Milli Birlik Komitesi’nin subayları eklenerek oluşturulan bir Kurucu Meclis’ce yapılan anayasa metni halkoylamasına sunularak kesinleştirildi. Böyle olduğu içindir ki, beğenilen yönleri ve erdemleri ne kadar övülürse övülsün, o metnin en büyük ve en zayıflatıcı kusuru, bu yapılış tarzı oldu. 1982 Anayasası’nın yapılış tarzı ise ortaya çıkan metnin ağır kusurlarını bile geride bırakacak kadar kötü oldu. Öylesine kötü ki, o zamandan beri metne getirilen bir yığın yorum ve düzeltme ya da değiştirme çabası o kötülüğü gidermeye yetmedi. Yapılış tarzının olumsuz etkisi, hiçbir inançla çıkmayan bir yağ lekesi gibi sürüp gidiyor. O etki ancak anayasa konuları enine boyuna tartışıldığı genel oyla seçilmiş bir yeni kurucu meclisle giderilebilir. O iki ders ve onlardan çıkarılabilecek bu tek doğru sonuç ortada dururken iktidar grubunca zarflara konacak oy pusulası renklerini bile gözetlemeye kadar varan zorlama yöntemlerle anayasa değiştirmeye kalkmanın anlamı nedir? İstenen metin Meclis’ten firesiz geçse ve yine zorlama bir halkoylamasıyla kesinleşse de, onun kimseye hayrı dokunabilir mi? Yapılan değişikliklerin yanlışlığı, kötülüğü, eksikliği bir yana, sırf bu yapılış tarzındaki büyük kusur, 1961 ve 1982 metinlerinin başına gelenleri üstelik çok yakın gelecekte o metnin başına getirmeyecek mi? PENCERE Yunus’tan Şeriat Dersleri... Yunus Emre’den bir şiir: Evvel kapı Şeriat, emri nehyi bildirir Yuya günahlarını, her bir Kuran hecesi İkincisi Tarikat, kulluğa bel bağlaya Yolu doğru varanı, yargılaya hocası Üçüncüsü Marifet, can gönül gözün açar Bu mani sarayının, Arş’a değin yücesi Dördüncüsü Hakikat, ere eksik bakmaya Bayram ola gündüzü, Kadir ola gecesi Bu Şeriat güç olur, Tarikat yokuş olur Marifet sarplık durur, Hakikat’tir yücesi Yunus Emre büyük şairimiz, 1923 Aydınlanma Devrimi’nden sonra keşfettiğimiz ozanımızdır; şiirleri kuşaktan kuşağa halkımızın belleğine işlenmiştir: Peki, Yunus’un şeriatla arası nasıl?.. Yukarıdaki şiirin son iki dizesinde ‘hiyerarşi’yi saptamış Yunus: Bu Şeriat güç olur, Tarikat yokuş olur Marifet sarplık durur, Hakikat’tır yücesi... Alevi köyünde cami yoktur.. Hoca da yoktur. Niçin?.. Çünkü Alevi Kuran’ı bilir, Hazreti Muhammet’i tanır, Hazreti Ali’yi sever; cami yerine cemevinde ibadet eder, namaz kılmaz, ramazanda oruç tutmaz, hacca gitmez bir Müslümandır. Alevilik evrene bakışında görüş açısını öylesine genişletmiş ve derinletmiştir ki şeriat bu kapsamda gerçeklik okyanusunun dalgalarında yüzen bir küçük gemi gibi kalır. Ne diyor Yunus: Şer ile hakikatin Vasfını aydım sana Şeriat bir gemidir Hakikat deryasıdır Türkiye’de 25-30 milyon Alevi yaşıyor. Sünni mezhebinin şeriatını Alevinin inancından üstün mü görelim?.. Her Alevi köyüne cami dikip, her Alevi mahallesine devlet memuru imam mı atayalım?.. Yunus Emre der hoca Gerekse bin var hacca Hepisinden iyice Bir gönüle girmektir ....... Yetmiş iki millete, Bir göz ile bakmayan Şer’in evliyasıysa Hakikatta asidir (Şer = şeriat) Şeriatçı saldırıları, İslam dünyasında yeni değildir; Yunus’a da saldırdılar. İşte ozanın yanıtı; Şeriat oğlanları Nice yol keser bana Hakikat denizinde Bahri oldum yüzerim Yunus 13’üncü yüzyılın ikinci yarısıyla 14’üncü yüzyılın başında yaşayan Anadolu şairi, Türkçeyi yücelten büyük ozan, hoşgörü kültürümüzün bir anıtıdır. Şeriatçı, yalnız laik Türkiye Cumhuriyeti’ne düşman değildir; Osmanlı’daki bütün yenilik hareketlerine karşı çıkmış softalığın simgesidir. Bugün Yunus gözlerini açıp dirilse 21’inci yüzyıla 3 kala Türkiye’deki ‘irtica’ya şaşar kalırdı. 13’üncü yüzyılda şeriatçının yobazlığına karşı çıkan Yunus’a selam!.. (23 Şubat 1997 tarihli yazısı) T ürk halkõnõn demokratik özlemle- rini yansõttõklarõnõ öne süren iki benzer parti, 1950’lerin DP’si ile bugünün AKP’sinin yargõya kar- şõ düşünce ve eylemlerinin günü- müzle ne kadar benzeştiğini anõmsayalõm da anayasa değişikliğindeki asõl amacõ keşfede- meyenlere yardõmcõ olalõm. “1954 senesi seçimlerinin ertesi günü… Celal Bayar…büyük bir asabiyetle Adalet Bakanı Osman Çiçekdağ’a ‘bu hâkimlerin bizle alõp veremedikleri nedir? Davalarõmõz olur daima iktidar aleyhine mütalaa ederler, karşõ partiden mütemadiyen adaylõklarõnõ koyarlar, karşõmõza çõkarlar, benim Bursa’da vermek istediğim nutka men kararõ verirler. Yüksek Seçim Kurulu da bunu tasdik etmiş, elbette dinlemedim, nutkumu verdim. Bu hâkimler hakkõnda bir şeyler yapmak lazõm’ dedi. (Asõm Ruacan’õn Yassõada ifadesi 23.06.1961, Anayasaya Aykõrõlõk Davasõ.) Bu emir üzerine 23.06.1954’te Emekli Sandõğõ Kanunu’nun meşhur 39/b maddesi de- ğiştirilerek 25 yõlõnõ dolduran hâkimleri de re- sen emekliye sevk etme yetkisi Adalet baka- nõna verildi, bakan da bu yetkiyi cömertçe kul- lanarak 4 dalga (!) halinde aralarõnda Yargõ- tay 1. Başkanõ Bedri Köker ve C. başsavcõ- sõ, (5’i) ceza daire başkanõ ve 9’u üye olmak üzere 16 yüksek yargõcõ emekli etti. Hiçbir ne- den gösterilmeden emekli edilen kürsü hâ- kimleri sayõsõnõn haddi hesabõ yoktu. Menderes ise kuvvetler ayrõlõğõ ve yargõ ba- ğõmsõzlõğõ konusundaki düşünceleri en azõn- dan Bayar’õnki kadar ilkeldi: “Hâkim istiklali hâkim teminatı. Bu anayasaya aykırı bilmem ne… Sizin kar- şınıza teminat diye çıkıp sizin, selahiyeti- ni aşarak ve sizi anayasanın asla amaçla- madığı bir duruma düşürmek suretiyle bir mecburiyet karşısında bulundurur gibi bir tavır almaktalar… TBMM elbette ted- birleri almakta gecikmez. Hâkime de mah- kûma da dur demek zamanı gelmiştir ve TBMM bu dur emrini verdi.” (20 Şubat 1955) Yargõ bağõmsõzlõğõ ve anayasayõ küçümse- yen bu saldõrgan söylevin ardõndan büyük 1956 dalgasõ patladõ ve Yargõtay darmadağõn edildi. DP iktidarõnõn gazabõna uğrayanlarõn hemen hepsi ceza yargõçlarõydõ. Suçlarõ DP ik- tidarõnõn istedikleri yönde karar vermemele- ri, verilenleri ise bozmalarõydõ. Aradan geçen 55 yõl ve bunca siyasal kazanõmdan sonra, de- mokrasi ve hukuk devleti anlayõşõnda sağcõ li- derlerin söylem ve eylemlerinde bir milim olumlu ilerleme gözlenmemektedir. Ustala- rõ gibi çõraklarõ da yargõya ağõz dolusu saldõ- rõlarõnõ sürdürmekte ve üzerinde baskõ kur- mak istemektedirler. Terörü önleme amacõyla Devlet Güvenlik Mahkemeleri yerine kurulan Olağanüstü Mahkemeler eliyle TSK ve muhaliflerini te- rörist niyetiyle yargõlatan ama cezalarõnõ mahkûm olmuşçasõna peşinen çektiren zih- niyet ve böyle düşünen AKP iktidarõ, bu ka- rarlarõn son gideceği yer olan Yargõtay ve yö- netsel keyfiliklerine engel olan Danõştay’õ da toptan hizaya getirmek için anayasayõ değiş- tirmek istemektedir. Anayasa Mahkemesi hakkõndaki planlarõ da aynõ art niyetin izlerini taşõmaktadõr. İşledikleri anayasal suçlarõn parti olarak bir kere daha hu- zuruna gideceği bu yüksek mahkemenin, ki- şisel Yüce Divan tehlikesini de göz ardõ et- meden şimdiden kalõplarõnõ dökmeye hazõr- lanmaktadõrlar. Yandaş sözcüğünün çok hafif kaldõğõ bir aşağõlõk basõn ve kiralõk sözcüler korosu ise ayrõ bir hicran yarasõdõr. 27 Mayõs’tan birkaç gün önce tehlike çanlarõ çalarken bile Men- deres’in aklõnõ başõndan alan düşünce siste- mi onu havaya sokarak üniversite hocalarõna “Kara Cüppeliler” diye bağõrtmõştõr. Bugün de benzer tabloyla karşõ karşõyayõz. Gerçek demokrasilerde bilinçli aydõnlar ve bi- linçli seçmen, dengelerini bulmakta güçlük çe- ken kõzgõn siyasilerin küplerine zarar ver- mesini duruşlarõyla önlerler. Çünkü sonunda çatlayacak küp, kendileridir. Bu yandaş basõna naçiz tavsiyemiz yangõna körükle gitmeme- leri ve “milli irade” kavramõndaki gerçek de- mokrasi vurgusuna layõk sağduyuyu göster- meleri için şapkalarõnõ önlerine koymalarõdõr. Al Birini Vur Öbürüne... Şevket ÇİZMELİ Hukukçu Gerçek demokrasilerde bilinçli aydõnlar ve bilinçli seçmen dengelerini bulmakta güçlük çeken kõzgõn siyasilerin küplerine zarar vermesini duruşlarõyla önlerler. Çünkü sonunda çatlayacak küp, kendileridir. C umhuriyetimizin ilk yõllarõnda, Ata- türk’ümüzün sağlõğõnda çõkarõlan yasalarõn en önemlilerinden biri de o günlerin dili ile “Tevhidi Tedrisat Kanu- nu” olarak bilinir. Pratikte de eğitimde bü- tünlük ve kolaylõk yerine karmaşa ve zor- luğu önleyici bir önlem. Bir dağõnõklõk ve sağlõksõz bir çeşitlilik görüntüsünü değişti- rip toparlayan bir önlem. Aradan nice görüşmelerle dolu on yõllar geç- miş, bugünlere gelmişiz. Öğretim ve eğitim- de birlik hedefini genelde tutturabilmiş sayõ- labilir miyiz sorusu bir başka yazõ ve yazõla- ra konu olabilir. Burada onu görüşmüyoruz. Ancak son on beş/yirmi yõl içinde konuyu baş- ka taraflara doğru çekmeksizin özellikle ko- numuz olan denizcilikle ilgili okullarõn sayõ- sõnda bir artõş, eğitim ve öğretim programla- rõnda neredeyse sõnõrsõz denilebilecek bir çeşitlilikle yeni ismi ile “öğretimde birlik” prensibinden bir ayrõlõş gözlenmektedir. Ülkemizdeki denizcilik öğretiminin beşiği olan en gurur verici kuruluşu 1773 tarihini ma- dalya gibi ilk binasõnõn göğsünde taşõyan De- niz Harp Okulu (eski ismi ile Mektebi Şaha- ne-i Fünunu Bahriye) ile 1844’te keza irade- i şahane ile Kaptan Çarkõ Mektebi, 1914’te de Ticaret-i Bahriye Mektebi Âli’si giderek Cumhuriyet yõllarõ içinde Yüksek Deniz Ti- caret Mektebi, Yüksek Deniz Ticaret Okulu, Yüksek Denizcilik Okulu ve şimdi İTÜ De- nizcilik Fakültesi isimleri ile anõlan ticaret fi- lomuza işin istediği sertifika ve bilgilerle do- natõlmõş denizciler yetiştiren okullar, ulus- lararasõ bir uğraşõn arenasõ olan denizcilik dün- yasõna ve donanmamõza komutanlar, kaptanlar yetiştiren temel kurumlardõr. Fakat son yõllarda ülkemizin dört bir yanõnda değişik isim ve öğ- retim düzeylerinde sayõlarõ gittikçe artan çe- şitli denizcilik okullarõ yaygõn bir şekilde yer- lerini almayõ sürdürmekteler. Denizcilik yaşadõğõmõz günlerde artõk ulus- lararasõ niteliği ve çeşitli bilimlerin ön plan- da yoğunlaştõğõ bir sanayi ve ekonominin en önemli bir endüstri alanõ oldu. Bu yoğun, ha- reketli ve gittikçe artan bir hõzla gelişen en- düstrinin kara ve denizde çalõşacak unsurla- rõ denizcilik okullarõnõ doldurdu. Bu okulla- ra giriş, öğretim sistemleri konusunda ayrõn- tõlõ bilgilere tam olarak sahip olmamakla beraber ülkemizin çeşitli noktalarõnda açõlmõş değişik öğretim düzeyindeki bu okullarda bir öğretim birliğinin varlõğõndan söz etmenin güçlüğünü hissediyorum. Oysa özellikle uluslararasõ denizcilikte yer alacak ve mesleklerinin aşamalarõnda yük- selecek bu öğrencilerin belirli uluslararasõ stan- dartlarõn içinde yetiştirilmelerinin esas olmasõ bir zorunluluktur. Örneğin bu öğrenimin uluslararasõ denizciliğin dili olan İngilizcede yapõlmasõ temel unsurlardan biri olmalõdõr. Doğal unsur olarak insan/doğa ilişkisi ve ça- tõşmasõnõn en sert, en güçlü alanõ olan deniz- le, orada çalõşacak insanõn o ortama hazõr- lanmasõnda kaçõnõlmaz bir aşama olan denizle ilk temasõn gerçekleşeceği “okul gemilerinin” bu okullarõn hepsinde belirli bir süre eğitimin yapõlacağõ ünitelere, yani staj gemilerine özel laboratuvar ve simülasyon imkânlarõna kesin ihtiyaç vardõr. Bu ise her şeyden önce bir masraf ve maliyet işidir. Denizcilik Okul- larõ bir bina ve birkaç öğreticinin temin edil- mesinden çok daha öte özel donanõmlar ge- rektiren misyonlar yüklenmiş kurumlar ol- malõdõr. Bir ülkede “denizcilik okulları” diye anõ- lan ve mutlaka iyi, yapõcõ hatta idealist ni- yetlerle açõlan okullarõn sayõsõndan çok, ora- da insanlarõ “deniz” ve “denizcilik” denilen unsurlara hazõrlayacak akademik ve pratik ka- zanõmlarõn sağlanabilmeleri önem taşõmak- tadõr. Türkiye’de Deniz Harp Okulu, Piri Re- is Üniversitesi, İTÜ Denizcilik Fakültesi, İÜ Su Ürünleri Fakültesi aynõ donanõm ve aka- demik düzeyde olabilecek birkaç temel öğ- retim kurumu deniz ve denizciliği aklõna koymuş gençlerimizi amaçlarõna ulaştõrabi- lecek düzeydedir ve anõlan bu öğretim ku- rumlarõnda dõş ülkelerden gelen öğrenciler de eğitim görmektedirler. Şu anda Türkiye’de 14’ü üniversite ve yüksekokul, 47’si de çeşitli meslek okulu düzeyinde denizcilik öğretimi veren toplam 61 adet okul ve fakülte var. Pek çok ne- denlerle yüzyõllar öncesi uluslararasõ ölçü- lerde çoktan bir denizci ülke olmasõ gere- ken ülkemizdeki eğitim kurumlarõnõn sa- yõsõndan çok denizcilik mesleğinin ulus- lararasõ standartlarõna oturmuş pratik ve aka- demik donanõm kalitesinin esas alõnabilmesi için ise öncelikle “Denizcilik öğrenimin- de birlik – Tevhidi Tedrisat”õn sağlan- masõnõ, olasõ dağõnõklõğõn giderilmesi için bir temel prensip olarak görüyoruz. K ör inançlar çõkmaz so- kaktõr. Yaşamda gerçek yol gösterici bilimdir, akõldõr. Kör inançlarla, dogma- larla bir yere varõlmaz. Bilim ve akõl yerine, kör inançlarõ yol gös- terici sayan toplumlar, en geri toplumlardõr. Böyle toplumlar, gelişmiş uluslarõn tutsağõ olurlar. Çağdaş ve uygar uluslar, gele- cekleri için, aydõnlõk kuşaklar yetiştirmeye çalõşõrlar. Bunun yolu ise aydõnlanmayõ hedef alan bir eğitim sistemidir. Bunun için, Mustafa Kemal Atatürk, 3 Mart 1924 tarihinde, TBMM’den “Öğretim Birliği” yasasõnõ çõkarttõrmõştõr. Amaç, eğitimi tek elde toplamak ve bağnazlõğõ geriye iten aydõnlõk ve uygar kuşaklar yetiştirmektir. Ancak, ne acõ ki, geçen zaman içerisinde, çirkin politikacõ, bir avuç oy için, karşõdevrimcilere göz yummuş, gericilere, din tüc- carlarõna yol verilmiştir. Öğretim Birliği ilkesinden sa- põlmõş olmasõndan, güzel yur- dumuzda, birbirine karşõ iki ku- şak yetiştirilmiştir. Bir yanda bi- limi ve aklõ yol gösterici sayan kuşaklar, onun karşõsõnda ise kör inançlara saplanmõş, dini inanç- larõ yol gösterici sayan kuşaklar yetiştirilmiştir. Günümüzde, “İslama aykırı olan yasalar değiştirilecektir” diyen, laikliğin artõk terk edilmesi gerektiğini söyleyen, İslamõ yol gösterici sayan kadrolar, ülkemiz yönetimini ele geçirmişlerdir. Yaşadõğõmõz tüm karõşõklõklarõn, akõl almaz hukuk dõşõlõklarõn ne- deni ve kaynağõ da budur. İn- sanlarõmõz, ikiye bölünmüşlerdir. Öyle ki aynõ kurumlarda bile, bu iki karşõ düşünce birbiriyle çeki- şir bir duruma getirilmiştir. Yargõ da bile birbirine karşõ iki kuşak oluşmuştur. Yaşadõğõmõz onca acõya karşõn, içimizde fõrtõ- nalar koparken dõşarõda çõldõrtõ- cõ bir bahar var. Her şeye karşõn, yüreğimizde hiç eksilmemişken dõşarõda da bahar geldi. On yõllar öncesinde yaşamõş Adanalı yok- sul sair Hasan Şimşek, “Öyle vakitsiz nereden geldin bahar / elbisem yeni değil / üstelik bir de sevda işim var” diyordu. Oktay Rifat’õn, “köşe başını tutmuş leylak kokusu / yakamı bırak da gideyim” dizeleri, ba- harõn çok çarpõcõ biçimde anlatõ- mõ değil midir... Okyat Rifat, Zonguldak Valisinin kõzõ Tür- kân’a âşõk olur. Evlenirler ama Türkân, bir süre sonra, yaşamõ- nõ yitirir. Onun için yazdõğõ şiir, bahar kokar. “Her dakikasını ay- rı hatırlarım / Erenköy’de ge- çen zamanımın / rüyama girer bir arada / İstanbul, bahar ve Türkanım / bir odamız vardı etrafı sarmaşık / bostanlara bakan penceremiz / o güller ka- dar taze / ben ona deli gibi âşık / bir yastıkta dinlenir başları- mız / saçları saçlarıma karışır- dı / o güzel bir kızdı ince alım- lı / ne giyse yakışırdı / yeterki gönüller şen olsun / şarkılar söylerdik yolda / hep karşımda otururdu, ellerini tutardım / ak- şam üstü eve dönerken para- şolda / ağaçlar çiçekteydi / Tür- kanım sağ beraberimde / kal- bim sevda içindeydi / İstanbul bahar içinde.” Unutulmuş şairlerimizden yir- mi dört yaşõnda yaşamõnõ yitirmiş Muzaffer Tayip Uslu’nun “Ön- ce bütün şairlere selam / sonra şunu söylemek isterim / ölüm hiç de güzel değil / ne sabah var ne akşam / sokakların ellerin- den öperim / bana yaşamasını öğretmişlerdi / dost olsun, düş- man olsun / insanlara iyi gün- ler dilerim / söyle sarı saçlı daktiloya / ben yokum artık / vefasız dostlara hatırlat / kim- seye kalmaz o dünya / nasıl unuturum güzeldi yaşamak / fakat hakkı varmış Oktay’ın / hatıralar dal istiyor / kuşlar gi- bi konacak” dizeleri, ölümü anõmsatõyor. Zonguldaklõ şair Muzaffer Tayyip Uslu, Rüştü Onur, Orhan Veli Kanık aynõ kuşaktandõr. Ama, genç yaşta yaşamlarõnõ yitirmişlerdir. İster is- temez Fazıl Hüsnü Dağlarca’nõn dizeleri geliyor akla: “İnsan na- sıl ölebilir / yaşamak bu kadar güzelken” Kamuran Yüce’nin, “Halbu- ki” şiiri, üniversite yõllarõmõzda, dilimizden hiç düşmeyen bir şi- irdi. “Nasıl oldu bilmiyorum / beyaz bir mendil mi hatırlattı bana / yoksa kırlangıçlar haber mi getirdi / yine seni düşünü- yorum / köprü üstünde bu ak- şam vakti / ağlayan bir kadın mıydı acaba / sesine benzettim öyle içlendim ki sorma / küçük evler geldi gözümün önüne / ki- remit bacalı küçük evler / on- ların en küçüğünde bekleye- cektin beni / talihimiz olsaydı eğer / yanan sobaya karşı öte- den beriden söz edecektin / arada bir kaldırıp başını / yav- rumuzu uyuyor mu diye dinle- yecektin / insanlara, şarkılara dair bir gün / bıkkınlık sarmıştı içimi / belki bir tren pencere- sinde / belki vapurda / sen git- tin ve hikâye bitti / nasıl oldu bilmiyorum / beyaz bir mendil mi hatırlattı bana / yoksa kır- langıçlar haber mi getirdi / yi- ne seni düşünüyorum / köprü üstünde bu akşam vakti / hal- buki.” Necati Cumalı, biten bir aşk- tan sonra, yüreğindeki eskimiş acõyõ ne güzel anlatõyor. “İşte çi- menler ayak bileklerini geçti / hava vücudunun istediği gibi ılık / ne çare sen gittin, ben âşık değilim artık / yalnızca tuhaf bir hüzün kalmış içimde.” Na- hit Ulvi Akgün, anlatõlamayan ama yürekten coşup gelen duy- gularõ şiire döküyor ustaca. “Bir şey var aramızda / senin göz- lerinden belli / benim yanan yü- zümden / susuyoruz arada bir / gülüşerek başlıyoruz söze / ne kadar gizlesek nafile / bir şey var aramızda / senin gözlerin- de ışıldıyor / benim dilimin ucunda.” Ulusumuz ve Ülke- miz, bu acõlarõ aşacak, şiirden ve sanattan tat alacağõmõz günler gelecektir. Bahar: Tam Zamanõnda!.. Erol ERTUĞRUL Denizciliğimizde Öğretim Birliği... Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar [email protected]
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle