19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
YARINKİ cumhurbaşkanlığı seçimi Türkiye’nin Kıbrıs davasında anlamlı bir dönüm noktası olabilir pekâlâ. Eğer ilk turda sonuçlanırsa. Yani, son yıllar boyunca sürdürülen “nafile görüşmeler” alışkanlığını bir yana bırakıp iki ayrı egemenlikli bir çözüm gereğini vurgulayan aday salt çoğunluğunu sağlayarak devletin başına geçerse. Talât’ın “tek egemenlik ve tek vatandaşlık” formülü iflas etmiş, ayrı ayrı bağımsız iki devletin barış içinde, iyi komşuluk anlayışıyla yan yana yaşayacakları bir formülü savunma zamanı artık gelmiştir. İlk turun kesin sonuç vermemesi, ikinci turda nereye varacağı pek belli olmayan karanlık hesapların yeniden devreye girmesi olabilir. Önlenmesi gereken odur. Kangren ve sürükleniş bitmelidir. Ama, bu herkese, yedi cihana anlatılmalıdır. Çünkü, Kıbrıs konusunun başkalarını ilgilendirmediğini düşünmeyin; ilgilenenler çoktur yeryüzünde. Özellikle Batı dünyasındakiler için, bu konu, niçin olduğunu tam kestiremedikleri, ama tarihin derinliklerini delen bir Asyalılık ve Doğululuk korkusudur. Grek geçmişinin yarı gerçek- yarı efsane olan Pers Savaşlarıyla başlayıp Viyana önlerinde durdurulduğu düşünülen ve Yunanın İzmir’e çıkarılmasıyla noktalanacağı umulan bir korku. 1974 Girne çıkarması onlardaki o eski karabasanı canlandırmış sayılır. Haçlı Seferleri, Othello’lar falan bir yana, yaşanan bu son korkunun Türk askerini Kıbrıs’tan son neferiyle çıkarmakla son bulacağını düşünürler. Talât, aynı sonucu barışı geri getirme ve tek egemenlik gibi daha şık terimlerle ifade ettiği için tutulur onlarca. Kimileri de 1974 öncesinde yaşananları bilmediklerinden tam aksini düşünüp Türklerin bu son dönüşünü Afrodit’in güzellik ve dostluk adasına sebepsiz yere getirilmiş bir hoyratlık olarak görür. “Barış harekâtı”nın boş yere üretilmemiş bir terim olduğunu ve o tarihten beri Ada’da gerçekten hemen hemen hiç firesiz bir sükûnun süregeldiğini unutarak. Aslında, Ankara ve Kıbrıs Türk tarafı konunun bu yanını ihmal etmiş ve insanlara gerçeği anlatıp önyargıları düzeltmeye çalışmak yerine, “nafile görüşmeler”le kırk yılı aşan bir zaman kaybına uğramıştır. Ne yazık ki, konunun bu özelliği şimdiki seçim kampanyasında da bütün açıklığıyla gündeme getirilmiş sayılmaz. Yalnız Talât cephesi değil, Derviş Eroğlu’nun yanındakiler de dünyanın önünde barışçılık ve çözümlükçülük oynamak zorunda olduklarını sanmaktalar. Başka türlüsünün Washington’da ve Brüksel’de olduğu kadar Ankara’da da hoş görülmeyeceği ve destek bulamayacağı düşünülüyor. İkinci tura gerek bırakmayacak bir cumhurbaşkanı seçimi bu yarım yüzyıllık komediye son vermeye yarayabilecek bir dönüm noktası olamaz mı? CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 17 NİSAN 2010 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER PENCERE Kara Koncoloslar... Anadolu Müslümanlığı güleryüzlüdür; bu toprağın kültürü Nasrettin Hoca’yı yarattı, Bektaşi Babası’nı üretti, Yunus Emre’yi doğurdu... Peki, güncelde bunca kara yobaz nereden çıktı?.. Bunca kuru softa nereden türedi?.. İran bugün kapkara bir ülke; ama, geçmişte böyle miydi?.. Ömer Hayyam ne diyordu: “Ben kadehten çekmem artık elimi Tutmam senin kitabını, minberini Sen kuru bir softasın, ben yaş bir sapık Cehennemde sen mi daha iyi yanarsın, ben mi?..” Müslümanlığın iki yorumu var; birisi güleryüzlü, öteki çatık kaşlı; birisi zebani edebiyatıyla insanı korkutur, öteki hoşgörü meleğinin kanatlarıyla ruhu okşar... Hayyam’dan bir dörtlük daha: “Bir elde kadeh, bir elde Kuran Bir helaldir işimiz, bir haram Şu yarım yamalak dünyada Ne tam kâfiriz, ne tam Müslüman.” Ömer Hayyam, Humeyni döneminde yaşasaydı, Ayetullah ne yapardı?.. Belki de Salman Rüşdü gibi Hayyam için de ölüm fetvası çıkarırdı. Hafız-ı Şirazi 14’üncü yüzyılda yaşamış; şair, bugünkü İran mollasının yobazlığına ters düşüyor; daha o çağda kendi kendisiyle alay etmesini biliyor: “Eğer Müslümanlık Hafız’ın Müslümanlığı ise vay!.. Bugünün ardında bir yarın varsa vay!..” Hafız, adı üstünde, Kuran’ı ezbere okuyordu; ama, softalıkta kararıp kurumamış, rindin özgür yaşamında serpilip açılmıştı: “Kuru yere oturmuş bir rind gördüm; Ne küfür kaydındaydı, ne İslam.. Ne dünya umurundaydı, ne din.. Ne hakla mukayyetti, ne hakikatle.. Ne tarikata bağlıydı, ne yakıyne.. İki âlemde de bu iş kimin harcı?..” İslamın geçmiş kültüründe inançlı insanın sureti böyle gülümserken 2000 yılının eşiğinde kapkara suratlarıyla yaşamı karanlıklaştıran yobazları kimler türetiyor?.. Neden kutsal dini politikaya alet ederek özgürlüğün tepesinde Damokles’in kılıcı gibi sallandırıyorlar?.. Ömer Hayyam’ın hoşgörüsüne bakın: “Gül verme istersen, diken yeter bize.. Işık da vermezsen, ateş yeter bize.. Hırka, tekke, post, most olmasa da olur, Kilise çanları bile yeter bize.” Bu dünyanın mirasçıları, bugün başımıza ekşiyen kara koncoloslar mıdır?.. (17 Mayıs 1997 yazısı) B ireysel ve toplumsal bağ- lamda ahlakõn, belli başlõ insansal davranõş süreç- lerinin başlõcasõ olduğunu söyleyen meslek dersleri öğretme- nimiz Şevket Gedikoğlu, o günlerde enstitüde yaşanan bir olayõ anõmsa- tarak girmişti konuya. Birileri park- taki kamyonun el frenini boşa aldõ- ğõ için, yerinden oynayan araç ile- rideki duvara toslayarak önemli öl- çüde hasarlanmõştõ. Bir süre bunu ki- min yaptõğõ arandõ. Tam suç görevli sürücünün üze- rine yüklenmek üzereyken, arka- daşlarõmõzdan O.G’nin, bir süre aracõn çevresinde bulunduğuna ta- nõklõk eden gece bekçisinin konuş- masõyla sanõk belirlenmiş oldu. O.G. de suçunu itiraf edince olay, öğretmen ve öğrencilerden oluşan disiplin kuruluna gitmiş; kurul, uzun süren oturumlarla konuyu iki gün tartõşmõş ve sonunda O.G’nin “İşlik ve derslik ödevlerini savsatmak- sızın, 30 gün süreyle aracın bakım ve temizliğini yapmasına...” karar vermişti. Öğretmenimiz sõnõfta bu konuyu tartõşmaya açõnca; O.G’nin ailesine haber verilip verilmediği, araca ve- rilen zararõn ödenip ödenmeyeceği, arkadaşõmõzõn okuldan kovulup ko- vulmayacağõ ve yapõlan zarar ile ve- rilen cezanõn oranõ, vb. maddeleri içeren ve tam iki ders saati süren tar- tõşmalar oldu. Bu sürede hiç konuşmayan, sa- dece söz isteyenlere söz vermekle yetinen öğretmenimiz, dersini şu sözleriyle bitirmişti: “Hatırlarsanız, derse başlarken ahlakın insansal bir davranış süreci olduğunu söy- lemiştim. Olayımızda arkadaşınız O.G. hem aracı hasarlandıracak bir eylem yaptı hem de yaptığı bu eylemi bir süre saklama davranı- şı gösterdi. Sizler olayın eylem olan yanını gördünüz, tartıştınız, fakat asıl ahlaksal boyutunu, dav- ranış yanını dışarıda bıraktınız. Bunu gelecek derslerimizde gö- receğiz...” Bilindiği gibi Köy Enstitüleri: Atatürk’ün “Maarifimiz tatbiki ve şümullü bir maarif olacak” diye içeriğini ve sõnõrlarõyla yöntemini be- lirlediği, çok amaçlõ, çok öğrence- likli (müfredatlı) eğitim öğretim ve- ren devlet kurumlarõydõ. 3803 ve 4274 sayõlõ temel yasalarõnda da ay- rõntõlarõyla belirlendiği gibi, Köy Enstitüleri’ne yüklenen özgörev (misyon), özellikle köylü toplumu- nu inançtan bilince, eğitim ve öğ- retim yoluyla, dipten dalgalandõrmak ve yüzyõllarõn yõğdõğõ uyutulmuş- luktan, uyuşturulmuşluktan kurtar- maktõ. Her alanda ve ortamda işe- vuruk (ameli) eğitim ve öğretim kimliğiyle, sürekli üretici doğa et- kileşimi sürecine giren Köy Ensti- tülü, bu çok yönlü çok karmaşõk iş- lemlemelerden (manipülasonlar- dan) ürettiği yaşamsal ahlak man- tõğõyla “Üretmeden tüketmek en büyük ahlaksızlıktır” savsözünü biçimlemiştir. Ben, meslek eğitim ve öğrenimimi Pazarören (Kayseri) Köy Enstitüsü’nde ve Hasanoğlan (Ankara) Yüksek Köy Enstitüsü’nde yaptõm. Yüksek Köy Enstitüsü’nde işeğitbilimi öğretmenimiz İsmail Hakkı Tonguç da, ahlak kavramõ- na, iş-üretim sürecinde insan dav- ranõşlarõ penceresinden bakardõ. “Ahlakın asıl kaynağının, hiçbir zaman ölçülemeyecek, sınırlan- dırılamayacak olan inan ve inanç- lardan yorum yoluyla elde edilen birtakım övütler, övütlemeler, sı- nırsız kuramlar değil, birey ve Köy Enstitülü Ahlakõ... Ali DÜNDAR Eğitimci Yazar Köy Enstitüleri döneminde “Din ve Ahlak Bilgisi Dersi” yoktu. Köy Enstitüleri kendi ahlaklarõnõ da, meslek ahlaklarõnõ ve yaşama kültürlerini de, insan/doğa eytişiminde edindikleri vargõlarõyla kendileri ürettiler. toplum olarak insanın ya- parak, yaşayarak oluştur- duğu duyunç (vicdan) ve anlaksal gücüyle elde edip, içselleştirebildiklerinin toplamı...” görüşünden ya- naydõ. Bireyde ve toplumda, kaynağõnõ doğa/insan eyti- şimine (diyalektik) dayan- dõrmayan ve işevuruk (ame- li) altyapõlarõ bulunmayan ahlak anlayõşlarõnõn hep tar- tõşõlageldiğini ve çekişme- lere, çatõşmalara konu ol- maktan kurtulamadõğõnõ, ta- rihten yaşanmõş örnekler vererek anlatõrdõ işeğitbilimi derslerinle Tonguç öğret- menimiz. Öğrenmeyi öğreten bir eğitim/öğretim dizgesinde (sistem), üretici ve işevuruk algõlarla elde ettikleri var- gõlarõ/sonuçlarõ “Üretme- den tüketmek en büyük ahlaksızlıktır” savsözüyle biçimleyen (formüle eden) Köy Enstitülü, bireysel ve toplumsal kuşatõmda, laik ahlak kavramõnõ yaşama kültürüne dönüştürmenin ötesinde, kendi meslek ah- lakõnõ da kendi üreten ilk meslek adamõ olmuştur. Din/iman bezirgânlarõyla toprak ağalarõndan oluşan İs- lamofeodalitenin, Köy Ens- titüleri’ni kapattõrmak için bu kurumlara yönelttikleri iftiralarõn, karalamalarõn, suçlamalarõn hiçbiri ger- çekleşmemiştir. İslamofeo- dalite, devrim ve cumhuri- yet düşmanõ siyasetçiyi de yanõna alõp yemleyerek Köy Enstitüleri’ni kapattõrmõş, köylüyü kandõrõp çocuklarõnõ imam hatiplere kapattõrmõş, ne tek bir Köy Enstitülüyü yargõ önünde suçlandõrõp cezalandõrabilmiş ne de Köy Enstitüleri’nden yetişenleri yollarõndan saptõrõp toplum gözünden düşürebilmiştir. Köy Enstitüleri döne- minde “Din ve Ahlak Bil- gisi Dersi” yoktu. Köy Ens- titüleri kendi ahlaklarõnõ da, meslek ahlaklarõnõ ve yaşa- ma kültürlerini de, in- san/doğa eytişiminde edin- dikleri vargõlarõyla kendi- leri ürettiler. Fakat hiçbir Köy Enstitülü öğrencisinin õrzõna geçmedi, hiçbir Köy Enstitülünün de kimse õrzõ- na geçmeye cesaret edeme- di. Köy Enstitüleri karma eğitim öğretim veren okul- lardõ. Orada okuyan kõzlarõn hiçbiri kirlilik yükü taşõma- dõ. Hiçbir Köy Enstitüsüne ne kama, bõçak, satõr, silah girdi ne de uyuşturucu. Hiç- bir Köy Enstitüsünün önün- de polis, jandarma, özel ko- ruma nöbet tutmadõ. Köy Enstitülü ne üretme- den tüketti ne üretmeden tüketenlerin yalakasõ oldu; aldõğõ meslek ahlakõna sadõk kaldõ, Köy Enstitüleri’nin yüzde doksan dokuz onda dokuzu mesleğine, Köy Enstitüleri’nde aldõğõ eğiti- min hizmetini verdi. Bir de, 1973 yõlõndan beri anaoku- lundan üniversiteye, med- rese kafasõ, imam hatip man- tõğõyla “Din ve Ahlak Bil- gisi” öğreten Türkiye Cum- huriyeti eğitim ve öğretimi- nin günümüzdeki iç acõtõcõ durumuna bakar mõsõnõz?.. [email protected] AÇI MÜMTAZ SOYSAL Dönüm Noktası mı?
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle